Marguerite Yourcenar – Akan Su Gibi

1575’te Napoli’de, babasının valilik yaptığı San Telmo Kalesi’nin kalın duvarları ardında doğmuştu. Yıllar önce yarımadaya yerleşen Don Alvaro, kral naibinin lütuflarını kazanmış, ama aynı zamanda, İspanyol memurlara rüşvet vermekten bitap düşmüş halkın ve taşra soylularının nefretini çekmişti üzerine. Ama ne dürüstlüğünden, ne de kanının mükemelliğinden kuşku duyan kimse yoktu. Bir akrabası olan kardinal Maurizio Garaffa sayesinde, lnes de Montefeltro’nun torunuyla, gücünü tüketmiş bir soyun son çiçeği Valentina’yla evlenmişti. Valentina güzel, soluk çehreli, ince belli bir kadındı: kusursuzluğu, soneler yazan iki Sicilyalı’yı yıldırıyordu. Bu denli bir güzelliğin şerefini lekeleyebileceğinden korkan ve yaradılış itibariyle kadınlara güvensiz biri olan Don Alvaro, ona hemen hemen bir manasllr hayatı yaşatıyor ve Valentina’nın yılları, kocasının Calabria’da sahip olduğu melankolik topraklardaki, paskalya perhizini tuttuğu Ischia manastırı ile, zindanlarında sapkın ve rejim karşıtı şüphelilerin çürümekte olduğu kalenin dışına yaptığı seyrek kısa ziyaretlerle geçiyordu . 9 Genç kadın talihini gönullu olarak kabul etmiştı. Çocukluğu Urbino’da, en suzme kibar topluluklarda, antik elyazmaları, yüksek düzeyli sohbetler ve aşk şarkıları arasında geçmişti. Pietro Bembo’nun ölüm döşeğinde yazdığı son mısralar, onun kısa bir süre sonraki dünyaya gelişini kutlamaya yönelikti. Annesi, kırkı çıktıktan sonra onu Roma’ya, Santa Anna manastırına götürmüştü . Solgun yuzlü, dudakları hüzünle kıvrımlanmış bir kadın bebeği kucağına almış ve takdis etmişti. Vittoria Colonna’ydı bu; Pavia’nın hakimi, Miguel Angel’in gizemli dostu Ferrante de Avalos’un dul eşi. Bu soğuk meleğin yanında büyüyen Valentina, daha küçüklüğünden itibaren kendine özgü bir ciddiyet ve mutluluk fikrini bile aklına getirmeyenlerin o sakin ruh halini kazanmıştı. Hırs ve dinsel kuruntuların esiri olan kocası, onunla fazlaca ilgilenmediği gibi, ikinci çocukları olan oğullarının doğumundan sonra ona bir daha hiç yaklaşmamıştı. Aristokrasi arasında çapkınlık yaptığı da yoktu, Napoli kraliyet erkanı üzerinde bıt-akmak istediği beyefendi görüntüsü bu davranışı ona yasaklıyordu.


Bir maskenin ardında yaşayan Don Alvaro, asıl kimliğini bulduğu umutsuzluk ve bıkkınlık saatlerinde liman semtinde isli bir lambanın altında veya bir mangalın yanında tabureye oturmuş genelev patronlarıyla pazarlık yapılarak elde edilen Magripli fahişeleri tercih ediyordu. Dona Valentina buna kesinlikle gücenmiyordu. Hiçbir zaman sevgilisi olmamış olan bu yaklaşılmaz eş, aşık şair delikanlıları ilgisizce dinliyor, ne vilayetteki diğer kadın arkadaşlarının çevirdİği entrikalara katılıyor, ne de maiyetindeki kadınlardan kendine bir sırdaş veya gözde seçiyordu. Terbiye gereği, eş dost eğlencelerinde, yaşına ve mevkisine uygun muh�eşem elbiseler giyiyor, aynanın ka . rşısına etekliğinin bir kıvrımını veya yakalığını düzeltmenın dışında geçmiyordu. Her gece Don Alvaro masasının oze10 r�nd�, bizzat Valentina’nın düzgün elyazısıyla gözden geçirılmış ev harcamalarının bir listesini buluyordu. ltalya’da son yıllarda kurulmuş olan Engizisyon’un vicdanlardaki en küçük bir tere�düt� dahi soruşturduğu bir dönemde yaşıyorlardı; Valentına, ımanla ilgili sohbetlerden dikkatle kaçınıyor ve kilisede yapılan dualara düzenli olarak katılıyordu. Kimse onun kalenin zindanlarındaki mahpuslara gizlice giysi ve güçlendirici içecekler taşıdığını bilmiyordu. Daha sonraları, kızı Anna, onun dua ettiğini hatırlamayacak, ama pek çok kez lschia manastırındaki hücresinde, dizleri üzerinde bir Phaidon veya Şölen, güzel elleri açık pencerenin siperliğine bırakılmış, şahane koya karşı saatlerce öylece kendinden geçmiş halde durduğunu anımsayacaktı. Çocukları ona bir Madonna’ymış gı:bi saygı gösteriyorlardı. Oğlunu en kısa sürede lspanya’ya göndermek isteyen Don Alvaro çocuktan çoğu kez naipliğin bekleme odalarında bulunmasını istemişti. Miguel bu nedenle, içi bir kutu gibi yaldızlarla süslenmiş, duvarları üzerine Valentina’nın Ut crystallum deyişini işlediği halılarla kaplı bir odada, Anna’nın yanında saatlerce o turmak zorunda kalmıştı. Anneleri küçüklüklerinden beri onlara Cicero’yu ve Seneca’yı okumayı öğretmişti: onun müşfik bir sesle bir düşünceyi veya deyişi açıklamasını dinlerken çocukların başı kitabın sayfaları arasına karışırdı. Miguel, o yaştayken kızkardeşine çok benziyordu; kızın ince ve nazik ellerine karşılık oğlanın dizgin ve kılıç tutmaktan kabalaşmış elleri olmasa, birbirlerinden ayırt edilebilmeleri oldukça güç olurdu. Birbirini seven bu iki çocuk çoğunlukla konuşmadan birlikte oluyor, birlikte olmanın keyfine varmak için sözcüklere gereksinim duymu yorlardı; Dona Valentina da pek konuşkan biri değildi, ama içgüdüsüyle çocuklarının birbirlerine aşık olduklarını anlamı şrı.

Küçük bir sandığın iç inde sakladığı , bazıları çıplak resimle rle bezenmiş bir Yunan kabartmaları 11 koleksiyonu vardı. Kimi zaman, saydam akiklerinı guneşın son ışıklarına tutmak için pencere boşluğuna açılan iki basamağı çıkar ve batmakta olan guneşin ahın sarısına gömüldüğünde Valentina tıpkı mücevherleri gibi bu kez billurumsu bir hal alırdı. Anna, özellikle ergenliğe yaklaşmakta olan kız çocuklarında görülen o saygıyla bakışlarını yere çevirirdi. Valentina, belli belirsiz gülümsemesiyle, – Güzel olan her şey, Tanrı’nın ışığıdır, derdi. Onlarla Toscana dilinde konuşur, onlar ise lspanyolca yanıt verirdi. 1595’in Ağustos ayında Don Alvaro oğluna, paskalya şenliklerinden önce Madrid’e gitmesi gerektiğini, orada akrabaları olan Medina dükünün, kendisini hizmetine alma onurunu bahşedeceğini bildirdi. Anna gizli gizli ağladı, ama gururu nedeniyle kardeşinin ve annesinin karşısında kendini tuttu. Don Alvaro’nun beklediğinin tersine Dona Valentina Miguel’in bu seyahatine herhangi bir itirazda bulunmadı. Cerna markisine ltalyan ailesinden geniş araziler miras kalmıştı, ama topraklar bataklıklarla kaplıydı ve fazla bir gelir getirmiyordu. Marki, görevlilerinin tavsiyelerine uyarak, Acropoli’deki arazisinde en iyi Alicante üzümlerini ye . tiştirmeye çalışmıştı. Sonuç pek sıradan olmuştu; buna karşılık Don Alvaron cesaretini yitirmemişti: her yıl bağ bozumunda, işin başında bizzat kenidisi bulunuyor, Valentina ve çocuklar ona eşlik ediyordu. O yıl işleri başından aşkın olduğundan karısından arazileri yalnız başına denetlemesini istemişti. Yolculuk üç gün sürmüştü. Dona Valentina’nın gösterişli 12 arabası, ardında hizmetkarların doluştuğu arabalarla birlikte, eğri büğrü taş döşeli yoldan Sarno vadisine doğru yol almıştı.

Dona Anna, annesinin karşısına oturmuş; Don Miguel ise, atlara düşkünlüğüne rağmen, kızkardeşinin yanında yolculuk etmişti. Sicilyalı Anjoulular’ın zamanında inşa edilmiş olan malikane , bir kale görünümündeydi. Yüzyılın başlarında arka tarafına kireçle sıvanmış bir çıkma eklemişlerdi; sütunlu girişin iç avlunun: bir bölümünü kaplayan, düz çatı bölümünde bahçe sebze ve meyvelerinin kurutulduğu ve taştan yapılmış bir üzüm presinin bulunduğu bir tür bir çiftlik eviydi bu. Çiftlik kahyası, sürekli hamile olan karısı ve bir yığın çocuğuyla birlikte buraya yerleşmişti. Hava koşulları, hala tamir gerektiren işlerin bulunması, çiftlik mallarıyla ağzına kadar dolu devasa salonu kullanılmaz kılıyordu. Kendi özsuyunda mayalaşmaya başlamış dağ gibi üzüm yığınları, Mağrip üslubunda döşenmiş zemin taşlarına yapışkan bir sıvı salıyor, tüm sinekleri kendine çekiyordu; tavandan soğan demetleri sarkıyordu; çuvallardan dökülen unlar, tozlarla birlikte her yanı kaplamış durumdaydı; camız sütünden yapılmış peynirlerin kokusu ise insanın gırtlağını sıkıyor gibiydi. Dona Valentina ve çocukları birinci kata yerleştiler. lki kardeşin odası karşılıklıydı; Miguel, mazgal deliği kadar dar pencerelerden zaman zaman Anna’nın küçük bir mumun önünde gidip gelen gölgesini hayal meyal seçebiliyordu. Anna, saçlarını açmak için tokalarını tek tek çıkarıyor ve daha sonra ayakkabısını çıkarması için ayağını hizmetçiye uzatıyordu. Don Miguel, utanarak perdeleri çekti. Her biri bir yaz kadar uzun ve birbirinin aynısı olan günler gelip geçiyordu. Hemen her zaman yapışkan bir nemle yüklü olan gökyüzü, dağın aşağı,kesimlerinden denize doğru dalgala narak uzanıyordu. Valentina ve kızı yıkık dökük 13 eczanede çalışıyorlar, hummaya yakalananlara dağıttıkları şurupları hazırlıyorlardı . Çeşitli aksilikler bağbozumunun tamamlanmasını geciktiriyordu ; humma n edeniyle ateşı yükselen bazı işçiler ranzalarından kalkamayacak duruma gelmişti; hastalıktan bitap düşmüş bazıları ise bağın içinde sarhoşlar gibi yalpalayarak gezinip duruyordu. Dona Valentina ve çocukları hiç sözünü etmeseler bile, Miguel’ in yakındaki yolculuğunun hüznünü yaşıyorlardı.

Akşamları, hızla bastıran alacakaranlığın loşluğunda, alt katta yeralan küçük bir salonda birlikte yemek yiyorlardı. Yorgun Valentina erkenden yatmaya gidiyordu; Anna ve Miguel, yalnız kaldıklarında, ses çıkarmadan birbirlerine bakıyorlar ve kısa bir süre sonra da Valentina’nın kızını çağıran berrak sesi duyuluyordu. Bunun üzerine .her ikisi birden merdivenleri çıkıyorlardı. Don Miguel, yatağına uzandığında, yolculuk gününe kaç hafta kaldığını hesaplıyor ve Anna’yı ve annesini bırakacak olmasından üzüntü duymakla birlikte, seyahatinin onu en sonunda bu iki kadından uzaklaştıracağını düşünüp bir ferahlık duyuyordu. Calabria’da bazı karışıklıklar çıkmıştı. Dona Valentina oğluna, köyden ve malikanenin çevresind�n fazla uzaklaşmamasını emrediyordu. Aşağı tabaka arasında İspanyol kahyalara ve memurlara karşı bir hoşnutsuzluk söz konusuydu ve daha da önemlisi dağların yamaçlarında kurulmuş olan yoksul manastırlarda bazı keşişler rahatsızlıklarını açıkça ifade ediyorlardı. Nola veya Napoli’de birkaç yıl öğrenim görmüş olan en eğitimlil keşişler, ülkenin Yunan topraklarına dahil olduğu, mermerlerle, tanrılarla ve çıplak güzel kadınlarla dolup taştığı zamanları hatırlatıyorlardı. En cüretkarları ise Tanrı’yı reddediyor veya ona küfrediyorlar ve söylendiğine göre, koylara demir atmış Türk korsanlarla işbirliği yapıyorlardı. lsa heykelciklerinin ayaklar altında ezilmesi veya cinsel gücü artırmak için erkeklik organlarına 14 takdis edilmiş ekmek dilimlerinin asılması gibi, tuhaf saygısızlıklardan bahsediliyordu. Bir keşiş çetesi, bir köydeki gençlerin bir bölümünü kaçırıp manastıra hapsetmiş ve onlara lsa’nın Magdalena’ya ve Aziz Juan’a şehvetle aşık olduğu öğretisini vaaz ediyordu. Valentina, kahyanın evinde veya mutfaklarda dolanan söylentileri tek kelimeyle susturuyordu. Miguel, istemese de bunların üstüne kısa bir süre düşünüyor, daha sonra bu düşünceleri pis bir sinek kovarcasından zihninden uzaklaştırıyor, hırsın her şeyi yapmaya cesaret edecek kadar uzaklara taşıdığı bu insanların görüntüsü karşısında tedirginlik duyuyordu. Anna ise bütün bu olan bitenler karşısında fena halde sıkılıyor, ama kimi zaman evdeki küçük dua yerinde, lsa’nın ayaklarına kapanmış haldeki Magdalena görüntüsü karşısında, insanın sevdiği kişiyi kucaklamasının çok hoş bir şey olacağını ve belki de Azize’nin lsa’nın kendisini kaldırması arzusuyla yanıp tutuştuğunu düşünüyordu.

Bazı günler Miguel, Dona Valentina’nın yasaklamalarına aldırmaksızın, şafak vakti yataktan kalkıyor, atını eğerleyip kendini maceraya atıyor, çok uzaklara, aşağı ovalara kadar iniyordu. Toprak, siyah ve çıplak, göz alabildiğine uzanıyordu; yerde hareketsiz yatan sığırlar koyu renkli kütleler oluşturuyor ve uzaktan, dağlardan yuvarlanmış kayalara berıziyordu; geniş fundalıktan yükselen volkanik kütleler küçük tepecikler oluşturuyordu; sürekli sert bir rüzgar esiyordu. Don Miguel, atının toynaklarından ıslak çamurların sıçradığını gördüğünde, bir bataklığın eşiğinde olduğunu anlayıp derhal duru yord u. Bir keresinde, guneşin batışından az önce , deniz kıyısına dikilmiş bir diz i sutunun yanına kadar gitti. Yerde, üstü ç izgili birkaç sutun gövdesi , buyuk agaç gövde leri gibi yatıyord u ; ayakta kalan d iğe rleri ise , golgeleri yerde, kızıl gökyuzu ne doğru uzanıyord u; puslu ve solgun denız onlara· 15 doğru hamle halindeydi. Miguel atını sütunlardan birinin gövdesine bağladı ve adını bilmediği bu kalıntılara girmek üzere yürümeye başladı. Uzunca süre at koşturmanın verdiği sersemliği hala üzerinden atamamışken, kimi zaman rüyalannda yaşadığı o hafiflik ve gevşeklik duygusunu hissetti. Bununla birlikte, başı ağrıyordu. Dona Valentina’nın sözünü ettiği o bilgelerin ve şairlerin yaşadığı kentlerden birinde bulunduğunu seziyordu; o insanlar, ayaklannın altında boydan boya yarılan Cehennem korkusu olmaksızın yaşamışlardı; Don Alvaro’yu sürekli olarak kaygılandıran bu korku, kimi zaman San Telmo kalesi mahpusları gibi işkence çekmesine neden o lmuştu. Ama öte yandan, bu eski halkların da kendi yasaları vardı. Adem ile Havva’nın çocuklanna ve torunlarına ilk dönemlerde kimi kez meşru gibi görünen birleşmeler, o dönemde de ağır biçimde cezalandırılıyordu; Kutsal Kitap’tan kaçabilmek için ülkeden ülkeye dolaşan Caunus adında biri vardı. Pekiyi ama neden henüz kimseye kapılmamış şu Caunus’u aklına getirmişti ki şimdi? Yıkılmış taşların oluşturduğu labirent içinde kaybolmuştu. Büyük ihtimalle eskiden bir tapınak olan bolümün merdivenlerinde, yere oturmuş bir kız çocuğu gördü. Ona doğru yöneldi. Belki de küçük bir çocuktan başka bir şey değildi, ama rüzgar ve güneş yüzünde izler açmıştı.

Don Miguel kızın insanda bir tür endişe yaratan sarı gözlerini farketti. Cildi ve yüzü toz grisi rengindeydi, giydiği elbise ise bacaklannı dizlerine kadar açığa çıkarmıştı. Ayakkabılarını çıkarmış ve ayaklannı taşlara dayamıştı. “Hemşire”, dedi, yalnız karşılaşmış olmaktan duyduğu endişeyle. “Buranın adı nedir?” – Benim bildiğim bir adı yok, dedi çocuk. Dünyada, bilmemenin daha iyi olacağı pek çok ad var. Burası lanetli bir yerdir. 16 – Sen burayı seviyorsun sanırım. – Ben ait olduğum yerdeyim. Dudaklarını uz�tı� kısa bir ıslık çaldı ve ayağının ucuyla taşların arasındakı hır yarığı işaret etti. Yarıktan ince bir üçgen kafa çıkmıştı. Don Miguel çizmesiyle engereği ezdi. “Tann aşkına!” diye bağırdı. “Sen yoksa bir cadı mısın?” – Babam yılan terbiyecisiydi, dedi çocuk. Sizlere hizmet ediyordu.

Ve çok kazanıyordu. Her yerde yılana rastlayabilirsiniz, efendim, tabii yüreğimizde taşıdıklarımızın yanı sıra … Ancak bundan sonra Miguel sessizliğin hışırtı, fısıltı ve hareketlilikle yüklü olduğunu fark etti. Otların arasında her çeşit zehirli hayvan sürünüp duruyordu. Ortalık karınca kaynıyordu, örümcekler ise iki sütün gövdesi arasında ağ örmeye başlamışlardı. Ve yerden, çocuğunkilere benzeyen sayısız san göz ışıldıyordu. Don Miguel bir adım gerilemek istedi, ama cesaret edemedi. – Gidin efendim, dedi çocuk, ve yılanların sadece burada olmadığını hiçbir zaman unutmayın .

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir