Joachim Köhler – Friedrich Nietzsche ve Cosima Wagner

D IO N Y SO S ve Ariadne efsanesinde insan yolunu kolaylıkla kaybedebilir. Karmakarışık ve gizemlidir, başlangıcı ve sonu olan bir labirent gibi, kendi etrafında döner durur, fakat efsanevi Irrgarten* gibi ne başı vardır, ne de sonu. İç içe geçmiş yollara bir defa ayak basan kişi, bir sonraki dönemecin arkasında kendisini nelerin beklediğini asla bilemez: çekici bir prenses mi, cebbar bir savaşçı mı, yoksa labirentin derinliklerinde insan yiyen bir canavar mı? Belki de Ariadne, Theseus ve Minotauros maskeleri altında, krallığının ziyaretçilerine kötü bir oyun oynayan D ionysos isimli iki surelli bir tanrıyla karşılaşır – burası bazılarının yaşamın karmaşık yollarını, bazılarının da yeraltı dünyasının bulanık çaresizliğini tanımak istedikleri bir krallıktır. Efsanenin Antik Çağ’daki anlatıcıları bile, ‘yabancı’ Theseus’un, gururlu Prenses Ariadne’yi boğa kafalı üvey kardeşi Minotauros’u öldürmesine ve bir yün yumağı yardımıyla labirentin gizemli yollarından çıkmasına yardım etmesi için (* ) İçinden çıkılm ayacak kadar dolambaçlı labirent. – ç.n. 9 kolayca ikna etmesi esnasında, Knossos Sarayı’nda neler olup bittiğini tam olarak bilmemektedir. Theseus bu cinayet sonrasında ihanetinin bedeli olarak, hain prensesi düğünlerinin yapılacağı Naksos Adası’na götürecektir. Fakat damat arkasında hiç iz bırakm adan ortadan kaybolduğu için, bu evlilik işi suya düşer – ya bıkkınlıktan, ya Atina’ya duyduğu özlemden, ya da maskeli Tanrı Dionysos’un onda acele yola çıkması gerektiği kanaatini uyandıracak bir oyun oynamasından dolayı. Kesin olan bir şey var ki, o da terk edilmiş, ruhu yaralanmış Ariadne’nin acılarının ve genç, günâh dolu yaşamının Naksos kumsalında hıçkırarak son bulduğudur. Yakınma boşa gitmedi. Tanrı, oraya gelmişti. Gelişen yaşamın ve Hades’in efendisi Dionysos. Ölüm özlemiyle yanıp tutuşan gelini kurtarmak için gelmişti denizin üzerinden. Bunu nasıl yaptığı tartışmalıdır.


Bazıları onun katmerli günahlarından ölürü Ariadne’yi -sadece canavar kardeşi ve kral ailesine değil, vaat edildiği lanrıya karşı işlediklerinden dolayı da- Artemis’e okla öldürttüğünü öne sürer. Başkaları ise Dionysos’un İlâhi bir kucaklam a ile yaşam yorgunu kıza dünyevi varlığından zevk alma duygusunu tekrar kazandırdığına inanırlar – bunu ya hemen oracıkta, Theseus’un ortadan kaybolduğu kumsalda, ya sislerin ardına gizlenmiş yüksek bir dağda, ya da asmalarla taçlandırılmış bir Elysium’da* yapmıştır ki, bundan sadece hayal olarak söz edilebilir. Tanrısallığın ve insanlığın, erkekliğin ve dişiliğin, hatla yaşamın ve ölümün karşıtlıklarının coşkulu bir bütünlükle kaynaştığı Dionysos ve Ariadne düğününün bu şekilde gerçekleştiği söylenir. Bu kozmik olay tanrı tarafından bir sihir m arifetiyle m ühürlenm iştir: Yaşam ve ölüm sarhoşluğu (* ) Cennet. Latince ‘Kutsalların Oturduğu Yer’ – ç.n. 10 içinde, ölümlü kadının lüm zamanlar boyunca sonsuzluk çemberine dahil edildiğini müjdelemesi için, prensesin düğün çiçeğini geceleyin göğe fırlatır. Homer ise bunu başka türlü yorumlamıştır. Kahramanı Odysseus, kendi gözleriyle prensesin Hades’in girişinde durduğunu görmüştür; her zamanki “güzel Ariadne” olmasına karşın, en az diğer ruhlar kadar ölüdür. Çok kurnaz olan Odysseus, onun Dionysos’un emri üzerine Artemis tarafından yeraltı dünyasına gönderildiğini düşünüyordu; Odysseus, korkunç yaratıklar labirentinden “sarı dehşet” içinde kalarak kaçıp gider. Bu efsanenin, yaşamının içinden kırm ızı bir iplik gibi geçtiği Friedrich Nietzsche bir A riadne’nin Yakınması bestelemiştir ve tanrının kralın kızı ile olan gizemli karşılaşmasına yeni bir varyant daha eklemiştir. Kendisini yıllar boyunca meşgul etmiş olan hüzünlü ve tüyler ürpertici bu şarkının son versiyonu, deliliğinin baş gösterdiği ve mektuplarını “Dionysos” olarak imzaladığı 1888 yılının Turin’de geçirdiği kış günlerine aittir. Geçirdiği ruhsal bunalımın coşkunluğu içinde kendisinde ifade edilemeyecek bir şekilde İlâhi özellikler hissediyordu ve öykündüğü Dionysos gibi canı islediği şekilde maskelerini değiştiriyordu: kendisinde Shakespeare veya Sezar’ı keşfediyordu, bazen İtalya Kralı’nı, bazen de kanının son damlasına kadar mücadele ettiği müzisyen Richard Wagner’i – hepsi de kendisini bir tuttuğu tek tanrı Dionysos’un tecessümü olarak çıkıyordu karşısına. 1 Ocak 1889 tarihinde Dionysos D iLhyram bosları* adını verdiği methiye şarkılarını aynı tanrının ismiyle imzalar ve bu tanrıyı trajikomik bir şarkıda bizzat ortaya çıkartır: Ariadne’nin Yakmması’nda terk edilmiş Prenses Naksos, kumsalında sevgilisinin kendisini ısıtacak olan kucaklamasına (* ) Koro ile birlikli: dans edilerek söylenen ve Dıonysos’a adanan İlâhi -c .n .

11 özlem duymaktadır, fakat bunun yerine bulutlar arkasına gizlenen zalim bir tanrı tarafından işkenceye maruz bırakılır. Bilinmeyen ateşlerle yana yana sarsılmaktadır, sivri buz okları vücudunu deler, tanınmaz tannnın tüm sonsuz ezalarıyla onu vurduğundan şikâyet eder. Tanrının alaycı gözü bir röntgenci zevkiyle karanlıkların içinden ona bakarken, Ariadne onun “dikeninden” kurtulmak için olduğu yerde kıvrılır, çırpınır. Odysseus, yeraltı dünyasının girişinde aynı acı dolu ifadeyle görmüş olmalıdır prensesi; titrek, solgun, ızdıraplarımn dinmesi umudunu yitirmiş bir halde. Çünkü öfkesini uyandırdığı Tanrı Hades’tir, Aşk Tanrısı Dionysos’un karanlık tarafı. Nietzsche’nin Ariadne’si onu “cellat tanrı” olarak niteler. Hasla filozof, Turin’de çatı arasında kendisinin Dionysos olduğuna kesin bir şekilde inanmış olarak yazı yazarken, kaleminden kâğıda haince bir kelime dökülür. “Vur, daha derine vur! Bir kez daha, haydi vur!” diye bağırıyordu Ariadne’si alaycı bir sesle, “kopar, parçala bu yüreği!”. Dionysos D ithyram boslan’nm ilanı ile insanlığa “sınırsız bir iyilik lütfettiği” bu günde, acı çeken gelini de biraz şefkat ile sevindiriyordu. “Daha derine damlat! Bir kez daha, haydi damlat!” diye bağırtıyordu onu gizli tanrıya karşı ve kendisini vuracak olan her neyse, “körelmiş ok” ve “zalim diken”, onun aynı zamanda damlamasını da diliyordu – büyük ihtimalle bu “avutmadan” sonra, yazarın başka bir Dionysos şarkısında “kavrulmuş ve yorgun olarak susadığı ilâhi damlatandan” söz ediyordu. Elbette ki Nietzsche’nin acıdan zevk aldığını ifşa etliği ve işkence dikeni ile ilâhi Phallos’u tanımladığı bu uygunsuzluk, yayıncıları tarafından yazılarında sessizce eski haline getirilmişti. Ariadne kendisini “acı verm ekten haz duyan ilâhi bir şimşeğe benzer gözler” yerine damlayan okuyla vurmasını istediği “şimşeklerin ardına gizleneni” henüz çağırmıştı ki, 12 o ortaya çıkıvermişti bile. “Bir şimşek çakar” diye yazıyor Nietzsche, “ve Dionysos zümrüt güzelliğiyle görünür”. Burada şöyle bir bilmeceyle karşı karşıya kalırız: Nietzsche, kayıktaki tanrıyı kıyıya taşıyan zümrüt yeşili dalgalan mı kast ediyordu? Yoksa Ecce hom o’da sözünü ettiği İlâhi zevkin ilk ışıltısını mı? “Böyle zümrüdî bir mutluluğun, böyle ilâhi bir sevecenliğin benden önce dili yoktu.” Ariadne pek yakında öğrenecektir cevabı, çünkü Dionysos şenliği şarkısında her şey mutlu bir sona işaret etmektedir.

Fakat Turin’deki bu tezatlar düğünü 1 Ocak 1889 tarihinde gerçekleşmedi. Nietzsche’nin “delilik mektupları”nı rahatlıkla gönderebildiği Piazza* Carlo Alberto’nun epey üstündeki hücrelerde ne bir şey vurmakta, ne de bir şey damlamaktadır. Yıldırım içinde beliren tannnın aklında başka şeyler vardır. Bir Protestan rahibin oğlu olan Nietzsche’yi kendi ağzı gibi kullanmaktadır. Fakat Dionysos’un küçük aralarla bölünen sözleri, bunların muhatabı Ariadne’yi ve onunla birlikte kasidelerinin okuyucusunu, sarhoşluğundan mutlaka ayıltmahdır: “Akıllı ol, Ariadne!… Küçük kulakların var, benim kulaklarım var sende: akıllıca bir söz sok onların içine! – Kişi kendini sevecekse, kendinden nefret etmesi gerekmez mi önce? Labirentinim ben senin …” Bir damat, hele hemen oracıkta evlenmek için sabırsızlanan aşk sarhoşu bir tanrı, asla böyle konuşmaz. Açıkça görülüyor ki öğretmek ve uyarmak, bu arada da ne okuyucuya, ne de klasik mitolojiye aşina olan gelinin psikolojik bir özelliğini oldukça saygısız bir şekilde hatırlatmak istemekledir. K ulaklarının kendi kulakları kadar küçük olduğu (* ) Ilalyan şehirlerinde pazar yeri. – ç.n. 13 avuntusu ne anlama gelir ki? Ve onu Olympos’a mahsus zevklerin doruğuna taşımak yerine, kendisini yeraltı labirenti, ölümcül çaresizlik olarak tanıtan o son bilmece cüm ­ lesi, ya da tek kelime ile Hades de neyin nesidir? “Benim içimden,” diye bildiriyordu ona o garip tanrı, “arlık asla çıkamayacaksın, sen artık bana yaşam ve ölüm ile bağlısın”. Bir tek Ariadne bu Dionysos öğretisini üzerine alınabilir. Bu Ariadne, küçük kulaklı Nietzsche’nin tam aksine, filozofun Putların Çö/eüşü’nde alay ettiği dikkat çekici büyüklükte kulaklara sahipti: Kötü niyetli Dionysos, İlâhi “zevk verici” olarak insani çirkinliğin özellikle belirgin bir örneğini gözler önüne sermek için, gelini Ariadne’yi kulaklarından yakalamıştı. “Oh, Dionysos, ey İlâhi güç” diye sormuştu Ariadne şaşkınlıkla, “neden kulaklarımı çekiyorsun?” Dionysos cevap olarak saygısız bir soruyla karşılık vermişti: “Kulakların neden daha uzun değil?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir