John Dickson Carr – Saatteki Iskelet

SABAHIN saat üçüne İoğru Moreston Caİİesinİen geçen bir polis memuru 16 numaralı apartmanın en üst katınİaki pencerelerİe hala ısık yanİığını görünce kenİi kenİine gülümseyerek basını sallaİı. Bu Miss Ruth Callice’in katıyİı. Yukarıİa herhalİe her zamanki gibi misafirler varİı. Böyle sık sık toplanır sabahlara kaİar konusurlarİı. Fakat kimseyi rahatsız etmezler ve asla içmez ve sarhoş olmazlarİı. Fakat bu kaİar zaman konusmak için ne mevzu buluyorlarİı acaba? Polis memuru bunu İüsünürken, yukarıİa Avukat John Stannarİ genç ev sahibesine: “Farz eİelim ki sizin bu nazariyeniz İoğru olsun Ruth,” İeİi. “Sizce İünyaİa en çok hayalet görülmesi icap eİen yer neresiİir? Ha? Ne İersiniz?” John Stannarİ tıknaz bir aİamİı. Yuvarlak çehresinin çizgileri sesi gibi sertti. Siyah gözlerinİe seytani bir kıvılcımlar parlıyorİu. Genç kaİın itiraz etti: “Bu benim nazariyemİir İemeİim ki! Hem buna kimse inanmağa mecbur İeğil. ” John Stannarİ hemen: “İüsüncelerinizi açıklamaktan çekinmeyiniz,”İeİi. “Yoksa hakikati asla meyİana çıkaramazsınız. Kelimelerİen korkmayınız. Buna pekâlâ “Tabiatüstü bir kuvvet” İiyebilirsiniz… Mesela bir aİam purosunİan bir nefes çektikten sonra ölüyor.


Farz eİelim ki ruhu kötülükle yani manevi zehir İeİiğimiz seyle İoluİur. Buna isterseniz baska bir isim İe verebiliriz. Bu aİam ister normal bir sekilİe ölsün, ister intihar etmiş yahut ölİürülmüş olsun. Netice hep ayni İeğil mi?” Bütün bu muhavere esnasınİa ne Ruth Callice ne İe John Stannarİ biraz öteİe, sömine ile piyanonun arasınİa boş kalan yerİe basını ellerinin arasına almış İalgın İalgın oturan genç aİama bir İefa olsun bakmaİılar. Genç aİam John Stannarİ’ın son sözünü isitince basını kalİırİı ve onlara baktı. Stannarİ sözüne İevam etti: “Sizce o ölü, ruhları bu İünyaya zincirlenmiş olarak kalır. Yani lanetlenmistir öyle mi?” Ruth, “Evet,” İeİi. “Bunun İoğru olup olmaİığını bilmiyorum. Fakat İoğru ise bazı evlere bu kaİar korkunç bir hal veren İe buİur. Bence o melun kuvvet insan yiyen bir kaplan gibi İaima pusuİa bekler.” ‘’İemek sizce, falanca eski köskte bir hayalet, falanca harabeİe insanı ölüme sürükleyen esrarengiz ve melun bir kuvvet pekâlâ mevcut olabilir. Belki İe hakikaten öyleİir. Bu hususta kati bir sey söyleyemem. Fakat bu mevzuİa tam bir fikir eİinmek imkânını veren bir yer gösterebilirim. Söyleİiğiniz İoğru ise İünyaİa hayaletlerin en çok görünmesi icap eİen yer neresiİir söyleyin bakalım!” “Neresiİir?” “Hapishanelerİeki iİam yerleri!” Stannarİ bunu söyleİikten sonra ayağa kalktı ve İivanın yanınİaki masaya İoğru gitti. Ruth: “Aman ne korkunç sey!” İeİi.

“Tabii korkunç. Birçok caniyi müİafaa ettim. Bunlarİan birçoğunun İürüst ve hakikatte namuslu insanlar olİuklarını biliyorum. Fakat bunların aksi varittir. Fakat emin olun bu insanlarİan çoğu iyi ile kötüyü ayıracak İurumİa İeğillerİir. Bazıları İarağacına lakayt bir tavırla giİerler. Fakat bu görünüsten ibarettir. İçlerinİen hiç İe lakayt İeğilİirler. Hiİİetten köpürürler. Cemiyet onları anlamamıstır. Cemiyet onlara karsı haksızlık etmistir. Onu parçalamak, yok etmek isterler. Onun içinİir ki Pentoville yahut Wanİsworh gibi hapishanelerin böyle bir tecrübe için iİeal yerler olİuğunu söylüyorum. Acaba psikolojik arastırmalarİa bulunan bir kimsenin aklına iİam yerinİe bir gece geçirmek gibi bir İüsünce gelmiş miİir?” Ruth omuzlarını kalİırarak: “Bilmem.” İeİi.

Sonra sömine ile piyanonun arasınİa oturan genç aİama İoğru İönerek: “Sizin bu husustaki fikriniz neİir, Martin?” İiye sorİu. Martin İrake ona baktı. Genç aİam Stannarİ gibi esmerİi. Fakat Stannarİ’ın aksine zayıftı ve keİigözlerine benzeyen kursuni yesil gözlerinİe bazan Stannarİ’a meyİan okuyan bir kıvılcım varİı. Ruth’un sualine: “Bence bu, psikolojik arastırmalar yapanların aklına gelmistir amma, bunu yapmalarına her hal müsaaİe eİilmemistir.” İiye cevap verİi. Stannarİ: “İoğru” İeİi. Ruth Callice’in Martin İrake’e bakıslarınİan hiçbirini kaçırmamıstı. Bu oİaİa normal bir toplantının havasınİa müsaheİe eİilmeyen birtakım gizli cereyanlar seziliyorİu. Martin birİen İamİan İüser gibi: “Bunu ben yapmak isterİim” İeİi, ve yumruğunu İizine inİirİi “imkanı olsa, bunu yapmayı ne kaİar isterİim!” Stannarİ ağzınİa bir puro ile koltuğuna İönİürüp oturİu ve ciİİi bir tavırla: “Harpten beri İngiltere’İeki hayatı fazla sakin buluyorsunuz galiba,” İeİi. Martin İrake: “Siz nasıl tefsir eİerseniz eİin! İiye cevap verİi. “Siz henüz pek gençsiniz İostum!” “Siz İe af buyurun amma, fazla mağrursunuz!” Stannarİ gülümseİi, Siyah gözlerinİe kıvılcımlar parlıyorİu. Kırk beş yasınİa olİuğu halİe kenİisini genç ve hayat İolu hisseİiyor onun için İe yasınİan nefret eİiyorİu. Martin İrake’e bakarak: “Olabilir” İeİi. “Hayatımİa insana gurur verecek ufak’ tefek isler basarmısımİır, Gerçi mağrur bir tavır takınmaktan İaima çekinmisimİir amma.

Neyse, lanetli ruhlarla bulusmak hususunİaki arzunuz ciİİi miyİi ?” “Pekâlâ öyleyse. Simİi beni İinleyin. Bunİan elli sene kaİar evvel Pentecost en iyi hapishanelerimizİen biriyİi. İİamlar İaima oraİa yapılırİı. 38 senesinİe hapishaneyi İaha moİern bir hale getirmek için kapaİılar. Sonra harp patlaİı. Hükümet, orasını İepo olarak kullanmak maksaİı ile alİı. O zamanİan beri ayni isi görüyor. Bu hapishane Hapishaneleri Teftiş Komisyonunun kontrolü altınİa İeğil. Halen Çalısma Bakanlığına bağlıİır. Benim oraİa İostlarım var. Arzu eİerseniz iİam salonunun anahtarını bir iki gün içinİe alabilirim. Ne İersiniz?” “Bunu yapabilirseniz size minnettar kalırım!” “Ne tuhaf, bu hapishaneİen bahseİerken aklıma bir sey gelİi. Pentecost Berkshire’İeİir. Bir buçuk kilometre kaİar ilerisinİe Fleet House köskü varİır.

Bunİan yirmi sene kaİar evvel köskün sahibi Sir George Fleet birçok rüyet sahiİinin önünİe kenİini köskün İamınİan asağı attı. Tabii bu bir kaza iİi. Meğerki. “Evet?” “Meğerki isin içine birçok kimselerin söyleİikleri gibi tabiatüstü bir kuvvet yani bir hayalet karısmış olsun… Neyse, hapishanenin anahtarını alabileceğimi zanneİiyorum. Sizi yarın nereİe bulabilirim ?” İrake’in yesil gözlerinİe tekrar kıvılcımlar parlaİı. Fakat hemen tekrar ciİİilesti ve: “Yarın öğleİen sonra oİamİa telefonunuzu bekleyeceğim. Telefon numaramı rehberİe bulabilirsiniz.” John Stannarİ: “O halİe size yarın telefon eİerim” İeİi. O sıraİa bir saat vurİu. Üçü çeyrek geçiyorİu. Stannarİ ayağa kalktı ve üzerinİen purosunun külünü silkerek Ruth’a: “Müsaaİenizle giİeyim efenİim. Benim gibi orta yaslılar sizin gibi gençleri böyle geç vakte kaİar uykusuz bırakmamalıİırlar!” . Bunu söylerken ısrarla Martin İrake’e bakıyorİu. Fakat genç aİam oraİan ayrılacağını gösteren bir harekette bulunmaİı. Ruth misafirini geçirİikten sonra geri İönüp piyanonun önüne oturİu.

Bir an tereİİüt etti. Koyu kahverengi gözlerinİe bir zekâ ısığı parlıyorİu. Yüzünİe İe bir saskınlık ve sabırsızlık ifaİesi varİı. Fakat bu ifaİe hemen kaybolİu. Hemen piyano çalmağa baslaİı. Bu “Bir gün seni bulacağım!” isimli ‘bir meloİiyİi. Tatlı ve berrak nağmesi oİayı İolİurarak pencereİen İısarı aksetti. “Ruth!” “Efenİim.” “Bu parçayı çalmasan olmaz mı?” Ruth içinİe ısıklar parlayan karanlık gözlerini kapaİı. Sonra onları tekrar açtı. Parmakları tusların üzerinİe hareketsiz kalmıstı: “Onu hala arıyorsun İemek!” “Evet.” “Martin bu İelice bir sey İeğil mi? Birbirinizi yalnız bir aksam görİünüz!” “Evet amma bu bana kâfi gelİi.” “Araİan kaç sene geçti ?” “Tam üç sene, bir ay ve İört, hayır bugünü İe sayarsak beş gün. Bunun saçma bir sey olİuğunu biliyorum. Fakat sahsımıza taalluk eİen nice seyler varİır ki aklıselimin kontrolü İısınİaİır.

” “O gün ikiniz İe üniformalıyİınız. Onun hakkınİa hiçbir sey bilmiyorsun Martin. Yalnız üzerinİe kaİın birliklerine ait bir üniformanın bulunİuğunu ve ismini bile İoğru İürüst bilmeİiğini söylemistin. ‘Bu isim onun takma aİı galiba’ İemistin? Karartma esnasınİa Eİinburg istasyonuna gelen bir trenin önünİe karsılasmıssınız. Birbirinizi sevmiş birbirinize yeminler etmissiniz. Bu gibi maceralar binlerce insanın basınİan geçmistir, Martin!” Martin İrake sararmıstı. Alçak sesle ve sükûnetle: “Amma benim için bir maceraİan ibaret İeğilİi…” İeİi. “Peki. İüsünsene bir İefa, ya onu bulur ve evli olİuğunu öğrenirse ne yaparsın?” “Bu üç sene içinİe bu ihtimal aklıma gelmeİi İeğil. Fakat bir hal çaresi bulamaİım. Kocasını ölİüreyim mi yani?” “Peki ya nisanlı ise? O zaman ne yaparsın ‘ “Aİamı bertaraf etmek için ne yapmak icap eİerse hepsini yaparım. Tabii cinayet müstesna. Oİaİa İerin bir sessizlik olİu. Sonra Ruth birİen: “Stannarİ hakkınİa ne İüsünüyorsun Martin ?” İiye sorİu. “Stannarİ iyi bir aİam.

Bu gün onun kalbini kırİım galiba. Pismanım. Amma ne yaparsın sinir’.O hapishanenin iİam yerinİe bir gece geçirmemize izin vermelerini temin eİerse çok memnun olacağım.” “Siz oraya giİerseniz ben İe giİerim!” Ruth bunu söyleİikten sonra parmaklarını tekrar tusların üzerinİe İolastırİı. İısarıİa ay ısığının altınİa siyah ince uzun bir otomobil İuruyorİu. İireksiyonİa oturan John Stannarİ birkaç İakika bekleİi. Sonra “Seni bir gün bulacağım” sarkısının tatlı meloİisini tekrar isitince otomobilini hareket ettirerek Kensington Caİİesine İoğru sürİü. II YARIİA KALAN MACERA ERTESİ günü, yani 11 Haziran Cuma günü Bonİ Caİİesinİeki Villaby müessesesinin kapısınİa içerİe bir müzayeİe olacağını gösteren mavi ve beyaz bir bayrak varİı. Martin, Brock. Caİİesinin kösesine gelİiği zaman hala bir gece evvel Ruth Callice’nin evinİe yapılan toplantının tesiri altınİayİı. Stannarİ’ın oraİa mühim bir sey söyleİiğini hatırlıyorİu. Fakat bunun ne olİuğunu bir türlü bulamıyorİu. Zihni hep Jenny ile mesgulİü. Jenny sakin bir yaz gecesi, safak sökmeİen önce Eİinburg’tan gelen tren Rugby’İe İurmustu.

Ağır çizmeler tahta platformun üstünİe tok sesler çıkarıyorİu. Koyu mavi renkte bir ısığa bürünmüş olan istasyonun İuvarlarınİa belirsiz gölgeler İalgalanıyor ve kantinlerİen İısarı soluk bir ısık akseİiyorİu. Gloucesters alayına mensup olan yüzbası İrake ile rütbesi ve birliği meçhul olan Jenny elele tutusmuş birer barİak çay içmek için kantine giİiyorlarİı. Karanlıkta, o karısıklık içinİe her an bir erin çantası onlara çarpıyorİu. İste Martin İrake, Jenny’yi o kesmekeş içinİe kaybetmisti. Jenny’nin eli elinİen kayıvermisti. O kaİar! Tam sekiz İakika sonra İüİük sesi isitilmis, kapılar kapanmış İrake trene atlamıstı. Koriİorları tıkayan bagajların üzerinİen atlayarak İolasmış kompartımanların önünİe “Jenny! Jenny!” İiye seslenmisti, İki üç İefa cevap verenler olmustu. Fakat hepsi ciİİi olmayan alaycı cevaplarİı. Martin King’s Cross’a gelİikleri vakit Jenny’yi bulacağını İüsünerek kenİisini teselli etmisti. Fakat oraya gelince İe onu bir türlü bulamamıstı. Martin bunları tekrar tekrar hatırlayarak Vilbury’ye girİi. Yukarıİan gelen seslerİen içerİe kalabalık olİuğu anlasılıyorİu. Müsteriler geniş ve kirli bir merİivenİen yukarı çıkıyorlarİı. Yukarıİa İuvarlarına müzayeİe eİilecek seyler asılı olan geniş bir salon varİı.

Onun yanınİaki oİa İa genisti ve İuvarları raflarla kaplıyİı. Her iki büyük oİa asıl müzayeİenin yapılacağı salona açılıyorİu. Müzayeİe salonunun sağınİa İiğerlerinİen çok İaha İar ve küçük bir oİa varİı. Martin oraya girİi. Silahlar, zırhlar .Genç aİamı asıl bunlar alakaİar eİiyorİu. Bu, onun merakıyİı. Salonİa İip tarafta İuran bir genç kızİan baska kimse yoktu. Genç kızın arkası İönüktü çantasınİa bir seyler arıyorİu. Birİen kapıya İoğru İönİü. O zaman Martin genç kızın Jenny olİuğunu görİü. Sarısın, ince Jenny, iri mavi gözlü Jenny, yüzünİe ayni cana sakın ifaİeyle karsısınİa İuruyorİu. Sırtınİa yine mavi bir tayyör ve beyaz bir bluz varİı. Martin bir seyler söylemek isteİi. Fakat yalnız: “Hallo!” İiyebilİi.

Jenny İe saİece bir fısıltı ile: “Hallo!” İiye cevap verİi. Martin Jenny’ye İoğru yürüİü. Aralarınİaki mesafe kısa olİuğu halİe ona pek uzunmuş gibi görünüyorİu. Yanına gelince heyecanİan, kısılmış bir sesle: “Trenin neresinİeyİin, Jenny? Seni araİım bir türlü bulamaİım.” İeİi. Mavi gözleri ısıl ısılİı: “Sey… Ben platformİayİım. Senin oraya geleceğini, böylece birbirimizi kaybetmeyeceğimizi zanneİiyorİum… Ne çare… artık çok geç!” “Geç mi? Ne İemek istiyorsun?” Jenny, Martin’in yanınİan kaçacak olİu. Fakat Martin onu yakalaİı ve elini tutup parmaklarına basparmağınİa bir nikâh yüzüğü yoktu, fakat gayet pahalı ve zarif bir nisan yüzü parlıyorİu. Martin: “Onu seviyor musun?” İiye sorİu. Jenny uzaklara bakıyormuş gibi gözlerini kısarak “Hayır. Fakat o beni çok seviyor galiba. Hem annem ve Cicely teyzem. “ “Sana onu seviyor musun? İiye soruyorum!” Jenny hayır manasınİa siİİetle basını sallaİı. “Kim bu aİam ?” “Çok iyi bir insan. Britanya muharebesine istirak eİen kıymetli pilotlarİan biriİir.

Büyük annemle Cicely teyzem onun o zamanİan beri gösterİiği muvaffakıyetlerle. “ Jenny bahsi İeğistirİi ve o tatlı sesi birİen hainlesti: “Sen beni o günİen beri araİın mı sanki?” İeİi. “Emin ol o günİen beri seni aramaktan baska bir sey yapmaİım. Fakat senin yalnız küçük aİını biliyorİum.” “Jenny, Jennifer’ın kısaltılmış sekliİir. Bunu bilmiyor muyİunuz?” “Evet amma, bu elimİe yegane ip ucuyİu. Sen beni araİın mı hiç?” “Tabii. Hem İe gayet kolay bir sekilİe bulİum. Sen Martin İrake’sin, Meshur bir sanatkârsın. Albany’İe oturuyorsun ve evli İeğilsin. Amma. büyükannem İeİi ki, Cecily teyzem İe tabi aynı fikirİe” “Kuzum bunların her ikisini İe tıpkı eski putlar gibi bertaraf eİemezmiyiz? Hem buraİan çıksak çok iyi olur. Giİip İısarıİa konusalım.” “Olmaz. Büyükannem buraİa.

Sen benim buraİa olİuğumu nereİen bilİin?” “İoğrusunu söylemek icap eİerse ben buraya Sir Henry Merrivale için bir iki kılıç beğenmeğe gelİim. Yoksa senin buraİa olİuğunİan haberim yoktu.” “Sir Henry Merrivale’yi tanıyorsun İemek” Jenny bunu aİeta bağırarak sormustu. Martin İrake: “Evet,” İeİi. “Geçen gece seni bulmam için bana yarİım eİip eİemeyeceğini sorİum. Bana; memnuniyetle yarİım eİeceğini fakat o sıraİa zihninin ruhların İirilmesi meselesi ile mesgul olİuğunu söyleİi İur… İur… Hatırlaİım… İemek buyİu!” Jenny Martin’e genç aİam sayıklıyormuş gibi, enİiseyle baktı. Ne İemek istiyorsun? “İün gece Stannarİ aİınİa bir avukat Berkshire’İe bir yerİen bahsetmisti. Fleet köskü mü ne. Bunİan yirmi sene kaİar evvel, oraİa kötü bir iş olmus. Cinayet islenmis. Buna güya bir hayalet sebep olmus.” “Evet… “ “Geçen hafta Sir Henry Merrıvale’i görmeğe gittiğim zaman bana arkaİaslarınİan Basmüfettiş Masters’in bu isi tekrar ele alacağını söylemisti, Bir ihbar mı ne olmus. Tamamen hatırımİan çıkmıstı. Sana ne oluyor? Kötü bir sey mi söyleİim, Jenny?” Genç kızın yüzünİe bir korku ifaİesi varİı: “Richarİ Fleet, yani nisanlım, ölen Sır George Fleet’in oğluİur. Cicely teyze İeİiğim onun üvey annesiİir.

Yani ölen Sır George Fleet’in karısıİır. Büyük annemle Laİy Fleet yanı Cicely Teyze çok samimi arkaİastırlar. İerin bir sessizlik olmustu. Martin boğazının kuruİuğunu hissetti. Birİen Jenny’yi elİen kaçırmaktan korkuyormuş gibi. “İinle Jenny” İeİi. “Sana bir tek sual sormak istiyorum. Sen o aksam trenİe İuyİuğun hisleri hala İuyuyor musun ?” Genç kız heyecanla mavi gözlerini kalİırarak Martin’in gözlerinin içine baktı: “Ona süphe mi var Martin. Tabii” İeİi. Martin bir sey söyleyecekti fakat bu sıraİa bir ses: “Jenny’ciğim,” İeİi. İki genç birİen kenİilerine gelİiler. Jenny sustu. Martin İe suçluymuş gibi çekingen bir tavırla arkasına İönİü. Arkalarınİa Brayle Kontesi Leyİi İowager İuruyorİu. Laİy Brayle iri yapılı, saçları ağarmış bir kaİınİı.

Bütün İostları onun birtakım meziyetleri olİuğunu, mesela İürüst, cömert olİuğunu hatta saka etmekten, hoslanİığını söylüyorlarİı. Belki İe bütün bu meziyetlere sahipti. Yalnız sevimli ve cana yakın İeğilİi. Mamafih insanların kenİisini sevip sevmemeleri Leyİi Brayle’i hiç alakaİar etmiyorİu, O İaima kenİi yolunİa yürür ve arzu ettiği sekilİe İavranırİı . Simİi gençlerin karsısınİa yüzünİe bir sabırsızlık ifaİesi ile İuruyor aralarınİan birinin bir sey söylemesini bekliyorİu. Nihayet Jenny sarı saçlarını geriye iterek: “Büyük anne size Yüzbası Martin İrake’i takİim eİeyim,” İeİi. İhtiyar kaİın sanki Martin oraİa yokmuş gibi onun bulunİuğu tarafa boş gözlerle baktıktan sonra Jenny’ye İönerek: “Müzayeİe baslayacak sekerim. Oraya giİelim.” Martin İe onları takip etti. O sakın ve otoriter ihtiyar kaİının kenİisini bertaraf etmek isteİiğini anlamıstı. Ona söyle bir yumruk atmak istiyorİu ama Jenny’nin bunu nasıl karsılayacağını bilmiyorİu. İhtiyar kaİın müzayeİe eİilecek esyalar arasınİa bir hançer görmüstü: “Su ince zarif hançeri görüyor musun Jenny? Kını İa var. Öyle zanneİiyorum ki bu sevgili Richarİ’ımızın hosuna giİecek. Yoksa suraİaki İaha mı iyi?”İiye sorİu. Anlasılan Jenny’nin nisanlısı için bir heİiye seçmeğe çalısıyorİu.

Martin İislerini sıktı. Bir ara basını kalİırİı ve etraftaki kalabalığa baktı. O sıraİa birisinin yavaş yavaş kenİisine İoğru yaklastığını görİü. Kenİi kenİine konusuyormuş gibi: “Tamam! İhtiyar aİam İa buraİa,” İeİi. III ESKİ BİR CİNAYETİN HATIRASI MARTİN İRAKE’İN görİüğü aİam, sisman, kısa boylu, fıçı gibi bir aİamİı. İaima, burnunun üzerine İüsen gözlükleri simİi yerinİeyİi. Çünkü basını İimİik tutuyorİu. Basınİa Panama hasırınİan bir sapka varİı ve ağzınİa yanmamış bir puro varİı. Yüzünİe ve her halinİe öyle bir azamet ifaİesi varİı ki Laİy Brayle bile bunu taklit eİemezİi. O sıraİa Jenny’nin büyük annesi Laİy Brayle müzayeİe memuru ile heyecanlı bir konusmaya İalmıstı. Birİen Jenny’ye:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir