Jun’ichiro Tanizaki – Nazli Kar

“Koisan, biraz yardım etsene.” Sachiko aynadan en küçük kız kardeşi Taeko’nun geldiğini görünce ensesine pudra sürmek için elinde tuttuğu fırçayı uzatarak ona seslenmişti. Yaşadıkları yerde iyi ailelerin en küçük kızına Koisan diye hitap edilirdi. Kardeşi geldiği sırada, Sachiko ensesinin kimonosundan görünen bölümüne beyaz pudra sürüyordu. Aynadan bakışlarını ayırmadan içliğinin ve zarif ensesini ortaya çıkarmak için hafifçe arkaya kaydırdığı giysisinin nasıl göründüğüne, sanki başka birine bakarmış gibi bakarak kardeşine sordu: “Yukiko aşağıda ne yapıyor?” “Etsuko piyano çalışırken onun yanında duruyor galiba.” Demek öyleydi… Aşağıdan duyulan piyano sesi buydu. Erkenden hazırlanan Yukiko, Etsuko’ya yakalanmış, piyano çalışmasını izliyordu. Etsuko normalde, annesi dışarı çıksa bile yanında Yukiko olduğu sürece evde kalıp uslu uslu beklerdi. Bugün annesi ile iki teyzesi Yukiko ve Taeko bir konsere gideceklerdi. Üçü birden giyinip süslenerek konser için hazırlanıyorlardı. Etsuko bunu görünce biraz huysuzlanmıştı. Konser saat ikide başlayacaktı. Sonunda Yukiko konser biter bitmez döneceğine, akşam yemeğine yetişeceğine söz verip yeğenini yatıştırdı. “Biliyor musun, Yukiko’ya bir talip daha çıktı.” “Öyle mi?” Taeko, ablasının ensesini omzunun iki yanına doğru parlak fırça darbeleriyle boyamaya başladı.


Sonra ensesinin iki yanına yukarıdan aşağı iki beyaz çizgi çekti. Sachiko aslında kambur duran biri değildi ama etine dolgun olduğundan biraz öyleymiş gibi görünüyordu. Sonbahar güneşinin vurduğu nemli teninin ışıltısı iç gıcıklayıcıydı; otuz yaşını geçmiş birine hiç benzemiyordu. İki kardeş, Osaka lehçesiyle sözcükleri yer yer yuvarlayıp yutarak, zaman zaman sesleri uzatarak iyi ailelerin hanımlarının yaptığı gibi cümle sonlarını melodik bir şekilde vurgulayarak konuşuyorlardı. “Talip işini Itani Hanım haber verdi.” “Yaa?” “MB Kimya Endüstrisi Şirketi’nde çalışıyormuş.” “Hali vakti yerinde miymiş peki?” “Ayda yüz yetmiş, yüz seksen yen kadar alıyormuş. İkramiyeleri de eklersen iki yüz elli yen kadar olur işte.” “MB Kimya Endüstrisi Şirketi Fransızlarındı değil mi?” “Evet, öyle! Nasıl da bildin!” “O kadarını da bileyim!” En küçükleri olan Taeko, bu konularda iki ablasından da daha çok şey bilirdi. Bu nedenle tuhaf bir şekilde dünyadan habersiz ablalarını, bu açıdan biraz hakir görür, sanki yaşça büyük olan kendisiymiş gibi konuşurdu. “Bu şirketin adını hiç duymamıştım. Şirketin merkezi Paris’teymiş. Büyük bir şirketmiş.” “Japonya’da da bir yerleri var. Kobe’de Rıhtım Caddesi’nde büyük bir bina.

” “Öyleymiş. Orada çalışıyormuş işte.” “Fransızca da biliyor muymuş peki?” “Hı hı. O saka Yabancı Diller Fakültesi Fransızca Bölümü mezunuymuş. Paris’te biraz kalmış. Bu şirketteki işinden başka akşam okulunda Fransızca hocalığı yapıyormuş. Oradan yüz yen kadar alıyormuş. İki işinden toplam geliri üç yüz elli yen kadar ediyormuş, Itani Hanım öyle dedi.” “Malı mülkü var mıymış?” “Öyle çok bir şeyi yokmuş. Memleketinde annesinin yaşadığı eski, müstakil bir ev, Rokkō’da kendi yaşadığı ev ile biraz arazisi varmış sadece. Rokkō’daki evi taksitle almış. Zaten ecnebi usulü küçük bir yermiş. Toplu konut olarak yapılmış. Öyle lafı edilecek bir şey değil yani.” “Öyle ama kira ödemeyeceklerse ayda dört yüz yenle yaşanabilir değil mi?” “Yukiko’ya uygun olur mu acaba? Aslında adam çöpsüz üzüm, bir tek annesi var.

O da memleketinde yaşıyormuş, Kobe’ye gelmiyormuş. Adam kırk bir yaşındaymış, şimdiye kadar hiç evlenmemiş.” “Acaba bu yaşa kadar neden hiç evlenmemiş?” “Itani Hanım’ın dediğine göre, ille de güzel olacak diye ince eleyip sık dokumuş.” “Bu çok tuhaf. İşin aslı neymiş, iyice bir sorup soruşturmak gerek.” “Talip pek de hevesliymiş.” “Yuki Ablamın resmini mi gördü?” Bir ablaları daha vardı. Ailenin en büyüğü olan o ablaları memleketlerinde yaşıyordu. Taeko küçüklüğünden beri ona Tsuruko Abla der, Sachiko’ya sadece abla diye hitap ederdi. Yukiko’ya da zamanla isminin son hecesini yutarak Yuki Ablam demeye başlamıştı. “Resmi, Itani Hanım’a bırakmıştım. Bize hiç danışmadan kafasına göre karşı tarafa göstermiş. Diğer taraf çok beğenmiş, öyle dedi.” “Talibin resmi yok mu?” Aşağıdan hâlâ piyano sesi geldiğini duyan Sachiko, Yukiko’nun kolay kolay yukarı gelemeyeceğini kestirerek, “En üstteki şu küçük çekmeceyi açıver,” dedi. Bir yandan da eline dudak boyasını alıp sanki aynadaki görüntüsünü öpecekmiş gibi dudaklarını yuvarladı.

“Orada, değil mi?” “Buldum… Yuki Ablama gösterdin mi bunu?” “Gösterdim.” “Ne dedi?” “Her zamanki gibi, Aa, bu mu?” deyip bitirdi. Ağzından başka bir şey çıkmadı. Ee, sen ne eliyorsun?” “Eh. Vasat görünüyor. Yok belki iyi bir adamdır bilemem ama ilk bakışta maaşa tabi biri olduğu anlaşılıyor işte.” “Doğru söylüyorsun ama zaten adam öyle biri!” “Yuki Ablam için iyi bir tarafı var aslında. Ondan Fransızca öğrenir.” Makyajı neredeyse tamamlanan Sachiko, üzerinde ünlü Kotzuchiya kimono mağazasının adı yazan kimono saklama kâğıdının bağını çözerken sanki o anda birden hatırlamış gibi: “Aklımdan çıkmış. ‘Eksik B’ oldum galiba. Koisan, aşağıdakilere iğne takımını dezenfekte etmelerini söyleyiversen?” Beriberinin, Osaka-Kobe bölgesinde sık görülen bir hastalık olduğu söyleniyordu. Sachiko, kocası ve o sene artık birinci sınıfa gitmeye başlamış kızları Etsuko başta olmak üzere tüm ev halkı yaz başlarından itibaren sonbahara kadar art arda beriberiye yakalanıyorlardı. Bu nedenle B vitamini iğnesi yaptırmak âdetleri olmuştu. Son zamanlarda doktora bile gitmiyorlardı. Evde, etkili bir iğne olan Betaxin bulunduruyorlardı.

Ortada ciddi bir sebep yokken bile ailecek birbirlerine iğne yapıp duruyorlardı. Kendilerini biraz halsiz hissetseler, bunu hemen B vitamini eksikliğine bağlıyorlardı. İlk kez kimin başlattığını hatırlamıyorlardı ama kendi aralarında buna “eksik B” diyorlardı. Piyanonun sesinin kesildiğini fark eden Taeko, resmi hemen çekmeceye geri koydu. Merdivenlere kadar gidip yüksek sesle aşağı, “Biriniz bir bakıverin!” diye seslendi. “Evin hanımı iğne yaptıracak. İğne takımını dezenfekte etsinler, diyor.” İkinci bölüm Adı geçen Itani Hanım, Kobe Oriental Hotel’in yakınlarında Sachiko’ların devamlı gittikleri güzellik salonunun sahibesiydi. Bu hanımın çöpçatanlık yapmaktan hoşlandığını işiten Sachiko, epey önce ona Yukiko’dan bahsetmiş, resmini de bırakmıştı. Geçenlerde saçını yaptırmaya gittiğinde, Itani Hanım işlerinin biraz hafiflediği bir sırada, “Şöyle bir oturup konuşalım,” diyerek onu otelin lobisinde çay içmeye davet etmişti. Bu konuyu ilk defa orada açmıştı. “Aslında size, talip meselesinden daha önce bahsetmemem hiç hoş olmadı, bunu ben de biliyorum,” diye konuşmaya başlamıştı. Fakat işleri ağırdan alıp iyi bir kısmeti kaçırmak istememiş, kendisine bırakılan fotoğrafı, onlara bir şey danışmadan karşı tarafa gösterivermişti. Bir buçuk ay kadar oluyordu. Adamdan hiç ses seda çıkmayınca bu konuyu unutup gitmişti.

Itani, olanları şöyle anlatmıştı: “Meğerse bu arada diğer taraf sizi sorup soruşturuyormuş. Hem Osaka’daki aile büyüklerini hem de ailenin buradaki kolunu araştırmış. Aileniz hakkında epeyce bilgi sahibi olmuş. Ayrıca küçükhanımın gittiği kız okuluna da, kaligrafi ve çay sanatı dersi hocalarına filan da sormuş. Hatta sırf bunun için gazeteye kadar gidip bir zamanlar çıkmış olan o haberi ve haberin yanlış olduğunu da bizzat araştırıp öğrenmiş.” Itani’nin anlattığına göre talibin durumu çok iyi anladığı belliymiş. Yine de Itani, “Öyle bir kız olmadığını yüz yüze bir konuşup kendiniz görün,” diyerek adamın içini rahat ettirmeye çalışmış. Talip Yukiko’dan söz ederken soyadını kullanarak, mütevazı bir şekilde şunları söylemiş: “Makioka Hanım’la benim sosyal seviyelerimiz denk değil. Bendeniz bir tek maaşla geçinen kendi halinde biriyim. Böyle asil bir küçükhanımın lütfedip benimle evleneceğini hiç düşünemiyorum. Hem evlenmeyi lütfetse bile benim fakirhanemde mustarip olmasına gönlüm izin vermiyor. Hani olur da benimle evlenmeye teveccüh ederse benim için bundan büyük lütuf olamaz. En azından konuyu kendilerine bir açmanızı isterim,” demiş. Aslına bakılacak olursa, bir zamanlar talibin dedelerinin Japon Denizi taraflarında Hokuriku’da küçük bir beylikte vekilharçlık makamları varmış. Memleketlerinde hâlâ o zamandan kalan müstakil evleri duruyormuş.

Itani şöyle devam ederek, “Yani aile olarak birbirinize hiç uygun olmadığınız söylenemez. Tamam, hanım kızınız köklü bir aileden geliyor, Makioka dendi mi Osaka’da hemen herkes bilir. Bunu söylediğim için kusuruma bakmayın ama artık eskisi gibi değil. Siz kendinizi, eski zamanlarınızdaki gibi gördükçe küçükhanımın evlenmesi iyice gecikip duruyor. Karşısına hallice biri çıktığında bir orta yolunu bulsanız nasıl olur? Talibin şimdilik maaşı öyle çok bir şey değil belki ama daha kırk bir yaşında. Maaşı yükselir nasıl olsa. Yabancı bir şirkette çalıştığı için, Japon şirketine göre daha çok boş vakti olduğunu, akşam derslerini artırarak ayda rahatlıkla dört yüz yenden fazla kazanabileceğini söylüyor. Evlendiklerinde bir hizmetçi bile tutabileceğine kuşku yok. İnsan olarak da iyi birine benziyor. Hem erkek kardeşim ta ortaokul zamanlarından beri tanıyormuş onu, kendisine kefil oldu. Elbette sizin doğrudan araştırmanız en iyisi olur ama bu zamana kadar evlenmemiş olmasının sebebi ince eleyip sık dokumasından başka bir şey değil. Ben bunun doğru olduğuna inanıyorum. Paris’e de gitmiş bir adamın, öyle kadın görmemiş biri olacağını zannetmiyorum. Geçenlerde bizzat gidip gördüm. Gayet düzgün bir bey.

Öyle eğlenceye düşkün görünmüyor. Evleneceği kızın illa güzel olmasını istemesine gelince, bence ne istediğini bilen, sebatlı tiplerde sıkça görülen bir şey. Parislere kadar gidip geldiği halde eşi tam bir Japon güzeli olsun istiyor, öyle Batılılara benzemese de olur, diyor. Uyumlu, ağırbaşlı, iyi görünümlü, Japon kıyafetlerini taşımayı bilen, güzel, eli ayağı düzgün biri olsun istiyor, sizin kızınız tam ona göre,” demişti. Itani uzun zamandır, bir yandan yatalak, felçli kocasına bakıp bir yandan da güzellik salonunu işletiyordu. Bir erkek kardeşini tıp doktoru olana kadar okutmayı başarmış, bu baharda da kızını Tokyo Kız Üniversitesi’ne göndermişti. Tüm bunlar bile diğer kadınlara göre kafasının ne kadar iyi çalıştığını gösteriyordu. Bu kadar akıllı olmasına karşın, kadın zarafetinden hiç nasibini almamıştı. Onun bu halini görünce insan, “Güzellik salonu işletmeyi nasıl sürdürebiliyor?” diye kendine sormadan edemiyordu. Lafına sözüne dikkat etmeye çalışmaz, allayıp pullamadan aklından geçeni pat diye söyleyiverirdi. İçinde bir fenalık olmadığını, sadece söylenmesi gerekeni söylediğini bildiklerinden, kimse de söylediklerinden gocunmazdı. Sachiko onu ilk tanıdığında, Itani’nin sanki ardından biri kovalıyormuş gibi konuşmasını her duyduğunda, kim bilir kaç kez içinden, “aman nasıl biri” diye geçirmişti. Zamanla onu tanıdıkça mert, iyiliksever biri olduğunu, iyi niyetle konuştuğunu anlamıştı. Ayrıca hep akla yakın şeyler söylüyordu. Bu sefer de dediklerinde haklılık payı vardı.

Sachiko kendisini iyice köşeye sıkışmış gibi hissetmiş, diyecek bir şey bulamamıştı. Sonunda memlekettekilere danışacağını, kendilerinin de talibi sorup soruşturacaklarını söyleyerek oradan ayrılmıştı. Sachiko’nun kendinden bir küçük kız kardeşi Yukiko, bir türlü evlenememiş, artık otuz yaşına gelmişti. Bunun arkasında başka sebepler arayanlar çıkıyordu. Aslında, hani şudur denebilecek özel bir sebep yoktu. Kendileri açısından bakıldığında, en önemli sebep belki de babalarının son zamanlarındaki ihtişamlı yaşamlarına, itibarlı Makioka adına ve bir zamanlar önemli bir aile olmanın verdiği ağırlığa uygun birini bekleyip durmalarıydı. En başlarda evlenme teklifleri art arda yağıyordu. Deyim yerindeyse onun kaşı, bunun gözü diye kimseyi beğenmemişlerdi. En sonunda insanlar bu işten sıkılmış, tekliflerin ardı kesilmişti. Bu arada aile serveti de yavaş yavaş eriyip gitmişti. Itani Hanım, “Kendinizi eski zamanlarınızdaki gibi görmeyi bırakın,” derken aslında onların iyiliğini düşünüyordu. Makioka ailesinin ihtişamlı zamanları 1920’lerin başlarına kadar sürmüştü. Aile adları, o zamanları hâlâ hatırlayan bir avuç Osaka’lının hafızalarıyla sınırlıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse dışarıdan ailenin en ihtişamlı dönemi olarak görülen o dönemde, hem özel hayatında sefahat içinde yaşayan hem ticaret hayatında savurgan davranan babası aslında iflasın eşiğindeydi. Çok geçmeden de babalarını kaybetmişlerdi zaten.

İşler giderek azalmış, sonunda Shōgun’luk döneminden beri uzun ve gurur verici bir geçmişi olan Senba’daki dükkânı da elden çıkarmışlardı. Sachiko da, Yukiko da uzun süre, babalarının hayatta olduğu zamanları unutamamışlardı. Dükkânın yerine şimdiki beton bina dikilene kadar, eski günlerini hatırlatan binanın önünden geçerken içerinin loşluğuna özlemle bakmadan edemezlerdi. Babalarının erkek evladı olmamıştı. Dört kız kardeştiler. Babaları son yıllarında işten elini eteğini çekmiş, aile işlerini Makioka soyadını alıp kendi ailelerinin bir ferdi olmuş olan büyük kızının eşi Tatsuo’ya bırakmıştı. Ardından Sachiko da evlenmiş, onun da kocası aile ismini alıp Makioka olmuştu. Evin üçüncü kızı Yukiko’nun bahtsızlığının bir sebebi, tam evlenme yaşına geldiğinde kaybettiği babasının bu dünyadan göçmeden önce kızı için iyi bir eş bulamamış olmasıydı. Bir diğer sebebi ise, babasının vefatından sonra ailenin başına geçen eniştesi Tatsuo ile aralarının iyi olmamasıydı. Tatsuo aslında bankacı bir ailenin oğluydu. Makioka ailesine girmeden önce kendisi de Osaka’da bir bankada çalışıyordu. Evlendikten sonra her ne kadar Makioka’ların işine geçmiş olsa da, işleri sıklıkla ya kayınpederine ya da başkâtibe bırakıyordu. Kayınpederinin ölümünden sonra, belki biraz gayretle kurtarabilecekleri dükkânı, baldızlarının ve akrabalarının tüm karşı çıkmalarına rağmen, çalışanlardan birine devredip eski bankacılık işine dönmüştü. Bir yandan mali zorluklarla boğuşurken hiç alışık olmadığı aile işini tekrar yoluna koymaya çalışmaktansa, daha güvenli gördüğü bu yolu seçmişti. Bunun nedeni sefahate düşkün kayınpederinin aksine, durmuş oturmuş hatta bir parça ödlek denebilecek tabiatıydı.

Kendisine sorulacak olursa ailenin başı olarak yüklendiği sorumluluk nedeniyle ailesini korumak için böyle yapmıştı. Yukiko geçmişe hasret duyuyordu. Eniştesinin yaptıklarından hoşnutsuzluk hissediyordu. Eniştesinin yaptıkları yüzünden rahmetli babasının da mezarında rahat uyuyamadığını düşünüyordu. Tam o günlerde, babasını yeni kaybettiği sırada, eniştesi hararetle ona münasip bir kısmet bulmaktan bahsetmeye başladı. Sözünü ettiği kişi Toyohashi’li varlıklı bir ailenin vârisiydi. Oradaki bir bankada yöneticilik yapıyordu. Eniştesinin çalıştığı banka ile bu kişinin çalıştığı banka arasında yakın iş ilişkisi vardı. Bu nedenle eniştesi adamın ne tür bir insan olduğunu, malını mülkünü çok iyi biliyordu. Anlattığına göre, Toyahashi’li Saigusa ailesi dendi mi orada durmak gerekirdi. Makioka’ların o zamanki durumundan biraz daha hallice bir aileydi. Eniştesi, damat adayını çok beğendiğinden, işi iki taraf arasında bir görüşme ayarlamaya kadar götürmüştü. Yukiko sonunda adamla buluşup tanışmış ama evliliğe gönlü olmamıştı. Aslında adamın halinde tavrında yanlış bir şey yoktu. Sadece taşralı bir havası vardı.

Eniştesinin dediği gibi iyi bir adam olduğundan şüphesi yoktu. Yine de pek derin biri olmadığı açıktı. Adamın söylediklerinden ortaokulu bitirdiği sıralarda hastalanıp okumaya devam edemediğini öğrenince, iyi bir eğitim almamış bu adama saygı duyamayacağını fark etmişti. Kendisi kız okulunu takdirle bitirmiş biriydi. Üstelik karşısındaki adamın ne kadar malı mülkü olursa olsun, Yukiko’ya ne kadar iyi bir gelecek sunarsa sunsun, Toyohashi gibi bir taşra şehrinde yaşama düşüncesi ona dayanılmaz geliyordu. Bu düşüncesini en iyi Sachiko anlamış, “Kızı, böyle bir şeye zorlamak olur mu hiç!” diye karşı çıkmıştı. Büyük eniştesine göre baldızı iyi bir eğitim almış olabilirdi ancak aşırı derecede çekingen bir kızdı. Japon gelenek göreneklerine çok bağlı biriydi. Bu nedenle gürültü patırtıdan uzak sakin taşra hayatı tam ona göreydi. Baldızının bir itirazı olmayacağını ummuş ama sonunda hayal kırıklığına uğramıştı. İçine kapanık, utangaç, başkalarının yanında ağzından tek söz çıkmayan Yukiko’nun, göründüğünden farklı bir yönü olduğunu, öyle her şeye kuzu kuzu boyun eğecek biri olmadığını eniştesi ilk defa o zaman anlamıştı. Madem Yukiko içten içe bu işin olmayacağına karar vermişti, hemen söylese olmaz mıydı! Ucu açık cevaplar verip durmuştu. Sonuna kadar büyük ablasına da, eniştesine de bir şey söylememişti. Nihayet Sachiko’ya çıtlatmıştı. Bu işe çok heveslenmiş görünen eniştesine bunu söylemek zor gelmişti herhalde.

Zaten ağzından cımbızla laf çıkardı, oldum olası huyu böyleydi. Bu yüzden eniştesi onun bu işe gönülsüz olduğunu anlamamıştı. Görücüye çıkıp da müstakbel damat evlenmeye daha da heveslenince, işler artık dönüşü olmayan bir noktaya kadar gelmiş bulunuyordu. Fakat Yukiko bir kere hayır, dedikten sonra eniştesinin ve büyük ablasının tüm ısrarlarına rağmen bir daha fikrini değiştirmedi. Rahmetli kayınpederinin huzur içinde yatmasını sağlayacak hayırlı bir kısmet bulduğuna inanan eniştesi büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Üstüne üstlük çalıştığı bankada, bu işe önayak olan üst düzey yöneticilerin yüzlerine bile bakamayacak hale gelmiş, çok zor durumda kalmıştı. Hem “derin” görünmüyor gibi sudan bir sebeple, insanın karşısına kolay kolay çıkmayacak böyle bir talibi reddetmek olur muydu! Tamamen Yukiko’nun mızmızlığıydı. Bilerek kendisini güç duruma düşürmek için yaptığı bile aklından geçmişti. Bu olaydan sonra Tatsuo, Yukiko’nun evlilik meselesiyle ilgili dersini almış oldu. Bir daha ne kendisi bir kısmet aradı ne de fikrini söyledi. Başkaları kendisine gelirse oturup dinlemekle yetindi. Kendisini bu işlerden mümkün olduğunca uzak tuttu. Üçüncü bölüm Yukiko’nun bu yaşa kadar evlenememesinin bir nedeni de Itani Hanım’ın bahsettiği “gazete meselesi” idi. Bundan beş-altı yıl kadar önce, o zamanlar henüz yirmi yaşlarında olan en küçük kız kardeşi Taeko, Senba’nın köklü ailelerinden, mücevher mağazaları olan Okubata’ların oğluna âşık olmuş evden kaçmıştı. Geleneklere göre Taeko’nun ablasından önce evlenmesinin mümkün olamayacağını bilen iki genç aralarında anlaşmış ve bu yolu seçmişlerdi.

İki gencin birbirine olan duyguları gerçekti. Diğer yandan her iki ailenin de böyle bir şeyi kabul etmesi düşünülemezdi bile. Olayın hemen ardından gençleri bulup geri getirmişlerdi. Tam her şey sessiz sedasız hallolmuşken talihsiz bir şekilde bu haber Osaka’nın yerel gazetelerinden birinde çıkıverdi. Üstelik gazetede Taeko’nun ismi yerine yanlışlıkla Yukiko’nun ismi çıkmıştı, yaş olarak da Yukiko’nun yaşı yazıyordu. Bunun üzerine Makioka ailesi ne yapacağını bilememişti. Gazeteden tekzip talep etmeyi düşünmüşlerdi. Ancak böyle yaparlarsa muhtemelen Taeko’nun adı da meydana çıkacaktı. O zaman olay aynı kapıya çıkacaktı. Tatsuo evin reisi olarak iyice düşünüp taşındı. Sonunda bu işleri başlarına açmış birine ne olacak diye endişelenirken, masum birinin adının lekelenmesine izin veremeyeceğine karar verdi ve gazeteden tashih talep etti. Ne yazık ki korktukları başlarına geldi. Gazetede çıkan tashih yazısında Taeko’nun adı da yer aldı. Tatsuo içten içe böyle bir şeye kalkışmadan önce Yukiko’ya sormasının doğru olacağını biliyordu. Diğer yandan sorsa bile Yukiko’nun özellikle de kendisine karşı ketum tabiatından dolayı doğru dürüst bir cevap alamayacağının farkındaydı.

Ayrıca bu işi baldızlarına sorsa menfaatleri çatışan Yukiko ve Taeko’nun birbirine düşme ihtimali de vardı. Böyle düşünerek sadece eşi Tsuruko’yla konuşup sorumluluğu üzerine almış ve tashih istemeye karar vermişti. Kim bilir Taeko’yu feda ederek Yukiko’nun adını temize çıkarmaya çalışmasının başka bir nedeni vardı. Belki kalbinin derinlerinde bir yerde, Yukiko’nun onun hakkında artık iyi şeyler düşünmesini istiyordu. Sonradan bu ailenin adını almış, dışarıdan biri olarak ailenin başına geçmiş olan Tatsuo, baldızları içinde bir tek Yukiko’nun, o uysal görünüşünün altında aklından ne geçirdiğini bir türlü tahmin edemiyordu. Böyle bir vesileyle onun sempatisini kazanmak istemiş olabilirdi. Ancak beklentilerinin aksine o olaydan sonra Yukiko da, Taeko da kendisinden iyiden iyiye soğumuşlardı. Yukiko’ya kalacak olursa, gazetede böyle bir haber çıkması kendi talihsizliğinden kaynaklanıyordu, yapacak bir şey yoktu. Hem tashihler gazetenin insanların dikkatini çekmeyecek bir köşesinde küçücük çıkardı, bir anlamı olmazdı. Tashih ya da başka bir sebepten tekrar gazetelere çıkmak hiç hoş değildi. O yüzden olayı görmezden gelmek en doğrusu olacaktı. Eniştesinin onun adını temize çıkarmaya çalışmasına şükran duyuyordu. Fakat kız kardeşine ne olacaktı? Elbette onun yaptığının yanlış olduğunu biliyordu. Diğer yandan kardeşinin de, delikanlının da yaşları, doğruyu yanlıştan ayıramayacak kadar küçüktü. Böyle bakıldığında asıl suçlanması gereken onlara göz kulak olmayı beceremeyen aileleriydi.

Hem kendisi hem eniştesi tüm bu olanlardan sorumluydu. Ayrıca kendisini tanıyanların masumiyetine inanacaklarına güveniyordu. O kadarcık bir haberden kendisine bir zarar geleceğini düşünmüyordu. Şimdi böyle bir şey yüzünden kardeşinin başına bir şey gelirse ne yaparlardı. Eniştesi tamamen mantıkla hareket etmiş, işin insani tarafını hiç aklına getirmemişti. Halbuki bu olaydan en çok etkilenen Yukiko’ydu. Eniştesinin kendisine bir şey sormadan böyle bir şey yapmış olması büyük düşüncesizlikti. Tam bir despotluktu. Taeko’ya gelince, eniştesinin Yuki Ablasının adını temize çıkarmaya çalışmasını çok iyi anlıyordu. Fakat kendi adını karıştırmadan bu işi halletmenin bir yolu yok muydu? Böyle küçük bir yerel gazeteye biraz para yedirmekle halledilebilecek bir şeydi bu. Yine eli cebine gitmemişti anlaşılan! Taeko en başından beri böyle söylüyordu. Tatsuo bu gazete olayından sonra insan içine çıkacak yüzü kalmadığını söylemiş, öyle ki çalıştığı bankaya istifasını bile vermişti. İstifası kabul edilmemiş, konu onun açısından bu şekilde kapanmıştı. Ama Yukiko’nun uğradığı zararın telafisi mümkün olmamıştı. Çıkan tashihi görüp isminin haksız yere gazeteye çıkmış olduğunu anlayanlar olmuştu olmasına; öte yandan her ne kadar kendisi masum olsa da, böyle bir kız kardeşi olduğunu herkes öğrenmişti.

Yukiko’nun kendine tüm güvenine rağmen kardeşinin yaptığı şey, bir kısmet bulmasını geciktirmişti. Yukiko’nun içinden ne geçiyordu bilinmez, dış görünüşte, “Bu kadarcık bir şeyden zarar gelmez,” diyordu. Taeko’ya karşı duyguları değişmemiş, aksine kardeşini eniştesine karşı korur olmuştu. Eskiden beri iki kız kardeşten biri Osaka’da Uehonmachi dokuz numaradaki aile evinde, diğeri ikinci ablaları Sachiko’nun Kobe yakınlarındaki Ashiya’daki evinde olurdu. Biri gelirken diğeri dönerdi. Bu olaydan sonra iki kardeş Ashiya’daki eve birlikte gitmeye başlamışlardı. Bazen iki haftadan fazla kaldıkları oluyordu.’

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir