Ee, tatilin nasıl geçti bakalım?” “Olağanüstü, teşekkür ederim Bayan Hamilton. Kesinlikle olağanüstüydü. Orada havanın nasıl olacağını kestirmek zor ama biz gerçekten çok şanslıydık – hava gerçekten çok güzeldi. Jackie çok güzel yandı, ben de her zamanki gibi çillendim ama ikimiz de gerçekten çok iyi vakit geçirdik.” Eleanor Ruth’un gevezeliğini dinlemeyi sürdürürken biraz yüzünü buruşturdu, kızın ses tonuyla o serbestçe ortalığa saçıverdiği ‘gerçekten’ sözleri her zamanki gibi kulak tırmalıyordu. Ağzının etrafında gerildiğini hissettiği kaslarını rahatlatmak için elini üst dudağına sürdü, ardından omzunu kaldırıp ahizeyi çenesiyle tuttu. Uzanıp su ısıtıcısını kendine doğru çekti ve kafasını uzatarak ısıtıcının parlak yüzeyindeki eğri büğrü yansımasını inceledi. Burnundan ağzına inen çizgilerin netliğini ve derinliğini görünce nahoş bir sürprizle karşılaşmanın o bildik şaşkınlığını duydu. 5 JANE ASHER “Ne kadar şanslısınız!” dedi, karşısındaki görüntüye biraz daha yaklaşıp yoğun bir şekilde kendini incelediğine dair en ufak bir ipucu vermeyen sakin bir sesle. “Ah evet, haklısın. Gerçekten şanslıydık. O son dakika rezervasyonu çok büyük bir şanstı gerçekten ve Bay Hamilton’m böyle bir hafta önce gitmeme müsaade etmesi. Daha cuma günü döndük ama hâlâ bir parça rüya gibi geliyor.” Eleanor ağzını ayırıp kaşlarını kaldırarak yüzünün yumuşak derisini şaşkın bir O şeklinde gerdi ve gözlerini kocaman açtı. Çizgiler uzamış ve incelmişti ama inatla yerlerini koruyorlardı. Geniş, sevimsiz bir şekilde sırıttı ve profilden nasıl göründüğüne bakabilmek için başını sağa sola çevirdi. Şimdi yanaklarına gömülen çizgiler daha makuldüler, sırıtması da orada olmaları için bir bahane sunmuştu. Biraz gevşedi, hatta dudaklarındaki yayvan açıklığı bozmadan gülümsemesine biraz sıcaklık bile kattı. Saçının iyi göründüğüne karar verdi. Kuafördeki yeni kız, Eleanor’un o nefret ettiği kırpık görüntüyü yaratmadan biraz hareket ve tarz kazandıran bir kesim yapmıştı. Rengi de mükemmeldi -kızıl kahvesi tam kararındaydı. Birden Ruth’un dalgalı, gür, koyu kızıl saçlarını hatırladı ve içten içe hafif bir kıskançlık duydu. Dudaklarındaki sırıtış biraz bozulan Eleanor iç geçirdi. “Her neyse Ruth,” diye sözünü kesti. “Martin Havers’a geçen aldığım birkaç yeni saati göstermek istiyorum. Renkleri çok hoş. Uygunlar yani.” “Ne için?” “Sergilenecek ev için. Manchester’daki.” “A tabii, evet. Sen gelecek misin yoksa ben.” “Hayır, ben gelirim. Perdeleri söylüyorum. Anladın mı?” 6 ĐHANET “Evet, Bayan Hamilton, şimdi anladım. Acaba?” “Yarın şehre geleceğim. Meşgul mü yoksa herhangi bir zaman uyar mı ona, biliyor musun?” “Hemen sizi Bay Havers’ın ofisine aktarıyorum. Güzel bir sarı buldunuz mu? Sarı arıyordunuz değil mi?” “Evet, buldum. Hatırlaman ne güzel! Çok tatlı. Hoş bir sarı.” Eleanor konuşurken, bir yandan da limon sarısı pamuklu pike numunesini Martin Havers’m masasına serdiğini gözünün önüne getirip onun minnet dolu tepkisini düşünerek başını hoşnutlukla hafifçe salladı. Bir yanından büzülmüş örtünün, yeni evin manolya kokulu odalarına güneşle aydınlanan pencerelerden ansızın girdiğini hayal etti. Şirketin lüks mallarıyla ilgili projelerini planlamayı seviyordu; kumaş ve badana işlerine vakit ayırma fırsatını bulabilmek daha düşük maliyetli evlerle ilgili çalışmalarının ucuz hedeflerinin onda yarattığı rahatsızlığı gideriyordu. “Bay Havers’m hattı şu anda meşgul, Bayan Hamilton, ama denemeye devam ediyorum. Bay Hamilton’la konuşmak istiyor muydunuz? Buralarda bir yerde de, masasından kalkmış herhalde. Saat onda bir randevusu var yani birazdan döner.” “Hayır, boş ver, onunla konuşmayacağım; sadece Martin’le görüşme zamanı ayarlamak için aramıştım. Daha sonra ararım o zaman – ya da o beni arasın. Acelesi yok.” “Sarıdan bahsetmişken, Bay H.’nin yeni kravatına bayıldım. Üzerindeki o spiral desenler filan, tarzının çok dışında.” “Eh şu sıra sarı dönemimdeyim desene. Sanırım sarı onu açtı, neşeli bir hava veriyor. Her zamanki bordodan kesinlikle daha iyi! Neyse, Ruth, daha sonra geldi7 JANEASHER ğimde görüşürüz. Tatilinin güzel geçmesine çok sevindim — Martin’e söyleyiver, beni arasın vakit bulunca.” “Evet, tabii Bayan Hamilton. Görüştüğümüze sevindim. Hoşça kalın.” Eleanor büyük, zevkli döşenmiş salondan çıkıp büyük, zevkli döşenmiş holüne girerken elini nazikçe saçının ön tarafına sürdü, sonra da ensesindeki yumuşak buklelere hafif hafif dokundu. Merdiveni çıkarken içgüdüsel bir şekilde sırtını dikleştirip karnını içine çekerek devetüyü rengi eteğinin beliyle baldırlarındaki pililer arasında tümsek oluşturan inatçı çıkıntıyı düzleştirme-ye çalıştı. Pencerelerden birinin önünde durup belirsiz yansımasını inceledi. Hafifçe iç çekti, kaslarını biraz daha gerdi ve kalan basamakları sopa yutmuş gibi çıkarak yatak odasına doğru ilerlerken ne diye yüzü ve vücudu konusunda endişelendiğini sordu kendine; sık sık sorardı bu soruyu. John’un onu olduğu gibi sevdiğini biliyordu. Hakikaten bunu ona sık sık hatırlatırdı. Onun giyim tarzını biliyor ve beğeniyordu; saçı ve makyajına gösterdiği özeni de; bakımlı tırnaklarını ve gıcır gıcır pabuçlarını da (babasının dediği gibi temiz pak), ama Eleanor’un farkında olduğu ve vücudunun her yerinde sinsice yer eden acımasız yaşlılık belirtileri John’un ona karşı duygularını hiç etkilememişti ve evliliğinin fiziksel yanının kaçınılmaz gelgitleriyle ilgisi yoktu. Cinsel ilişkileri belli belirsiz ve arada bir farkına vardığı çok ağır ilerleyen döngüler halinde gelip gidiyordu. Kimi zaman sadece yatağa uzanıyor, evliliğinin sonsuz, hayali bir yeryüzü gibi değişip gelişen hal ve vaziyetleri üzerine kafa yoruyordu. Büyük büyük parçalar bin yıllar 8 ĐHANET zarfında yer değiştirip birkaç yüzyıl süren ağır çekimde birbirleriyle çarpışıyor, sonra soğuk bir ayrılığa kayıyorlardı. Bazen haftalar hatta aylar boyu sevişmediklerini fark ettiği dönemler olurdu (buna ne şaşırıyor ne de üzülüyordu). Tabii daha önce, en azından otuz yılı aşkın zaman önce başlayan ilişkilerinin ilk günlerinden beri haftada bir seferden fazla yaptıkları da olmamıştı, zaten ona göre muhtemelen ortak verdikleri çocuk sahibi olmama kararı da cinsel hayatlarına bir manasızlık katmış, onun heyecan eksikliğine katkıda bulunmuştu. Bazen geceleri düşüncelere daldığında, çocuk sahibi olmama planına onu John’un ikna ettiğini kendine itiraf ediyordu; işin aslı onun ‘rahat yaşamlarına’ bir ara vermeye ya da bir renk katmaya itirazı olmazdı ama John bundan çok katı bir biçimde kaçınma yanlısıydı ve bazen Eleanor bu kadar kolay teslim olduğu için kendinden nefret ediyordu. Ama esas itibariyle bu fikri tamamen kabul ettiğine ve bebeklerinin olmamasından veya cinsel hayatlarının düzensizliğinden ve heyecansızlı-ğından dolayı eksiklik duymadığına kendini ikna etmişti. Eş olmanın getirdiği huzur verici arkadaşlığı ve yoldaşlığı ona yetiyordu, ayrıca John’un libidosunun, kendisininki gibi, arada bir yaşanan birleşmenin iki tarafı da tatmin ettiği bir seviyeye indiğini uzun zaman önce anlamıştı. Somon rengi sessizliğindeki büyük yatak odasına girdi, tuvalet masasına doğru yürümeye başlamıştı ki birden odanın ortasında durdu. Gözlerini karşısındaki pencereye dikmişti ama hiçbir şey görmüyordu. Başta hayatının sonsuza dek değiştiğini böyle kesin bir şekilde nereden bildiğini bir türlü anlayamadı. Adımı havada asılı kalmış, henüz bir dayanağı, bir mantığı olmayan bilgisinin şokuyla donakalmıştı. Zihni hemen bir9 JANE ASHER kaç dakika önceye döndü, bağlantısız, düzensiz parçalar halinde bir anın diğerini izleyişini gördü. Odaya girişini gördü; sonra kapıdan içeri adım atan ayaklarım; sonra halıda yürüyüşünü; ayaklarının merdivenin son birkaç basamağını çıkışını – hayır, zihni sakindi o zaman; bu mesafeden merdivendeki normalliğini hissedebiliyordu. Merdivenin tepesiyle şey arasında bir yerdeEleanor yanılıyor olmayı umarak, birazdan yatak odasının bitişiğinde bulunan giyinme odasındaki kanepenin üzerinde göreceğini bildiği şeyi değiştirmek için kaderindeki bu kritik anı kontrol eden güce sessizce feryat ederek, çabucak yatak odasından çıkıp merdiven sahanlığına geri gitti. Biraz önce olduğu gibi, artık kadife yüzeyde kıvrılmış bekleyen sarı yılanın hâlâ orada olduğu hakikatini değiştirecek gerçekçi bir ümidi yoktu ama keşke bu gerçeği en azından bir şeyin belirtisi olmaktan çıkarabil-seydi; şeklini, rengini değiştirebilseydi; o kadar zehirli olmasaydı. Şimdi durduğu yerden yalnızca kanepenin mavi kolunu görebiliyordu: Oturma yeri ve öteki ucu giyinme odasının kapısının arkasında kalıyordu. Daha iyi görebilmek için vücudunu birkaç santim yana eğip kafasını uzatarak görmek istemediği şeye kaçamak bir bakış attı. Eleanor ilerleyince, görüş alanının ön kısmında yer alan odak dışı beyaz parlak tahta, açılıp iç bulandıran bir tabloyu sergileyen bir perde gibi kenara kaydı. Hâlâ oradaydı, tahmin ettiği üzere; kanepenin lacivert kolu arka plandaki parlak sarıyla daha vurgulu hale gelmişti. Cansız ama zehirli varlığıyla büyülenmiş bir halde ona bakarken zehrin ruhuna sızmaya başladığını hissetti. Bilinçaltının giriftliğine hayran kalmıştı; bir ömürlük birkaç kısa an önce açık kapının önünden geçtiğindeki saniyenin milyonda birini kapsayan farkı10 ĐHANET na varışla öğrenmiş olduğu şeyi, ancak şimdi, geriye döndüğünde anlamaya başlamıştı. Şaşkınlık içinde kımıldamadan durarak kanıtı mantıklı ve sakin bir şekilde gözden geçiriyor, önündeki yılan biçimli ipeğe rağmen hâlâ bir şeyin gözden kaçmış olabileceği, kaçınılmaz sonucun değiştirilebileceği veya engellenebileceğine dair bir ümit kırıntısı barındırıyordu içinde. Ama dikkatini çeken olaylar, kaçınılmaz bir biçimde tek bir sonuca götüren dehşet verici bir mantık yürütme gibi onu sürekli huzursuz ediyordu. Yeni kravatı daha geçen hafta aldım. Kravat burada karşımda duruyor. Ruth iki haftalığına tatile çıktı. Ruth daha cuma akşamı döndü. Demek ki, arkadaşlar, John bugün kravatı takmamış. Ruth John’u iki haftadır görmüyordu, daha bu sabah gördü. Ve yine demek ki, Ruth John’un yeni kravatını görmedi. Ama az önce bana John’un yeni sarı kravatını beğendiğini söyledi. Sonuç: Birisi yalan söylüyor. Tartış dur. Eleanor hemen telefona koşup Ruth’la tekrar konuşmak, bir açıklama yapmasını beklemeden panik halinde bağırıp çağırmak istedi. Sonra aklını başına topladı: Bu çok basit olurdu. Ruth telefonda bu işten kolayca sıyrılabilirdi; aptal değildi. Yüz yüze görüşme şarttı; bunun için şehre gitmesi ve bir de filmlerdeki gibi damdan düşercesine ofisten içeri dalması gerekiyordu – suçlama ve ayıplamalarla kocasının krallığının orta yerine 11 JANE ASHER dalan intikam peşindeki eş. Ama resepsiyoncu, sekreter ve alt kademe müdürlerin bu utanç verici manzara karşısında zevkten ve eğlenceden dudakları aralanmış, gözleri belermiş halde yüzlerini şaşkınlık içinde ona çevirdiklerini gözünün önüne getirdiğinde nefret ve utanç hissiyle ürperdi. Birkaç saniye kımıldamadan durup sakince nefes alıp vermeye çalıştıktan sonra yavaş yavaş sahanlığı geçip merdivene doğru ilerledi. Mutfakta su ısıtıcısına gidip fişini prize takarken bembeyaz yüzünün yansımasının yarım yamalak farkındaydı. Bunun gayet tabii akla uygun bir açıklaması olabilir, diye geçirdi aklından. Bir bağlantı kurulabilirdi. O halde neden bütün vücudu ona bir şeylerin hiç de yolunda olmadığını söylüyordu? Her şeyi baştan düşünüp kendisini bu kadar huzursuz hissetmesine neden olan şeyi bulmaya çalıştı. Ruth cuma akşamına kadar burada değildiyse yeni kravatı görmüş olamazdı, bu kesindi. Yoksa başka bir kravat mı vardı? Başka bir kravattan söz ediyordu belki. Sarı üstüne spiral şekilli tarifine uyan başka bir kravatı görmüş olabilir miydi? Teni’ diye bahsedebileceği?
Jane Asher – Ihanet
PDF Kitap İndir |