Margaret Atwood – Penelopia

“… Çok kurnaz Odysseus, Leartes’in mutlu oğlu, demek büyük yararlığınla kazandın gene karını. Ne sağlam düşünen kadınmış kusursuz Penelopeia, kızoğlankız vardığı kocasına ne de sadık kalmış, yok olmayacak erdeminin şanı hiçbir vakit, ölümsüz tanrılar uslu akıllı Penelopeia’nın şerefine destanlar dizdirecek yeryüzündeki insanlara.” Odysseia, Bölüm 24 (192-198) “… Böyle dedi ve kara gagalı bir geminin halatını bağladı direğe ve sardığı çepeçevre yuvarlak damı, sonra gerdi halatı, ayaklar yere değmesin diye. Yaygın kanatlı ardıç kuşları ya da güvercinler çalılar arasında kurulmuş bir tuzağa tutulurlar da hani, nasıl düşerlerse uğursuz bir döşeğe, dönerken yuvalarına, bu kadın başları da öyle dizilmişler sırayla, acıklı bir ölümle ölsünler diye sıkılmıştı ilmikle boyunları. Bir ara ayakları çırpınıverdi, ama uzun sürmedi bu.” Odysseia*, Bölüm 22 (465-473) * Homeros, Odysseia, Azra Erhat / A. Kadir çevirisi, Can Yayınları. Giriş Odysseuss’un yirmi yıl uzak kaldıktan sonra İthaka krallığındaki evine dönüşünü bize en iyi anlatan Homeros’un Odysseia destanıdır. Odysseus’un bunca zamanın yarısını Troya Savaşında çarpışarak, diğer yansını da yurduna dönmeye çalışarak, nice zorluğa göğüs gerdiği, devlere karşı savaşıp onları alt ettiği, bazen de canını zor kurtardığı Ege Denizinde dolaşarak ve tanrıçaların yatağına girerek geçirdiği söylenir. “Cin fikirli Odysseus” karakteri üstüne türlü yorumlar yapılmıştır: inandırıcı yalanlar uydurmasını bilir, kılık değiştirme ustası – aklıyla hareket eden, çözümler üretip hileler türeten, kendi iyiliği için bazen fazla kurnaz biridir. Göklerdeki koruyucusu Pallas Athena’dır, Odysseus’un yaratıcılığına hayrandır tanrıça. Odysseia – Odise‘de Spartalı İkarios’un kızı, Troyalı Helena’nın kuzeni Penelope, örnek oluşturacak kadar sadık bir eş, zekâsı ve kararlığıyla tanınan bir kadın olarak çıkar karşımıza. Gözyaşı dökmekten ve Odysseus’un dönmesi için yakarmaktan başka konağına üşüşen, Penelope’yi onlardan biriyle evlenmek zorunda bırakmak için Odysseus’un malını mülkünü yiyip bitiren nice Talibini zekice kandırır. Onlara boş sözlere verip oyalamakla kalmaz Penelope, dokuduğu kefeni geceleri sökerek evlilik kararını sürekli erteler. Odysseia’nın bir bölümünde Penelope’nin ergenlik çağındaki oğlu Telemakhos ile yaşadığı sorunlara yer verilir; delikanlı yalnızca baş belası, tehlikeli Taliplere değil anasına da kendini göstermeye kararlıdır.


Kitap Taliplerin Odysseus ve Telemakhos tarafından öldürülmesi ve Odysseus ile Penelope’nin yeniden birleşmesiyle sona erer, aynı zamanda Taliplerle yatıp kalkmış on iki hizmetçi de ipe gönderilmiştir. Ne ki Homeros’un Odysseia adlı eseri destanın tek yorumu değildir. Kulaktan kulağa anlatılan, aynı zamanda da yerel bir mitolojik öyküydü bu – bir mit anlatıldığı yere göre bambaşka bir kılığa bürünebilir. Burada, özellikle Penelope’un analığı, gençlik yaşamı ve evliliğiyle, aynca onun hakkında söylenmiş sarsıcı dedikoduların ayrıntılarıyla ilgili olarak Odysseia’dan başka kaynaklardan yararlandım. Öyküyü Penelope’nin ve onun on iki hizmetçisinin ağzından aktarmayı uygun buluyorum. Hizmetçilerin şarkılar söylemek için kurdukları Koro, Odysseia‘yı okuyan herkesin kitabı kapattıktan sonra sorduğu iki soruyu akla getirir: hizmetçilerin ipe çekilmesinin nedeni neydi ve Penelope gerçekten ne yapmaya çalışıyordu? Odysseia destanında anlatılan öykü su kaldırmaz: tutarsızlıklar çok fazladır. ipe çekilen hizmetçiler hep kafama takılmıştır; Penelopia‘da da Penelope’nin kendisi. Alçak Sanat Öldüğüme göre artık her şeyi biliyorum. Bu olmasını istediğim şeydi, gel gör ki çoğu dileklerim gibi gerçekleşmedi. önceden bilmediğim bir, iki önemsiz gerçekten başka bir şey öğrenmedim. Merakı gidermek adına ödenen bedelin çok yüksek olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Öldüğümden -kemiksiz, dudaksız, soluksuz olma durumuna eriştikten- beri keşke bilmeseydim dediğim bazı şeyler öğrenmiş bulunuyorum, tıpkı kapı arkasından dinleyenlerin ya da başkalarının mektuplarını açanların öğrendikleri türden bilgiler bunlar. İnsanların aklını okumak ne güzel olurdu mu diyorsunuz? Bunu bir daha düşünün. Buraya inen herkesin elinde bir torba olur, eskiden rüzgârları saklamak için kullanılan torbalardan, ama bunların her biri sözcüklerle dolu – ağzınızdan çıkan, kulağınıza gelen, sizin hakkınızda söylenen sözlerle. Bazı torbalar çok küçüktür, bazıları kocaman; benimki makul ölçülerde, fakat içindeki sözlerin çoğu ünlü kocama ilişkin.

Beni aptal durumuna düşürmüş, diyenler var. Bu konuda ustaydı: başkalarını aptal durumuna düşürmekte. Her şeyden paçayı sıyırmasını bilirdi, yeteneklerinden biri de buydu: sıyrılmak. Güven veren biriydi kocam. Çoğu kimse olayların onun anlattığı gibi yaşandığına inanmıştır, eksiği ya da fazlası olabilir; örneğin, bir iki cinayet, birkaç güzelin baştan çıkarması, bir iki tepegöz. Bazen ben bile inanmıştım ona. Düzenbaz ve yalancı olduğunun farkındaydım, ancak beni de hilelerle kandıracağı, yalanlarını bende de deneyeceği hiç aklıma gelmemişti. Ona bağlı kalmamış mıydım? Başka türlü davranmak için beni ayartan -dahası zorlayan-onca nedene rağmen onu beklemiş, beklemiş ve beklemiştim, değil mi ya? Peki sonunda, resmi anlatım inanılır bulunduktan sonra ben ne elde etmiştim? Ders çıkarılan bir efsane… Başka kadınları dövmek için kullanılan bir sopa. Neden onlar da benim gibi güvenilir, özverili, düşünceli davranan biri olamıyorlardı? Şarkıcıların, iplik bükücülerin dillerine doladıkları dize de buydu. Beni örnek almayın, diye haykırmak isterim kulağınızın dibinde – evet, sizin kulaklarınızın! Ne ki bağırmaya çalışırken sesim baykuştan farksız. Elimde ipuçları vardı elbette, kocamın kaypaklığından, hinoğlu hinliğinden, kurnazlığından -nasıl desem?- vicdansızlığından kuşkulanıyordum, ama görmezlikten geldim. Dilimi tuttum; ağzımı açsam bile ona övgüler düzmekle kaldım. Kafa tutmadım, olmadık sorular sormadım, ötesini kurcalamadım. O günlerde mutlu sonlar isterdim, mutlu sonlara ulaşmanın en iyi yolu doğru kapıları kilitli tutmak ve cinler geldiğinde uykuya dalmaktır. Gelgelelim belli başlı olaylar yaşandıktan ve olup bitenler eski tantanasını yitirdikten sonra arkamdan gülenlerin çok olduğunu anladım – nasıl da dalga geçiyor, hakkımda fıkralar anlatıyorlardı, kimi hoş kimi pis fıkralar; beni bir masala dönüştürmüşlerdi, hatta masallara, ama bunlar işitmek istemeyeceğim türden masallardı.

Kendi hakkında ileri geri konuşulan lafların bütün dünyayı dolaştığı bir kadın ne yapabilir? Kendini savunmaya kalkarsa suçlu durumuna düşer. Ben de bu nedenle biraz daha bekledim. Şimdi herkesin soluğu tükendiğine göre, artık masal anlatma sırası bende. Bunu kendime borçluyum. Bunun için canımı dişime taktım: masalcılık alçak bir sanat. Yaşlı kadınlar meraklıdır buna, gezgin dilenciler, kör şarkıcılar, hizmetçiler, çocuklar – kısacası boş zamanı olanlar. Eskiden ozan rolüne soyunmaya kalksaydım, herkes gülerdi bana -kurnazlıkta soyluluk taslamaktan daha gülünç bir şey yoktur- ama artık herkesin ne dediği kimin umurunda? Halkın görüşü ayaklar alımda: karanlıklar, yankılar ülkesine gömüldü. Çektiğim güçlük sesimi duyuracak ağzım olmaması. Kendimi ifade edemem, sizin dünyanızda, bedenlerin, dillerin ve parmakların dünyasında buna olanak yok; zaten bana kulak veren de pek yok ya, ırmağın sizin taraftaki yakasında. Tuhaf fısıltılar, tiz sesler duyanlarınızın sözlerimi sazları hışırdatan rüzgârla, alacakaranlıkta uçan yarasalarla, kötü düşlerle karıştırması işten bile olmaz. Yine de hamurumda her zaman kararlı davranmak var. Sabır, derlerdi bana. Bir işi sonuna kadar götürmeyi severim ben.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir