Mahmut Makal – Kuru Sevda

Şık Arif, Tellalcı Osman’ın kapısına gelip uyandırmak için hayladığında, ortalık, gavurla müslümanın ayırdedileceği kadar aydmlanrnıştı. Az sonra asker kaputuna bürünüp çıktı Tapan Osman. Sabahın soğuğuna korku da karışınca her yanı tutmaz olmuş. Titrernekten sorarnadı bile ni· çin çağrıldığım. «Koı:ıkrna, korkma! Hayırlı, çok hayırlı bir iş,)) diye girişti Şık: «Yataktan nasıl attım kendimi, doğru bura geldim. Öyle bir düş gördüm ki, daha hiç bir müslümana nasip olmamıştır: Allah Dederni gördüm düşürnde, Allah Dederni. Var mı duyulrnuşu şimdiye kadar; kirnin düşüne girmiş de onuy· nan konuşmuş? Tez ol, urbanı giy de gel.)) « Nasıl lan, annatsana» diye_ sokuldu Tapan. « Nasıl ettin de gördün:?» << İyi lan, bildiğİn gibi,» dedi Şık. «Apak sakalı ta dizinde, bulutun üstünde oturuyor nur gibi … » « Ne diyor?» <<Hiç sorrna hiç. Beniminen birlikte köylünün hepisi cennete gidecek,)) dedi. Allahın da şu emri verdiğini söyledi: «Dininizin en ulu evliyası Ilık Pınann başındaki tepede yatıyor. Hiç haberiniz yok, boyuna uyuyorsunuz. Sana haber ediyorum ve seni müslümanların başkanı yap:yorum: Gidin oradaki Evliyayı çıkann da üstüne bir tekke yaptırın. 5 Sizin köylüler dinlerinin adamı’ya, öteki köylüler azdı.


Tekkeye gelsinler de usuksunlar.» Tapan’a: «Yürü.» dedi. «Yürü giyin de bir tellal çağır. Herkes caminin önünde toplansın.)) Sabah namazı için gelenler dağılmadan camiye yetişti Arif. Tellah duyup gelenler de karışınca köyün ele gelir kişileri toplanmış oldu. Arif, Allahın emriyle kendilerini topladığını, emrin ne olduğunu anlattıktari sonra, kazma kürek alıp hepten !lık Pınar tepesine gitmelerini söyledi. 35 yaşındaki bu sakallı şeyh birden gözlerinde büyüdü. inandılar dediklerine. Gıpta ettiler. Ama ne de olsa kendi köylerinin olacaktı şeref. Az sonra köy birbirine karıştı. Tekke yerine gitmek için, imam asasıynan, çifçi mesesiynen, omuzda kazma kürek, yola döküldü millet. En önde çocuk kümeleri, aniayıp dinlemeden kaça-zıplaya çoktan tepeye varmışlardı.

Arayıp bulamadıkla· n şey çocukların. Tepeye doğru uzayan insan seli· nin arkası bir türlü kesilmiyor, köy boyuna, cüs· sesinden umulmadık sayıda ada� kusuyorrlu yola. Tevekkeli «köy dediğin un çuvalına ber,zer. vurduk· �a tozan> dememişler. Şimdiyse vurmadan kendi· liğin den, pir aşkına tozuyordu … Tepenin çevresinde eskiden içinde yaşanıldığı anlaşılan inler, yıkıntılar vardır. Yer yer çakıl yığınları bulunan tepenin üstünde iyi arpa biter. Bun· dan da, burasının eski bir mezarlık olduğu sanı· sına varmıştır köylüler. Bu taş yığınları arasında Arif’in gösterdiği ye· re saldırdı kazmacılar. Ter gövdeyi götürmüyor ya, heyecan aklı götürüyordu. Merakla !bekliyorlar … Kazmalar boyuna el değiştiriyor, yorulan bırakıp 6 dinlenen alıyor … Kaz babam kaz … Kuşluğa doğru çeşitli kemikler çıkmaya başladı toprağın altın· dan. İçlerinde bir de bütün kafa kemiği vardı … Evliyalann her ne kadar eti çürüyüp kemikleri kalırsa da, dünya durdukça onların canlı durduklannı ve müslümaniann başına bir iş geldiğinde saoklarını sarıp koştuklarını bilmeyen olmadığı için, « Evliya budur işte! » diye kafa kemiğine sarıldılar … Önce tarikata girmiş olan Şıklar, sonra araıda bu· lunaniann hepsi, çoluk çocuk, sırayla öptüler Evliyayı. Arif yele yele dolanıyor, milletin duygusunu ve heyecanını dürtüşlüyordu. Öğle sonu Evliyayı kucaklayıp köye geldiler. Arifin evine yığılan kadınlar Evliyayı yalayıP yutarken, erkekler odada toplanmış meşveret ediyorlardı. Bu arada kaıdınlar Arif’in yüzünü hiç görmemişler gibi, odaya soıkulup pel pel ona bakıyorlardı.

Ona karşı davranışlan bambaşkaydı şimdi. Bo· zulmuş da bir gün içinde yeniden düzülmüştü sanki Şık. Halka, artık her şeyin düzeleceğini, işlerinin bozuk gitmeyeceğini. çünkü köycek, hatta bölgecek Allahın sevgilileri olduklannı, bu hayret ve şaşkınlıktan yararlanarak söylemeyi de unutmadı. Ertesi gün, kurbanlar keserek tekkenin temelini atmaya karar verdiler. Durum ve haber, olduğu gibi çevredeki köylere de geceden uçuruldu … O gün öğleye dek, – bol taşa bol gayret – temele ıkonan her taş rüstünde keçiden, tavuktan bir kurban kesilerek derme çatma bir tekke kulübesi yapıldı evliyanın çıktığı yere. Başka köylerden gelenlerin de katılmasıyla yapılan törende, Kur’andan parçalar okundu, rekatlarca namaz kılındı ve sonunda türbe ziyarete açıldı. Şimdilik gelenlerin görmesi, öpmesi için duvara asılan Evliyanın, on 7 gün sonra tekkenin içine gömülmesi kararını verdi Şık Arif … Bu tekkenin, buluşun diyelim daha iyi, nasıl bir susuzluğu giderdiğini buraya yapılan kurbanlı hediyeli akından anlamak mümkündü. Gelenler önce Evliyayı öpüyor, sonra orayı bekleyen, düşünü her gelene tek tek anlatan Şık’ı kucaklıyordu. Bunlar arasında Elmasız köyünden gelen bir kocakarının Evliyayı, yani kafa kemiğini dakikalarca ya· ladıktan sonra olduğu yere yığılıp: u Arifim, kınalı kuzum. herelerdeydİn şimdiyeden, azdığımız uçun Allah bizi unuttu, gavur olduk sanıyordum… Çok şükür, çok şükür,» dediğini, daha önce kendi akıllanndakinin aynısı olduğu için midir, dillere destan ettiler . KAD E RE Kl R K BEŞ Yaşamın yolu beni getirip başkente attı. İşierin peşinde dolanıp dururken yakınlanından birisi bu· raya gelmiş. Hergele meydanındaki kahveye kaç kere uğramışsam bulamadım. O beni arıyor, ben onu.

Bir de Cihan kahvesine uğramak aklıma geldi. İyi de etmişim. Tam kahveden çıkarken buldum. «Hoş geldin!» « Hoş gördük.» «Ee, ne var, ne yok?» «Güzellik.>> «Haydi girip oturalım. Bol bol konuşuruz. Köyde olup bitenleri çok merak ediyorum; anlatırsın.» u Girmeyelim, » dedi, «Çıkarıyor döyüsler.» «Gel girelim canım, çıkarmazlar,» diyerek ko8 lundan tuttum; girdik. Kapının hemen arkasında ilk bulduğumuz masaya oturduk. Bir baktım, garsonlar, oturanlardan bazılannın yeninden yakasından sündürüp duruyorlar, kalkarak çıkıp gitmeleri için. Neden böyle yapıyorlar diye düşünmeye, sorınaya sıra gelmeden patronun kalın sesi geldi: «Çıkarın içmeyenleri sündürün çıkarın, laf yok! » diyordu. Burası bir işçi kahvesi olduğuna göre, işçilerden de iş bulamayanlar, yerine göre kahve parası bulunmayanlar oluyor. Fakat, para olmayınca oturacak yer de olmuyormuş anlaşılan.

Bu soğuk havada nerede gün geçirir insan? Hava iyi olsa bile, dolaşa dolaşa yorulup, yıkılmaz mı? Caddenin ortasına oturmak da yakışık almaz ki… «Beni de böyle çıkardı şu ak cekedi çopur döyüs,» dedi bizim Ismayıl Ağa. «Yok muydu on kuruşun?>> «Ne on kuruşu canım, yirmi kuruş çay kahve. Tam yirmi kuruş, yirmi kuruşu verse Allah, şu yağdalı şapkayı havaya atanm. Yirmi kuruş yirmi bin taşın altında bugüne bugün. Dediğin gibi olsa bile, yani ç;:.ıy cın kuruş olsa yine yo.r>. para. h ol.mayııı· ca metelik tinnov. Şu kalabalıkta gördüğün yüzlerce insan iş bekliyor. Yer tutup oturamadım ama sabah olalı girdim girdim çıktım bu kahveye. Hiç bir kuloğlu e;elip de bana şu gıbal bir adam gerek, şu işi yaptıracağım demedi. Arkası kuvvetli olup da köyünden harçlığını canlıca getirenler serbestçe oturuyor, kağıt oynuyorlar. Benim gibiler, şu şimdi kovaladıklan gibiler de itler gibi geziniyoruz.

» «Bırak lsmayıl Ağa,» diyerek lafını kestim. « Kendini ite köpeğe benzetip durma, sizler bu memleketin . » 9 Elini kaldırarak ağzıma doğru uzattı. Kestim ben de konuşmayı. «İti miti bırak da,» dedi, «kalk buradan gidelim. Gerçi söylemesi ayıp … «Söyle canım, ne varsa söyle. Elimden geldiğin· ce sana yardım etmeğe geldim. Bunun için aramadm mı beni zaten.» «Öyle, öyle olmasına ya … Şu meyva falan satılan yere doğru gidelim. Orada apteshane var. Demin gittim de, kılığımı gözü tutmadı mı bekçinin, nedir, içeri sakınadı beni. Var mı para dedi. Girmedim o yüzden. Gidelim de gireyim oraya bir … Beş kuruş mu ne istiyor,· sen verirsin … » Gittik. İşini gördü.

Parasım verip yürüdük. Hergel e’ deki kahveye doğru. «Kız nerde kız!>> dedim. «Öğretmen demi§; de Ayşe’yi doktora getirmişsin. Hemşeriler öyle diyorlardı.» «Getirdik getirmesine, şinci Altındağ’da. Dün akşam indik otobüsten. Ben yer gök mü bifirim. «Dolu, dolu» diye bağnşıp duranların taksisine binip kahveye geldik. Bizim uşaklardan Kara Mehmed’i bulabildi.ık … İşi başından anlatayım da aklın yatsın: Öğretmen ille bu kızı doktora götürün dedi. Biz d.e canımıza minnet bildik hani. Kör. Furşud’un arabnsıyla bir gece alıp Aksaray’a geldik.

Kızı diriltelim deııken ben ölecektim nerdeyse. ·Yolda soğuk cılmışım. Doktor Ffkret Bey’i hana getirttik İkimizin de yürümeye dermammız yoktu:- Kızdan önce bana üç kere iğne vurdu. Soğuk seni götürüyormuş az kalsın, dedi. Esasen kendimden korktum da, Hancı Mustafa’ya vasiyetimi bile yaödırdıydım. Ağgöcok’teki tarlayı Ümüş’e, Çürükyer’dekini Emine’ye, lO Bağırtlaklı deredekini de avrada bağışladıydım. Ayşe iyileşirse Dereyer’deki bağ da onun olsun de· diydim. Çok şükür iğneler beni kurtardı. Kurtuldum ya, harçlık da suyunu çekti. Bu yıl bankanın eski borcunu yatıramadığım için yenisini alamadım. Bir iki çebiç-toklu vardı. aceleye getirip de öldü fiyatına vermek istemedim onları. Kel Hatce’nin oğlundan otuz lira ödünç alıp yola çıktım. Bir dünya para otuz lira dediğin. Bizi götürür getirir diye güvendik.

Gelgelelim Felek bize yar olmadı. Paramızı iğne parası ettik. İğnesi, otobüsü derken, bir de « doldu» ya bindik. İki lokma da ekmek … El elde baş başta. O hasta çocuğun koluna girdim de, bir kolundan Mehmet tuttu yürü babam yürü, horozlar öterken vardık o yattıkları yere. İnleye inleye sabahladıık. Sabahınan, yine koluna yapıştım, ha gayret kızım! Hastahaneye vardık. Makbuz gerekliymiş muayene için. Baş doktora çıktım elimdeki fa� kir ilmuhaberiyle. Muayene ettirdik. Gün verdiler pazartesiye yatak boşalacak da yatıracaklar . Gerisin geri Altındağ’a götürebilirsen götür kızı. Bir adım atmaya derınanı kalmadı. Mehmed’i buldum. Bir taksiciye gittik.

Altı lira dedi, valla yalan değil. Eğer yalan söylüyorsam Allah kulum demesin, tam altı lira istedi. Delirmiş herif. Kızım bin sırtıma, dedim. Biraz götürdüm, biraz yürüdü. Sana düve vereceğim, tarla bağışlayacağım diye gönlünü ede ede götürüp bıraktım. Orada yatıyor. Bakalım din· le�sin de Pazartesiye yürüyüp gelebilir mi? Adam aptesaneye gidemiyor parasız … » «Getirir yatınnz onu, merak etme ondan ya· na,» derken’ kahveye de ge1dik. Oturduk .hemşerilerin ·yamna1 Nurnan çavuş derler biri var. İş tutar, iş becerir. Ankzı.ra’nın epey lt parasını almıştır. Hoş beşten sonra İsmayıl Ağaya çıkıştı: « Utanmaz herif, bu sakalı değirmende mi ağarttın. Dün gelir gelmez başımızı ağrı.

ttın Cuma namazım yolda geçti diye. Onu düşünürsün de, sanki baş çavuşun beygiri gerneşiyormuş gibi. bizim söze hiç kulak vermezsin. Kızı sürükleyip de öldürme, şu hanlardan birine ya tır dedik sana duymadın … » «Ütelci üç lira dedi hemşerim. Soğuktan kaçtılar, benim üç bitim bile kalmadı. Hancı seksen kunış dedi, o da yok. Madem benim iyiliğiınİ düşünüyordun, niye vermedin ödünç.» Öteki ciddi: «Seni mi kavalayıp duracam,» dedi. «Benimle mi kazandın, gel sen de çalış. Size hep Allah yollasın istersiniz. Göbeğinizi bağlamışsınız ona. Derdiniz gününüz bir kuru çavdar ekmeği. Onu da bulsanız… Bulamazsanız yine yatarsınız. Ne farkınız var sanki ölüden? Dünyadaki işinizin gündüz hazineye para, gece orduya mehmetçik yetiştirmek olduğuna inamyorsunuz. Hazineye para da yetiştiremi· yar, tahsildarlardan kaçıp duruyorsunuz.

Oğlunuz asketliğini yapınca tarlalan satıp da everdiniz mi, dünyadaki işiniz bitmiştir. Artık kalan ömrünüzü, günde beş vakit yatıp kalkmak, tesbih çekmek ve hiç durmadan şükretmekle geçirirsiniz. Kırk yılın başı bir hastamz olur, ciğerpareniz, bir yatakta yatıramaz, perişan edersiniz. Bu mu lan insanlık. müslümanlık? Hem de Halk Partisi diye direnip durursunuz, sizin oralılar.» Ismayıl Ağa kızdı. Ama aşağıdan aldı: «Bana ne diyon Nurnan Çavuş,» dedi. «Bu düzen böyle gelmiş, böyle gider. Şu parti ne oluyor hem. Hangisinden fayda gördü biı fakir? Bunlar da gü12 demediler işte. Ne suyunu alabildi sürü ne otunu. Parti neymiş canım, öküz yola düşürmüş, araba te· keri ortasından geçmiş. İki parçası da aynı şey … Ben pulluğuma bıçak alamadıktangilli.» «Boş ver Nurnan Çavuş, kızdırma lsmayıl Ağa· yı, iyidir o. Kırk yılda bir bizi demiş gelmiş, gön· Iünü hoş tutalım,» dedim de lafı değiştirdik.

«Hükumet çekileli kaç gün oluyor, ne zaman kurulacak?» diye sordu Nurnan Çavuş. «Bırak canım,)) dedim. «İşin mi yok. Doğru haber almak istersen lsmayıl Ağaya sor. Ben siyaset· le uğraşmam.» Ismayıl Ağaya döndü: «Ne dersin Ağa, hükumet ne zaman kurulacak? b) «Bana ne; hükumet hep bir hükumet, tepemde yürümüyor ya. Allah zaval vermesiı;ı,)) dedi Ağa. Köyde olup bitenleri merak ediyorum. Bir aya vanp çatıyor ayrılalı. «Anlat, köyde ne var ne yok,)) dedim. «Ne olacak be, )) dedi. «Köy dediğin bir sır kutusu. Tezeği olanın tandın yanıyor, tenceresi kay· nıyor. İçinde et mi kaynar, dert mi kaynar orası· nı yine yüce Mevlam bilir. Dört çocuktan sonra Ali Çavuşun karısı Osman’a kaçtı.

Kötü Mehmed’in kızını Kellerin Durmuş’a götürdüler. Tohum bulan to· hum ekiyor; bularnıyan odada kaşınıyor. Canlan sıkıldıkça içerde, babann gelmesine kaç parmak kaldı diye kapı sövesinden testiliğe doğru günesin kolunun ne kadar kaydığını ölçüyorlar. Testiliğe bir kanş kaldı mı Kasım yüzyirmi eder. Ortalığın kızınasına bir ay kalır. Ondan sonra Kasım yüzelli yaz belli … » «Ölen yiten?» 13 «Kocalann gelinkızı, Halis, Pala, Afili, Tüntür, Şevket’in kızı.» Saymasına kalmadı, elinde güvercin kafesiyle «Kader söyletici»nin birisi girdi… Sabahtan beri atıp tutan bizim Nurnan Çavuş, yarenliğimizi de yarım koydu. cc Gel!>> dedi kaderciye. Adam getirip önümüze koydu kafesleri. Güvercinler bir çıkarıp bir çekiyorlar başlarını. «Parası benden Ismayıl Ağanın kızının kaderine çek bakalım!» diye elini ce bine attı Çavuş. Güvercin gagayı vurduğu gibi bir küçük kağıt uzattı. Otobüs biletleri gibi l:tir şey. Okumak da bize düştü : cıTalihin açıktır. Başındaki dert zail olacak.

Allaha duadan geri durma. Her dileğin yerini bulacak. Allah sana kötülük edenlerin cezasını verecek . » Çıplak koynundan çıkardığı kimlik cüzdanının arasına koyarken kağıdı: <<Köye dönersek sağlıcakla, orada yeniden okuturum, aniatırım buraları. İyi dinler cemaat,» dedi Ismayıl Ağa. Sonra ccBir de Zelha’nın kaderine çektir paşaİn! » dedi kaderciye. O da aynı şekilde, iyi· lik, sağlık vadediyordu. Onu da sakladı. «Bir de kendi kaderime! » dedi. Güvercin kağı· dı uzatırken, ben de kader paralarını uzattım. Ka· der, Ağa ya durumunu unutturmuştu çünkü … Başıka bir şey yapamadıksa bile şu anda, kader kağıtlany· la Ağayı teselli etmiştik. Onun gönlünün ayarım bulmak ,da ancak böyle mümkün olabilirdi zaten. Ka dere bağlı olduğu kadar neye bağlıdır o?»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir