Johann Wolfgang Von Goethe – Yarat Ey Sanatçı

Goethe’den yaptığım ilk çeviriler, 1970 yılında yayımlanmış. Altın Kitaplar Yayınevi’nden Burhan Arpad’ın düzenlemesiyle çıkan Başlangıcından Bugüne Sosyal Gerçekçilik Açısından Alman Edebiyatı başlıklı kitabın çevirmenleri arasında, Burhan ve Ahmet Arpad’ın yanı sıra, benim adım da var. Bu kitabın “Klasizm ve Romantizm” adlı üçüncü bölümünde yer alan metinlerin çevirileri bana ait. Bunlar arasında Goethe’nin Genç Werther’in Acıları, Wilhelm Meister, Eckermann’la Konuşmalar ve Egmont gibi eserlerinden yapılan seçmeleri Türkçeye ben aktarmışım. Aradan 29 yıl geçtikten sonra, Goethe’den kitaplaşan ikinci, bağımsız kitap olarak yayımlanan birinci çevirim ise Urfaust; yani, yazarın başyapıtı Faust’a kaynaklık eden metin. Bu kitap, Goethe’nin doğumunun 250. yıldönümü nedeniyle 1999 yılında MitosBOYUT yayınları arasında çıkmıştı. Aynı yıl, yukarıda andığım yıldönümü nedeniyle İstanbul’ da düzenlenen uluslararası bir seminerde Almanca verdiğim konferans için “Korku Çağında Faust İnsaVll Goethe nı” (“Der Faustische Mensch im Zeitalter der Angst”} adlı metni de kaleme almıştım. * Yukarıdaki satırlardan anlaşıldığı gibi, yaşamımın son 36 yılı boyunca Goethe ve eserleri, giderek artan ölçüde ilgi alanlarımdan biri olmuş. Bu süre içersinde, başta “Prometheus” olmak üzere, Goethe’den çeşitli şiir çevirilerim de oldu; ama bunlar, bir tür kendimi sınama amacına yönelikti. Bu çeviriler, ilk kez bu seçkide yayınlanmış oluyor. Ancak Goethe’ye ilgim, bu süreç boyunca sadece edebiyatla sınırlı kalmadı. Onun evrenselliği ve bütün bir çağın sözcüsü olması, bu arada bu sözcülüğü kendisinden sonraki yüzyıllar için de bütünüyle geçerli boyutlara taşımışlığı, özellikle son 15 yıl boyunca Goethe’ye kültür tarihJ açısından yoğun ilgi duymama yol açtı. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde, yaklaşık 10 yıl süreyle verdiğim Kültür Tarihi derslerinde, Goethe’yi öğrencilerime hep evrensellik kavramının tipik somutlaşması olarak tanıtmaya çalıştım. Yaptığımız o tadına doyum olmaz tartışmalar, çok sevgili öğrencilerimin bu konuya hiçbir zaman ilgisiz kalmadıklarını çok açık ortaya koydu.


Öyle sanıyorum ki, Hasan Ali Yücel ile başlayan, Köy Enstitüleri, Halk Evleri, Tercüme Bürosu ve Tercüme Mecmuası gibi, her toplumun ancak yüz akı sayılabilecek temel taşları üzerinde yükselen Türk Aydınlanması döneminin, başta Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Orhan Burian gibi adlar olmak üzere, hemen tüm mimarlarının Goethe’ye yoğun ilgi duymuş olmalarının önemli nedenlerinden biri de, onun bu evrensellik niteliğidir. Tercüme Mecmuası’nca, o zamanın bugüne göre çok kısıtlı olanakları içersinde yayınlanan viii Yarat Ey Sanatçı “Goethe Özel Sayısı” düzeyinde bir girişime, Türk Aydınlanması’nın yarıda bıraktırılışından günümüze uzanan çorak süreç boyunca bir eşine daha rastlayabilmek, olanaksızdır. Avusturya, Nazi Almanyası tarafından ilhak edildikten sonra, günlerden bir gün Viyana’daki evinin kapısı çalındığında, Nazilerin kendisini de almaya geldikleri paniğiyle yaşamına son veren dünyaca ünlü Avusturyalı kültür tarihçisi Egon Friedell, başyapıtı sayılan Yeniçağ’ın Kültür Tarihi’nde (Kulturgeschichte der Neuzeit), çağların sıradan insanlarca yaşandığını, ama ancak dahiler tarafından ‘özetlenebildiğini’ söyledikten sonra, Shakespeare, Cervantes ve Goethe’nin adlarını bu dahilerin ilk sırasında anar. Friedell’in Yeni’çağ’ın Kültür Tarihi’nde Faust üzerine kaleme aldığı şu satırlar, Goethe’nin evrenselliğinin de çarpıcı bir göstergesi niteliğindedir: “Goethe’nin Faust adlı eserinin olağanüstü yanı, Yeniçağ’ın bir kültür tarihi niteliğini taşımasıdır. Faust, yolculuğuna bir mistik olarak başlar ve bu yolculuğu bir politikacı olarak tamamlar. Faust, modern insanın kendini binlerce maskenin ve kostümün ardında gizleyen tüm baştan çıkma yollarını, alkolikliği, cinselliği, dünya sancısını, üstün-insan olma tutkusunu yansıtır; bu arada Faust, aynı zamanda örnek bir doyumsuzdur; olup bitenleri bir bütünde birleştirme çabası ise hep boşunadır. Faust’un trajedisi, Yeniçağın insanının trajedisidir; akılcılığın, kuşkuculuğun, gerçekçiliğin trajedisidir. Faust’un yanında şeytan yer alır. Ama Mefisto, aslında kötü değildir, sadece neşeli, alaycı, materyalist ve her şeyden önce akıllı biridir … dahice benmerkezciliğin en tutarlı temsilcisidir . ” “Faust”, bilginin iktidarı uğruna ruhunu şeytana satan kişidir. Goethe’niri Faust tragedyasıyla simgelenen ix Goethe evrensel gerçek ise, gerçekte insanın ruhunu, tarihinin başlangıcından bu yana, şu ya da bu amaçlar için hep satmış olduğu gerçeğidir. Günümüz açısından belki de tek değişik sayılabilecek durum, bugünün Faust’unu somutlaştırmak için şeytanı yanma ayrıca koymaya gerek bulunmamasıdır. Çünkü günümüz insanı, insanlığını yitirdiği ölçüde kendi şeytanını kendi iç dünyasında yaratmakta sıkıntı çekmemektedir. * Bu giriş yazısında, Goethe hakkında tarihsel notlardan yana kalabalık ve her başvuru kaynağında bulunabilecek türden bilgiler vermeye niyetli değilim. Ayrıca Goethe konusunda kapsamlı çalışmalar, zaten Faust çevirimin başında yer alacak.

Benim amacım, böyle bir yazıyla, “Goethe” dendiğinde nasıl bir olguyla karşı karşıya bulunduğumuz sorusuna bir dipnot düşmekten başka bir şey değil. Yalnızca şu kadarım belirtmek isterim ki, Goethe, kendini eserlerinde bütünlüğü olan bir dünyanın varlığı veya varolabileceği yanılsamasına kaptırmayacak kadar değişimlerden yana zengin bir yaşam sürdürdü. Uzun yaşamı boyunca (1749-1832) Yedi Y ıl Savaşları’na, Amerika’nın bağımsızlık savaşma, Fransız İhtilali’ne, Napolyon’un yükselişine ve çöküşüne, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun yıkılışına, beraberinde çok köklü değişimleri de getiren bir geçiş dönemine, yani 18. yüzyıldan 19. yüzyıla geçişe, burjuva çağının, makine çağının başlangıcına tanık olan Goethe, edebiyatıyla bütün bu dalgalanmalara hep eşlik etti. * Günün birinde Goethe’nin büyük eserlerinin çeviri serüvenlerine yelken açmayı epey erken zamanlardan bu x Yarat Ey Sanatçı yana düşlemekteydim. Ama öte yandan, böyle bir girişim için bilgi ve birikimin yanı sıra yeterince geniş boyutlu bir yalnızlığın ne kadar gerekli olduğunun da hep bilincindeyim. Şimdi, yaşamımda altmış beş yılı geride bıraktıktan ve çok köktenci bir tutumla, seçtiğim birkaç kişinin dışında, mutlak anlamda kendime çekilmeyi başardıktan sonradır ki Goethe’nin büyük eserlerinin çevirisine girişmeye de cesaret edebiliyorum. Yarat Ey Sanatçı başlıklı şiir seçkisi, bunların ilki; bu kitabı Batı-Doğu Divanı ile Faust izleyecek. Bunlar, geçmişte de orasından burasından başlanmış olan çeviriler. Şimdi, yeterli zamanım kalmışsa eğer, tamamlanacaklar. Batı-Doğu Divanı, bütün gerekli açıklamaları da kapsayan, yaklaşık beş yüz sayfalık bir kitap olacak. Faust ise Urfaust, Faust I ve Faust II’den oluşaçak. Yarat Ey Sanatçı başlıklı seçki, “Şiirler”, “Roma Ağıtları” ve “Akhilleus” başlıklı üç bölümden oluşuyor. “Şiirler’� bölümündeki şiirleri, Goethe’nin şiirindeki üsluplar hakkında genel bir bilgi verebilmek amacıyla, şairin çeşitli dönemlerindeki çalışmalarından seçtim.

Yirmi ağıttan oluşan “Roma Ağıtları”, kendi başına bir bütün ve günümüzde Batı ağıt edebiyatının başyapıtlarından biri sayılıyor. Başlangıçta, çoğu Almanca şiir seçkisinde yapıldığı gibi, ben de çevrilmesi son derece zor olan bu ağıtların içersinden yalnızca birkaçını seçmek niyetindeydim. Ama bu ağıtlar üzerindeki çalışmalarım ilerledikçe, kendimi tümüyle onların çekiciliğiQ.e kaptırdım; çoğu gecelerin sabahını onların başındayken selamladım. Bunun üzerine, ağıtların tamamını çevirmeye karar verdim. “Akhilleus”, Goethe’nin yalnızca “1. Şarkı” bölümünü tamamlayabildiği, kapsamlı bir projenin elde bulunan parçası. Mektuplaşmalarından anlaşıldığı kadarıyla xi Goethe Schiller, böyle bir eser kaleme alması konusunda Goethe’yi sürekli yüreklendirmiş. Homeros’un İliada’sına paralel ikinci bir “İliada” olarak da okunabilecek “Akhilleus”, Troya Savaşı sırasında, kehanetler aracılığıyla artık öleceğini bilen Akhilleus’un, kendi ölümüne hazırlanması bağlamında, yaşamla ve ölümle görkemli bir hesaplaşma niteliğini taşıyor. Goethe bu eseri tamamlayabilseydi, herhalde elimizde Homeros’un İliada’sıyla rekabet edebilecek bir başka ‘Troya Metni’ daha bulunacaktı. * Kendimi bildim bileli bütün çalışmalarımı ancak, artık bütününü bir çalışma mekanına dönüştürdüğüm evimin atmosferinde yürütebilmiş, o atmosferin dışında çalışmayı hiç başaramamış biriydim. Goethe çevirilerine başladıktan sonra ise bir deneme yapmaya karar verdim. Moda’daki Oyun Atölyesi’nin antre cafe’si, gözüme sanki çok iyi çalışabileceğim bir mekan olarak gözükmüştü. Denemem, başarıyla sonuçlandı; nice sabahlar, dizüstü bilgisayarım ve sözlüklerimle oraya taşındım. Yarat Ey Sanatçı başlıklı kitapta yer alan şiirlerin çoğu oranın huzur dolu atmosferinde çevrildi.

Bu arada kimi şiir çevirilerimi, özellikle de “Roma Ağıtları” ve “Akhilleus “tan kimi parçaları, yaptıklarımın doğruluğundan emin olmak için, Osmanlıca ve Türkçe bilgisini hep hayranlıkla izlediğim Selçuk Aydoğan’a okuttum. Kendisinin, Batı-Doğu Dfvanı ‘nın çevirisi sırasında da benden değerli desteğini esirgemeyeceğini umuyorum. Bu kitaptaki şiirleri çevirirken Oyun Atölyesi’nin, rahat çalışmam için hiçbir çabayı esirgemeyen, sevgi dolu insanlarına burada teşekkür etmeyi zevkli bir borç biliyorum. Yarat Ey Sanatçı kitabının ortalarına vardığım sırada, tanıdığım ender ‘adam gibi adam’lardan olan, yirmi yeXll Yarat Ey Sanatçı di yıllık dostum, çeşitli çevirilerimin ve neredeyse tüm telif kitaplarımın yayıncısı, ‘kendisine telefonda tek ağlayabildiğim insan’ Erdal Öz’ü kaybettim. Bu çeviriyi, onun bende hiç solmayacak olan anısına ithaf ediyorum …

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir