ADAM OLMAK İnsanlığa faydalı hâle gelmek. A ADAM OLMAK İnsanlığa faydalı hâle gelmek. Adamın biri, oğlunun davranışlarını hiç beğenmezdi. Sürekli ona: – Sen adam olmazsın, derdi. Bu söz, çocuğun aklından hiç çıkmadı. Çocuk büyüdü, okudu, vezir oldu. Uzak bir yerde oturan babasını yanına çağırttı. Vezirin adamları, ihtiyar babayı yaka paça tutup vezirin karşısına getirdiler. Bulunduğu makamdan dolayı gururlanan vezir, babasına “Hoş geldin!” bile demedi. Ne yerinden kalktı ne de babasının elini öptü. Babasına gülerek: – Ee, ne dersin baba? Bana hep: “Sen adam olmazsın!” derdin. Bak, vezir oldum. Şimdi bu duruma ne söyleyeceksin, dedi. İhtiyar baba, acı acı güldü ve oğluna şöyle dedi: – Ben sana vezir olamazsın demedim. Adam olamazsın dedim. Bak yine de adam olamamışsın! – Neden böyle söylüyorsun? – Neden olacak, adamlarına baban olduğumu söylememişsin. Onlar beni bir suçlu gibi tutup buraya getirdiler. Sonra, sen beni görünce ayağa kalkmadın. Bana “Hoş geldin!” demedin. Elimi öpmedin. Örfümüzden, kültürümüzden hiçbir şey almamışsın, insanlık yönün çok zayıf kalmış. Vezir olmuşsun ama hâlâ adam olamamışsın! AKLI KESMEK Bir şeyin gerçekleşeceğine inanmak. Ünlü bilim adamlarımızdan İbni Sina çocukken babası onun matematikte çok başarılı olmasını istiyordu. Bu nedenle oğlunu, matematiği iyi öğreten bir okula gönderdi. Fakat küçük İbni Sina, bu okulda fen ve matematik derslerinde başarılı olamıyordu. İbni Sina, bu konuda başarılı bir öğrenci olamayacağını düşündü. Okulu bıraktı ve bir kervana katıldı. Kervanla birlikte günlerce yol aldı. İbni Sina, bir gün kervanın konakladığı bir yerde su getirmek için kervanın yanında bir kuyuya gitti. Sina, kuyunun başında, ipin kuyu taşını kesmiş olduğunu görünce düşünceye daldı. – İp, taşı nasıl keser? Demek ki ip, sürekli sürtüne sürtüne taşı kesip aşındırmış. Bundan ders almalıyım. İp, taşı kessin de matematiği, geometriyi aklım kesmesin, bu olacak iş değil, dedi. Su getireceği kovayı oracıkta bırakarak kendi kendine: – Aklım kesti, aklım kesti, diyerek geri döndü. Okula yeniden giderek derslerine çalışmaya başladı. Sonunda da dünyanın takdir ettiği bir matematik bilgini oldu. ATEŞ PAHASI Bir şeyin pahalı olduğunun anlatılmak istenmesi. Kanuni Sultan Süleyman, vezirlerini de yanına alarak bir gün ava çıktı. Av sırasında aniden bir yağmur başladı. Padişah ve vezirleri, geri dönemeyeceklerini anlayınca yakında bulunan bir köy evine sığındılar. Evin sahibi, gelenlerin önemli kişiler olduğunu anladı. Ev sahibi, padişah ve vezirlerini güzelce ağırladı. Ateş yaktı ve onları ısıttı. Kanuni: – Şu ateş bin altın eder doğrusu, dedi. Ev sahibi, misafirlerin karınlarını da doyurdu. Padişah ve adamları daha sonra sıcak döşeklerde güzel bir uyku çektiler. Sabahleyin, padişah ve adamları gitmek üzere hazırlandılar. Padişah: – Borcumuz ne kadar, diye sordu. Ev sahibi: – Efendim, borcunuz bin altın, dedi. Bu para padişah için çok değildi ama neden bu kadar çok altın istediğini sormadan edemedi. – İyi de niçin bu kadar fazla para istedin? – Efendim, istediğim sadece sizi ısıtırken yararlandığınız ateşin parasıdır. Ateşin bin altın ettiğini siz söylediniz. Çorba ve sıcak yataklar bizim hediyemizdir! Padişah ve vezirler, gece yakılan ateş için bin altın vererek köyden ayrıldılar. ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇTİ Fırsatı kaçırdın, yapılacak bir şey kalmadı. Bir gün Köroğlu’nun atı çalınmış. Köroğlu, atını aramak için yollara düştü. Sonunda atı İstanbul’da, Eminönü’ndeki at pazarında buldu. Atı elinde bulunduran adam, Köroğlu’nu tanımıyordu. Köroğlu, atına yaklaştı ve adamla pazarlık yaptı. Satıcı ile iyi bir fiyata anlaştılar. Köroğlu: – Yalnız benim bir şartım var. Alacağım atın sırtına binip onu denemeliyim. Yürümesine, koşmasına bakmalıyım, dedi. Satıcı bu öneriyi kabul etti. Köroğlu atın yularını tuttu ve yüzünü okşadı. At da sahibini tanıdı. Köroğlu, atı dörtnala sürmeye başladı. Kıyıya varınca da bir sala atlayıp Üsküdar’a geçtiler. At satıcısı da arkalarından bakakaldı. Öfkesine sahip olamayan satıcı, Köroğlu’nu takip etmeye başladı. Derken kalabalık arasından bir ihtiyarın sesi işitildi: – Boşuna yorulma evlat, atı alan Üsküdar’ı geçti. O adam Köroğlu’nun ta kendisiydi! Böylece, Köroğlu’nun çalınan atı, başkasına satılmaktan kurtuldu. AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI Karışık olan bir işin içinden çık çıkabilirsen. Osmanlı Sultanı Yavuz Selim, Yemen’i Osmanlı topraklarına kattıktan sonra burada isyanlar başladı. Daha sonra Sinan Paşa, duruma hakim oldu. Anlatıldığına göre, Sinan Paşa’nın askerleri bir gün çölde konakladı. Yemek pişirmek için torbaların içindeki pirinçleri çadırın üstüne döktüler ve taşları ayıklamaya başladılar. Bu arada bir fırtına çıktı ve rüzgârın getirdiği kum bulutu, pirinçlerin üzerini kapladı. Şakacı bir asker: – Biz Allah’ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk. Asıl şimdi ayıklayın pirincin taşını. Allah, Kâbe’ye saldıran fillerin başlarına ebabil kuşlarıyla taş yağdırmıştı. Bizim de başımıza büyük bir taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürdü
M. Orhan Bugrahan – Gecti Bor’un Pazari
PDF Kitap İndir |