Rosemary Sullivan – Margaret Atwood – Kırmızı Pabuçlar

Hatırladığım kadarıyla, Toronto’nun Ontario Gölü kenarındaki sanat merkezi Harbourfront’ta geçen bir perşembe gecesiydi. Harbourfront’un edebiyat faaliyetlerinden sorwnlu sanat yönetmeni Greg Gatenby, Paris’teki iki dilli bir Kanada kitapçısı olan Abbey Kitabevi’ni destekleyen bir okuma günü düzenlemişti. Toronto’nun ünlü yazarlarından çoğu, okuma gününe davet edilmişti. Yazarlar, Brigantine Salonu’nun girişinde, Paris kabaresi izlenimi uyandırmak üzere mum ve ekose örtülerle süslenmiş küçük masalara onlJ’muşlardı. Margaret Atwood da programdaydı. Margaret Atwood, bu kadar tanınmış olmasına karşm dikkat çekmeden odaya girebiliyor. Ufak tefek, yoğun ve kıvıJcıınlı bir enerji yayıyor. Kuşu andıran bir yarn var. Saksağan gibi; zaten o da kendini bazen böyle tanımlıyor. O gece etrafta, yeni kitabı Nanı-ı Diğer Grace ile ilgili söylentiler dolaşıyordu. The Globe and Maifde çok iyi bir eleştiri çıkmıştı. Margaret Arwood’un neredeyse saydam olan iri mavi gözleri var. İnsanlaı1 selamladığında, orıJardan yansıyan endişeyi hissetıx tim. Bu, benim çıkanmım da olabilirdi. Ünlü bir yazar olmanın ne anlama geldiğini düşünüyordum.


Yumak, sanatlann içinde en kişisel ve en teşhirci olanıydı. Yazarla izleyicileri arasında bir tampon bölge yoktu. YM.lr başarısız olw-sa, bunu cek başına yapıyordu. Margan:ı J\ıwood ünlü biri. O gece, Nam-ı Diğn· Grace’in pek çok ülkede \ .l\ ımlanacağını biliyordu. Roman, başk.llaşım gl’\İrip çok �a) ıda dilde onun okuyamadığı yabancı mecinlere diinu�c(ck \’C hiç tanımayacağı yüz binlerce insanın zihninde yer l’dclckri. Buna karşın bana, edebiyat dünyasmın eserini nasıl kar­ �ıl.ıy.lcağı konusunda endişeleniyorımış gibi göründü. Fakat bu beni niye şaşırtıyordu ki? Grcg Gatenby, daha çok ilgi hak ettiğini düşündüğümüz ve hansızcaya çevrilip Abbey Kitabevi’nde satılırken görmek istediğimiz bir kitaptan bölümler okumamızı söylemişti. Margarct Atwood, yerel yazar Thomas King tarafindan kaJemc :ılınan Green Gmss, Rımning Watcr· romanını okumaya başladı. Çok eğlendiriciydi; neredeyse King’in kitabındaki Dala\’ereci karakter olmuş çıkmıştı.

Bense şöyle düşünüyordum: Ever, o tam bir Dala,·ereci. Uslu durmayan, şekil değiştiren, ‘arsayımlara \’C geleneklere meydan okuyan biri. Onu nasıl çötümlcmeli acaba? Çünkü niyetim buydu. Margarct Atwood’la ilgili bir kitap yazıyordum. Ne var ki kitaba ne ad vereceğimi pek bilmiyordum. Bulabildiğim en yakın tanımlama “biyografi-dışı” idi. Onun sanat yaşamı hakkında kicap yazmak istiyordum. Ancak konumumu tanımlayacak bir iradeye ihtiyacım vardı. “Orta mesafe” diye bir şey aklıma geldi. Orta mesafeden yazacak, yazarı şekillendiren kültür ile onun zihni arasında etkileşim kuracaktım. Bu, dedikodulu bir kitap olmayacaktı. Hem bana kim ne anlatacaktı ki? Üstelik duyduğum küçük dedikodular, hiç ilgimi çekmiyordu. Dedikodu yüzeysel bir hikayeydi , .e genellikle bir başka yaşamı delip söndürmeyi hedefliyordu. Yqif Çimcıı, Aknıı Sıı (ç.

n.) x Kitap biyografi olmayacakn o halde. Gerçek bir biyografinin ancak geçmişe bakarak yazılabileceğini biliyordum. Biyografi nostaljik bir egzersiz, anı, mektup ve anekdotlar toplandıktan sonra kişi hak.kında oluşan perspektiflerin senteziydi. Bunun yerine, yazarlık yaşamını anlatan bir kitap yazmak istiyordum. Yazarlık yaşamını neyin mümkün kıldığı çok muğlaktı. Kitabım, Margaret Atwood’u yönlendiren şeyleri, takip ettiği yolda karşılaştığı kuşku, karışıklık ,.e başanları <ll1latacakn. Onu kendi zamanına, Kanada edebiyatuıın şeklini değiştirmeye katkıda bulunan aynı kuşaktan insanlann arasına yerleştirecekti. Kitabımın, zihin ve hayal gücünün yaşama sevincinin merkezinde yer aldığını göstereceğini umuyordum. Yaşama sc,·inci, hayal gücünden yoksun çağımızda kaybolmara }’ÜZ tutmuştu ‘e bireyler hakkındaki hikayeler, yaşam ram ve yatak odası dedikoduları seviyesinden öteye geçemiyordu. Yine de, beni bu kitabı yazmaya sevk eden daha derin bir şey \’ardı. Daha önce yazmış olduğum iki öyküyü tamamlamak için üçüncü bir kitap yazmak istiyordum. Bunlar gerçek biyografilerdi.

Her ikisi de kadın yazarlar hakkındaydı. Hiç beklemediğim halde, hüsran, ıstırap, son olarak da sessizliği anlatan hikayelere dönüşmüşlerdi. İlk biyografimin öznesi olan Elizabcth Smart, yirmi yedi yaşında bir şaheser yazmış, daha sonra ornz yıl boyunca sessizliğe bürünmüştü. Bunun bir özgüvcn meselesi olduğunu iddia ediyordu. Omzunda her zaman gölge gibi bir el hissetmişti ve onu . erkekliğin maestrosu” olarak adlandırıyordu. Bu hayalet, ona asla yeterince iyi olamayacağını söylüyordu. İkinci yazar Gwcndolyn MacEwcn, trajik bir şekilde hayatını kaybetmiş, bu uzun dakikaJarda sanatın yalnız kalmaya değmediğine kanaat getirmişti. Kitaplarım onları dikkate değer yazarlar diye göklere çıkarıyordu ama ben içten içe suçluluk duruyordum. Farkında olmadan, trajik kadın yazar stereotipini mi. sürdürüyordum? Eminim, başka öyküler de vardı. Üçüncü bir yomm istiyordum. Kendimi, sanatçılığını ve yaşamını kontrol xi altında tutmayı başarmış bir kadın hakkında kitap yazmaya mecbur hissediyordum. Margarct Atwood’a ne yapmak istediğimi açıkladığımda, ilkin niyetimi yanlış anladı. “Ben daha ölmedim,” dedi.

Ona biyografi-dışı teorimden söz etmem de fayda etmedi. Onu en çok rahatsız eden şey, kendisini bir rol modeline dönüştürebileceğim düşüncesiydi; rol modeli olmayı hiç hedeflememişti. Ya da, sırf hikayeye dönüştürmek adına, yaşamının sayısız ayrıntısından oluşan yapay bir düzen oluşturabilcceğirnden endişeleniyordu. Zaten insanlar yıllardır, odasında tek başına kitap yazan kadınla alakası olmayan Margaret Atwood’lar icat edip duruyordu. Ben de bu yapılanı devam ettirmiş olmayacak mıydım? Niçin Margaret Arwood hakkında kitap yazmaya yelteniyordum? Çünkü ondaki sanatçı güveninin gizemi, çok ilgimi çekiyordu. İnsan, yazar olarak kendine inanma gücünü nereden alıyordu? Bu, sadece kişisel bir şey miydi? Niçin pek çok yetenekli insan risk alıp sanatçı olma yolculuğuna çıkmıyordu? Elizabeth $mart Ye benzerleri niçin yolundan dönmüştü? İnsan kültürel desteğe mi ihtiyaç duyuyordu? Margaret Arwood’u düşündüğümde, hep şu anekdot aklıma gelir: Senelerden 1948 ya da l 949’dur. Küçük bir kız bir sinema salonunda oturmaktadır. Film izlemek, az bulunur bir eğlencedir. Bu kez \’esile, birinin doğum günüdür. Beraberce i1.lcnen Kınnızı Pabttfltır filmi, dünyaca ünlü bir balerin olan Victoria Pagc adlı genç bir kadın hakkındadır. Victoria güzeldir; prenses gibi elmas taç takıp ince bürümcükten bir tütü giymiş, zarif balo salonlarında ve egzotik Avrupa şehirlerinde dans etmektedir. Küçük kız büyülenir ve omm gibi olmak ister, fakat ümitsizce koltuğuna gömülmeye başlar. Zira Victoria’nın yaşamı bir trajediye dönüşmektedir. Maestro onu azarlar, genç kocası terk eder.

Victoria, sonunda bir trenin önüne atlayarak intihar eder. Küçük kız mesajı alır ve çok üzülür: Kız iseniz, hem sanatçı hem eş olmanız xii mümkün değildir. İkisini birden olmaya kalkışırsanız, sommda bir trenin önüne atlarsmız. O sinema salonundaki küçük kız, Margaret Atwood’du. Atwood, kızlaru1 yaraucılık tutkularının basnrıldığı bir devirde doğmuş, buna karşın dik.kate değer bir yazar olmayı başarmıştı. Peki, bu nastl oldu? Margaret Arwood, küçük bir kızken Kınnızı Pabıtfiar’ı izlediğinde yaşadığı hüsranla ilglli hikayeyi anlattığında, merakımı cezbeden şey şu oldu: Bu durum onu üzmüş olmasına karşın neden yolundan dönmemişti? Mademki ona sunulan görüntü buydu, ondan niçin ve nasıl kaçmıştı? 1939 doğumlu pek çok genç kız, bu mesajı halen iliklerinde hissediyor. Peki bu genç kız, femjnizm-öncesi günlerde kendisine tartışmasız bir şekilde inanma konusunda içgüdüsel bir yeti geliştirmeyi nasıl başarmıştı? Röportajda bir ara, Margaret Atwood şöyle dedi: “Atlas Okyanusu’nun bu tarafında yazarın ne olduğu konusunda oldukça romantik bir fikre sahibiz. ‘Yazmayı’ yapılan bir şey gibi değil de, olunan bir şey gibi düşfu1üyoruz. “1 Bu, kendi halinde bir cümle gibi geliyor, ta ki durup onun ne dediğini düşününceye dek. Atwood, bu şifreli cümlelerle sanatçıya atfedilen romantizm geçmişini sabote ediyordu. Ve her şeyden önce, bu yazar algısının yıkılması gerekiyordu. Atwood’un yazarlık kariyerine başladığı zamanlarda, genç bir kadının kendine inanması kolay değildi. Yirmi yıl önce diye söze girdi: “Yaşamının ilk yıUannda ciddi bir şekilde yazmaya şiddetle motive olmuş kadınlar, erkeklerden daha azdı … ‘Yazar olmayı’ bir yapma durumu yerine olma durumu olarak görmek, onlara daha kolay geliyordu. Anında kabul görmek mümkün olmadığında, vazgeçmek daha kolay.

“2 “Özellikle kızlar, memnun etmek ve gönLU almak üzere eğitiliyor ve birileri onları sevmediğinde, bunun kendi hataları olduğunu düşünüyorlar. “3 İyi yazma girişinunde bulunmak – “incelemek, araşnrmak, harici bir xüi disipline uymak, risk almak ki bunların arasında başarısızlık da var” – genç kadınlarda teşvik edilmiyordu.’* Mademki, güven ve cesaret duygusunun “eksikliğinde yazar olma projesi şakaya dönüşüyor”, insan bu duyguları nasıl gelişti rebilir? “Yazar olarak güveniniz,” diye açıkladı Margaret Atwood, “büyük ölçüde kişi olarak kendinize duyduğunuz güvenle ilgili … Ve o da, çocukluğunuza dayanıyor.”5 Peki, onun güveninin kökleri çocukluğuna mı dayaıuyordu? Margaret Arwood’un Kırmızı Pabıtflar’ı izlediği o sinema salonundan başlayıp yazar olarak kazandığı uluslararası başarıya uzanan yolculuğu, bu kitapta anlatılan hikayelerden biri. Bu hikayeyi pek çok yönden, son otuz yılın kadın yazarlarının ortak hikayesinin bir parçası gibi görüyorum. Margaret Atwood’la aynı dönemde doğmuş ya da tanınmış yuarların listesi çok etkileyici: A.S. Byatt, Nadine Gordimcr, Joycc Carol Oates, Angcla Carter, Maxinc Hong Kingston, Margaret Drabble, Maric Claire Blais, Margc Picrcy, Marilynne Robinson, Toni Morrison, Alison Lurie, Ann Bcattie, Elcna Poniatowska ve daha birçokları. Bu kadrnlar, hem erkek hem kadın sanatçıya atfedilen ikonografiyi geri dönülemez bir şekilde değiştirdiler. Savaş filmlerinin beyaz perdeyi kuşamğı ve film endüstrilerinin yeni temalar için birbiriyle kapıştığı l 948’de piyasaya sürülen Kırmızı Paht1flar’a geri dönersek, bu filmin kadınların sanattaki rolü üzerine bir meditasyon olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Özgün senaryo, Emeric Pressburger tarafından yazılmıştı ve Moira Shearer tarafindan canlandırılan Victoria Page’in bale kariyerini konu alıyordu. Victoria, ünlü empre.1.aryo ve koreograf Boris Lermontov’un ilgilendiği hevesli bir genç dansçıdır. Eski kafalı maestro Lcrmontov, dansçılarını acımasız bir disiplin ve maksatlı bir aşağılamayla yetiştirmektedir.

Lcrmontov için s.ınat bir dindir, Victoria ise onun yaraası olacaktır. LerrnontO\’, Victoria için Hans Christian Andcrsen tarafından yazıl:ın bir masala dayanan Kırmızı Pabufla�·adlı bir bale yazmış xl\’ tır. Ona hikayeyi şöyle anlatır: “Bir kız, çingeneden aldığı bir çift kırnuzı ayakkabıyla d�rns etmek arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Başlangıçta dans ettiğine sevinir, fakat daha sonra yorgun düşüp eve gitmek ister. Ne var ki ayakkabılar yorgun değildir. Onlar hiç yorulmazlar. Kızı çayırlarda dans etmeye zorlarlar. Zaman geçip gider, aşk geçip gider, ömür geçip gider. Fakat ayakkabılar dans etmeye devam ederler. Sonunda kız ölür.” Bu ustalıklı hikaye, sanatçı olmaya yeltenen kadınların kaderinj anlatan bir alegori. Lermontm, kıskanç \’e sahiplenen bir tavırla Victoria’yı kendi keşfi olarak gözetim altında tutar. Victoria, onun ölümsüzlüğünü garanti edecek, kolay işlenebilir bir malzemedir. Fakat kumpanyanın genç bestecisine :lşık olup onunla evlenmek gibi korkunç bir hataya düşer.

İki adam arasındaki mücadelede bir piyon haline gelir. Lermontov küplere biner: “İnsan sevgisinin müphem konforuna bel bağlayan bir dansçı, asla büyük bir dansçı olamaz. Asla!” Kocası Victoria’dan, kendi iyiliği için sanatı bırakmasını ister. Victoria ‘yı ınüzü ve esin kaynağı olarak yanında istemektedir. Victoria sanatı seçmeyi dener, fakat bu seçim mahvına neden olur. Filmin sonunda kariyerini evliliğine tercih etmiş olduğu anlaşılan Victoria, Kırmızı Pabt1flar balesini oynamak için sahneye doğru yürür. Fakat kırmızı pabuçlar artık irade kazanmıştır. Victoria’yı tren istasyonuna bakan balkona götürürler, kocası bu istasyondan ayrılmak üzeredir. Onu balkon korkuluğunun üzerinden atlatırlar. Victoria uzanmış ölmek üzereyken, kırmızı pabuçları çıkarması için kocasına yalvarır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir