Jorge Semprun – Beyaz Dag

Antoine atölyenin ucunda, onu daha görmedi. Parmaklarındaki mavi boya lekelerini bir beze siliyor. “Antoine!” Erkek, Franca’ya dönüyor. “Bütün gece çalıştın mı?” diye soruyor kadın. Franca’ya bakıyor. “Bitirdim,” diyor. Küçük boyutlu bir tuval -ilk bakışta, otuz santimetreye yirmi santimetre dolayında- sehpanın üzerinde duruyor. Franca onu arkadan görüyor. Franca davranıyor. Antoine onu bir el hareketiyle durduruyor. “Bekle,” diyor, “güneş!” Öyle ya, güneş. Dışarıda, ırmağın yukan çığınnda tepelerin ardından az önce yükseldi. Bir ışın atölyenin geniş camekanına hafifçe değiyor, süzülüyor, perdenin çiy beyazlığını yumuşatıyor, onu allayıp pulluyor, giderek yayılıyor; ama tuvalin sergilendiği yere henüz ulaşmadı. Kadın gülüyor, umursamıyor. Belki de fazla umursamaz.


“Ne fark eder ki?” Bu kadar hercailiğin karşısında adam ona şaşkınlıkla bakıyor. ıs “Gece boyunca çalıştım,” diyor, “ama okyanus üzerindeki ışığı çiy aydınlıkta görmen gerek.” Kadın anlıyor, onaylıyor; bekleyecek. “Ona ne ad verdin?” Erkek, münasebetsiz bir soru sormuşçasına kızarıyor. En azından teklifsiz bir soru. Sanki onu şu ya da bu yanıtı vermeye zorluyor. En azından fazla özel bir soru. “Aydınlıkta Deniz Manzarası,” diyor sonunda. Fısıldıyor. Bekliyorlar, aralannda giderek yayılan bir güneş öbeği. Franca, Joachim Patinir’in bir tablosunun röprodüksiyon unun yer aldığı bir kartpostalı hala elinde tuttuğunu unuttu. Atölyeye girerken onu bir mobilyanın üzerinden alıvermişti. Bütün sanat kitaplarında, bütün kataloglarda Flaman ustanın bu tuvalinin adı Styks’i Geçiş’tir1• Ama kartın arkasında El Paso de la Laguna Estigia2 yazısı okunabiliyordu. Prado Müzesi’nde de böyle yazıyordu, Franca bunu hatırlıyor. Tablonun İspanyol dilindeki adı niçin /aguna olmuştu? Burada bir muamma vardı.

Her ne olursa olsun, büyük harflerle basılmış yazının altında yer alan İngilizce ve Fransızca çeviri, Styks’in bir ırmak olmaktan çıktığını doğrular gibiydi. Le passage de la /agu.ne stigienne. The crossing of the Stigian lagoon: Karttaki açıklama böyleydi. İki dilde yapılmış bu kesin ama güvenilmez çevirinin çift dikişle vurguladığına göre lagünmüş. “Stigienne”3 sözcüğü de ayrıca ona uygun görünmüyordu. Ama bunu o anda doğrulamasına olanak yoktu. Antoine’ın atölyesinde bir sözlük olsaydı bile ona başvurl. (Fr.) Scyks, Yunan mitolojisinde yeryüzünü cehennemden ayıran ve nefreti simgeleyen ırmaktır. 2. (İsp.) Scyks lagününü geçiş. 3. (Fr.

) Styks adından türetilmiş sıfat. 16 manın hiç sırası değildi. Ama “stigienne”de bir terslik vardı. Franca, Antoine’ın keskin çizgilerine, çıkık elmacıkkemiklerine baktı. Erkek çekinerek ona gülümsüyor. Franca bekliyor, vakit geçiyor. Güneş mekana egemen oluyor. “Gel,” diyor, “şimdi gel.” Franca ilerliyor, çevresinde, güneşler içindeki sayısız toz taneciğinin uçuştuğu ışıklı bir hale. Şimdi Antoine’ın gece tamamladığı tuvalin önünde. Ona uzun uzun bakıyor. İçini bir tür sevecenlik kaplıyor; yüreği çarpıyor. Aydınlık bir deniz manzarası bu, kuşku yok. Silkiniyor, büyülü dünyasından çıkıyor. Bir saniye kadar, başını yanında duran Antoine’ın omzuna yaslıyor.

Bir şey söylemiyor. Söyleyecek ne var ki? Gözlerini bu semavi deniz mavileriyle dolduracak. Onları içine sindirecek; hepsi bu. Antoine elinde tuttuğu kartpostalı fark ediyor. Onu elinden alıyor, yüksek sesle okuyor, bir solukta. “Madrid, 6 Nisan. Yudit’ten selamınız var. Az önce ona saygılarımı sundum. Sonra, her zamanki gibi Patinir mavisinin değişip değişmediğine baktım. Solia ser.1 Sabit mavi, çılgın mavi: solmayan; bizim mavimiz. Selamlar.” Bu kısa mesajın altında imza olarak iki büyük harf: J.L. Kartı çeviriyor, Patinir’in tablosunun röprodüksiyonuna bakıyor.

Dudaklarını sıkıyor, tiksiniyor sanki. “Renkler berbat,” diyor. “Styks, mavilerinin gizemini kaybetmiş … Gökyüzündeki fırtına ışığı gitmiş. Çok kötü bir röprodüksiyon!” Kartı önündeki masaya fırlatıyor. 1. (İsp.) Eskiden. 17 “Juan, Prado’dan bu kartı aslına sadık bir röprodüksiyon olduğu için seçmiş olamaz!” Antoine yüzünü buruşturarak bir saniye gözlerini kapadı. Acı dolu bir sırıtma da olabilir bu. Sonra, başını sallayarak ona bakıyor. “Öyleyse neden?” Antoine’ın o gece tamamladığı tuvalden gözlerini ayırdılar. Aralarında kımıl kurul bir şey var. Uzaklarda sanki; ötelerde. Çift anlamlı ya da belli belirsiz bir şey; mümkündür. “Juan bu kartı sana niçin gönderdi?” diyor ısrarla.

Sesindeki ani soğukluk tehlikeyi çağrıştırıyor. Ses Franca’nın yüreğinde, sol göğsünün altında donuyor. “Bize,” diyor kuru bir sesle. Sesindeki değişiklik irade dışı. Sükunetini korumak istiyor. “Nasıl?” “Bu kartı ikimize birden gönderdi,” diye vurguluyor kadın. Çoğul halinin üzerine basa basa. Antoine mukavva dikdörtgeni yeniden eline alıyor. Kartın sağ tarafındaki titiz, çok okunaklı yazıda adlarını görüyor. “Franca/ Antoine de Stermaria.” Ardından adres, her şey usulüne uygun. “Öyle görünüyor,” diyor. Kadına doğru dönüyor, bakışı hala karanlık. “Yudit, peki kimi … ” Kadın sözünü kesiyor. Zararsız bir gerçeği açıklamanın sevinciyle konuşuyor: “Yudit canım! Goya’nın Yudit’i.

” “İyi ya.” Doğan güneş artık bütün atölyeyi sardı. Sessizlik ağırlaşıyor. Ama Franca emin olmak istiyor. Belki de hata ediyor. 18 “Sen nereye varmak istiyorsun?” diye soruyor. Kart iki hafta önce gelmişti. Franca öğle yemeği saatinde onu postayla diğer gelenlerle birlikte kocasının tabağının yanına koymuştu. Antoine onu okudu. Bir anda körletici ama bulanık bir şifreli dil karşısında olduğu izlenimine kapıldı; kodunu öğrenemeyeceği bir dil. Bu· ilk kez olmuyordu. Juan Larrea’nın bildik bir şeymiş gibi hatırlattığı -“sonra, her zamanki gibi”- Yudit’in aralarında yer aldığı Goya’nın siyah resimlerinin salonundan, Patinir’in, Boschlann ve birkaç Yaşlı Brueghel’in bulunduğu üst kattaki 43 numaralı salona uzanan güzergah, ne anlama geliyor bu? Juan’la Prado’da bu yolu izlemediğinden emin. Bundan hiç söz de etmediler. Joachim Patinir hakkında konuşmuş olabilirler. Yok, mutlaka konuşmuşlardır: Resim hakkında onca yıl konuştular.

Mavi yüzünden olmalı. Peki, Goya’dan söz etmemiş olabilirler mi? Bu arada Malraux’nun da adı geçmiştir; muhakkak geçmiştir. Ama bu güzergahı hiç birlikte izlemediler, ne hayatta, ne de bir konuşma sırasında. Bu konuya hiç değinmediler. Juan’ın, kuşkusuz bir anlamla yüklü olduğu için bu kadar kısa, hatta eksiltili olan metninde hangi karanlık gönderme yatıyordu? Franca’ya bakıyor. “Şuraya varmak istiyorum,” diye karşılık veriyor. Parmağıyla tuvalini gösteriyor. Aydınlık Deniz Manzarası. Kadın derin derin iç geçir.iyor ya da soluk alıyor. O evli bir kadın, duruma yeniden el koyuyor. “Bize kahve yapayım,” diyor keyifli bir sesle. Erkek, kulağının memesini okşuyor. “Ne iyi fikir, Franca!” Ama onu yanında alıkoyuyor, yüzüne bakmadan konuşuyor: “Bu senin,” diyor. “Doğum günü armağanın.

” 19 Kadın tabloyu seyrediyor; abartısız kusursuzluğuna bir kez daha hayran oluyor. “Biliyor musun, tahmin etmiştim,” diyor gülümseyerek. Ama aniden yükselen bir kaygı boğazında düğümleniyor, sonra çözülüyor. “Bu yaşta olma düşüncesini sevmiyorum,” diyor. Bu, fısıldarunış bir·çığhğa benzeyen bir mırıldanma. Erkek birkaç adım atıyor, silklniyor, kendine güvenini yeniden kazanıyor. “Ne saçmalık! Kutlamamız gerek, Franca. Zafer yaşı bu! Zaten Juan’ı davet ettim. Öğleden sonra burada olacak.” Kadın hıçkırığa benzer bir şeyi zapt ediyor, huzursuzluğunu gizlemek için uzaklaşıyor, sonra ona dönüyor. “Juan mı! Ama niçin?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir