Mark Skousen – Modern İktisadın İnşası

İktisatta olsun, öteki sosyal bilim dallarında okuyanlar olsun, iktisatla ilgili dersler alan öğrenciler arasında “en sıkıcı dersin hangisi olduğu” yolunda bir anket yapılsa, muhtemelen İktisadî Düşünceler veya İktisadî Düşünce Tarihi dersi birinciliği başka bir derse kolay kolay kaptırmazdı! Öğrencilerin bu dersi genellikle sıkıcı, kasvetli veya donuk bulmalarının en başta gelen nedeni ders kitaplarında İktisadî düşüncenin serüveninin adeta bir “ölü iktisatçılar geçidi” şeklinde anlatılmasıdır. Çoğunlukla, İktisadî öğretilerin tarihsel seyri tutarlı ve bütüncül bir çerçeveye oturtulmadan, kronolojik bir sırayla, öğrencilere yığınla isim, eser ve görüş anlatılır. Zavallı öğrenci de derste İktisadî düşüncenin evrimini anlamak yerine daha çok, bu kadar ismi ve görüşü smavda nasıl hatırlayabileceği endişesiyle kıvranır durur. Oysa, Skousen’in dediği gibi, modern iktisadın en gözde tarihî romanlara taş çıkartacak hoş, ilginç bir hikâyesi vardır. İşte elinizdeki kitap, söz konusu dersi sıkıcılıktan kurtarma ve gerek öğrenci, gerekse hoca için daha çekilir ve daha kolay anlaşılabilir kılma yolunda üç önemli yenilik sunuyor, ki bu kısmen, “Piyasada bunca İktisadî Düşünceler kitabı varken yeni bir kitap daha çevirmeye gerek var mıydı?” sorusunun da cevabını oluşturmaktadır: 1) İktisadî düşüncenin gelişimini içsel tutarlılığı olan bütüncül bir çerçeveye oturtmak, 2) İktisat bilimine katkıda bulunmuş büyük insanları “sarkaç” değil, “totem direği” yaklaşımına göre sıralamak, 3) İktisatçüarın özel hayatlarından kesitler sunarak onlarla insani bir iletişim kurmamızı kolaylaştırmak. Bu noktaları kısaca açalım. Birincisi, bu kitap İktisadî düşüncenin gelişimini içsel tutarlılığı olan bütüncül bir çerçeveye oturtmaktadır. Kitap İktisadî düşüncenin tarihsel seyrini âdeta merkezde bir ana kahraman, onun çevresinde ise, ikincil rolleri üstlenen öteki kahramanların rol aldığı bir tarih romanı gibi anlatmaktadır. Ana karakter M illetlerin Zenginliği adlı meşhur eseriyle modern iktisadın kurucusu kabul edilen Adam Smith’dir. Hikâyenin ana teması ise Smith’in temellerini attığı, kişisel çıkar, özgürlük ve rekabet sacayağı üzerinde yükselen, doğal özgürlük sistemindir. Perde 1776 yılının tarihsel öneminin vurgulanmasıyla açılır. O yıl bir yandan modern iktisadın gelişiminde anahtar önemi olan Milletlerin Zenginliği ya- M ark Skousen yırtılanmış, bir yandan da siyasal alanda bireysel hak ve özgürlükleri öne çıkaran, adeta bir özgürlük manifestosu olan bağımsızlık bildirisi ve anayasalarıyla, sonraki kuşaklar için bir çığır açmış olan Amerikalılar, İngiltere’den bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Hikâye ilerledikçe öteki kahramanlar Smith’in temellerini atmış olduğu doğal özgürlük sisteminin gelişmesine yaptıkları katkılar veya sözkonusu sisteme karşı giriştikleri saldırılar ekseninde sahne alır ve rollerini oynarlar. Geçit resminde sahne alan kahramanları Smith’in sistemine karşı aldıkları vaziyete göre başlıca üç kategoride toplamak mümkündür. Kahramanlarımızın bir kısmı Smith’in evrensel bolluk ve zenginliğin nasıl yaratılacağına ilişkin vizyonunu paylaşmışlar ve onun başlattığı inşaatı geliştirmeye, güzelleştirmeye, eksiklerini tamamlamaya çalışmışlar; bir kısmı binayı beğenmeyip onun eksiklerini ortaya koymaya ve zaman zaman alaycı biçimde sözkonusu binanın ne kadar işe yaramaz olduğunu cümle âleme ilân etmeye çabalamışlar; nihayet bir kısmı da binanın eksik olmaktan ziyade yanlış olduğunu iddia ederek onu tümüyle yıkıp yerine bambaşka bir bina irjşa etmeyi denemişlerdir.


Smith’in temsil ettiği vizyon, katlanılabilir bir adalet sistemi alanda insanların bireysel çıkarları peşinde koşmalarına imkân verecek, üretim ve serbest mübadeleye dayalı, rekabetçi ve özgürlükçü bir yapımn evrensel bir bolluk ve refah getireceğini ileri süren, iyimser bir vizyondur. Buna karşılık, doğal özgürlük sistemi karşıtlarının temsil ettiği vizyon, genel olarak, piyasanın Özünde istikrarsız yapısı, rekabet ve özel mülkiyetin yıkıcılığı, kaynakların kıtlığı ve nüfus baskısı gibi nedenlerle işgücünün ve geniş halk kitlelerinin sömürülmeye, geçimlik ücret sınırında yaşamaya, açlık ve sefalete mahkûm olacağını, istikrasızlık ve işsizliğin egemen olacağım ileri süren karanlık, kaderci ve kötümser bir vizyondur. İşte iktisadın hikâyesi bir anlamda bu iki vizyonun mücadelesinin hikâyesidir. Kısa bir özetini vermek gerekirse, İngiltere’de 18. yüzyılın sonlarında Smith’le alev alan ekonomik özgürlük meş’alesinin yıldızı başlangıçta Fransa’da Say, Bastiat ve öteki bazı Fransız filozoflar arasında parlamış, ama hemen peşinden bu vizyona karşı yine Smith’in kendi coğrafyasından saldırıların gelmesi gecikmemiştir. Malthus ve Ricardo Adam Smith’in iyimser dünyasını tersine çevirmiş, nüfiıs baskısı ve sınırlı kaynakların tükenmeye yüz tutması sonucu ortaya çıkacağını ileri sürdükleri, geçimlik ücretlerin tunç yasasımn egemen olduğu karanlık bir dünya tablosu çizmişlerdir. Onların peşinden, bir çelişkiler adamı olan, bir yandan bir özgürlük klâsiği yazıp serbest girişimi savunurken, bir yandan da sosyalist tezleri savunmada ısrar edip özel mülkiyeti sorgulayan Mili ile, iktisadı “yabancılaşma ve sımf mücadelesi” eksenli yeni bir karardık çağa yönelten Marx gelmiştir. Umutlar sönmek üzereyken, değerin tüketici kökeni, sübjektif değer ve marjinal fayda gibi devrimsel katkılarıyla Jevons, Walras, Menger ve Avusturya Okulu, Smith’in ölmek üzere olan vizyonunun imdadına yetişmiş ve doğal özgürlük xviii M odem Iktisadaı Inşuz modelini yeniden ayağa kaldırmışlardır. Bunlan iktisadın “politik iktisat”tan “iktisat”a evrilerek rüştünü kazanmış bir bilim hâline gelmesinde anahtar bir rol oynayan İngiltere’den Alfred Marshall üe marjinalist ılke\’i üretim faktörlerinin fiyadandırmasına uyarlayarak iktisatta bölüşüm sorununun çözümüne büyük katkılar yapan Clark ve öteki Amerikalı iktisatçılar izlemişlerdir. Veblen gibi kurumcuların getirdikleri “barbarcı evrimin bir biçimi” olarak niteledikleri kapitalizmin, gösteriş tüketimine düşkün zengin “aylak sınıflar”la karakterize edilebileceği yönündeki eleştirilere, diğerleri yarımda özellikle Max Weber, kapitalizmi vareden şeyin esasen ağır bir ahlâkî disiplin ve çok çalışma olduğu, bunun kaynağının ise din, bilhassa tutumluluk, iş ahlâkı ve Tanrı rızası için çalışmayı telkin eden Protestan reformculuğu olduğu görüşüyle karşı çıkmıştır. Bu arada Fisher, Wicksell ve Mises gibi iktisatçılar Smith’in sistemiyle uyumlu, sağlam bir parasal sistem geliştirmeye çabalamışlardır. Derken patlak veren 1929 Dünya Bunalımının yarattığı konjonktürde her şeye rağmen piyasayı savunan Hayek ve Mises gibi ustaların seslerine pek kulak veren olmazken, piyasaya güven duyulmayacağını ve ekonomik sorunların ana nedeni olan talep yetersizliği sorununu ortadan kaldırmak üzere devletin piyasaya aktif müdahalesini savunan Keynes öne çıkmıştır. Keynes’den bayrağı devralan Samuelson Keynesyen görüşleri popüler hâle getirmiş, II. Dünya Savaşı’mn getirdiği yıkım atmosferinde işe yarayan, bu nedenle de otuz yıla yakın bir süre politika yapıcılarının gözdesi olan Keynesyen reçeteler, enflâsyon ile durgunluğun birarada gözlemlendiği “stagflasyon” sorununa çare üretemedikleri ölçüde, 1960’lı yılların ortalarından itibaren gözden düşmüşlerdir. İşte bu ortamda devletin talep yaratmak veya istikrar sağlamak amacıyla para ile keyfî biçimde oynamasının son derece zararlı olacağını öne sürerek Parasalcı okula öncülük eden Milton Friedman, İktisadî sorunların aşılabilmesi için piyasaya güven duyulmasını, para arzının isteğe göre değil kurala göre artırılmasını, devlet müdahalesinin en aza indirilmesini ve rekabetçi kapitalizmin önemini vurgulayan görüşleriyle 20.

yüzyılın sonlarında iktisat ve iktisat politikası tartışmalarına damgasını vurmuştur. Bu arada sosyalist sistemin çökmesi, bireysel özgürlüklere sıcak bakmayan, planlamacı ve güdümcü kollektivist sistemin başarı şansına inanan görüşlerin büsbütün gözden düşmesine yol açmış, yüzyıl kapanırken Adam Smith’in bireyci, özgürlükçü ve rekabetçi vizyonu Hayek ve Friedman gibi ustaların katkılarıyla yeniden egemenlik tahtına oturmuştur. Kitabın ikinci önemli katkısı, iktisat biliminin gelişimine katkıda bulunmuş büyük insanları “sarkaç” değil, “totem direği” yaklaşımına göre sıralamasıdır. Sarkaç yaklaşımına göre düşünce yelpazesi “aşırı sof’dan “aşırı sağ”a uzanan bir vörüngeye oturtulmakta, aşırı soldan başlayarak biraz içeride “radikalizm,” sonra “liberalizm,” daha sonra “muhafazakârlık” duraklarından geçilerek aşırı sağa varılmaktadır. Buna göre örneğin Smith, Marx ve Keynes bir sıralamaya tâbi tutulacak olsa, radikal kanadı Marx, muhafazakâr kanadı Smith, ortadaki “ılımlı” xıx M a r i Skouscn ve “dengeli” konumu simgeleyen liberal kanadı ise Keynes temsil etmektedir. Oysa Skousen kitabında Marx ile Smith’i birbirinin simetriği olarak gösteren ve Keynes’i öne çıkaran bu yaklaşımı bir kenara bırakarak, en fazla sevilen kabile şeflerini en tepeye, daha az sevilen şefleri onun altına sırasıyla yerleştiren kızılderili geleneklerinden ilham alan totem direği yaklaşımım denemektedir. Buna göre, “İktisadî özgürlüğe ve yükselen hayat standardı anlamında en hızlı İktisadî büyümeye katkıda bulunma” kriterine göre en başarılı iktisatçıyı en tepeye, daha az özgürlüğü savunan ve önerdikleri politikalar daha yavaş büyümeye yol açan iktisatçıları ise daha alt sıralara yerleştirmek gerekmektedir. Nitekim, bu yaklaşım denendiğinde yukarıdaki sıralama değişmekte, Smith’in savunmuş olduğu bireylere ve firmalara maksimum özgürlük ve minimum devlet müdahalesine dayalı laissez-faire kapitalizmini en fazla benimsemiş ülkelerin daha hızlı büyümüş ve daha yüksek yaşam standardını tutturmuş olmaları nedeniyle, Smith direğin en tepesine yerleşmeyi haketmektedir. Bunu, bireysel özgürlüğü desteklemekle birlikte ekonomiye yoğun devlet müdahalesini isteyen ve yatırımların millîleştirilmesini savunan Keynes izlemekte, sonuncu sırayı ise hem mikro, hem de makro düzeyde kumanda ekonomilerini savunmuş olan Karl Marx almaktadır. Yazar kitap boyunca bu kritere sadık kalmaya çalışarak iktisatçıların İktisadî düşünceye katkılarını tartışmaktadır. Nihayet üçüncü yenilik olarak kitap, iktisatçıların özel hayatlarından kesitler sunarak onlarla İnsanî bir iletişim kurmamızı kolaylaştırmaktadır. Bu sayede, örneğin, Adam Smith’in sık sık kekeleyen, kalın sesli, çocukluk yıllarından itibaren “görünmez yoldaşlarıyla yaptığı dalgın konuşmalarda gülümseyen,” eski bir gecelik içinde yürüyüşe çıktığı bir sırada hayale dalarak şehirden kilometrelerce uzağa gidecek kadar dalgın bir profesör olduğunu; Karl Marx’in devrimci fikirlerinin yanısıra kafataslarını inceleyerek insanların kimlikleri ve kişilikleriyle ilgili yorumlarda bulunmaya meraklı, bugün belleklerimizde yer eden o meşhur dağınık saçlı, kabarık sakallı, kesitin bakışlı portresini, kendisine hediye edilen bir Zeus heykeline öykünerek geliştirmiş, herhangi bir işte uzun süre dikiş tutturamamış, arkadaşı Engels’in yardımıyla geçinen, ama paraya kavuşunca pikniklere gidip evlerinde partiler verir hâle gelmiş bir radikal sosyalist olduğunu; John Maynard Keynes’in el falına düşkün, ellerin büyüklüğü ve şekline bakarak insanların karakterini tesbit etmeye meraklı biri olduğunu, hatta Charles Danvin’in kardeşi George Darwin’in elleri hakkında bir keresinde “Onun elleri kesinlikle maymun soyundan gelmiş gibi görünüyor” yorumunda bulunğunu; John Smart Mill’in üç yaşında Yunanca, sekizinde Latince, ondördünde iktisat öğrenip yirmisinde sinir hastası hâline gelen bir talihsiz olduğunu; Weber ile Schumpeter’in Viyana kahvelerinden birinde Sovyetler Birliğinde gerçekleşen kanlı ihtilal ve sonrasındaki olaylar üzerine sohbet ederken işi kavgaya döktüklerini, “sosyal bilimciler için insan cesetlerinden oluşan eşsiz bir laboratuvar yarattığını” söyleyen Schumpeter’a karşı sinirlerine hakim olamayan Weber’in “Bu adama tahammül edilemez” diye bağırarak kahveyi terkettiğini, ardından hafif xx M odem İktisadin inşası gülümseyerek Weber’i izleyen Schumpeter’in, kendilerini izleyen meraklı kalabalığa dönerek “İnsan hiç kahvede bövle de sesini vülseltmez ki canım!” dediğini öğreniyoruz. Meraklısı kitapta buna benzer daha neler bulabilir neler… Kuşkusuz özel hayadan ve kişisel özellikleri yalnızca kişilerin kendilerini ilgilendirir. Özel hayadarla ilgili bu tür avrıntıların yazılmasının kendilerini küçümsemek gibi bir amacı yok. Yazarın da açıkça belirttiği gibi, “kötü bir koca, veya sarhoşun teki olduğu için bir düşünürün teorilerini gözardı etmek hakkaniyete uygun olmaz… Fikirler, onları kimin ortaya attığıyla değil, bizatihi kendi erdemleri üzerinde ayakta durmalıdırlar.

” Dolayısıyla, hayat hikâyeleri hakkında öğrendiğimiz bu ayrıntılar ustalara duyduğumuz saygıyı azaltmıyor. Ama bu ayrınnlardan iki şekilde yararlanıyoruz: Birincisi, bu insanları daha yakından tanıma ve söyledikleri şeyleri hangi ortamlarda neden söylediklerini daha iyi anlama imkânına kavuşuyoruz. İkincisi, kimi güldüren, kimi düşündüren, kimi güldürürken düşündüren bu ayrıntılar sayesinde, İktisadî düşünceye unutulmaz katkılar yapmış bu büyük ustalarla insani bir iletişim kurabiliyoruz. Anlıyoruz ki onlar da bizim gibi yeryüzünde dolaşan, beşerî problemleri ve zaafları olan, bizim gibi iyi ve kötü huyları, sevinçli ve üzüntülü zamanları, dostları ve düşmanları olan insanlardı; onlar da “içimizden birileri”ydi… Sayılan bu nedenlerle Skousen’in Modem İktisadın İnşası kitabı Türkçe’ye kazandırılmaya ve İktisadî Düşünceler derslerinde okutulmaya değer bulunmuştur. Bu, mevcut İktisadî düşünce kitaplarının yararsız ya da değersiz olduğunun iddia etmek anlamına gelmiyor kuşkusuz. Vurgulanmak istenen yalnızca, Skousen’in eserinin mevcut Türkçe literatüre çeşitlilik ve zenginlik katacak bir eser olduğu. Kitap İktisadî düşüncenin hikâyesini ölü iktisatçıların birbiri ardına sahne aldığı kuru bir mezarlık senfonisi olmaktan kurtarıp zevkli, renkli ve heyecan verici bir tarih ve düşünce ziyafetine dönüştürme yolunda atılmış önemli bir adım olarak selamlanmaya değer. Son olarak, kitabın Türk okuyucusunun istifadesine sunulmasında emeği geçen herkese, en başta kitabın ilk orijinal baskısındaki kimi hatalara dikkatini çektiğimizde sorularımıza içtenlikle yanıt veren sayın Skousen’e, kitabı Türkçe’ye kazandırmamızı teklif eden değerli Fîocam Atilla Yayla’ya, titiz çevirilerinden ötürü çeviriyi birlikte yaptığımız meslektaşlarım Metin Toprak ve Ekrem Erdem’e, metni üslup yönünden uyumlu hâle getirme ve hataları asgarîye indirme konusundaki yardımları için ortak-editör dostum Ömer Demir’e, fotokopi nüshalar üzerinde editörlerin de gözünden kaçmış kimi dizgi yanlışlarına dikkatimizi çeken öğrencilerimize ve yayına hazırlayan Liberte çalışanlarına teşekkürü borç bilirim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir