James Churchward – Kayip Kita Mu

Bu çalışmadaki tüm bilimsel gerçeklerin temeli, iki grup antik tabletin tercümelerine dayanıyor. Bunlar uzun yıllar önce Hindistan’da keşfettiğim Naacal Tabletleri ve yakın zamanda William Niven tarafından Meksika’da keşfedilen, 2500’den fazla taş tablet içeren büyük bir koleksiyon. İki grubun da kökeni aynı, çünkü ikisi de Kutsal İlhamlı Mu Metinleri’nden alıntı. Naacal Tabletleri, Naga harf ve sembolleriyle yazılmış ve efsanenin dediğine göre anayurtta yazıya dökülmelerinin ardından önce Burma’ya, daha sonra da Hindistan’a getirilmiş. Tarihe göre Naacallerin 15.000 yıldan daha uzun bir süre önce Burma’dan ayrılmış oldukları gerçeği, tabletlerin aşırı derecede eski olduğunu doğruluyor. Meksika tabletlerinin nerede yazılmış olduğu ise sorun teşkil ediyor. Çoğunlukla kuzey veya Uygur sembol ve karakterleriyle yazılmışlar. İki grup tabletin de üzerlerinde bulunan asıl yazılarsa anayurdun, yani Mu’nun alfabesinde. Meksika’da mı yazıldılar, yoksa anayurtta yazılıp daha sonra mı Meksika’ya getirildiler, bunu söyleyemem. Öte yandan, aralarındaki bazı tabletlerin gösterdiği üzere 12.000 yaşından daha eskiler. Meksika Tabletleri’nin içinde Mu’dan bahseden ve benim Naacal yaratılış hikâyemdeki eksik halkaları bağlayan birçok tablet buldum. Bunların ayrıntılı incelemeleri, deşifreleri ve çevirileri de Mu hakkındaki bu yazıya eklenmiştir. Amerika’da bulunan bu tabletlerin değindiği konular ise oldukça ayrıntılı biçimde anlatılan Yaratılış ve yine aynı şekilde detaylı işlenen Yaşam ve kaynağı binden fazla tablette anlatılan “Dört Büyük Kozmik Kuvvet”in köken ve işleyişleri ve son olarak da Kadın’ın Yaratılışı.


Doğu’da karşıma çıkan Naacal Tabletleri çeşitli konuların, oldukça fazla eksik halkaya sahip parçalarıydı. Meksika Tabletleri sadece Naacal Tabletlerini doğrulamakla kalmıyor, bu eksik halkaların çoğunu da ortaya çıkarıyor. Uzun yıllar boyunca, deneyler vasıtasıyla bu tabletlerde anlatılanların gerçekliğini olabildiğince kesin biçimde kanıtlamaya uğraştım. Elli yıldan uzun bir zamanı bu oldukça dikkat çekici Naacal Tabletleri’nde yazanları kanıtlayabilmek için inceleme, araştırma ve keşifler yaparak geçirdim. Henüz doğru çıkmamış olan birine rastlamış değilim. Meksika Tabletleri’nin de tıpkı Naacal benzerleri gibi, bir zamanlar dünya üzerinde birçok yönden bizden üstün ve modern dünyamızın yeni yeni farkına varmaya başladığı bazı temel unsurlar bakımındansa bizden çok daha ileride olan, tahmin edilemeyecek kadar eski bir uygarlığın varlığını, şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya koyduğunu memnuniyetle görüyorum. Bu tabletler, başka antik kayıtlarla beraber Hint, Babil, Pers, Mısır ve Maya uygarlıklarının, ilk büyük medeniyetin sönmeye yüz tutmuş olan korlarından ibaret oldukları gerçeğine tanıklık ediyor. Bu kitabın ilk baskısına altyapı sağlamış olan Doğu Naacal Tabletleri geçmişte kalmış insanların harika bir tarihçesiydi. Niven’in Meksika Taş Tabletleri de bunlar kadar, belki de daha da harika ve bilgilendirici. Bu tabletler, insanlığa ait ilk kayıtların Mısır’da veya Fırat Nehri havzasında değil, Mu’nun ilk kolonilerini kurduğu Kuzey Amerika ve Doğu’da bulunacağı görüşümü kanıtlamış oluyor. Burada bu kitabın yazılmasına yardımı ve katkıları bulunan Londra’daki British Museum’a; Honolulu’daki Bernice P. Bishop Müzesi’ne; New York’taki The American Weekly’ye; Los Angeles, Kaliforniya’daki E. A. Salisbury’ye; Oakland, Kaliforniya’daki Samuel Hubbard’a ve Austin, Teksas’taki William Niven’e; ayrıca Hindistan ve Tibet’teki, adları bu eserde kendi istekleriyle gizli tutulan manastırlara minnettarlığımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. I.

BÖLÜM ALFA – BAŞLANGIÇ Cennet Bahçesi Asya’da değil, Pasifik Okyanusu üzerindeki, çoktan suya gömülmüş olan bir kıtadaydı. Yaratılış’ın Kitabı Mukaddes’teki hikâyesi, yedi gün ve yedi gecenin bu efsanevi öyküsü, ilk olarak Nil veya Fırat Havzası halklarından değil, bu batık kıtadan, insanoğlunun anayurdu olan Mu’dan geldi. Bu iddia, Hindistan’da keşfettiğim çoktandır unutulmuş kutsal tabletlerin üzerindeki karmaşık kayıtlar ve başka ülkelerde bulunan benzerleri sayesinde kanıtlanıyor. Bu kayıtlar, 64 milyon nüfuslu bu ülkenin, günümüzden elli bin yıl önce, birçok yönden bizden daha gelişmiş bir uygarlık kurduğunu anlatıyor. Belgeler diğer birçok konunun yanında, insanoğlunun Mu’nun gizemli topraklarında yaratılışından da bahsediyor. Bu bilgileri, başka antik medeniyetler hakkındaki yazılı belgelerin, tarih öncesi harabelerin ve jeolojik bulguların ortaya çıkardığı kayıtlarla karşılaştırdığımda, tüm bu uygarlıkların kültürlerini tek bir ortak atadan, Mu’dan almış olduklarını gördüm. Bu sebeple, Kitabı Mukaddes’teki yaratılış hikâyesinin bugün bildiğimiz hâlinin, Mu’nun beş yüz asrı aşan tarihinden bahseden bu tabletlerden derlenen etkileyici hikâyelerden evrimleştiğinden emin olabiliriz. Yaratılışın bu orijinal hikâyesinin ortaya çıkış öyküsü bizi elli yıl önceye götürüyor. Hindistan’da kıtlık zamanıydı. Bir üniversite tapınağının başrahibine yardım çalışmalarında asistanlık ediyordum. Başlarda bundan haberim olmasa da bu kişi arkeolojiye ve antik kayıtlara büyük ilgi duyuyordu ve bu konularda başka kimsenin sahip olmadığı bir birikime sahipti. Bir gün benim tuhaf bir kabartmayı deşifre etmeye çalıştığımı fark etmesi sonucu dikkatini çekmemle hayatımda görmüş olduğum en sağlam dostluklardan birinin temeli atılmış oldu. Bana o tuhaf yazıtın sırlarını nasıl çözeceğimi öğretti ve beni daha zorlu işlere hazırlayacak şekilde eğitmeyi teklif etti. İki yıldan uzun bir süreyi, rahip dostumun insanoğlunun orijinal dili olduğuna inandığı ölü bir dili büyük bir azimle öğrenerek geçirdim. Bana bu dilin Hindistan’da sadece iki başrahip tarafından daha bilindiğinden bahsetti.

Görünüşte basit olan yazıtların çoğunun yalnızca Kutsal Kardeşler, yani anayurttan kolonilere kutsal yazıtları, dini ve bilimi öğretmeleri için yollanan bir rahipler kardeşliği olan Naacaller için özel olarak tasarlanan gizli anlamlar içermeleri büyük zorluk yaratıyordu. Bir gün bir konuşma sırasında bana tapınağın gizli arşivlerinde birtakım antik tabletler olduğundan bahsetti. İçeriklerinin ne olduğunu bilmiyordu, çünkü sadece muhafazalarını görebilmişti. Konumu gereği yazıları incelemesine bir mani olmasa da o bunu hiç yapmamıştı, çünkü bunlar el sürülmemesi gereken kutsal kayıtlardı. Bu gizli yazılardan bahsederken merakımı yeni bir boyuta taşıyan bir şey söyledi. İnsanoğlunun efsanevi anayurdundan, gizemli diyar Mu’dan daha önce bahsermişti. Şimdi ise değerli tabletlerin Naacaller tarafından ya Burma’da ya da kayıp anayurtta yazıldıklarına inanıldığını itiraf ederek şaşkınlığımı daha da arttırıyordu. Yazıların Hindistan’ın yedi Rishi (kutsal) şehrinden birinden alınmış devasa bir koleksiyonun yalnızca küçük bir parçası olduğunu öğrendiğimde, onları görmek yönündeki sabırsızlığım da arttı. Çoğunun kaybolduğuna inanılıyordu. Yine de eskinin tozlarla kaplı hâlde karanlıkta bekleyen bu antik parçalarını görme fırsatım hâlâ vardı. Günler boyu bu gizli hazineye ulaşmanın bir yolunu keşfetmeye çalışsam da dostum, onları görme isteğimi nazik ama kararlı bir biçimde geri çevirmeyi sürdürdü. “Oğlum” diyordu, sesinde bir parça hüzünle, “eğer elimde olsa bu arzunu yerine getirirdim ama bu mümkün değil. Onlar muhafazalarından çıkarılmaması gereken kutsal emanetler. Dileğini yerine getirmeye cesaret edemem.” “Ama bir düşün.

Doğru şekilde muhafaza edilmemiş ve bu yüzden muhafazaları içinde parçalanıp dağılıyor olabilirler.” dedim. “En azından güvende olup olmadıklarını anlamak için onlara bakmamız gerekir.” Fakat bu tartışma da bir sonuca varmadı. Altı ay geçmişti. Merak veya tabletlerin durumu hakkındaki endişesi rahip dostum karşısında galip gelmemi sağlamıştı. Bir akşam önündeki masada antik tabletlerden ikisi, bir kumaş parçası üzerine bırakılmış hâlde duruyordu. Uzun zamandır saklı duran tabletleri merakla inceledim. Görünüşe bakılırsa güneşte pişmiş kilden yapılmışlardı ve aşırı derecede tozluydular. Tabletleri büyük bir dikkatle temizledikten sonra, dostumun yardımıyla öğrenmekte olduğum ölü lisanla yazılmış olan sembolleri çözmeye koyuldum. Şans o akşam benden yanaydı, çünkü o iki değerli kil parçası öyle önemli bilgiler veriyordu ki, ikimiz de onların Mu’nun gerçek kayıtları olduğu konusunda hemfikir olduk. Öte yandan, anlattıkları tarih ikinci tabletin sonunda, oldukça ilginç bir noktada ve beklenmedik bir şekilde sonlanıyordu. Başrahip bile tabletin geri kalanını görmek yönündeki merakını bastıramamıştı. “Bu işi burada bırakmamız imkânsız, oğlum.” dedi.

“Yarın tabletlerin geri kalanını getireceğim.” Şansımıza, getirdiği diğer tabletler aynı seriden değildi. Bambaşka bir konuya değiniyorlardı ve birbirini takip eden tabletleri bulmak için tümünü dışarı çıkarmamız gerekiyordu. Bu bir sorun yaratmadı, çünkü tabletlerin çoğu saklama koşullarının yetersizliği yüzünden kırılmıştı. Bunları macunla onardık. Onları tekrar kutulara yerleştirirken her tableti yumuşak kağıt ve pamukla sardım. “Oğlum” dedi rahip, “inanıyorum ki bu hatıraları korumamı öğütleyen kutsal bir uyarı, senin ağzından bana iletildi.” Hemen ardından tabletlerin aylar süren ve yoğun bir konsantrasyon gerektiren çevirisine başladık, fakat sonunda ödülümüz bu çabamızın hakkını verecek türdendi. Yazılar detaylı bir şekilde dünyanın ve insanın yaratılışını ve insanın ilk kez ortaya çıktığı yeri, yani Mu’yu anlatıyordu. İnsan hakkındaki büyük önem taşıyan bir sırrı açığa çıkardığımı fark ettiğimde diğer kayıp tabletleri aradım fakat bu çabam boşunaydı. Hindistan’ın her yerindeki tapınakların başrahiplerine kendimi tanıtan mektuplar yolladım ama her seferinde soğukluk ve şüpheyle karşılandım. “Bahsettiğin tabletleri hiç görmedim.” diyordu her biri ve şüphesiz de doğruyu söylüyorlardı. Dostum gibi, muhtemelen sadece muhafazaları görmüşlerdi. Bir keresinde kayıp kayıtları arayışım sırasında Burma’daki antik bir Budist tapınağını ziyaret ettim.

“Nerden geliyorsun?” diye sordu başrahip, bana saklı bir şüpheyle bakarak. “Hindistan’dan.” diyerek yanıtladım. “O hâlde Hindistan’a geri dön ve onları bizden çalan hırsızlardan onları sana göstermelerini iste.” dedi, ayaklarımın önündeki toprağa tükürdü ve arkasını dönüp uzaklaştı. Bu başarısızlıklar az da olsa cesaretimi kırmışsada tabletlerden zaten oldukça değerli bilgi edindiğimden dolayı başka eski uygarlıklardan kalma yazıları incelemeye ve onları Mu hakkındaki efsanelerle karşılaştırmaya karar verdim. Bunu yaptığımda erken dönem Yunan, Kalde, Babil, Pers, Mısır ve Hindistan medeniyetlerinin şüpheye yer bırakmayacak biçimde Mu Uygarlığı’nın ardılları olduklarını öğrendim. Araştırmalarımı sürdürdüğümde bu kayıp kıtanın Hawaii’nin kuzeyinde bir noktadan güneyde Fiji ve Paskalya Adası’na kadar uzandığını ve şüphesiz insanoğlunun ilk yaşama alanı olduğunu keşfettim. Bu güzel ülkede, daha sonradan dünyaya James Churchward tarafından çizilmiştir. Naacal Tabletleri’nde bulunan bazı ilgi çekici sembol ve desenler yayılan bir halkın yaşadığını ve ülkenin topraklarının 12.000 yıl önce korkunç depremlerle denize gömülerek bir ateş ve su girdabı içinde yok olduğunu öğrendim. Dünyanın yaratılışının orijinal bir hikâyesi de öğrendiklerim arasındaydı. İnsanın ilk var olduğu yer Mu kıtasıydı. Bu hikâyeyi Mu’dan başlayıp, kaybolan kıtadan göç edenlerin yerleştiği Hindistan’a, Hindistan’dan Mısır’a, Mısır’dan Musa’nın onları kopyaladığı Sina Tapınağı’na ve Musa’dan da Ezra’nın (Üzeyir) 800 yıl sonraki hatalı çevirilerine kadar takip ettim. Bu, Mu’nun gelenekleriyle bugün bildiğimiz yaratılış hikâyesi arasındaki büyük benzerlikleri gördüklerinde konuya yakından incelememiş olanlara bile akla yatkın gelecektir.

Tabletlerde yazılanları açıklamaya başlamadan önce, bunların üzerinde bulunan desenleri, açıklamaları ve çevirileriyle birlikte göstereceğim. Desen 1a. İnce, düz, yatay çizgiler. Boşluk anlamına gelen sembol. Desen 1b. Boşlukta yol alan yedi başlı yılanı temsil ediyor, figürün çevresindeki çember ise evreni. Desen 2. Dalgalı yatay çizgiler. Dünyevi suların sembolü. Desen 3. Çember, güneşin bir resmi. Güneş tanrısal özelliklerin genel bir sembolüydü. Desen 4. Güneşten uzanan ince dikey çizgiler, dünyanın ışık kuvvetine benzerlik gösteren ve harekete geçtiklerinde dünyaya ışık veren güneş kuvvetlerini temsil ediyor. Desen 5.

Güneşten uzanan dikey dalgalı çizgiler, dünyanın ısı kuvvetine benzerlik gösteren güneş kuvvetlerini temsil ediyor. Bu kuvvetler karşılaşıyor ve dünyanın ısı kuvveti aktif duruma geliyor. Desen 6a. Güneşten uzanan dikey kesik çizgiler, dünyanın yaşam kuvvetine benzerlik gösteren güneş kuvvetlerini temsil ediyor. Desen 6b. Dünyanın sudaki kozmik yumurtalarda bulunan yaşam kuvvetiyle çarpışıp onları hayata getiren, benzer güneş kuvvetlerini temsil ediyor. Desen 6c. Dünyanın topraktaki kozmik yumurtalarda bulunan yaşam kuvvetiyle çarpışıp onları kuluçkadan çıkaran, benzer güneş kuvvetlerini temsil ediyor. Desen 7. Bu, eskiler tarafından Mu’ya verilen bir geometrik sembol. Aynı zamanda Mu hiyeratik alfabesinin (M.Ö. 2500 yılı civarında, hiyerogliften aşamalı olarak doğan Mısır yazısına verilen ad) hiyeroglifteki formel resim yazısını, aynı ilkelere dayanan yuvarlak hatlı bir yazıya dönüştürmüştür. M harfi; Moo, Ma ana, yurt, arazi, ülke ve ağız anlamlara geliyor. Desen 8.

Tau Mu’da dirilişin sembolüydü. Bu, Güneyhaçı Takımyıldızı’nın bir resmi. Tau aynı zamanda “öne çıkarma, açığa çıkma” anlamlarına da gelir. Desen 9. Lotus, Mu’yu temsil eden çiçekti. Söylendiğine göre lotus dünya üzerinde açan ilk çiçekti ve bu sebeple anayurdun sembolik çiçeği olarak kabul edilmişti. Desen 10. Üç, Mu’yu simgeleyen sayı olarak seçilmişti. Bunun sebebi kıtanın, birbirinden dar boğazlar veya denizlerle ayrılmış üç kara parçasından oluşmasıydı. Desen 11. Keh -sıçrayan geyik- Naacal Tabletleri’nde sık rastlanılan bir figür ve ilk insanı temsil ediyor. Bu hayvan sıçrama yeteneği yüzünden ilk insanın sembolü seçilmişti, zira insan dünyaya gelişimini tamamlamış bir hâlde gelmiş, yaşamın doğal gelişim sürecinden geçmeden, ilk ve asıl hâliyle dünyaya “sıçramıştı.” Başka bir deyişle, özel bir yaratımdı. Desen 12. Bu, Mu’da ateşin antik sembolüydü.

Çizgiler, tabanda kalın başlayıp, gittikçe dalgalanıp incelerek uçta bir nokta hâlini alıyor. Desen 13. Bu desen, dağların yükselişini ve gaz kemerlerinin şekillenmesini anlatan bir tablette ortaya çıkıyor. Bu sayede Mısırlıların ateş ve kutsal scarab (bok) böceği sembollerini nereden aldıklarını da öğrenmiş oluyoruz. Naacaller bu sembolleri Hindistan’dan Mısır’a taşıdılar. Mısır’ın ateş sembolü, Naga’nın değiştirilmiş hâlinden başka bir şey değildi. Mısırlılar Naga’ya bir kabza eklediler ve onu bir kılıç hâline getirdiler. Mısırlıların yaptığı bu değişikliğin veya düzenlemenin sebebini kestirmek güç değil. Hiyerogliflerinde iki çeşit ateşi tasvir etmek istediler: Yeraltı dünyasının alevleri ve gerçek alevler. Bunu kendi tabirleriyle “alevler içindeki dipsiz bir uçuruma düşen” ve “batarken her yanı alevlerle sarılan” anayurdun yıkımının kaydını tutabilmek için yaptılar. Bu sembol, Mısır’ın kutsal kitabı Ölüler Kitabı’nı inceleyen bölümde de görülecek. Desen 14. Bunun tüm Naacal Tabletleri’ndeki desenler arasındaki en ilgi çekenlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bu desen, insanoğlunun Mu diyarında dünyaya gelişini temsil ediyor. Bunu, öncelikle sembolleri ayrı ayrı sunarak, parçalara ayrılmış biçimde inceleyeceğim.

Lotus, Mu’nun sembolü olan çiçek. Mu’nun rakamsal karşılığı olan üç adet bitki. M harfi, Mu’nun rahip alfabesindeki karşılığı. Tau; dirilişin, “meydana çıkma, öne çıkma” ve “açığa çıkma”nın sembolü. Tau’nun baş kısmı olan Mu alfabesinin M harfi, aynı zamanda yurt anlamına da geliyor, dolayısıyla bir yurt ortaya çıkıyor. Suyun sembolü. Ortaya çıkan yurt sularla çevrilmiş durumda. Keh, yani ilk insan. Bu desende, ortaya çıkan ülkenin adı, yani Mu, üç kez A, B ve C sembolleriyle söyleniyor. F’deki insan, ruhundaki bütün coşkunlukla “sıçrayarak” dünyaya gelmekte. Bu desen, Mu hakkındaki bilginin peşinden dünyayı gezmemin sebebiydi. Tabletlerin birçok konudan bahsettiklerini ve her konuyu açıklamak için birden fazla tablet gerektiğini fark ettim. Her seri en az iki, en fazla on altı tabletten oluşuyordu. Şansımıza, bulduğumuz tabletlerden ikisi, çeşitli sembol ve hiyerogliflerin anahtarı niteliğindeydi. Tabletleri şu şekilde düzenledim.

Seri 1: İnsanın ortaya çıkışı da dahil olmak üzere yaratılışın tasviri. Seri 2: Dağların “yeraltının alevleri” (gazlar) sayesinde yükselişi ve diğer gazların düzenlenişi hakkında bilgi. Seri 3: Evrenin her yanına yayılmış olan büyük kuvvetlerin köken ve işleyişleri. Seri 4: Dünya’nın temel büyük kuvvetinin kökeni ve işleyişi, bu gücün iki kısmı ve bu kısımlar arasındaki farklılıklar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir