Kemalettin Calik – Corak Yer

Bir sabah Nasrettin Hoca, sinirli bir şekilde dışarı çıkmış. Kapı komşusu onun bu telaşlı hâlini görmüş. Dayanamayıp pencereyi tıklatmış. Nasrettin Hoca, pencere tıkırtısına dönüp bakmış. Meraklı komşusu İsmail Bey, pencereyi tıklatıyormuş. İsmail Bey: – Hayırdır Hoca’m! Bu gün sanki sen de bir hâl var, demiş. Nasrettin Hoca: – Bir yaramazlık yok komşu, ne olacak, demiş. Sonra Hoca, kendi yoluna gitmek istemiş. İsmail Bey, rahat durur mu? İşin peşini bırakmamış! – Öyle deme Hoca’m! İyi görünmüyorsun! Bir derdin olmalı, demiş. Nasrettin Hoca, komşusuna bir bakmış, iki düşünmüş. İsmail Bey’in, işin eğlencesinde olduğunu anlamış. – Komşu, komşu! Üstüne vazife mi senin sinirimi, asabımı öğrenmek? Ev hâli işte! Biraz hanımla atıştık, demiş. Bunları söyledikten sonra, Hoca, yoluna gitmek istemiş. İsmail Bey, işi daha da büyütmüş. – Olur mu canım? Hem, dün akşam evinizden epeyce gürültü geldi! Ne olduğunu saklayıp da kurtulacak mısın, demiş.


Hoca, bakmış ki bu adamdan kurtuluş yok! “Öyle mi?” diye söylenmiş kendi kendine. Sonra kendine çeki düzen vermiş. İsmail Bey, sabırla, Hoca’nın ne söyleyeceğini bekliyormuş. Nasrettin Hoca: – Hiç sorma komşu! Aslında o kadar da merak edilecek bir şey değil! Ama sen o kadar ısrar ettin, o zaman söyleyeyim! Bizim hanım çok sinirlendi, kendini alamayıp cübbemi yere savurdu! Cübbem de merdivenlerden aşağı uçtu, demiş. İsmail Bey, kendini tutamamış, gülmeye başlamış: – Hoca Efendi, hiç öyle şey olur mu? Cübbe böyle gürültü çıkarır mı, demiş. Nasrettin Hoca: – Komşu, komşu! Çok uzattın ama! Bunda anlaşılmayacak ne var? Cübbenin içinde ben de vardım, diye seslenmiş. ÇORAK YER Bir gün Nasrettin Hoca, kırda dolaşıyormuş. Ilık bir hava varmış. Sonra iki kişiye rastlamış. Bu adamlardan biri ihtiyar, diğeri ise orta yaştaymış. Adamlar, dağın yamacını bağ yapıyorlarmış. Nasrettin Hoca: – Bu çorak yerde bağ olur mu, diye düşünmüş. Ama işin içinden çıkamamış. – Merhaba ağalar, diye selam vermiş. Adamlar da: – Merhaba Hoca Efendi, diye selamına karşılık vermişler.

Nasrettin Hoca dayanamamış ve sormuş: – Ağalar, diktiğiniz çubuklar burada tutar mı? Yaşlı adam, durmuş, yanındakine de işaret etmiş. Orta yaşlardaki adam da işini bırakıp Hoca’ya bakmış. Sonra da bıyık altından gülmüş. – Çubuklar da söz mü, Hoca Efendi! Buraya adam diksen biter! Çok bereketli bir topraktır, demiş. Nasrettin Hoca, duyduklarına inanamamış: – Demek öyle! O zaman beni de dikin şuraya. Bakalım nasıl yemiş vereceğim, demiş. Adamlar, Hoca’nın söylediklerini ciddiye almışlar. Hoca, razı olunca bu işe, tutup onu yarı beline kadar toprağa gömüvermişler. Sonra bir ağacın altına geçip oturmuşlar. Daha sonra sofra kurmuşlar. Sofrada bir parça ekmek, biraz da peynir varmış. Soğan kırmaya başladıklarında Hoca, dayanamamış. Bir ağaç gibi dikilip durmaktan sıkılmış. Yarı beline kadar gömülü olduğu topraktan çıkmış, adamların yanına varmış. Adamlar, Nasrettin Hoca’yı karşılarında görünce şaşırmışlar: – Hoca Efendi, nedir derdin? Neden yerinde duramadın, demişler.

Nasrettin Hoca: – Vallahi efendiler, ben yerimi beğenmedim. Yerini beğenmeyen ağaç da tutar mı? Tutmaz! Ben de tutmadım işte, demiş. BİRAZ ACELEYE GELDİ Nasrettin Hoca, bir akşam evine dönerken dalgın ve düşünceliymiş. Oturduğu evin sokağına girince gördüklerine inanamamış. Çünkü komşularından birinin evinde o güne kadar görülmemiş bir hareketlilik varmış. İnsanlar gruplar hâlinde bu eve girip çıkıyormuş. Hoca, “Neyin nesidir?” diye merak etmiş. “Hayırdır, inşallah!” demeyi de unutmamış. Dayanamamış, evden çıkanlardan birine sormuş: – Hayırdır ağalar! Ne oluyor burada? Biriniz girip biriniz çıkarsınız, demiş. Adam da: – Hoca Efendi, bilmiyor musun? Düğün pilavı var, diye karşılık vermiş. Nasrettin Hoca, “Tamam!” anlamında başını sallamış. Sonra kuşağından çıkardığı bir kâğıdı katlayarak kapının altından itelemiş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir