Marry Wibberly – Yurek Yakan

Adam iriyarı, güçlü ve ürkütücüydü – Sally Herrick, onu görür görmez anladı bunu. Ama onun kim olduğunu bilmiyordu hiç değilse o an için bilmiyordu. Gerçeği birkaç gün sonra öğrenebildi. O zaman da iş işten geçmişti. Sally uçak biletini alırken Onun uzaktan kendisine baktığını ve bütün hareketlerini izlediğini gördü. Az sonra da bankoya yanaşıp bilet satan kızla konuşmaya başladığını görünce, kendisinden söz ettiklerini sezinledi. Sally hiç oralı değilmiş gibi görünmeye çalışarak başını dikti, apronda bekleyen uçağa doğru yürüdü. Dönüp arkasına bakmamak için de kendini zor tuttu. ‘Sanki çok umurumda!’ diyordu’ kendi kendine. ‘Onca badireyi atlattıktan sonra, adamın biri gözünü dikip de baktı diye paniğe kapılacak değilim ya.’ Sally böyle düşünerek fırın gibi kızmış uçağa girdi, hareket saatini beklemeye koyuldu. İki saat sonra Alistair amcanın yanına varmış olacaktı. Orada dinlenecek, güneş banyosu yapacak ve yüreğindeki sızıyı unutmaya çalışacaktı. Altı hafta sonra Londra’ya döndüğünde de nişanlısı daha doğrusu eski nişanlısı – Simon Raines’i unutmuş olacaktı. Sally bunu düşününce soluğu kesilecek gibi oldu.


Unutmak böylesine kolay olabilecek miydi acaba? Kendi kendine, ‘Olması gerek,’ diye söylendi. Kimse ‘Sally Herrick’e kalleşlik edip, sonra da’ bir şey olmamış gibi elini kolunu sallayarak çekip gidemezdi. Simon da şu ya da bu biçimde ödeyecekti yaptıklarının hesabını. Herkesin girmeye çalıştığı çevreden insan nasıl sıkılmış limon, gibi fırlatılıp atılırmış, Simon görecekti bunu. Oysa Sally o çevrenin gözbebeği’ olmaya devam edecekti. Herkes, onun Londra’da canı sıkıldığı için amcasının adasına gittiğini de anlayacaktı. Güneşte yanmış, daha da güzelleşmiş olacaktı çünkü. Ve yine herkes, onun nişanlısından da bıktığını görecekti. Böylece kimse Sally’ye acımayacak, bir kenara atıldığı için simon’a’ acıyacaklardı… Sally kendi kendine gülümsedi. ‘Yürek, yakan’ lakabıyla tanınan Sally, gerekli zamanlarda gerekli yerlerde bulunmasını, hafta sonlarını sayfiyede yine gerekli evlerde, gerekli çevrelerde! geçirmesini bilen yüksek sosyetenin bir parçasıydı. Aklına eseni yapardı. Yaşamın kaymağını almak üzere yetiştirilmişti ve şimdi o kaymağı kaşıkla bile değil, kepçeyle yiyordu. Kumral saçlarını eliyle düzeltti. Şimdiye dek yolculuğu rahat ve olaysız geçmişti. Bundan sonra da’ böyle devam edeceğe benziyordu.

Alistair amca Rolls Royce arabasıyla onu karşılayacak, Adalene tepesindeki villasına götürecek ve ikinci karısı Rosa yengeyle tanıştıracaktı. Sally, Alistair amcasını hep parmağında oynatmaya alışkındı. Oysa şimdi evde bir başka kadının varlığı, durumu değiştiriyordu. Bu yüzden de SaIly, yengesinden peşinen hoşlanmamıştı. Gerçi amcası, yengesini öve öve, bitiremiyordu mektuplarında ve karşılaştıklarında. Ama Sally onun eskisi gibi kendisine armağanlar yağdıran, Londra’ya, her gelişinde bütün ilgisini yeğenine hasreden güleç, ‘sevimli amcası olarak kalmasını yeğlerdi.Sally, ‘Her şey benim istediğim gibi olmuyor bir türlü’ diye düşündü. Amcası onu kaç kez çağırmıştı. Bu sefer telgraf çekip geleceğini bildirince de, amcası hemen telle, «Bekliyorum,» diye cevap vermişti. Bu uçak ne diye kalkmıyordu? Sally kolundaki pırlantalı saate baktı. Dakikalar ilerliyordu durmadan. Üçü on geçiyordu. Oysa tam üçte havalanmaları gerekiyordu. Uçakta kendisiden başka dört kişi daha vardı. Bir karı-koca, bir de kucağında çocuğuyla bir kadın.

Karı-koca birbirleriyle fısıldaşıyorlardı. Dışarıdan bir traktör sesi geliyordu. Bunun dışında her yan büyük bir sessizlik içindeydi. Sally arkasına yaslandı, gözlerini yumdu. Beş dakika daha sabredecek, sonra uçaktan indiği gibi soluğu bankonun önünde alacak ve onlara günlerini gösterecekti… Bir kapı, çarpıldı. Sally dönüp baktı: İki kişi binmişti, uçağa. Biri, ufak tefek çelimsiz, kabin memuruydu, öteki ise az önce gördüğü adamdı. Çelimsiz kabin memuru herkesi gülümseyerek, selamladıktan sonra pilot kabinine girdi. Sally ‘Aman Tanrım, pilot bu mu?’ diye düşündü. İriyarı, güçlü ve ürkütücü görünüşlü adam ise Sally’ye şöyle bir bakıp bir sıra öndeki boş koltuğa oturdu. Hoparlörden pilotun sesi, duyuldu. Sayın yolcular,bir dakika sonra havalanıyoruz. Lütfen, kemerlerinizi bağlayın.» Bir sessizlik, ardından motorların, gümbürtüsü. Uçak sarsıldı ve ilerlemeye başladı.

İriyarı adam, blucininin cebinde, bir defter çıkardı, açıp içindeki notları okumaya koyuldu. Sally kendini tutamıyor, sürekli bakıyordu. ‘Yapılacak başka bir şey “yok da ondan, üstelik her an parçalanıp dağılabilecek uçakta korkudan bayılmamak için bir şeylerle oyalanmam gerek de ondan,’ diye kendini avutuyordu. Ama adama bakmasının bunlardan kaynaklanmadığını da pekâlâ biliyordu. Onun sadece profilini görebiliyordu. Bu kadarı da yetiyordu. Biletini alırken adamın uzun boylu olduğunu görmüştü. Ama ne kadar güçlü kuvvetli bir yapısı olduğunu, kalın boynunu, adaleli kollarını ve omuzlarını o zaman fark etmemişti. Saçları kısaydı. Güneşten rengi açılmıştı. Ama kaşları ve ensesindeki saçları koyu renkti. Kollarındaki tüyler de öyle. Sert çizgili bir çenesi, etli dudakları, bıçak gibi inen bir burnu vardı. Adam sanki seyredildiğini sezmiş gibi bir an dönüp arkasına bakınca, Sally gözlerinin masmavi olduğunu görerek şaşırdı. Adam, ona hiç bakmadan arka tarafa bir göz attıktan sonra, yeniden notlarını okumaya koyuldu.

Sally az önceki duyguyu yeniden duydu. Ürkütücü ve tehlikeliydi bu adam. Bunu nereden anladığını bilemiyordu, ama böyle olduğuna da kuşkusu yoktu hiç. O anda ikinci bir şey dank etti kafasına. Adam da onun gittiği yere gidiyordu. Alistair amcanın bunca yıldır oturduğu adaya. Peki, amcası neden ondan söz etmemişti hiç? Hiç kuşkusuz, turistin biri olduğu için amcası tanımıyordu onu. Sally adamı düşünmemek için kendini zorlayarak gözlerini yumdu ve amcasıyla karşılaşınca neler anlatacağını düşünmeye başladı. Amcasına gerçeği söylemeyecekti. Arkadaşlarının çoğuna anlattığı yalanı amcasına da tekrarlayacak, Londra’da canının sıkıldığını, nisanın kasvetli havasından kurtulup biraz değişiklik aradığını, hepsinden çok da sevgili amcacığını özlediğini söyleyecekti. Hiç değilse bu son düşündüğü, işin doğrusuydu. Sally’nin yüreğinde Alistair Herrick’in bambaşka yeri vardı. Sally hafifçe içini çekti. İşte bu kadar. Simon’un hayali gözlerinin önünden kaybolmaya başlamıştı bile.

Hatta ‘Belki onu gerçekten hiç -sevmedim de, iş olsun diye âşık olduğumu sandım,’ düşüncesi ön plana çıkıyordu. Ve o anda, Sally gerçeği yakalayıverdi. Kırılan, yüreği değil, sadece gururu olmuştu. Yüreği ise her zaman olduğu ve olacağı gibi kabuğunun içinde, el değmemiş duruyordu… Çocuğun ağlamasıyla gözünü açınca, içinin geçmiş olduğunu fark ederek şaşırdı. Uçak iniş hazırlığındaydı. Pencereden baktı. Aşağıda yeşil ağaçlar, evlerin çatıları ve bembeyaz bir kumsal ile koyu yeşil deniz uzanıyordu. Sally hoşnutlukla içini çekti. Londra’daki yaşamına yeniden dönünceye kadar burası onun için iyi bir değişiklik olacaktı gerçekten. Çantasını açtı, pasaportunu, para çantasını yokladı. Başını kaldırınca, adamla göz göze geldi. Ama bu rastlantısal bir göz göze geliş değildi. Adam dikkatle, onu süzüyordu. Bu gibi durumlarda, insan ya başını çevirir, ya da başka tarafa bakardı. Oysa adam hiç oralı olmadı.

Gözünü dikip bakmaya devam etti. Sally başını eğip gözlerini kaçırmak zorunda kaldı. Bu ne küstah adamdı böyle! Üstelik bu bakışta, alışık olduğu hayranlık da yoktu. Sally kendisini hayranlıkla süzenlere şöyle bir tepeden bakar, onları hizaya getirirdi. Ama bu kez bunu yapabileceği bir durumla karşılaşmamıştı v,e bu onu tedirgin ediyordu. Bu adam kendini ne sanıyordu? Önce havaalanında, şimdi’ de, burada gözünü dikip dikip bakıyordu, öyle! Sally, bakışlarıyla adamı terslemek üzere başını kaldırınca, onun çocuklu kadınla konuştuğunu gördü ve bozuldu. Beş dakika sonra uçak yere inince, adamı unuttu. Pencereden alana baktı. Birkaç kulübe, park edilmiş bir iki araba ve yolcularını karşılamaya gelenler’ görünüyordu. Sally amcasına el salladı. Sonra yanındaki ufak tefek, siyah saçlı kadını gördü, dişlerini sıktı. El ele tutuşmuşlardı. Ne kadar gülünç olduklarının farkında değiller’ miydi acaba? Elli beş yaşında bir adam ve yanında daha otuzunu bulmamış bir kadın… liseli gençler gibi el ele durmakla gülünç oluyorlardı iyice. Sally sinirlerine hâkim olmaya çalıştı. Önce uçaktaki adam, şimdi de bu görüntü sinirlerini bozmuştu.

Oysa Sally her zaman’ serinkanlı ve kontrollüydü. Kendini toparlamak için sadece birkaç dakikası vardı ve mutlak bunu başarmak zorundaydı. Uçağın kapısı açılınca, çantasını alıp doğruldu. Uzun boylu adamdan başka herkes alana indi. Adam ise pilot kabinine girdi. Sally kendisinin de inmesi gerektiğini düşündü. Biraz daha bekleyecek olursa, ‘adam onu beklediğini sanabilirdi. Uçaktan, iner inmez amcasının kollarına atıldı. Raya boğucu sıcaktı. Amcası onu yanaklarından öptü. “Hoş geldin, Sally, yavrum. Bak; bu da yengen Rosa.- Amcası ‘ufak tefek kadını elinden tutarak yanına çekti. Sally ikisine de dikkatle baktı. Alışılagelmiş nezaket cümleleriyle kadına selam verdi.

Kadın esmer, kısa boylu ve çok gençti, olsa olsa Sally’den, beş yaş ‘kadar büyüktü. SalIy, ilk bakışta Rosa’nın sıradan bir kadın olmadığını sezinledi. Sally’ye bakan gözleri bir anda her şeyi açık seçik söylüyor gibiydi. ‘Beni hiç korkutmuyorsun, şekerim,’ diyordu bu gözler. Belki bu sözler hiç bir zaman açıkça dile gelmeyecek, gelemeyecekti, ama bakışlar bunu aktarmaya yetiyordu. Sally, Alistair amcasının gözbebeği olmaktan çoktan çıkmış olduğunu anladı. Amcasının gözünde artık varsa yoksa bu kadın vardı. _ Alistair, Sally’nin koluna’ girerek, “Hadi eve gidelim,» dedi. “Şöyle soğuk bir duş yapmak istersin herhalde.» Sally başını çevirdi, uçağa baktı, ama görünürde kimseler yoktu. Eğer Rosa yanlarında olmasaydı, Sally uçaktaki adamdan söz ederdi,’ ama o varken bunu yapmak istemedi. Zaten önemi de yoktu. Adam belki adaya turist olarak gelmişti. Ama turist olsa, ne diye pilot kabinine girip de pilotla konuşacaktı ki… “Ne dedin, duymadım?» “Pek daldın. İşte geldik dedim, hadi bin bakalım.

» Ama ortada Rolls Royce yoktu. Hiç değilse önlerinde duran köhne Morrls’in Rolls Royce’la uzak yakın ilgisi yoktu. Sally yutkundu. Bir an hala uçakta ve düş görüyor olup olmadığını düşündü. Alistair zeki adamdı, onun neler düşündüğünü sezerek güldü. «Kusura bakma canım, Rolls Royce yok artık. Bu araba daha ekonomik oluyor.» Sally çevresine bakındı. Sıcağın buğusu içinde sise bürünmüş gibi görünen uçağı, çevrede dolaşan birkaç kişiyi, ilerdeki kulübeleri süzdü. Burası hiç de umduğu gibi çıkmamıştı. Amcası da çok değişmişti. Sally, ‘Bir gariplik var, ne olduğunu bilmiyorum, ama bundan tedirgin oluyorum,’ diye düşündü. Fazla düşünecek zaman da yoktu. Arabaya binmek üzereydiler. Üstelik sıcak dayanılır gibi değildi.

Sally bir an Rosa ile göz göze geldi ve bu gözlerde kendisini uyaran bir anlam sezdi. Sally’nin kendine olan sonsuz güveni biraz sarsılır gibi oldu. Sonra ‘Buraya tatile geldim, sinirlenmeye gerek yok,’ diyerek kendini toparladı.’Tatilin keyfini çıkarmaya kararlıyım,’ diye düşünürken, kendisini bekleyen yeni sürprizlerden haberi yoktu. Kırmızı kiremitli, tek katlı bungalov son derece yalın görünüşteydi. Beyaz sıvası, her yanını saran renk renk çiçekleriyle iç açıcı bir hali vardı. Ama buna villa denemezdi. Sally’nin daha önce fotoğraflarda gördüğü evle hiç ilgisi yoktu. Alistair, Sally’nin bavullarını indirirken, «Buraya taşındık. Sana yazmamıştık, öyle değil mi?»dedi. Eve girdiler. İçerisi serindi. Rosa donuk bir sesle, “Sana odanı göstereyim,» diye öne geçti. «Alistair, bavulları burada bırakıver. Ben şimdi gelip alırım.

Hadi gel, Sally.» Koridorun dibindeki odaya yürüdüler. Rosa sade, ama çok sevimli döşenmiş odanın kapısını açtı. İçeri girdikleri zaman Rosa kapıyı hemen kapadı. Alçak sesle, ama kararlı bir tavırla konuşmaya başladı. «Şaşırdın, değil mi?» Hafifçe gülümsüyordu. Ancak, Sally’ye dikilmiş bakışları soğuk ve sertti. Sally de ona dik dik bakınca, bir an bakışları çatıştı. Sally, karşısındaki kadının hiçbir şeyden yılmayacak bir yaradılışta olduğunu iyice anladı. «Evet, şaşırdım,» dedi. «Her şey… Öylesine başka ki.,» Rosa başını salladı. «Evet öyle. Haklısın. Villa gitti, Rolls Royce gitti.

Çok ufak bir gelirle geçiniyoruz… O’ da benim param. Bunu sana daha sonra anlatırım, şimdi başka bir şey söyleyeceğim. Amcan ‘pekiyi değil, daha doğrusu çok hasta. Bunu kendisi bilmiyor. Eğer bana kalsaydı, seni buraya çağırmazdım. Hakkında çok şey biliyorum ve bu bildiklerim hiç de hoşuma gitmiyor. Ama ne yaparsın ki, Alistair benim kocam ve onu çok seviyorum. Seni görmek onu mutlu edecekse, bana göre hava hoş!» Rosa soluk almak için durduğu zaman da Sally konuşmadı. Çünkü kendisiyle bu tarzda konuşulmasına alışık değildi, şaşkına dönmüştü. Rosa, «Söylediklerimi anlayıp anlayamayacağını bilmediğim için çok yalın anlatıyorum,» diye devam etti. «Şayet amcanın canını sıkacak en, ufak bir şey yaparsan, ne olduğunu anlamadan kendini kapının dışında bulursun. Bunu kafana iyice yerleştir.» Gülümsedi. «Buraya gelirken benden hoşlanmamaya hazırlıklıydın, biliyorum. Amcanı senden ‘çalmıştım’, öyle değil mi? Ama sen daha dünyanın farkında değilsin.

Aklına estiği zaman Londra’daki sosyetik arkadaşlarını bırakıp keyfinin istediği yere gidebileceğini, istediğini yapabileceğini sanıyorsun…» Sal1y yatağın kenarına ilişti. Nedense… dizlerinin bağı çözülmüştü. Rosa onun oturmasını bekledikten sonra sözünü sürdürdü: «Benim de Londra’da arkadaşlarım var. Şaşırdın mı buna? Senin orada ne biçim bir yaşantın olduğunu çok iyi biliyorum. Senin hakkında sandığından çok daha fazla bilgim var. Şimdiye kadar hiç karşılaşmamıştık, ama seni görünce tam düşündüğüm gibi biri olduğunu anladım.” Bir an sessizlikten sonra Sally kendini toparlayıp konuşabildi. «Ne demek istediğini açık seçik söyledin. Evet, haklısın, senden hoşlanmayacağımı düşünerek geldim buraya. Yalnız, yanıldığın bir nokta var. Alistair amcamın canını sıkacak hiçbir şey yapmam ben. Hasta olduğunu söylüyorsun, bunu bilmiyordum. Nesi var?” Rosa’nın yüzü yumuşadı. “Bundan Söz etmek istemiyorum… Hiç değilse şimdilik. Amcan yattıktan sonra konuşuruz.

Her gece saat dokuzda yatması gerek. Bunu da bilmiyorsun tabii. Nereden bileceksin? Sal1y ellerini yüzüne kapadı. Müthiş sarsılmıştı. Şimdiye kadar başına böyle bir şey gelmemişti. Zemin ayaklarının altından kayıyor gibiydi. Tutunacak güvenecek dalı kalmamıştı sanki. Rosa daha yumuşak bir tonla konuşmaya başladı: “Sana sert davrandım. Bunu da bile bile yaptım, çünkü…” Rosa susunca, Sally başını kaldırıp merakla baktı. “Evet, çünkü? “Çünkü, senden korkuyordum.,. Sally güldü. «Benden mi korkuyordun? Aman ‘Tanrım, asıl sen beni korkuttun… Birden aralarındaki gerginlik gevşeyiverdi. Rosa geldi’ Sally’nin karşısında durdu. «Evet, seni korkutmak zorundaydım, dedi.

“Senin ne kadar güçlü olduğunu biliyorum, ama Alistair’i öylesine çok seviyorum ki, her şeyi göze aldım. Onun dışında hiçbir şeyin önemi yok. Bu sana tuhaf mı geliyor? Onun ikinci karısıyım, ondan yirmi beş yaş küçüğüm. Bütün bunlara karşın, ben varken, Alistair’in kılına zarar gelmesine izin veremem. Senin böyle bir şey yapacağından kaygı duyduğum için, nasıl bir insan olduğunu bildiğim için gelmeni istemiyordum. Ama seni gördükten sonra, artık korkmuyorum. Sadece sana acıyorum.” Bu sözler odayı kaplayıverdi. Her köşeden yankılanıyor gibiydi. Sally ayağa kalktı. Rosa’dan daha uzun boyluydu. “Acımana gerek yok,” diye mırıldandı. “Neden acıyorsun?” Rosa gülümsedi. “Nedenini sen de biliyorsun sanıyorum. İtiraf etmesen de biliyorsun.

” Sonra döndü, bir kapıyı açtı. “Duş burada. Sen banyo yaparken bende bavullarını getireyim. Yemek yarım saate hazır olur.” Bunu söyledikten sonra odadan çıktı. Sally birkaç saniye olduğu yerde kaldıktan sonra banyoya girdi. Karşılaştığı şeylerden daha beteri olacağını hiç sanmıyordu. Düşünüp kendini toparlamak için zamana gerek vardı. Oysa her şey daha yeni başlıyordu. Ertesi sabah, Sally annesine telgraf çekip sağ salim geldiğini haber vermek için köye indi. Bir akşam önce olanlar gözlerinin önünden gitmiyordu. Amcası yattıktan sonra Rosa ile konuşmuşlardı. Rosa, amcasının altı ay, en çok bir yıl ömrü kaldığını söylemişti. Amcası durumu bilmiyor, dinlenmekle geçecek basit bir kan dolaşımı olduğunu sanıyordu. Bütün parasını da yıllar önce kumarda batırmıştı.

Sally buna şaşırmamıştı. Amcası hep kumar oynardı, ama eskiden şansı yaver giderdi. Sally’yi asıl yıkan şey, onun hastalığı ve ölmek üzere oluşuydu. Rosa, bu konuyu annesine bile açmayacağına dair söz almıştı Sally’den. Sally yatağa girdikten sonra bütün bunları yeniden düşünmüştü. Rosa’yı gözlerinin önüne getirmişti ve ‘Rosa benim hiçbir zaman olamayacağım kadar güçlü ve iyi bir kadın’ diye karar vermişti. Sabah uyandığında gözlerinde kurumuş yaşlar, dudaklarında gözyaşlarının tuzu vardı ve Sally’nin güvenli dünyası bir daha geri gelmemek üzere yıkılmıştı. Köylülerin kendisiyle konuşmasında ve bakışlarında bir tuhaflık vardı. Ya da ona öyle geliyordu. Sanki köylüler ondan bir şey saklıyorlardı. Sally bu tavırdan tedirgin oldu. Biraz kendini toplamak için rıhtımdaki banklardan birine oturdu. Tedirginliğinin kaynağını kesin olarak saptayamıyor, ama tedirgin olmaya da devam ediyordu… Postanedeki kadın memur, “Buraya tatile mi geldiniz?” diye sormuştu. “Güzel yer, değil mi?” “Evet, gerçekten çok güzel.” Kadın gözlerini süzerek, “Ah, bir de ‘Düşler Adası’nı görseniz,” demişti.

“Çok güzeldir, turistler bayılır.” “Olur, giderim.” Sally kapıdan çıkarken kadının birisiyle fısıldaştığını duymuştu. Biraz sonra limonata içerken de, pastanenin garsonu “Buradayken sakın adaya gitmemezlik etmeyin,” demişti. “Ada mı?” “Düşler Adası canım! Mutlaka gidin, çok güzeldir.” ‘Evet, gideceğim’ diye düşündü Sally. ‘Acaba bana kaça patlayacak?’ Belki de bu adamlar adaya gönderdikleri her turist için komisyon alıyorlardı. Ancak, Sally eve dönüp bundan Rosa’ya söz edince, daha büyük bir sürprizle karşılaştı. Mutfaktaydılar. Rosa salata yapıyordu. Amcası da terastaydı. Sally ada sözünü eder etmez, Rosa birden döndü. “Oraya mı?” Gözleri donuklaştı. “Sakın Alistair’e bundan söz etme.” “Neden?” Sally, Rosa’nın bu tepkisine anlam veremedi.

“Çünkü o ada ‘Luke Vilis’ diye birinindir. Eğer o adam olmasaydı, amcanın villası da, parası da elinden gitmezdi.” “Yani amcamı dolandırdı mı?” “İstersen dolandırdı diye kabul et. Bu adam öylesine insafsızdır ki… Sakın bu evde onun adını ağzına alma.” “Peki. Bu Luke denilen adam bu adada mı oturuyor?” “Arada bir burada kalır. Bütün dünyayı dolaşır. Keşke bir saha buraya ayak basmasa. Onu öldürebilirim.” Rosa’nın gözleri dolu dolu olmuştu. “Oraya hiç gitmesen iyi edersin!” Konu Başlığı: Ynt: YÜREK YAKAN/Marry Wibberly Gönderen: mydestiny üzerinde Temmuz 17, 2007, 12:53:23 ÖS İKİNCİ BÖLÜM Ne var ki, Sally’ye söylenecek söz değildi bu. Şimdiye dek kimse ona ne yapıp yapmaması gerektiğini söylemeye cesaret edememişti. Şimdi tutupta Rosa’nın sözünü dinleyecek değildi ya. Alistair’in yanındayken birbirlerine nazik davranıyorlardı. Ama bu görünürdeki nezaket ve yakınlığın ötesinde, birbirlerinden hoşlanmıyorlardı.

Sally, Alistair amcasının nefret ettiği bu Luke Vilis’ten kendisininde nefret etmesi gerektiğine karar verdi. Ama bu adamın adasına gitmeyi de kimse engelleyemez, çocukmuş gibi ona yasaklar koyamazdı. Zaten kimsenin ruhu bile duymazdı. Rosa, ona canının istediği gibi gezip tozabileceğini, isterse bütün gün yüzüp güneşlenebileceğini söylemişti. Sally pencerenin önüne gitti. Denize baktı. Uzakta, sisler arasından hayal meyal mavi bir karaltı gibi görünüyordu ‘Düşler Ada’sı. ‘Ne tuhaf ad’ diye düşündü Sally. Filmlerdeki gibi romantik bir yakıştırmaydı bu. Sahibinin adı da kulağa yabancı geliyordu. Üstelik bu adam, Alistair amcanın parasını ya kumarda kazanmış, ya da dolandırmıştı. Rosa bu konuda bilgi vermekten kaçınmıştı. Konuyu değiştirmiş ve Sally’nin sorularını cevapsız bırakmıştı. Ama Sally meraktan kıvranıyordu. Adamı merak ettiği yoktu sadece adayı görmek istiyordu.

Adamı gözünün önüne, orta yaşlı, saçı seyrelmiş, büyük olasılıkla sarkık bıyıklı biri olarak getiriyordu.(sen öyle san ;D ) Rosa, ‘oraya gitmesen iyi edersin’ demişti. Rosa’nın Sally’den hiç hoşlanmadığı belliydi. Ama oraya gidecek olsa, Rosa’nın haberi olmazdı. Tabii Alistair amca da bilmezdi durumu. Zaten Sally adayı şöyle bir görüp gelecekti. Oraya gitmiş olmak için gitmeyi istiyordu. Sally her zaman aklına koyduğunu yapardı. Adaya nasıl gideceğini planlamaya koyuldu. Ertesi sabah amcasıyla yengesine akşama kadar gelmeyeceğini söyledi. Yanına birkaç sandviçle bir şişe su alacağını, sonra ıssız bir yer bulup güneşleneceğini anlatı. Amcası “peki canın sıkılmaz mı?” diye sorunca da, ona sarılıp öperek yelkenleri suya indirtmeyi başardı. “Londra’ya döndüğüm zaman bir güzel yanmış olmak istiyorum,” diye bir kahkaha attı. “Bütün arkadaşlarımı hasetten çatlatacağım.” Sally bunu söylerken, Rosa’nın bıyık altından güldüğünü gördü, ama hiç oralı olmadı.

Rosa’nın ne düşündüğü umrunda değildi. Kendisine acıyıp acımamasına da önem vermiyordu. Saat onbire doğru köye indi. Teknelerin demirli olduğu rıhtıma yürüdü. Limana bir gemi gelmişti. Turistler dükkanlara dalmışlar, hediyelik eşyalar alıyorlardı. Sally, turistleri adaya götürebilecek bir tekne olabileceğini düşündü. Ama yoktu. Bunun üzerine rıhtım boyundaki kahvelerden birine oturdu. Kahve kalabalıktı, ama garson yine de onunla çene çalacak zaman ayırabildi. Sanki Sally’nin gelmesini bekler gibi bir hali vardı. Sally “ Beni adaya götürecek bir tekne bulabilir miyim acaba?” diye sordu. Kararını bir kez verdikten sonra, bunu gerçekleştirmek için zamanını ya da sözlerini boşa harcamaktan çekinmezdi. Garson, “Adaya mı gitmek istiyorsunuz?” dedi. Güzel, orayı beğeneceksiniz.

Ama ne yazık ki, bugün bütün motorcuların işi var, turistleri gezdiriyorlar.” Sonra beyaz dişlerini göstererek gülümsedi. “Ama birini biliyorum…” Bir an duraksadı. Oysa Sally’nin kitabından karardan caymak diye bir şey yoktu. “İyi para veririm.” “Bir dakika bekleyin lütfen.” Garson, kahvenin arka bölmesine girdi, birkaç dakika sonra elinde içki kadehleri olan bir tepsiyle çıkageldi. Sally’ye de kola getirmişti. “Buz ister misiniz? Bu kadar yeter mi? Evet, sizi adaya götürecek biri var.” Rıhtımız ucundaki beyaz bir tekneyi gösterdi. “Bakın şurada ‘Astrid’ adlı tekne.” Sally, “Evet,” diye başını salladı. “Tekneye gidin, Lucky’ye sizi ada

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir