Marguerite Yourcenar – Bir Olum Bagislamak

1914 Savaşı ile Rus Devrimi yılları arasında geçen bu kısa roman, 1938’de Sorrento’da yazıldı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan, -yani 1939 Savaşı’ndan- üç ay önce, demek ki aktardığı olaydan yaklaşık yirmi yıl kadar sonra yayımlandı. Romanın konusu bize hem çok uzak, hem de çok yakın; çok uzak, çünkü yirmi yıl zarfında bu olaylara sayılamayacak kadar çok iç savaş olayı eklendi; çok yakın, çünkü aktardığı tinsel karmaşa, bugün halen, -üstelik her zamankinden de çok- içine gömüldüğümüz tinsel karmaşadan farklı değil. Roman gerçek bir olaydan esinlendi; kitapta Eric, Sophie, Conrad adlarıyla geçen üç kişi, olayın baş kahramanının en yakın arkadaşlarından birinin bana anlattığı özelliklerini üç aşağı beş yukarı korudular. Olay beni duygulandırdı, okuyucuyu da duygulandıracak umarım. Üstelik, sadece edebi açıdan bakılacak olursa, klasik tragedyanın bütün öğelerini taşıyor gibi geldi bana; dolayısıyla, olay, tragedyanın bazı çizgilerini sürdürür görünen klasik Fransız anlatısı çerçevesine kusursuz bir biçimde oturacak nitelikte idi. Zaman birliği, yer birliği -ve Corneille’in, daha önce kendine özgü keyifli bir ifade ile tanımladığı gibi- tehlike birliği; içlerinden hiç olmazsa birinin kendini tanımayı ve kendi hakkında yargıya varmayı deneyecek açıkgörüşlülükte olduğu üç kişiyle sınırlandırılmış bir olay akışı; nihayet, tutkunun er geç ulaştığı trajik çözümün -gencide, günlük hayatta daha sinsi ya da daha gizli biçimler alan- kaçınılmazlığı. Dekor, yani devrimle savaş ortasında sıkışıp kalmış Baltık’ın o ıssız 13İR ÖLÜM BAGIŞLAMAK 5 köşesi bile, -dünün güncelliğine, zamandaki uzaklaşmayla hemen hemen eş olan o mekan mesafesini katıyor, Sophie, Eric serüvenini kanıksanmış sıradanlıklardan kurtarıyor, böylece Racine’in Bajazet önsözünde ileri sürdüğü nedenlere benzer nedenler açısından tragedya koşullarına denk düşüyordu. Bu kitabı yazarken amacım, bir ortam ya da dönemi yeniden canlandırmak değildi; ya da böyle bir amaç benim için tesadüfiydi diyelim. fakat, -bizden önceki klasik dönem örneklerinde görüldüğü gibi- olayı belirleyen dış gerçekliklere gönül rahatlığıyla sırt çevirmek, ya da bu gerçeklikleri umursamazlıktan gelmek, yakalanmaya çalışılan psikolojik gerçekliğin fazla bireysel, fazla özgül olması yüzünden mümkün değildi. Kratoviçe diye adlandırdığım yer, sadece bir tragedya dekoru olamazdı; tıpkı o İç savaş olaylarının bir aşk hikayesine belirsiz bir kırmızı fon teşkil edemeyecekleri gibi … Bu olaylar kişilerde, bir çeşit sürekli umutsuzluk hali yaratmış olmalıydı; bu umutsuzluk hali hesaha katılmadan, kişilerin hareketleriyle eylemleri açıklanamıyordu. Serüvenlerinin kısa özetinden tanıdığım bu kızla delikanlı, büyük bir ihtimalle, kendi öz ışık çemberleri içinde, mümkün olduğu kadar da tarihsel gerçeğe uygun düşen koşullarda var olabileceklerdi. Yalın denebilecek bir tutku ve irade çatışmasını irdelemek amacıyla seçmiş olduğum bu konu, sonuç olarak beni, kurmay haritalarını karıştırmaya, yitik bir ülkenin sınırları üzerinde, Batı Avrupa’nın o karanlık askeri harekatlar dönemine kadar uzanan ufak bir yansıma bulma umuduyla resimli eski gazeteleri taramaya itti. Sonradan, Baltık’ta söz konusu savaşlara katılmış İnsanlar, bir iki sefer gelip, büyük bir İçtenlikle, Bir Ölüm Bağışlama’kta anlatılanların kendi anılarına benzediğine inanmamı söyleme nezaketini gösterdiler; şimdiye kadar kitaplarımın içeriği üzerine aldığım hiçbir olumlu eleştiri bana bu insanların söyledikleri kadar İnandırıcı gelmemiştir. Anlatı, birinci şahısta, baş kahtamanın ağızından yazıldı. Bu yöntem, yazarın görüşünü yapıtın dışında bırakYOURCENAR 6 tığı, hayatıyla yüzleşmeye, bu hayatı az çok dürüst olarak anlatmaya, her şeyden önce de hatırlamaya çalışan insanı gösterdiği için, sık sık başvurduğum bir yöntem.


Fakat şunu da hatırlatalım ki, bir roman kişisinin, sesi çıkmayan yumuşakbaşlı dinleyiciler karşısında giriştiği sözlü anlatı, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, kural haline gelmiş edebi bir alışkanlıktan öteye gitmez. Roman kahramanı, kendisini böylesine bir ayrıntı kusursuzluğu ve söylemsel mantıkla ancak Kreutzer Sonat’la ya da Immoraliste’te anlatabilir, gerçek hayatta değil; gerçek itiraflar, ya, daha çök tekrara dayanan, ya daha kopuk, ya daha bulanık, ya da daha belirsiz itiraflardır. Bu söylediğimiz, Bir Ölüm Bağışlamak kahramanının, bir bekleme salonunda, kendisini yarım yamalak dinleyen yol arkadaşlarına anlattığı hikaye için de geçerli tabii. Ne var ki, bu ilk kural bir kez kabul edildikten sonra, kendine özgü dil alışkanlıklarıyla ifade ettiği iyi kötü yanları, doğru ya da yanlış yargıları, önyargı olduklarını fark etmediği önyargıları, itiraf ettiği yalanları, ya da yalan olan itirafları, kararsızlıkları hatta unutkanlıklarıyla kişiyi bir bütün olarak anlatabilmek, bu çeşit anlatıların yazarına kalmış bir iştir. Ancak, böyle bir edebi biçimin, ötekilerine oranla, okurdan daha büyük bir katılım beklemek gibi kötü bir yanı vardır; bu biçim, Ben diyen roman kişisi kesitinden görülen olaylarla varlıkların, -tıpkı suyun üzerinden bakılan nesneler gibi- okuyucu tarafından ayıklanmasını gerektirir. Birinci şahıs anlatısının bu dolambaçlı yöntemi, kendisini söz konusu biçimde anlatması yadırganmayan kişiyi kayırır çoğu kez; oysa insanın kendisinden bahsederken düştüğü bu kaçınılmaz saptırma, Bir Ölüm Bağışlamak’ta, tam tersine, anlatan aleyhine işler. Eric von Lhomond tipi insan, benliğini, kendi kendine ters düşen biçimde algılar; yanılma korkusu yüzünden, kuşkuya düştüğü anlarda, eylemlerini en kötü biçimde açıklar; kendisini açık etme korkusu, bu kişinin, gerçekten taşyürekli bir insanın asla taşıyamayacağı bir acımasızlık maskesine büBiR ÖLÜM BAÔIŞLA:\IAK 7 rünmesine neden olur; kibri, gururunu sürekli gölgede bırakır. Bu yüzden, saf okuyucu, Eric von Lhomond’u, tüyler ürpertici anılarına gözünü kırpmadan bakmaya kararlı bir İnsan olarak değil de, bir sadist olarak görme yanılgısına kapılabilir; bir namussuzun acı çektirmiş olmaktan bu kadar gocunmayacağmı düşünmeksizin, onu kolu sırmalı bir hödük yerine koyabilir; ya da Yahudileri yerişi içindeki kast tutuculuğundan kaynaklansa da, teminat karşılığı borç veren Yahudi kadmm cesareti karşısmda hayranlığını belli etmekten kaçmmayan ve Grigori Loew’i ölmüş dostlarıyla rakiplerinin kahramanlık çemberine dahil eden bu adamı, profesyonel bir Yahudi düşmanı sayabilir. Anlatanın, kendisi -ya da bir zamanlar kendisi olan- ile, kendisini anlatırken oluşturduğu imaj arasındaki kopukluk, tahmin edilebileceği gibi, o karmaşık sevginefret ilişkilerinde ortaya çıkar en çok. Eric, Conrad de Reval’i ikinci plana atar görünüp, bize, coşkuyla sevmiş olduğu bu dostunun bir portresini vermekle yetinir; bir, en çok sevdiği varlık üzerinde fazla duracak bir adam olinadığmdan; ikincisi, kendisini kanıtlamadan ya da olgunlaşmadan ölen bu yitik dost hakkında, konuya kayıtsız kalan insanlara söyleyecek fazla bir sözü olmadığından. Dikkatli dinleyenler, onun dostuna ilişkin kimi imalarında, çok sevdiklerimiz karşısında sesimizin aldığı o belli belirsiz kızgınlık, o yapmacık küstahlık tonunu sezeceklerdir. Eric’in Sophie’ye, Conrad’ın tersine ilk sırayı vererek, onu acması aşırılıkları ve zayıf noktalarına varıncaya kadar sevecenlikle anlatması, sadece Sophie’nin aşkının Eric’in gururunu okşamasmdan, hatta onda güven uyandırmasından değil, Eric yasalarının, Eric’i bu rakibe, yani sevilmeyen bir kadına karşı, saygıyla davranmaya zorlamasından ileri gelir. Öteki aldatmacalar daha kayıtsızlıkla yapılmış şeylerdir. Başka bir açıdan açık görüşlü olan bu adam, ilkgençliğinde yaşamış olduğu gönül bağlarıyla isyanları sistemleştirir: Belki de Sophie’ye bize söylediğinden daha tutkundur; hiç kuşkusuz, gururuna yediremeyecek kadar YOURCENAR 8 kıskanmıştır onu; öte yandan kızın ısrarlı tutkusu karşısında kapıldığı isyanla tiksinti, kendisinin sandığından çok daha ender, “bir erkeğin amansız aşkla ilk tanışmasının önemsiz sayılabilecek sonuçları”dır. Bir Ölüm Bağışlamak kitabının kendisini veren kızla yan çizen delikanlı hikayesini aşan esas konusu, aynı tehlikelere, aynı yoksulluklara katlanan üç insan arasındaki o nitelik ortaklığıdır her şeyden önce.

Hele Eric’le Sophie … deneyimlerini sonuna kadar götürmekten aldıkları aşırı zevk ve uzlaşmamakta diretme açısından benzeşirler en çok. Sophie’nin yolunu şaşırmış halleri, herhangi birinin hoşuna gitme, ya da herhangi biri tarafından elde edilme isteğinden çok, kendisini hem ruhu hem de bedeniyle verme ihtiyacından kaynaklanır. Eric’in Conrad’a olan bağlılığı, fiziksel hatta duygusal bir tutumun çok ötesindedir; Eric’in seçimi, gerçekte, çetin, amansız bir hayat biçimi ülküsüne, yüce bir arkadaşlık düşlemine denk düşer; bu seçim, onun hayat görüşünün bir parçasıdır; erotikası bile disiplininin bir cephesi olarak belirir. Eric’le Sophie kitabın sonunda buluştuklarında, tensel tutku ya da politik bağlardan, hatta tatmin bulmamış arzu ya da kırılmış gurur yaralarından çok daha güçlü olan o benzerliği, o içtenliği, onları ne yaparlarsa yapsınlar birleştiren, acılarının bütün derinliğini açıklayan o kardeşlik bağını, aralarında geçmesi gereken bir iki kelimeyle göstermeye çalıştım. Vardıkları noktada, bu kişilerin hangisinin öldürdüğü, hangisinin öldürüldüğü o kadar önemli değil. Hatta birbirlerinden nefret edip etmedikleri, birbirlerini sevip sevmedikleri de pek önemli değil. Beni bu kitabı yazmaya iten nedenlerden birinin, kişilere içkin soyluluk olduğunu eklersem, günümüz beğenisine ters düşeceğimi biliyorum. Benim için çıkar güden hesaplardan arınma anlamına gelen bu kelime konusunda anlaşmak gerekiyor. Başlıca kahramanları -son temsilcisi oldukları- ayrıcalıklı bir kasttan gelen bir yapıtta soyluluktan söz etmenin tehlikeli bir sözcük oyunu olduğunu bilmiyor değilim. Sosyal sınıf soyluluğu ile tensel soyluluğun B!R ÖLÜM BAGIŞLAMAK 9 her zaman, -hatta hiç- örtüşmediklerini yeterince biliyoruz. Öte yandan, -her ne kadar yapay da olsa – soylu kan ülküsünün, aslında tanımları itibariyle zaten soylu olan bağlılık, gurur, bağımsızlık, çıkar gütmeyiş gibi niteliklerin kimi insanlarda gelişmesini bazı dönemlerde özendirdiği yadsınacak olursa, günümüz yaygın önyargılarına düşülebilir. Çağdaş edebi yatın alışılagelmiş bir kural olarak roman kişilerinden esirgediği bu temel erdem, toplumsal kökenle zaten o kadar az ilintili ki, Eric, bu erdemi, kendi çevresinden, kendi tarafından biri olan kurnaz Volkmar’ dansa, -hakkında beslediği bütün önyargılara rağmen- Grigori Loew’e yakıştırır. Apaçık olanın altını bu şekilde çizme durumunda kalmanın üzüntüsüyle, sözü bitirmek için şunu söylemem gerekir sanıyorum: Bir Ölüm Bağışlamak, herhangi bir topluluk, sınıf, ülke ya da partiyi yüceltme ya da aşağılama amacında değil. Eric von Lhomond’a -belki de onu, pek Cermen özelliği sayılamayacak o acımasız açık görüşlülükle donatmak için- mahsus bir Fransız adı verdim; dedelerini mahsus Fransız yaptım. Bu, onu ülküselleştirilmiş bir portre, ya da tam tersi, bir çeşit aristokrat veya bir Alman subayı karikatürü olarak görmeye dayanan yorumlara ters düşüyor.

Bir Ölüm Bağışlamak siyasi belge değeri için değil, -varsa- insani belge değeri için yazıldı; bu açıdan yargılanmalı. 30 Mart 1962

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir