Kemalettin Calik – Gizli Hazine

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, Keloğlan adında, bir genç yaşarmış. Bir gün Keloğlan, odun toplayıp evine dönerken iki karartı görmüş. Gölgelerden biri ayakta dikiliyor, diğeri ise yerde oturuyormuş. Keloğlan, ağacın arkasına gizlenmiş, onlara bakmış. Ayakta dikilip duran gölge, yaşlı bir adama aitmiş. Arkadaşına dünyanın gizli hazinesinden söz ediyormuş. Sonra, Hint ülkesinin kötü kalpli padişahını, hiç kimsenin bilmediği gizli hazineyi anlatıyormuş. Cüce insanların yaşadığı ülkeden bahsediyormuş. Gizli hazineden bahsederken Keloğlan, iyice meraklanmış. Sonra sesini çıkarmadan evin yolunu tutmuş. Tutmuş ama aklı fikri, gizli hazinedeymiş. Keloğlan, yolda giderken heyecandan yanına yöresine bakmıyormuş. Anlatılanları görüp merakını gidermeye karar vermiş. “Hem benim neyim eksik? Gizli hazineyi bulurum, annemle birlikte mutlu bir hayat yaşarız, ne güzel!” diye mırıldanmış.


Keloğlan’ı gören anası, bir şeyler olduğunu anlamış. Çünkü oğlunun gözleri parlıyor, yerinde duramıyormuş. Kalkıp odada dolaşıyor, pencerenin karşısına geçip dışarıya bakıyor, sonra gelip yerine oturuyormuş. Meraklı gözlerle ona bakan anasına, ne söyleyeceğini bile bilmiyormuş. Anası: – Neyin var Keloğlan? Yerinde duramıyorsun, bir şey mi oldu, diye sormuş. – Nasıl desem ana? Bilmem ki! – Söyle bakalım ay oğul! Anan sana darılacak değil ya! Ormanda duyduklarını, büyük bir heyecanla anasına anlatan Keloğlan: – Hakkını helal et ana, ben gidiyorum, demiş. Anası: – Hayırdır oğul, böyle nereye gidiyorsun, diye sormuş. Keloğlan: – Dünyanın en değerli hazinesini bulmaya gidiyorum. Bulup sana getireceğim! Çektiğin bu kadar eziyet yeter, demiş. Anası gülmüş: – Ay benim kel oğlum! Daha ekmek almasını bilmezsin, dünyanın en değerli hazinesini nasıl bulacaksın, demiş. Keloğlan: – Bana inanmıyor musun ana, demiş. Anası, bakmış olacak gibi değil, oğlunun yakasını bırakmış. “Bir kötülük, bin nasihatten iyidir! Göreceği varsa görür, akıllanır belki bizim çocuk!” diye düşünmüş. – Yolun açık olsun oğlum, demiş. Keloğlan: – Sen hiç merak etme ana! Bana bir şey olmaz, demiş.

Keloğlan, yanına bir parça ekmek, bir parça da peynir almış, yola düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Köyü arkasında bırakmış. Evler artık görünmez olmuş. Çevrede ise ne bir kuş ne de bir canlı varmış. Bu yüzden çok rahat hareket ediyormuş. Bir pınarın başında durup su içmiş. Yanına aldığı ekmekten bir parça koparmış, peyniri katık edip afiyetle yemiş. Keloğlan, bir ormanın kenarına gelmiş. Biraz dinlenmek için bir ağacın altına oturmuş. “Tak, taka tak, taka tak!” diye bir ses duymuş. – Bu ne, demiş, etrafına bakmış. Ağacın gövdesine kulak vermiş, dinlemiş. Ses sanki yerin altından geliyormuş. Keloğlan: – Kim var orada, diye bağırmış.

Ağaçkakan, yuvasından başını uzatmış: – Ne var, demiş. Keloğlan: – Sen bir kuşsun ama konuşuyorsun, demiş. Ağaçkakan: – Ne var yani, benim konuşmam yasak mı, demiş. Keloğlan, şaşırmış, buna bir anlam verememiş. Ağaçkakan: – Senin ne işin var burada, diye sormuş. Keloğlan: – Benim adım Keloğlan! Dünyanın en değerli hazinesini bulmak için yola çıktım, demiş. Ağaçkakan durur mu? Meraklanmış. – Ne hazinesi ne dünyası, diye sormuş. Keloğlan: – Ormandaki adam hazine ile ilgili o kadar çok şey anlattı ki merak ediyorum, demiş. Keloğlan, ağaçkakanla konuşurken yanlarından bir sincap geçmiş. Ağaçkakana, şelalenin olduğu yerde buluşacaklarını söylemiş. Ağaçkakanın gözleri parıldamış. Bir iki kanat çırpmış, neşelenmiş. Sonra da mırıldanmış: – Demek sonunda o an geldi, demiş. Keloğlan, bundan hiçbir şey anlamamış.

– Ne anı geldi, neden söz ediyorsunuz siz, diye sormuş. Ağaçkakan:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir