Jean-Pierre Clero – Lacan Sözlüğü

Okuyucusunu önceden sınırlamak, söz konusu olan bir sözlük olsa da yazara ait bir şey değildir, zira yazar bu oyunda ağır biçimde yanılma ve her türlü beklenmedik sapmada kaybolma tehlikesinde kalır. Aslında bu elinizdeki metnin, ondan doğrudan klinik bir yarar sağlamayacak olan psikanaliste, psikolog ya da psikiyatriste doğrudan yönelik olmadığını söyleyebiliriz. Her birine mesleklerinde rehberlik edecek mükemmel sözlükler zaten bulunmaktadır. Burada bu sözlükleri taklit etmek ya da onların yerine geçmek söz konusu değildir. Umulduğu gibi bu elinizdeki metin ayrıca tedavi etmeye eğilimli olanlara, kendiliğinden onlara yönelmediği halde ilginç geliyorsa, psikanaliz için felsefenin önemi sorununu dolambaçlı yoldan ortaya koyar. Bununla birlikte bu küçük sözlüğün sorunu daha ziyade tersidir: Felsefe yapmak için psikanalizin değeri sorusu. Felsefe yaparken psikanalizi es geçebilir miyiz? Kuşkusuz ki hayır. Bir filozof psikanalize karşı konuşabildiği zaman büyük bir içeriği kaybetmeksizin onu es geçemez. Filozofların kullanımı için Lacan sözlüğü yazma fikri günümüzde bile hâlâ garip gelebilecek olsa da, bu küçük sözlüğün kavramsallaştırması oldukça klasiktir ve şu ya da bu noktada geleneksel olarak öğretilen ve yorumlanan Kant’ın felsefesine karşı geldiği halde oldukça Kantçıdır. Zira Kant, eleştirel felsefeyi, buna felsefe de dahil olmak üzere, “unutulmaz” olduğu kadar “ani devrim etkisi” yoluyla sadece metodik bağımsızlığını kazanmış bilimlere uygulamayı öneriyordu. Kant, felsefenin matematik ve fizik eleştirisinden böylelikle avantaj elde edebileceğini düşünüyordu. Felsefe, biyoloji sorgulamasından yarar sağlayabileceğini XVIII. yüzyıldan bu yana fazlasıyla göstermiştir. Sosyal bilimlerin, felsefeyle olan büyük yakınlıkları ve belki de bozulmaz bağları dolayısıyla özel bir soru ortaya koydukları doğrudur. Açıktır ki diğer bilimler gibi sorgulanamazlar.


Bununla birlikte eleştirilerine başlamak için bilmem hangi “olgunluk” anını beklemek saçma olacaktır. Üstelik Lacan, Arı Usun Eleştirisi1 nin ikinci basımının önsözünün bu iddiasıyla aynı doğrultuda durmak için, Saussure’ün Gene/ Dilbilim Dersleri’nin kendi alanlarında marifetini göstermeye başlamasından bu yana sosyal bilimlerde bir devrim gerçekleştiğini belirtir. Bununla birlikte eleştirel girişim ilk bakışta görülebileceğinden çok daha fazla diyalektik olarak belirir. Felsefenin psikanalizi çalışmadığı kadar felsefeyi psikanaliz tarafından belki de da­ ha fazla çalışılmış yapan bu karşılıklılık niteliğinin nedenlerini anlamak gerekir. Seminer1 in VII. kitabında “eğer […] psikoloji yapmıyorsak düşünce süreçleri hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Onları yalnızca bizde ne olup bittiğinden konuştuğumuz, onlara dair bildiğimiz kaçınılmaz terimlerde konuştuğumuz için biliyoruz, diğer yandan bayağılık, boşluk, hiçlik. Belirgin özellik olarak irademizden ya da anlama yeteneğimizden (entendement) konuştuğumuz andan itibaren bir bilinçöncesine sahibizdir ve şu ya da bu koşulda kendi kendimizi söylediğimiz, doğruladığımız, kendimiz için akılcılaştırdığımız bu gevezelikten bir şeyleri, arzumuzun yol alışını söylemde eklemlemeye yetenekliyizdir” diye okuyabiliriz. Psikolojinin mümkün olması için, üstelik diğer her bilim gibi, her zaman deneyimimizin dilbilimsel biçimselleşmesinin zaten gerçekleşmiş olması gerekir. Ama bu biçimselleştirme için felsefi kavramları belki psikolojide ve sonuç itibariyle psikanalizde başka yerlerde olduğundan daha fazla kullanıyoruz. Lacan Encore’da aşk sorununu yeniden ele almaya soyunduğunda bunu çok iyi ifade eder: “Aşk üzerinde seneler boyunca özümlenen, felsefi olarak -uygunsuzca demeliyim- adlandırılan düşünceye yankı yapmamak horlayıcı olacaktır” [SXX, 88]. Ortak anlam üretimlerinden daha az bayağı olsalar da felsefi kavramlar bununla birlikte ruhsal süreçlerin doğru ifadesinden beklediği­ miz türdeki bir haysiyete sahip değildirler. Felsefe, kavramlarını “sonsuzlaştırmaya”, onlara yeterince belirgin sınırlar vermemeye ve onları deneyimin çok doğrudan ve can sıkıcı belirleniminden özgürleştirmeye yönelir. Felsefi kavramların Lacancı psikanaliz tarafından yeniden ele alınması deneyime geri dönüştür. Söz konusu olan, bireyleri tedavi etmek ve genel söylenenlerle karşıtlığa girecek önermelerin nesnesi olmaya yatkın vakalar incelemektir.

Bu kavramlar hangi durumda felsefeye teslim edilmiştir? Kavramların psikanaliz ve felsefe arasında yer değiştirmesini gözden geçirmeye değer, çünkü bu konu üzerinde kendimize yaratabileceğimiz yanılsamalara rağmen herhangi bir zemine ya da kökensel temele geri dönüş imkânı yoktur. Her anlayış ve hatta her deneyim her zaman sadece bu yer değiştirmelerin içinden gerçekleşir. Bir filozof Lacan’ı okuduğu zaman metinlerinde Platon, Aristo, Kant, Hegel, Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche okumalarından alışık olduğu çok sayıdaki kavramı tanır. Öyle gözükmektedir ki Lacan, okuduğu bu yazarlara az çok açıkça gönderimde bulunmakta, yorumlamakta ve her türlü dönüşüme tabi tutmaktadır. Yazarları “en son hakikatlerinde” kavramayı istemek saçma olduğu için, bu yazarlar hakkında yeni görüş ve bakış açılarından yararlanmak için Lacan’ın yaptığı “okumaları” gözden geçirmek faydalı olacaktır. Psikanalist için felsefe, kendi prizmasının içinden kendisinin en iyi şekilde belirlenmiş olanı kavrayacağını biçimlendirmesinde zaten oldukça özümlenmiş tarzlardan birisidir. Böylelikle, bazen felsefeye karşı konuşabilse de, çoğunlukla belirtildiği gibi, hiçbir zaman felsefe olmaksızın konuşamamıştır. Lacan’ın yaptığı gibi, bir yazarı okumak, üstelik de filozofsa, kendisini dönüşümün nedenlerine, biçimleştirme ve biçimsizleştirme oyununa, topik yer değiştirmelere duyarlı kılmaktır. Bu, rahatsız edici olsalar da anlamlı olan görünüşlerin farkı ve karşılaştırmasıdır. Bir metnin maskelerin altında gizlenmiş hakikatini sanki metni dokunulmamış bulmak için maskeleri çıkarmak yetiyormuş gibi imgelememek gerekir. Lacan’ın Freud, filozoflar ve yazarlar karşısında bilinçli olarak ileri sürdüğü bu “okuma” konumu, bu küçük sözlükte tipik “Lacancı” sözcükleri çok fazla bulamayacağımızı açıklar. Şüphesiz bu yazarı okumanın hazlarından biri orada sürekli sözsel nükteler ve buluşlar keşfetmektir (gerçeğin öznenin dışında olduğu kadar içinde de olduğunu belirten l’extimite -içerideki dışsallık- ya da yalnızca sözün yerleşimiyle var olan parletre -konuşan varlık- gibi). Ama bunlar ortaya çıkışlarından zorlukla ayrılırlar ve yalnızca bir bağlam içinde kavram olurlar. Bu sözsel buluşlar Lacan’dan “sözcük dağarcığına değin” çıkarabileceğimiz en zengin kısım değildirler, çünkü Lacan’ın kendisi de memnuniyetle bunun önemini azaltır ya da keşfi kendisine atfetmez. Eğer bir sözlüğün ilke olarak üzerinde söyleyebileceği hiçbir şeyi olmayan sentaksla ilgili buluşu bir kenara koyarsak, yazarın özgünlüğü, “okuma” maskesinin altında felsefi ya da felsefenin psikiyatriyle paylaştığı önceden var olan birçok kavrama dayattığı izde kendisini daha iyi gösterir.

Üstelik felsefenin ve psikiyatrinin bu ortaklaşalığı çok az göz önüne aldıkları halde, neden esas sorular üzerinde sözlüklerini aralarında bu derece değiş-tokuş ettiklerini kendimize sormak -ve bu sorunun yanıtı aşikâr değildir- ilginç olacaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir