Kenneth Grahame – Zoraki Ejderha

Bu koyu renkli dünyaya ilk kez beyaz bir mucize gibi düştüğünden beri, kardaki ayak izleri her zaman insanların duygularını harekete geçirmişti. Teyzemizin birimize hediye ettiği bir şiir kitabında, Wordsworth’ün, bu duyguların hepsinin açığa çıktığı bir şiiri vardı -tabii biz şiiri de duyguları da pek fazla düşünmemiştik. Kumdaki izlerse, bambaşka bir konuydu ve biz Crusoe’nun düşünce biçimini Wordsworth’ünkinden çok daha kolay kavramıştık. Heyecan ve gizem, merak ve şüphe, kardaki veya kumdaki izler, bizde sadece bu duyguları harekete geçirebiliyordu. I s O kış sabahı, erkenden uyanmıştık. Önce odayı fazlaca aydınlatan ışığa şaşırdık. Daha sonra, gerçeği, kartopu oynamanın sadece uzak bir hayal değil de dışarıda bizi bekleyen bir gerçek olduğunu anlayınca, kapının eşiğinde bizi bekleyen kan ziyan etmemek için, yalnızca gerekli giysiler konusunda üstünkörü bir kavga ettik. Botların bağcıkları gözümüze gereksiz bir icat gibi görünüyordu ve paltonun düğmelerini iliklemek, aşırı derecede can sıkıcı bir işlemdi. Yemek vakti geldiğinde ense köklerimizden tutulup zorla içeri sürüklenmiştik. Kısa süren ateşkes çabucak bitmişti; ama biraz sonra mücadeleden ve birbirimizin kıyafetlerinin içine tüylerimizi ürperterek düşen cephanelerden yorgun düşen Charlotte ve ben, çimlerini ayaklarımızla darmadağın ettiğimiz savaş alanını terk edip önümüzde uzanan beyaz dünyanın boş ve el değmemiş bölgelerini aramaya koyulduk. Bu, altındaki bildik dünyayı birdenbire kapatan, esrarengiz, yumuşak örtü her tarafımızı sarmıştı. Küçük, hafif ayak izleri bi- ze sıradan bir kuşun yere konduğunu gösteriyordu, ama diğer taraftaki garip izlerin hiçbir şekle benzememesi, kafamızı karıştırmıştı. Bu izlere önce çalılıklarda rastladık; hafifçe eğilip ellerimizi dizlerimize koyarak onları uzun uzun inceledik. Kendimizi deneyimli iz sürücüler olarak gördüğümüzden, tanımlayamadığımız bir hayvan tarafından yenilgiye uğratılmak bizim için oldukça can sıkıcıydı. “Bilmiyor musun?” dedi Charlotte, küçümseyerek.


«Senin dünyadaki bütün hayvanları bildiğini sanıyordum.” Bu söz beni kızdırdı ve aceleyle kuzey kutbuyla tropik bölgeleri de kapsayan bir alanda yaşayan çok sayıda hayvan adını, kendime fazla güvenmesem de ezberden saymaya başladım. “Hayır,” dedi Charlotte, düşünerek; “bunların hiçbiri tam olmuyor. Kertenkele gibi bir şeye benziyor. lguana demiş miydin? O olabilir, belki. Ama bu lngilizce değil ve biz gerçek bir lngiliz canavarı istiyoruz. Bence bu bir ejderha!” “Yansı kadar bile büyük değil,” diye itiraz ettim. “Şey, bütün ejderhalar başlangıçta küçük olmak zorundadırlar,” dedi Charlotte: “Diğer her şey gibi. Belki de bu kaybolmuş küçük bir ejderhadır. Küçük bir ejderhamız olsa ne güzel olurdu. Tırmalayıp tükürebilir ama gerçekte hiçbir şey yapamaz. Hadi izleri takip edip onu yakalayalım!” Böylece, el ele tutuşup, içimizde büyük beklentilerle -kardaki birkaç kirli izi takip ederek korkunç bir canavarın yarı büyümüş bir örneğini yakalayacağımız yolunda ukalaca bir güvenle- karla kaplı geniş dünyaya doğru yola koyulduk. Canavarın izlerini küçük otlağa ve oradan da diğer tarlanın çitlerine kadar takip ettik. Oradan sonraysa hayvan yolda her evcilleşmiş, uygar, vergisini ödeyen vatandaş gibi yürümeye başlamıştı! lzler burada karışıyor ve sıradan ayak izlerinin arasında kayboluyordu, ama hayal gücü ve sabitleşmiş bir fikirle neler yapılmaz ki! Bir ejderhanın, doğası gereği gideceği yolu biliyorduk. lzler de ara ara yeniden beliriyordu -en azından Charlotte belir- diklerini söylüyordu, bu onun ejderhası olacağından yuvayı bulma işini de ona bırakmıştım ve bunun nasılsa bir keşif yürüyüşü olduğunu ve sonunda da bir şekilde karşımıza bir şey çıkacağını düşündüğümden sakin ve hızlı adımlarla yanında yürüyordum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir