Marcus Aurelius Antoninus – Düşünceler

Honeste vivere Alterum non laedere, Suum cuique tribuere* Marcus Aurelius’un adı anıldığında, insan kaçınılmaz olarak, Platon’un ünlü sözünü anımsıyor: “Hükümdarlar filozof, filozoflar hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı.” Tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm hükümdarlar arasında, belki de çok azı Marcus Aurelius gibi hem filozof, hem hükümdardı. Bir hükümdarın filozof olması mı, yoksa bir filozofun hükümdar olması mı daha güç; ikisi de kolay görünmüyor. Belki de Marcus Aurelius, hükümdar olduktan sonra filozof olmaya kalkışsaydı, kolay kolay gerçekleştiremezdi bunu. Çünkü, genç yaşta felsefe dersleri almaya başlamıştı: Bacchius’tan; Stoacılıkla tanışmasını sağlayan Iunius Rusticus’tan; özellikle de çok büyük etkisi altında kaldığı, daha sonraki yıllarda uzun uzun yazıştığı hocası Fronto’dan. Ama bir yandan felsefe öğrenimini sürdürürken, bir yandan da kamu işlerinin yönetiminde önemli görevler üstlenmişti Marcus Aurelius. Başka bir söyleyişle, onu imparator olmaya hazırlayan bu görevlerin yanı sıra, onun, felsefe öğreni- * Roma hukukunun, Stoa kökenli olduğu kabul edilen üç ana ilkesi: dürüst yaşamak, hiç kimseyi incitmemek, herkese kendi hakkını vermek. Marcus Aurelius, bu üç ilkeyi kişiliğinde ve davranışlarında birleştirmiş biriydi. (Ç.N.) 8 Düşünceler mini sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Marcus Aurelius filozof olmasaydı da, Roma’nın en ünlü, en başarılı imparatorlarından biri olur muydu? Bu soruyu yanıtlamak güç -belki de gereksiz- görünüyor. Kesin olan, Marcus Aurelius’un bir filozof-hükümdar oluşunun; onun hem insan, hem imparator olarak başarılarında büyük payı olduğudur. Marcus Antoninus (MS 121-180) Roma’da doğdu. Kendinden Önceki imparator Antoninus Pius’un yeğeni ve damadıydı.


Antoninus öldüğünde, Marcus kırk yaşındaydı. Amcasının 161 yılında ölümünün ardından, imparator oldu. Marcus Antoninus’un adı -belki de sanı demek daha doğru- Aurelius, Latince ‘altın’ anlamına gelen ‘aureus’ sözcüğünden kaynaklanıyor. Çünkü Marcus Aurelius’un on dokuz yıllık imparatorluğu Roma’mn ‘Aurelius’lar Çağı’ diye bilinen altın çağma rastlar. Marcus Aurelius’un hükümdarlığı baştan sona seferlerle geçti. Yabancı kavimlerle savaşmak için (Mathew Arnold bunlara “barbarlar” diyor, haklı olarak, çünkü bir Roma’lı için, Roma’lı olmayan bütün kavimler barbardı) sık sık, uzun süreler Roma’dan ayrı kaldı. Ön Asya’da, Suriye’de, Mısırda, Yunanistan’da, savaşın sürdüğü Tuna yakasındaki ülkelerde, Avusturya’da, Moravya’da, Yunanistan’da görüyoruz onu. Marcus’un Düşünceler’inin büyük bir bölümü bu ülkelerde yazılmıştır; bu bölümlerin kimilerinin -örneğin II. kitabın- başında, “Gran ırmağı kıyısında Quadi topraklarında yazıldı” sözcükleri yer alıyor. Aynı biçimde, III. kitabın başında da, “Carnuntum’da yazıldığı” belirtiliyor. Eski Stoacılık Stoacılığın MÖ 300’de Atina’da Kıbrıslı Zenon tarafından kurulduğu kabul edilir. Adını Atina Agorası’nın yanında, Zenon’un ders verdiği Poikile Stoası’ndan (Resimli Stoa) alır, (stoa, sütunlu galeri anlamına gelir). Zenon, Ksenophon’un Sokrates’in Anıları’yla Platon’un Apologia’smdan (Sokrates’in Savunması) büyük ölçüde etkilenmiş, Sokrates’e hayranlık duymuş, daha sonra Yunan felsefesinin çeşitli öğretilerini temsil Öndeyiş 9 eden filozofların derslerini izlemiştir. Kinik öğretiden, özellikle Diogenes’in yaşam biçiminden etkilenen Zenon, ilk yapıtlarını tümüyle kinik görüşle yazmıştır.

Ancak, daha sonra kiniklerin öğretisinde temel değişiklikler yaptığı görülür. Bunların en önemlisi, insanın ahlaksal özgürlüğüne; kiniklerin inandıkları gibi, töreleri, her türlü uygarlık düzenini sert bir biçimde yadsıyarak değil, üstün bir doğallıkla ulaşılabileceği düşüncesidir. Eski İyonya felsefesinin, özellikle de Herakleitos’un etkisindeki Stoacılığın tümtanrıcı ve maddeci dünya görüşünün temelinde güç, gerilim fikri yatar. Doğadaki başlıca varlıklar cisimlerdir, ama hiçbirinde etkin ilke, neden, güç, maddeden ayrı düşünülemez; güçten yoksun madde olmadığı gibi, maddeden yoksun güç de yoktur. Gücün cisimden ayrılmaması onun cisimsel olduğunu gösterir. Bu güç, dünyanın ruhudur, Tanrıdır. Evrende her şey birbirine bağlıdır, dünya ruhuyla doludur, bu ruh ise hiçbiri yazgıdan kaçamayan şeylere can verir. Zenon, önce yerleşik ahlâk yaklaşımlarının köklü bir eleştirisini yapmış, insan için gerçek ‘iyi’nin; sağlık, zenginlik ya da mutluluğu dünyasal başarıya bağlayan herhangi bir değerler dizisi olmadığını savunarak, kesin anlamda yalnızca erdem ve erdemsizliğin iyi ve kötü sayılabileceğini belirtmiştir. Zenon’a göre, erdem; bütünlüğe ve dinginliğe ulaşmış bir zihin durumu olarak her zaman yararlı, erdemsizlik ise parçaları arasında sağlam ilişkilerden yoksun, dolayısıyla huzursuz bir zihin durumu olarak her zaman zararlıdır. Bunların dışında her şey mutluluk açısından görecedir; çünkü örneğin sağlık da, zenginlik de hem iyiliğe, hem kötülüğe yarayabilir. Erdemli insan mutlu olabilmenin bütün koşullarına sahiptir. Erdemsiz insan ise alışılmış anlamda nelere sahip olursa olsun, tümüyle mutsuzdur. Dolayısıyla mutluluk insanın doğma, yetişme ve yaşama koşullarına bağımlı değildir. Her insan doğal us yürütme yeteneğiyle iyi yaşama ulaşabilir. Değerlerinin doğruluğunun ya da yanlışlığının ölçüsü ise, kişinin duygusal denge ya da dengesizliğidir.

Korku, tutku, üzüntü gibi duygusal çalkantılar erdemsizliğin göstergeleridir; çünkü güçsüz ve kendi içinde bölünmüş bir zihinden kaynaklanırlar. Oysa her zaman iyiye sahip olan erdemli insan, dengeli ve dingindir; sıradan insanları sarsan geçici olaylar 10 Düşünceler onun erdemini etkilemez. Erdemli insan kendisinin ve başkalarının maddî koşullarını iyileştirmek için çalışır, ancak bu eylemlerinin değeri, dışarıdan bakıldığında görülen başarısıyla değil, yöneldiği amacın erdemliliğiyle ölçülür. Bu ahlâk görüşüyle Stoacılık Antikçağ’ın en etkili felsefe görüşlerinden biri oldu; çünkü geleneksel ırk, toplumsal konum ve cinsiyet sınırlarını aşarak, ortak bir insanlık ülküsü geliştirdi. Mutluluğun temellerini insanın içinde bularak, bunları bilgelik, cesaret, adalet ve ölçülülük erdemleriyle özdeşleştirerek, karşılıklı yardımlaşmanın birleştirdiği bir insanlık öngördü. Eski Yunan ve Roma dünyasının çok farklı topluluklarında olumsuzluklarla karşılaşan bireye destek olabilecek bir ahlâk sistemi ortaya koydu. Aynı zamanda toplum için üyelerinin ahlâklılığına ve usa dayalı bir “doğal hukuklun geliştirilmesine katkıda bulundu. Bu yüzden Stoacılık bütün Antikçağ boyunca MS 2. yüzyıla değin yandaş buldu. Sonraki Batı düşüncesinde Stoacılığın bu ahlâk öğretisi, Stoacı olmadığı söylenmekle birlikte, bu görüşü benimseyen Cicero’nun yapıtlarıyla ve Roma’lı Stoacılar, Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’un metinleriyle yaygınlaştı. Stoacılığı ilk kez sistemleştirenler ise, Zenon’un çevresini ve ardıllarını oluşturan Atinalılarla Yunanca yazan Doğulular, özellikle Kleanthes, Khrysippos, Panaitios ve Poseidonios’tur. Bu düşünürler kozmoloji, fizik, mantık ve psikoloji gibi alanlarda Stoacılığa önemli katkılarda bulundular. Platon’un Atina’daki izleyicileri olan Akademia Kuşkucularının eleştirilerinin de Stoacılığın geliştirilmesine katkısı oldu. Felsefeyi ilk kez mantık, fizik (metafizik) ve etik olmak üzere üç dala ayıran filozofun Zenon olduğu söylenir. Sokrates’in ve kiniklerin öğretisinden yola çıkan Zenon’un felsefesinin ağırlık merkezini etiğin oluşturması doğaldır.

Ancak Zenon, ahlâkı bilimsel olarak temellendirmek için fiziği gerekli sayar; öte yandan, fiziği de, ahlâkı da, mantıkla desteklemeye çalışır. Zenon’un metafiziği, kinik öğretiye dayanır, dolayısıyla materyalist ve monist bir metafiziktir; Aristoteles’in madde ile formu iki ayrı ilke olarak kabul eden düalist metafiziğiyle çelişir. Zenon metafiziği, Sokrates-öncesi doğa felsefesinin metafi­ ziğine, özellikle Herakleitos’un Öğretisine dayanır. Buna göre, yalnızca maddî olan, cisimsel olan asıl gerçektir; çünkü yalnız maddî olan varlık bir şey yapmaya ve bir şey yapılmaya elverişlidir; bundan ötürü, evrenin ilkesi maddî bir şeydir. Bu ilke de; bir etkin, bir de edilgin öge içerir: devindiren “neden” (etken) ile devindirilen ilk madde (protohyle). İlk Stoacıların yazılarının çoğu günümüze ulaşmamış olmakla birlikte, eldeki metinler temel görüşleri konusunda yeterli bilgi vermektedir. Klasik Stoacılıkta evren, tanrısal olarak belirlenmiş bir olaylar dizisinden oluşur. Her şeyi kapsayan ussal bir etken olan tanrısal bir ilke bütün evrene biçim ve yön verir. İnsan zihni de tanrısal usun bir “parçası” olarak evreni kavrayabilir. Böylece “doğaya uygun yaşama” olanağına sahip olan insan, kendi usunu geliştirirken tanrısal olarak yönlendirilen doğayla uyum sağlar. Stoacı ahlâk, böyle bir evren, dolayısıyla böyle bir doğa anlayışına dayanır, bu anlayışla uyum içindedir. Stoacı ahlâk, evreni olduğu gibi kabullenir; çünkü evrendeki uyumu kavrayan insan, kendisine “kötü” gelebilecek bazı olayların evrenin bütünü içinde gerekli ve zorunlu, dolayısıyla iyi olduğunu anlayacaktır. Sonuçta ulaşılan dingin ve huzurlu ruh hali Stoacılıkta “bilge” insanın zihinsel durumudur. Antikçağ sonrasında Stoacılığın en önemli etkisi, kendi usunu geliştiren insan ülküsü doğrultusunda birçok Stoacının mantık, dilbilgisi ve matematik gibi ussal alanlarda yaptıkları çalışmalardan kaynaklanmıştır. Bir ahlâk görüşü olarak ise, Platonculuğun çeşitli biçimleriyle kaynaşarak, kendisinden sonraki Hıristiyanlığın ilk kuramcıları olan Kilise Babaları’nm görüşlerine katkıda bulunmuştur.

Zenon’un ölümünden sonra öğrencilerinin çoğu onun öğretisini az çok değiştirerek, peripatetik ve kinik felsefeye yaklaştırmaya çalışmışlardır. Ancak ölümünden sonra Stoa okulunun başına geçen Assos’lu Kleanthes, öğretiyi bütünüyle benimseyerek geliştirmiştir. Böylece, Stoacılık; Zenon’dan, Epiktetos’a, Epiktetos’tan Marcus Aurelius’a dek, bölünmez bir bütün oluşturur. Stoacı ruhbilim; şeylerin bizdeki izlenimlerinin yalnızca edilgin duygulanımlar olduğunu öne sürer; algının ortaya çıkÖndeyiş 1 1 12 Düşünceler masıyla birlikte olumlama ve yargı, yani güç ortaya çıkar. Fikirlerin birbirine yaklaşması, bağlanması iradenin olduğunca zekânın da işe karışmasını gerektirir. Deney her türlü bilginin kaynağıdır; hatta, deneye yol gösteren ilkeler de daha önceki ve daha yüksek düzeyde bir deneyimden türemiştir. Stoacı ahlâkın ana fikri, yüce ‘iyi’nin, erdeme ulaşmak için gösterilen çabada bulunduğudur. Bunun dışında her şey, haz da, acı da, sağlık da, hastalık da, zenginlik de, yoksulluk da boştur. Erdemde ve kötülükte basamak yoktur; bütün kötülükler birdir. Bilge kişi; erdemi, dolayısıyla da mutluluğu elde etmiş kişidir. En yüce iyilik erdemdir. Erdem doğaya uygun olarak yaşamaktır. Doğaya uygun olarak yaşamaksa usa uygun olarak yaşamaktır. Erdem insanın kendi benliğinde uyum sağlamasıdır; benzerleriyle, giderek tüm doğayla uyum içinde yaşamasıdır. Ruh, us’ta güç harcar, gerilir, buna karşılık tutkuda kendini bırakır.

Bu nedenle, bilge kişi tutkudan uzak durmalıdır; kendini tutmalı, bırakmamalıdır. “Katlan ve kendini tut”, Epiktetos’un sık sık andığı bir özdeyiştir. Doğaya, yani usa uygun olarak yaşamak; evreni yöneten ussal yasayla bütünleşmektir. Duygular ruhun yanlış fikirlerden kaynaklanan düzensiz devinimlerinden başka bir şey değildirler: Bu nedenle, biricik gerçek ‘iyi’ olan erdem, aynı zamanda kayıtsızlıktır. Bilge kişi, gerçekliğin karşısında özgür ve etkilenmezdir, yazgının ona getirdiğine dingince katlanır. Stoacı ahlâk, öte yandan, bütün insanların dayanışmasını öngörür. İnsanları birleştiren; tanrısal ustur (logos). Logos, evrensel birliğin temelini oluşturur; bu temele dayanarak, her insanı dünya yurttaşı kılan, tanrısal ustur. Stoacı ahlâkta, “doğal olan’Ta, “doğaya aykırı olan” karşıtlığı vardır. “Doğaya aykırı olan”, usa aykırı olandır, insanda içgüdülerin ağır basması, üstünlük kazanmasıdır; “doğal olan” ise, “usa uygun olandır”; herkeste bulunan, herkeste bir olan usun egemen olmasıdır. Öte yandan, Stoacılar, yüce ‘iyi’nin erdem olduğu, erdeminse doğanm yasasına uymak olduğu savını öne sürerek, ilk kez, ahlâk felsefesine “ödev” kavramını getirmişlerdir; onlara göre, “olan”la “olması gereken” arasında bir ayrım vardır. Doğaya, usa uygun bir yaşam sürmek bir ödevdir; bilge Öndeyiş 13 kişi, usun yasasına uyarak bu ödevi gerçekleştirecektir. Zenon’a göre, mutlu olmak için erdem yeterlidir. Erdem tek başına eksiksiz bir mutluluğu sağlayabildiğine göre, erdem dışında hiçbir şey bir değer sayılamaz; bu nedenle, sıradan insanların değer saydıkları şeyler, zenginlik, maddî zevkler, ün, saygınlık, sağlık, dahası yaşamın kendisi bile bilge için ilgisiz kalınacak şeylerdir. Ne ki, Stoacı, mutluluk için bir değeri olmasa bile, doğal varlığımız bakımından bir değer olan, dolayısıyla bizde istek uyandıran bazı şeylerin varlığını da kabul eder.

Öyle şeyler vardır ki, bunlar “iyi”nin içinde yer almazlar, ama bütün bütün değersiz de değildirler. Örneğin: yetenek, beceri, sağlık, güç, zenginlik, saygınlık, iyi bir soydan gelme. Ama bütün bunlar; tam erdem, tam iyi karşısında hep görece şeylerdir. Yaşamın kendisi bile erdem gibi mutlak iyi değildir, gerektiğinde ondan da vazgeçilebilir. Gerçekten, Zenon da, Kleanthes de, Seneca da canlarına kıyarak son vermişlerdir yaşamlarına.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir