Manole Neagoe – Bozkir’in Uc Atlisi; Atila, Cengiz Han, Timur

Asya bozkırlarının tabii bir devamı olan Avrupa’nın Doğu bozkırlarında İskitler’in yaşadıkları yerleri, birinci yüzyıllarda ellerine geçiren Gotlar, buraları Kara Deniz’in kuzeyindeki bozkırlarla birlikte Hunlar’a bırakmak mecburiyetinde kaldılar. Asya ile Avrupa arasında irtibatı sağlayan bu geçit, 4. yy.dan başlayarak 18. yy .a kadar Türk-Tatar kavimlerinin hâkimiyeti altında kaldı. İskitleri, Doğu Asya’dan Avrupa’ya akın etmiş olan bozkır kavimleri takip etmişlerdir. Bu iki kıtayı istila edenlerin sosyal benzerlikleri, bunları birleştiriyordu: İskitler de, Türk-Tatarlar da tam manâsıyla çoban, süvari ve okçu idiler. Türk-Tatarları’nm tarihi, Avrupa’da tanınmalarından çok evvel başlar. Hâdiselerin bilinmesi ve sıralanması bakımından büyük güçlüklerle dolu olan bu tarih, Asya Kıta’sı-mn genişliği ile orantılıdır. Avrupalılarca az tanınan ve onun ruhuna yabancı olan bu hâdiselerin anlaşılması ve hele izahı çok güçtür. Bu kavimlerin dramatik dünyasındaki hâdiseler, başka kanunlar altında ve geniş sahalarda cereyan etmiştir. Bilinmeyen zamanlarda Karpat-Tuna bölgesinde yaşayan kavimler, evvela Dakyalılar ve sonra bunların torunları olan bozkırların göçebe insanları ile komşuluk veya göçebelik sebebiyle devamlı temas halinde kalarak bir arada yaşadılar veya bunların hâkimiyeti altına girdiler. Karpat-Tuna bölgesinin insanlarını bozkırın göçebe insanları ile binlerce yıl komşuluk yapmak olumsuz etkilemiştir. Dakyalılar, bu insanların baskısına direnebilmek için, askerlik yönünde ve, belli bir ölçü içinde, bunların savaş şartlarına uymak ve onları benimsemek mecburiyetinde kalmışlardır.


İskitler ve Doğu’dan gelen kavimlerle Daklar arasında meydana gelmiş olan savaşlar hakkındaki bilgilerimiz, eksiktir. Bununla beraber Daklar’ın, eski yazarları hayranlığa düşüren okçuluk hünerini, o zama- nın meşhur okçuları olan Iskitlerle temaslarının neticesine bağlamak mümkündür. Bizim ortaçağ tarihimize gelince, bu, göçebe kavimlerin 8 ta- rihleri ile sıkı sıkıya bağlıdır. 4. yy.da Hunlar’ın gelişi ile Türk- Moğol kavimlerinin bizimle teması başlamakta ve 18. yy.a kadar sürmektedir. Rumen halkının şekillenmesi ve devamlı- lığı, göçebe kavimlerle doğrudan yapılan temaslarla oluşmuş ve gelişmiştir. Feodal münasebetlerin belirmesi, Rumanya ve Moldavya’da feodal hâkimiyetlerin kurulması, Karpat-Tuna bölgesinde bir varlık olan Rumen halkının gelişmesini sağla- yan kahramanca savaşların, işaretleridir. Türk-Moğol kavim- leri olan; Peçenekler, Kumanlar, Uzlar, Tatarlar bunların komşuları idiler. Bu göçebelerin son akın ve istilaları bizim toplumsal gelişmemizi geciktirdi. Peçenekler ve Kumanlar coğrafi isimlerimizde ve dilimizde izler bıraktılar. 13. yy.

daki Tatar istilaları Doğu Avrupa’da derin siyasi etki ve değişiklikler yaptı; Rumen memleketlerinin kurulmaların- da önemli rol oynadılar ve bundan sonra bizim bütün orta- çağ tarihimiz, Karadeniz kuzeyindeki bozkırlara sahip olan Tatar kabilelerinin komşuluk etkileri altında oluştu. (Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve tarihimiz üzerindeki kötü tesirlerin- den söz etmek istemiyoruz.) Türk-Moğol kavimleriyle bir arada yaşamamız veya komşuluk yapmamız, siyaset ve dil alanlarında oynadığı önemli rol dı- şında, ortaçağ askerlik bilgimize de etkilemiştir. 3 İki dünya savaşı arasında yayınlanan ve Kumanlar’dan bahseden mütevazı, fakat faydalı bir kitapla, son zamanda Peçenekler hakkında Fransızca olarak çıkarılan diğer bir eser, bu kavimlerin tarihlerini ve işgal ettikleri yerleri, Rumen tarihçilerinin dikkat ve alâkasını çekecek şekilde, akıcı bir üslûpla anlatıyor. Kavimler Göçü’nün meydana geldiği devirlerle ilgili memleketimizde yapılan arkeolojik kazıları ve sonuçlan hakkında yazılmış pek çok uzmanlık yazıları ve etüdleri olduğu gerçektir; ama, dünya tarihinin en yakın ve ilgi çekici devirlerinden biri olan bu dönem hakkında bize genel tarih kadrosunu verecek sentez eksiktir. Türk-Moğol kavimlerinin ortaçağda, askerlik düzeyinde Avrupalılar karşısında gerek düşünce ve gerek taktik ve strateji açılarından iyi netice aldıklarını gösteren etüdler yoktur. Bu kavimlerle devamlı savaş halinde olan Rumenler, onların savaş şekillerini öğrendiler; ok ve yaydan daima faydalandılar. Ata binmeyi çok iyi öğrendiler ve savaştan kaçmadılar. Savaş meydanlarında maharetli manevralar yaptılar ve bu sayede kuvvetli feodallerin saldırılarına rağmen, varlıklarını sürdürebildiler. Çünkü bunlar, Batı Avrupa’- nın tipik feodal askerî plan ve metodlarmı uyguluyorlardı. Bu eserde, Moğollar’ın tarihte kıymetli askerî üstünlüklerini belirten dikkat çekici devresinden söz ettim. Bunlar, bizim ortaçağ tarihimizi de doğrudan veya dolaylı olarak etkiledikleri için önemlidir. Bu kitabın amacı, bu kavimlerin dünya tarihi içindeki önemi üzerine okuyucularımızın dikkatini çekmek ve aynı zamanda onlarla halkımız arasında ortaya çıkan ilişkiyi belirtmektir. Bu araştırmamız, bu kavimler ve geçmişimizdeki rolleri hakkında detaylı ve karşılaştırmalı çalışmalar yapmak isteyen uzmanlarımıza bir teşvik olacaktır. Manole Neagoe Eski Yunanlılar, kendi dünyalarının dışında yaşayan kavimle- re “barbar” diyorlardı.

Bunu, diğer milletleri aşağılama veya küçük görme mânâsında değil, kendilerini veya medeniyetle- rini onların medeniyetlerinden ayırt etme mânâsında kullanı- yorlardı. Platon, Aristoteles, Tucidides yazılarında “barbar” sözünü yabancı mânâsında kullanmışlardır. Yunanlılar, İsa’- dan evvel IV-V. yy.da ilimlerin sırlarını keşfetmek için Mısır’a gittikleri gibi, Romalılar da, Auguste zamanına kadar Atina’ya gidiyorlardı. Romalılar, Yunanlıları, silah kuvvetiyle, kendile- rine boyun eğdirdiler. Ama, Yunanlılar Romalılara medeni- yetlerini kolayca kabul ettirdiler. Bu sebeple Romalılar Yuna- lılarca “barbar olmayanlar” arasına zorlukla kabul edildiler. Bununla beraber, Romalılar Yunan felsefesinin etkisi altında kalarak, bunların medeniyetine dünya çapında bir karakter ve yücelik atfediyorlardı. Roma vatandaşlarından meydana gelen İmparatorluk orduları, fetih sınırlarını durmadan geniş- letiyorlardı. Ellerine geçirdikleri toprakların insanlarını Roma- lılaştırıyorlardı; sınırlarını Batı’da Ren, Kuzey’de Tuna, Doğu’- da Fırat ve Güney’de Büyük Sahra’ya kadar götürmüşlerdi. Traian zamanında Ro-ma’nın Kuzey hududu daha da geniş- ledi ve Daklar’m altını, Roma’ya yeni bir ümit verdi. Roma vatandaşlığı zorlukla kazanılıyor; daha doğrusu zor satın alı- nıyordu. Latin dilini konuşsan da, Roma kanunlarının hükümleri altında yaşasan da, “barbarlıktan çıkıp dünya kadar yerlere sahip 4 bulunan Roma şehrinin vatanda şlığını kazanmak zor gerçekle ştirilebilmen bir i şti. Bir avuç insan, Roma kalkanı altında dünya kadar topra ğa sahiplik ediyordu.

Yunan dünyasının ilham etti ği kültür ve san’atı, üstün aydınlar tamamlıyor ve yayıyorlardı. Görünü şteki ezici güç ve servetin garantisini Roma kalkanı temsil ediyor, imparatorluk, askerî gücünü ispatladığı müddetçe hudutları içindeki huzur ve barışı hiç kimse bozarruyordu. İsa’dan sonraki III. yy .dan itibaren kuvvet dengesinin ibresi “barbar” dünyasının lehine kaymaya ba şlıyor. De ğişiklik evvelâ zihniyetler planında beliriyor. Caracala (Karakala) 212 yılında bir emirname ile İmparatorlu ğun bütün ahalisine Roma vatanda şlığını veriyor. Geç ama manâlı bir şekilde askerlik sahasında da de ğişiklikler yapılıyor. III. yy.da İmparatorlu ğa dört yönden saldırılar ba şlıyor. Avrupa’daki hâdiseler bunların en şiddetlisi idi. Bu, belki, “ebedî kale şehir’ln yakınlarında cereyan etmesinden ileri geliyordu. Cermen kavimleri Frizia’dan ba şlayıp A ş a ğı Tuna’ya kadar saldırıya geçtiler. Bu, Cermen kabilele-riyle İmparatorluk arasında meydana gelen ilk çatışma de ğildir.

Çimberler’in ve Totenler’in II. yy. arefesindeki bir akını Marius tarafından durdurulmu ştu. Bundan sonra Cermenler sistemli bir surette Kuzeye, Do ğu’ya itildiler ve yüzyıllarca İmparatorluk hududlarında sava şlar devam etti. Ta-citus, asırlar içinde kaybolan Tubantes, Brukteres, Sikambes-ler’den ve bunların âdetlerinden bahseder. III. yy.da yeni kavimler ortaya çıktılar: Franklar, Bur-gunlar, Alamanlar, Vandallar, Gotlar. Bazı tarihçilere göre, iklimin so ğuması sebebiyle, kavimlerin, dikkati çekecek derecede hareketleri görülüyor. Bu hareketler İskandinavya’dan Uzakdo ğu’ya kadar ekilebilen tarlaların ve otlak olan çayırların alanlarını daraltıyor ve güneye do ğru göçlerin ba şlamasına yol açıyor. Bazı tarihçilerse bu toplu akınları, insan topluluklarının ço ğalmasına ba ğlıyorlar. Franklar ve Alamanlar, Galien’in hükümranlığı zamanında (253-268) Ren’e; Gotlar, Karplar’m Sarmat kabilelerinin kalıntılarıyla birlikte, Dakya’ya saldırıyorlar. Do ğu’da Persler, Yunan kültürünün ince yaldızını silmeyi başararak, eski anânelerinin ruh derinliklerine dönüyorlar. Sasanîler devrinde siyasî sahada yeni bir imparatorluk kurarak, Fırat boylarında egemenlik kurmak için Romalılarla sava şıyorlar. Bir hücum sonunda Güneybatı yönünde çok ileri, Antiohia’ya kadar, gitmeyi ba şarıyorlar ve burasını talan ediyorlar; Atina Gotlar tarafından yakılıyor; Sarmatlar Efes’i ya ğma edip yıkıyorlar.

Galya ve İtalya istilâ ve ya ğma ediliyor. Roma’yı deh şet kaplıyor. İlirik kökünden gelen Claudiu, Aurelian, Probus adlarındaki imparatorlar, her şey-den evvel asker olduklarından, taktikleri ve gayretleriyle Roma’yı kurtarıyorlar. İmparatorlu ğun sınırları daralıyor; ama, bir askerî yenilgi sonunda de ğil, anla şmalar gere ğince. Dakya (Daçya) Gotlara bırakılıyor; bunlar Tuna’nın kuzeyine dü şman olarak de ğil, federe (müttefik) olarak yerle şiyorlar. Karakal’ın emirnamesinden sonra, 271 yılına kadar geçen zaman içinde, dünyanın di ğer kısmı hakkındaki kavrayış ve zihniyet “barbarlar”ın lehine geli şmi şti. Yeni katılan müttefikler, batıya ve güneye ilerleyen ve önlerinde durula-mayan di ğer kavimlere kar şı tampon olarak kullanılıyorlardı. Daha mühimi, “barbarlar” Roma ordularına yardımcı askerler olarak angaje ediliyorlar ve böylece İmparatorluk orduları yalnız Roma vatanda şlarından ibaret kalmıyordu. Di ğerleri federe olarak İmparatorlu ğun sınırları içinde yerle şiyorlardı. İki tarafında yarar5 landığı bir anlaşma şekli bulundu. İmparatorluğun sınır boylarındaki lejiyonları, bu sayede yaşayışlarını sürdürüyorlar. Yeni gelenler Roma medeniyetinin esaslarından birkaç şey öğrenebiliyorlardı. J. De Goff un düşüncesine göre, bu iki dünya arasındaki rekabet, birinin diğerini önleyerek geride bırakması şeklinde olmuştur. Ma’nen barbarlaşmış ve ruhen çökmüş olan Romalılar, incelmiş ve yontulmuş olan barbarların seviyesine iniyorlardı.

Bu oluşum bir asır sürüyor. Eski ve temiz Romalılar’in savunucuları olan Latin yazarlar, bu iki dünyanın temasından ve karışımından, gelecek felâketlerin işaretlerini görü-16 yorlardı. III. yy.da yıkılmanın başladığı gerçektir. Ama, eski yazıların bize ulaştırdıkları, İmparatorluğun V. yy.da, Cermen kavimleriyle temaslarından sonra, tamamıyla yıkıldığı düşüncesini düzeltmek gerekmektedir. Çünkü 271-375 arasında nisbeten huzur içinde geçen bir arada yaşamadan sonra gerçek akınlar veya kavimlerin göçleri başlıyor. Bu göçleri ne Roma’nın ve Bizans’ın muhteşem zenginliklerinin yarattıkları seraplar, ne de daha sonra, belki, sert ve sisli iklimli memleketlerini terkederek ılımlı Akdeniz iklimine kavuşmak arzusu meydana getirmiştir. Cermen kavimlerinin maddî ihtiyaçlarını gözönünde tutarak görüş yürütsek bile, IV. yy.da daha iyi bir hayat hırsının, onları Roma İmparator-luğu’nu istilâya itmiş olduğunu sanmak güçtür. Modern tarihçilerin hesaplarına göre, göçebe bir kavmin sayısı 200 bin insanı geçmemekte, ortalama, erkek, kadın ve çocuk 60 bin-100 bin üstüne çıkmamaktadır. İki kola ayrılan Gotlar, -Doğu’daki Ostrogotlar ve Batı’daki Vizigotlar- sayılarına, nispette çok geniş topraklar işgal ediyorladı.

En çok 300 bin Got Azak Denizi’nden Karpatlara (III. yy.da ve IV. yy. başında Transilvanya’ya sa- hip bulunmadıkları zannediliyor.) Pri-pet bataklıklarından Tuna’ya kadar olan bölgede kısmen kendileri için çalışan yer- li kavimlere hükmediyorlardı. Büyük hazineye sahip olan Vizigotlar’ın Tuna’nın güneyine kabul edildiklerinde çok dar bir bölgede yaşamaya razı olduklarını hatırlamamız yeterlidir. Gotlar’ın göçmesinin en önemli sebebi, İmparatorluğun sınır- larına belki bir düşman gibi değil, fakat barınak arayan in- sanlar gibi yerleşmeleridir. En azından bu Vizigotlar için de böyle olmuştur. Bunlar, Tuna’nın güneyinde, tahmini olarak, başka birisini aramak amacıyla, Pietroasa’daki hazinelerini gömmüş değillerdir. Alamanlar Brandenburg’tan çıkıp Elba ve sonra Ren Nehri’ne ulaştılar. Bunların peşinden Burgunlar geldiler. Vandallar Moravia’dan Tuna’ya doğru indiler. Vizigotlar, Gepler ve Ostrogotlar tarafından sürüldüler. İslavlar da Kuzeye ve Ba- tı’ya akıyorlar.

Sarmatlar’ın son kolları olan Alanlar, Ostrogotları sürüyorlar. Bu kıpırdamaların itişleri çağdaşları- na sürpriz olmadı. Bu hareketler çok uzaktan, bilinmeyen yerlerden ve insanlardan geliyordu. 35-40 bin Vizi-got pratik olarak 376’da Tuna’nın güneyinde barınak istiyorlar. İmpara- torluk topraklarında federe unvanıyla yerleşmelerine izin ve- riliyor. Bunların peşinden başkaları geliyor. Ayrılan saha dar geldiğinden, yaşayabilmek için, 378’de Va-lenleri yenerek Tuna ile Balkanlar arasına yayılıyorlar. 399 yılında federe olarak İliria’ya yerleşiyorlar. Alarik zamanında Batı’ya akın yapıyorlarsa da Stilikon tarafından durduruluyorlar; kendile- rine bırakılan yerlerde oturmaya zorlanıyorlar. Vizigotlar’m Tuna’nın güneyine inmeleriyle Roma İmparatorluğu’nun sis6 tematik çökü şü ba şlıyor. Çünkü bunların pe şisıra durmadan ba şkaları akın yapıyorlar. Bazı İmparatorların diplomatik kaabiliyetleri, bazı generallerin kıymetli kumandaları ve “barbarlar”m birbirleri aleyhlerine kullanılmaları sayesinde İmparatorluk bir yüzyıl daha hayatını devam ettiriyor. Fakat Vizigotlar’m ve daha sonra İslav-lar’m sokulmaları, Do ğu ve Batı İmparatorlukları arasındaki anla şmazlık yüzünden çıkan ayrılık uçurumunu, daha da derinle ştiriyor. Constantin’in kalesi, Yeni Roma, kendi imparatorlu ğunun kaderini kendi eline alıyor. Eski Roma kendi aczi ve beceriksizli ği içinde çırpmıyor.

Bir kısmı Constan-tinopol imparatorları tarafından idare ve tahrik edilen göçebe kavimlerin akınları ve hücumları O’- nun sınırlarına yöneliyor. Cermen ve islav âlemlerinin bir ba şka kısmı Polonya Cermanya bozkırlarını meydana getiren tabii geçitten Batı’ya do ğru itiliyorlar. Peki; bu deh şetli seli kim harekete geçirdi? Bu sorunun tam cevabını alabilmek için yüz yıldan fazla beklemek gerekti. Ancak o. zaman bunun hakiki ve uzak sebebinin etkisi ani olarak anla şıldı. Saint Ambrozu, istila vakalarının nedenlerini şöyle açıklıyor: “Hunlar Alanlar’ın, Alanlar Gotlar’ın, Gotlar Tayfallar’ın ve Sarmatlar’m üzerlerine atıldılar.” Böylece Roma ufuklarında yeni bir kavim, o zamana kadar İmparatorlu ğa nüfuz etmeyi deneyen bütün barbarlardan farklı ve tanınmayan bir kavim ortaya çıkıyor. İnsanların dudaklarında yeni bir Hiong-nu adı güçlükle fısıldanıyor ki, bunu Latinler Hun’a çeviriyorlar. Onlar, Amian Mercellin’in söyledi ği gibi, “sava ş kudurganlığının yarattığı ve görülmemi ş bir yangında kül etti ği bütün felâketlerin ve çe şitli bahtsızlıkların çekirdeklerini te şkil ediyorlar.” Bu seferki korku büyük ve deh şetli idi. Cermenler görünü şte Romalılar’dan çok az farklı idiler. Aralarındaki asırlarca kom şuluk, Akdenizlilerle Kuzeyliler arasındaki uçurumu doldurmu ş gibi idi. Hunlar, yalnız Cermen soyundan olan barbarlar’dan tamamiyle farklı olmakla kalmıyorlar, di ğer bozkır kavimlerinden, mesela Kara De-niz’in batı kıyılarında ya şayan ve İmparatorlu ğun toprakla-rıyla uzun zaman sınırda ş Sarmatlar’dan da farklı idiler. Zaten Hunlar’m kökleri de efsane ile örtülüdür. Onların Maeot bataklıklarının ötesinde buzlu Okyanusun yanında co ğrafya bakımından hudutlandırılması zor geni ş bir sahada ya şadık- 19 larmdan söz edilmektedir.

Gotlar arasında dola şan bir efsaneye göre, Hunlar, Gotlar’ın kralı Filimon tarafından bo ş ve tenha topraklara sürülmü ş olan sihirbazların ve buralarda ya şayan devlerin torunlarıdırlar. (*)* Amian Mercellin, Hunlarla ilk temas etti ği zaman kapıldığı deh şetin altında bunları tarif etmektedir. Köklerinin çok az bilindi ğini ifade eden Amian Mercellin, Hunlar’m vah şilikte her türlü ölçünün üstünde olduklarını bildirmektedir. “Erkek * (*) Amian Mercellin Hunlar hakkında verdi ği bilgilerde yanlışlık payının da çok oldu ğu şüphesizdir, bunun için okuyucunun dikkatini çekeriz. 7 çocuklarının saçlarını doğum esnasında kızgın demirle dağlayarak kökünden kurutuyorlar ve yüzlerini dağlıyorlar. Böylece meydana gelen dazlaklık ve yara izleriyle çirkin bir çehreye sahip olan erkek çocuklar ölünceye kadar kısırlaştırılmış erkeklere benziyorlar.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Tesekkürler