Lesley Pearse – Bir Nefes Uzakta

“Sen bir fahişe olmalısın. Genelevde yaşıyorsun!” On beş yaşındaki Belle kızıl saçlı, çilli çocuktan bir adım geri çekilip şaşkınlıkla ona baktı. Çocuk düşen tokasını ona vermek için sokakta peşinden koşmuştu. Yere düşen her şeyi insanların ceplerine indireceği Seven Dials’m kalabalık sokaklarında bu oldukça sıra dışı bir hareketti. Ama sonra, Ram’s Head’in sahibi Garth Franklin’in şehre yeni gelen yeğeni Jimmy Reilly olarak kendini tanıtmıştı. Bir süre sohbet etmişlerdi ve Jimmy ona arkadaş olup olamayacaklarını sormuştu. Belle çok heyecanlanmıştı; çocuğun görünüşü hoşuna gitmişti ve onunla yaşıt olduğunu tahmin ediyordu. Ama sonra, çocuk Belle’e fahişe olmaya aldırış edip etmediğini sorarak her şeyi bozmuştu. “Bir sarayda yaşasaydım, bu kraliçe olduğum anlamına gelmezdi,” diye öfkeyle karşılık verdi Belle. “Annie’nin evinde yaşadığım doğru, ama fahişe değilim. Annie benim annem!” Jimmy dikkatle Belle’e baktı, sarımsı kahverengi gözleri pişmanlıkla doluydu. ‘Yanlış anladıysam, özür dilerim. Amcam Annie’nin evinin bir genelev olduğunu söyledi, o yüzden oradan çıktığını görünce…” Utançla cümlesini yarıda bıraktı. “Amacım seni incitmek değildi.” Belle’in aklı daha çok karıştı.


Daha önce duygularını incitip incitmediğini önemseyen biriyle karşılaştığını sanmıyordu. Annesinin ya da evdeki diğer kızların umursamadığı kesindi. “Sorun değil,” diye karşılık verdi tereddütle. “Bilmiyordun ve bilmeni gerektirecek kadar uzun bir süredir burada yaşamıyorsun. Amcan sana iyi davranıyor mu?” Jimmy omuzlarını silkti. “O bir zorba,” dedi Belle. Jimmy’nin amcasının yumruklarıyla çoktan tanışmış olduğunu düşünüyordu. Ne de olsa Garth Franklin’in sinirli olduğu herkesçe bilinen bir gerçekti. “Onunla yaşamak zorunda mısın?” “Annem başına bir şey gelirse, onun yanma gitmemi söylerdi. Geçen ay öldü. Amcam cenaze masraflarını karşıladı ve gelip onun yanında çalışmayı öğrenebileceğimi söyledi.” Belle, Jimmy’nin keyifsiz ses tonundan amcasıyla zorunluluktan kaldığını anladı. “Anneniz için üzüldüm,” dedi. “Kaç yaşındasın?” “Neredeyse on yedi. Amcam kaslarımı geliştirmek için biraz boks yapmam gerektiğini söyledi,” diye karşılık verdi Jimmy arsızca sırıtarak.

“Annem hep bir erkeğin kastan ziyade akla sahip olmasının daha iyi olduğunu söylerdi ama belki ikisine de sahip olabilirim.” “Bütün kızların fahişe olduğunu düşünme yeter, yoksa kaslarım geliştirecek kadar uzun bir hayatın olmaz,” dedi Belle şakayla. Ona ısınıyordu; hoş bir gülümsemesi ve civardaki diğer çocuklardan farklı olan bir yumuşaklığı vardı. Seven Dials, Oxford Caddesi’ndeki şık dükkânlardan Shaftesbury Caddesi’ndeki tiyatrolar ya da Trafalgar Mey-daninın ihtişamından pek uzakta sayılmazdı ama nezaket açısından kilometrelerce uzaktaydı. Karmakarışık evleri ve kenar mahalleleri son yirmi yıl içinde yıkılmış olabilirdi ama Covent Garden meyve ve sebze pazarı hâlâ kalbindeyken ve çevresinde birçok dar yol, avlu ve sokak varken, yeni binalar da çok geçmeden eski binalar kadar yıkık dökük bir hal almıştı. Toplumun alt kesiminden -hırsızlar, fahişeler, dilenciler, serseriler ve kabadayılar- oluşan sakinleri en pis işlerde – çöpçülük, leşçillik ve inşaat işçiliği— çalışıyorlardı. Gri ve soğuk bir ocak günü, üzerlerindeki paçavra sayılabilecek giysileriyle soğuğa karşı bir arada duran insanlar iç karartıcı bir manzara oluşturuyorlardı. “Bir dahaki sefere, güzel bir kızın saç kurdelesini kurtardığımda, ona ne söyleyeceğime dikkat edeceğim,” dedi Jimmy. “Saçların çok hoş, daha önce bu kadar parlak kara bukleler görmemiştim, gözlerin de güzel.” Belle uzun, bukleli saçlarının en dikkat çekici özelliği olduğunu bildiği için gülümsedi. Birçok insan geceleri saçlarını bukle yaptığını ve parlaması için yağ sürdüğünü sanıyordu, ama saçlarının doğal hali böyleydi, tek yaptığı fırçalamaktı. Mavi gözlerini Annie’den almıştı, ama Belle saçlarını babasına borçlu olduğunu tahmin ediyordu, çünkü annesinin saçları açık kahverengiydi. “Teşekkür ederim, Jimmy,” dedi. “Kızlara bu şekilde iltifat edersen, buralarda çok başarılı olursun.” “Eskiden yaşadığım Islington’da kızlar benim gibi biriyle konuşmazdı.

” Belle Seven Dials’m dışına pek çıkmamıştı ama Islin-gton’ın saygın ve orta sınıfa dahil insanların yaşadığı bir yer olduğunu biliyordu. Jimmy’nin son sözünden ve amcasının cenaze masraflarını karşıladığını söylemesinden, annesinin orada çalıştığını düşündü. “Annen aşçı ya da kâhya mıydı?” “Hayır, o bir kadın terzisiydi ve hastalanana kadar çok iyi kazandı,” dedi Jimmy. “Peki ya baban?” Jimmy omuzlarını silkti. “Doğduğumda çekip gitmiş. Annem onun bir ressam olduğunu söyledi. Garth Amcam ise işe yaramaz olduğunu söyler. Her neyse, onu tanımıyorum ve tanımak istemiyorum. Annem hep iyi bir terzi olduğu için şanslı olduğunu söylerdi.” “Yoksa, gelip Annie’nin evinde çalışması gerekebilirdi, değil mi?” dedi Belle hınzırca. Jimmy güldü. “Zekisin, bunu sevdim. Ne diyorsun, arkadaş olabilir miyiz?” Belle bir süre ona baktı. Ondan birkaç santim daha uzundu, hoş yüz hatları ve güzel bir konuşma tarzı vardı. Bir beyefendi gibi gösterişli değildi ama Seven Dials’ta yaşayan birçok gencin benimsediği Londra argosunun hakim olduğu bir konuşma tarzı da yoktu.

Belle, annesine yakın olduğunu ve aşırı içki, şiddet ve bu tür yerlerdeki kötülüklerden korunmuş olduğunu tahmin etti. Ondan hoşlanmış-tı ve onun gibi Belle’in de bir arkadaşa ihtiyacı vardı. “Bu hoşuma gider,” dedi Belle ve Annie’nin evindeki Millie’nin arkadaşlık teklif ettiğinde yaptığı gibi serçe parmağını uzattı. “Sen de bana serçe parmağını uzatmalısın,” dedi gülümseyerek ve Jimmy serçe parmağını onunkine dolayınca, elini sıktı. “Arkadaş olalım, arkadaş olalım, aramız asla bozulmasın,” dedi Belle. Jimmy duygusal bir gülümsemeyle ona bakınca, söylediklerinden hoşlandığını anladı. “Haydi bir yere gidelim,” diye teklif etti Jimmy. “St. James Park’ını sever misin?” “Oraya hiç gitmedim,” diye yanıtladı Belle. “Ama zaten geri dönem gerekiyor.” Saat sabahın dokuzunu biraz geçiyordu ve Belle her zamanki gibi, evdekiler hâlâ uyurken biraz hava almak için dışarı çıkmıştı. Jimmy onun eve dönmek için acelesi olmadığını sezmiş gibi, bir geziye çıkabileceklerini düşünerek elini Belle’in koluna koydu ve yürümeye başladı. “Hâlâ çok erken, kimse yokluğumuzu fark etmez,” dedi. “Parktaki gölde ördekler var, biraz hava almak güzel olur. Çok uzak da değil.

” Belle içinde küçük bir heyecan hissetti. Evde onu bekleyen tek şey hayvanlara vermesi gereken lapa kovaları ve ateşe atılacak kömürlerdi. Jimmy’yle gitmesi için daha fazla ikna edilmesi gerekmedi ama başlığı kürkle çevrili kraliyet mavisi pelerinini giymiş olmayı isterdi. Eski gri peleriniyle, kendini hırpani hissediyordu. Charin Cross Yolu’nun arka sokaklarında hızla ilerleyip Trafalgar Meydanina dönerken, Jimmy Belle’e annesinden bahsetti ve elbiseler diktiği bazı zengin kadınlarla ilgili küçük hikâyeleriyle onu güldürdü. “Annemi en çok deli eden kişi Bayan Colefax’tı. İri yarıydı, kalçaları su aygırınırıki gibiydi, ama annemin fazla kumaş kullandığı için ondan fazla para aldığını ve kalan kumaşla kendine bir şeyler diktiğine kafayı takmıştı. Bir gün annem daha fazla dayanamadı ve ‘Bayan Colefax, beş buçuk metrelik bürümcükten size bir elbise dikebilmek için bütün marifetimi kullanıyorum. Geriye kalan kumaştan çekirgeye bile ceket çıkmaz,’ dedi.” Şişman kadının korsesiyle durmuş giysi provası yaptırdığını hayal eden Belle kıkırdadı. “Kadın buna karşılık ne dedi peki?” “‘Hiç bu kadar küçük düşürülmemiştim.’” Jimmy tiz ve nefes nefese bir ses tonuyla konuşarak Bayan Colefax’ı taklit ediyordu. ‘“Kim olduğumu unutmazsan, iyi edersin.’” Trafalgar Meydanı’ndaki çeşmelere bakmak için duraksadıktan sonra, karşıya geçip the Mall’a doğru ilerlediler. Jimmy Amirallik Kemeri’nden geçip the Mall’un sonunda tüm ihtişamıyla duran Buckingham Sarayı’nı gördüklerinde “Saray çok görkemli değil mi?” dedi.

“Ram’s Head’den uzaklaşıp güzel yerleri görmeye bayılıyorum. Bana kendimi amcamın getir götür işlerine koşan çocuğu olmaktan daha değerli olduğumu düşündürüyor.” O ana dek, Belle güzel yerlerin insanlara ilham verebileceğini hiç düşünmemişti, ama St. James Park’ına girip karın çıplak dalları, çalıları ve çimenleri ışıltılı bir tabloya dönüştürdüğünü gördüklerinde, Jimmy’nin ne demek istediğini anladı. Kalın bulutların arasından zayıf bir gün ışığı görülüyordu ve kuğular, kazlar ve ördekler gölün üzerinde zahmetsizce süzülüyorlardı. Burası Seven Dials’tan çok farklı bir dünyaydı. “Şapkacı olmak istiyorum,” dedi Belle. “Bütün boş vaktimi şapka çizerek geçiriyorum. Strand’de küçük bir dükkânımın olduğunu hayal ediyorum ama daha önce bundan kimseye söz etmedim.” Jimmy ellerini tutup onu kendisine doğru çekti. Nefesi soğuk havada duman gibiydi ve Belle’in üşüyen yüzünü ısıtıyordu. “Annem bir şeyi gerçekten istediğinde, ona sahip olabileceğini söylerdi,” dedi. “Tek yapman gereken, başarana kadar çalışmak.” Belle, Jimmy’nin gülümseyen, çilli yüzüne baktı ve onu öpmeyi isteyip istemediğini düşündü. Bu tür şeylerde tecrübesizdi; kadınların arasında büyüdüğü için erkekler onun için gizemliydi.

Ama içinde eriyormuş gibi tuhaf bir his vardı ve soğuktan donduğu düşünüldüğünde bu çok saçmaydı. Bu garip his onu gerdiği için hemen “Haydi parkta dolaşalım, sonra eve dönmeliyim. Yoksa Mog nerede olduğumu merak eder,” dedi. Hızla gölün üzerindeki köprüde yürümeye başladılar. “Mog kim?” diye sordu Jimmy. “Sanırım ona hizmetçi ya da kâhya diyebilirim, ama benim için bundan çok daha fazlası,” diye yanıtladı Belle. “O benim için hem anne, hem teyze hem de abla gibi. Her zaman benimle ilgilenmiştir.” Parkta hızla yürürken, Jimmy yazın buranın ne kadar güzel olacağından, okuduğu kitaplardan ve Islington’da gittiği okuldan bahsetti. Belle’e evi hakkında hiçbir şey sormadı. Belle, Jimmy’nin yanlış bir şey söylemekten çekindiği için sormaya korktuğunu düşünüyordu. Çok geçmeden bütün pisliğiyle Seven Dials’a geri döıı-düler ve Jimmy eve dönünce ilk iş olarak bir fincan çay hazırlayıp amcasını uyandıracağını ve sonra kileri sileceğini söyledi. Sonra da Belle’in reddetmesini bekliyormuş gibi gergin bir şekilde “Tekrar görüşebilir miyiz?” diye sordu. “Genellikle sabahları dışarı çıkabiliyorum,” dedi Belle. “Ve öğleden sonra, dört gibi.

” “O halde, seni o zaman bulurum,” dedi gülümseyerek Jimmy. “Bugün güzeldi. İyi ki kurdelen düşmüş.” İKİNCİ BÖLÜM Belle, Jimmy’nin Monmouth Caddesi’nde yürümesini izlerken kendini biraz boş hissetti. Son bir saat boyunca özgür ve mutluydu ama evden içeri girer girmez lazımlıkları boşaltmak, temizlik yapmak ve ateş yakmak da dahil olmak üzere bir dizi işe geri döneceğini biliyordu. Jimmy’yle onun tahmin ettiğinden daha çok ortak yönleri vardı. Onun mücadele etmesi gereken huysuz bir amcası vardı; Belle’in ise huysuz bir annesi vardı, ikisinin de etrafı insanlarla çevriliydi ama kendi yaşında konuşabileceği hiçbir arkadaşı olmayan Jimmy’nin de Belle kadar yalnız olduğu açıktı. Parktayken bir an kendini gösteren güneş kara bulutların arkasına gizlenmişti ve köşede kibritçinin yanından geçerken adam daha sonra kar yağacağını söylemişti. Belle içeri girmeye isteksiz olsa da, hava dışarıda daha fazla oya-lanamayacağı kadar soğuktu. Seven Dials’ın dışındaki dünya hakkında çok az şey biliyordu. Yaşadığı evde doğmuştu. Belle’e anlatılana göre annesi onu üst katta tek başına doğurmuş ve bebeğini eski bir battaniyeye sarıp çekmeceye koyduktan sonra hiçbir şey olmamış gibi diğer kızlarla tekrar salona inmişti. Belle çok küçük yaştayken görünmez olması gerektiğini öğrenmişti. Çekmecede uyuyamayacak kadar büyüdüğünde, yeri evin bodrumu olmuştu. Akşam beşten sonra üst kata çıkması ya da annesine yukarıda neler olduğu hakkında sorular sorması kesinlikle yasaktı.

Altı yaşından on yaşına kadar okuma yazmayı ve hesap yapmayı öğrendiği Soho Meydanindaki küçük okula gitmişti ama annesi ve öğretmeni arasındaki bir tür anlaşmazlıktan buradaki eğitimi aniden sona ermişti. Daha sonra nefret ettiği daha büyük okullara gitmiş ve on dört yaşında okuldan ayrılmasına izin verildiğinde rahatlamıştı. Ama o zamandan beri, günlerin uzun ve sıkıcı olduğunu keşfetmişti. Yine de, bir gün bu düşüncesini dile getirdiğinde, annesi ona çıkışıp onun yaşındaki birçok mecbur kalan kız gibi bulaşıkçılık ya da bir sokak köşesinde çiçek satıcılığı yapmaktan hoşlanıp hoşlanmayacağını sormuştu. Belle bu iki işi de yapmak istemezdi: Sokağın ilerisinde çiçek satan kız o kadar cılız ve hasta görünüyordu ki, güçlü bir rüzgârda uçup gidecek gibiydi. Annie, kendi deyimiyle, Belle’in “sokaklarda sürtmesini” de onaylamıyordu. Belle annesinin onun bir tür yaramazlığa karışacağını sandığı için mi, yoksa kızının onun hakkındaki dedikoduları duymasını istemediği için mi bunu onaylamadığından emin değildi. Annesinin nadir yaşanan nostaljik ve konuşkan anlarından birinde, Annie, Belle’e doğduğunda evi işleten “Kontes’in” gözdesi olduğunu söylemişti. Kadının sevgisi olmasaydı, Annie sokaklara düşer ve soluğu yoksullar yurdunda alırdı. Gençliğinde yüksek mevkilerde hayranlan olan ağırbaşlı bir güzel olduğu için kadına Kontes lakabının verildiğini anlatmıştı. Kontes’in hayranlarından birinin kraliyet ailesinden olduğu ve ona Jake’s Court’ta bir ev ayarladığı söylenirdi. Belle henüz küçük bir çocukken, Kontes hastalanmış ve Annie bir seneyi aşkın bir süre ona bakmıştı. Kadın Ölmeden önce, vasiyetinde sahip olduğu her şeyi Annie’ye bırakmıştı. O zamandan beri evi Annie işletiyordu. Kadınları işe alıyor, kovuyor ve ev sahibi görevini yürütüp parayla ilgileniyordu.

Seven Dials’ta zor bir kadın olsa da, evini iyi yönettiği söylenirdi. Belle çocukluğu boyunca “genelev” sözcüğünü duymuştu ama anlamını bilmiyordu, sadece okulda bahsetmemesi gereken bir şey olduğunu biliyordu. Annie’nin evi aynı zamanda “fahişe evi” olarak da biliyordu: Yıllar önce Belle annesine bunun ne demek olduğunu sormuş ve beyefendilerin eğlendirildiği yer cevabını almıştı. Annie’nin cevap veriş tarzı Belle’e daha fazla soru sormaması gerektiğini gösterir gibiydi. Seven Dials’ta bayağı bir şekilde giyinen, biraz havai ve arsız davranan, içki içmekten ve dans etmekten hoşlanan her kadın ya da kızın fahişe olduğu söylenirdi. Elbette, aşağılayıcı bir sözdü, ama çok sık kullanıldığı için, insanların birine “haspa” ya da “cadı” dediğinde olduğu gibi, nere-dcyse sevgi ifade eden bir laf haline gelmişti. Belle birkaç ay öncesine kadar, annesinin beyefendilerin eğlenceli, oynak kızlarla tanışabildiği içki içilen ve dans edilen partiler düzenlediğine inanıyordu. Ama son zamanlarda, müstehcen şarkılar, şakalar ve kulak misafiri olduğu sohbetler sayesinde Belle erkeklerin bir tür dürtüleri olduğunu ve bu dürtüyü tatmin etmek için Annie’nin evi gibi yerlere gittiklerini fark etmişti. Bunun tam olarak ne anlama geldiğini Belle henüz keş-fetmemişti. Ne Annie ne de Mog’u bu konuyu konuşmaya çekebilmişti ve kızlar Annie’nin gazabına uğramaktan öylesine çekiniyorlardı ki, Belle’le hiçbir sırrı paylaşmıyorlardı. Geceleri bodrumdaki yatağında yatarken, mutluluk dolu sesler Belle’e kadar ulaşıyordu; neşeyle çalman piyano, erkek kahkahaları, dans eden ayak sesleri ve hatta şarkı söyleyen insanların gürültüsü kulağa çok eğlenceli geliyordu. Belle bazen çaktırmadan yukarı çıkıp kapı aralığından bakabilecek kadar cesaretinin olmasını istiyordu. Ancak annesinin işi hakkmdaki gerçeği bilmeyi ne kadar istese de, içinden bir ses bunun karanlık bir yanı olduğunu söylüyordu. Arada sırada, ağlama sesleri, yalvarmalar ve hatta çığlıklar duyuyordu ve kızların her zaman mutlu olmadıklarının da farkındaydı. Çoğunun birçok kez kıpkırmızı gözlerle akşam yemeğine inip sessizlik içinde yemek yediklerini görmüştü.

Bazen içlerinden birinin gözü ya da kolları morarmış olurdu. En iyi günlerinde bile, kızlar solgun ve yorgunlardı. Belle’e de pek nazik davranmazlardı. Mog onun Annie’nin casusu olduğunu düşündükleri ve onu kıskandıkları için böyle davrandıklarını söylerdi. Belle onu neden kıskandıklarını anlayamıyordu —onlardan daha farklı bir hayatı yoktu- ama onu asla sohbetlerine dahil etmez ve odaya girdiğinde birbirleriyle konuşmayı keserlerdi. Sadece en büyükleri olan Millie farklıydı. Belle’e gülümser ve onunla sohbet etmekten hoşlanırdı. Ama Millie’nin aklı tam anlamıyla başında değildi; bir konudan diğerine atlar ve hiç kimseyle anlamlı bir sohbet edemezdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir