Mehmet Alagas – TEVHID ve SIRK

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur. Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya, a’line, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun. Şirk ve tevhid kavramları, yaşadığımız coğrafyadaki insanların genel olarak duydukları veya bildikleri kavramlardır. İslam’ın özüyle ve temel yapısıyla dolaysız bir şekilde alakalı olan bu kavramlar, birçok kimseler tarafından bilinmesine rağmen, kuşatıcı anlamlan ve yaşantıdaki yerleri itibariyle toplumun gafil olduğu meselelerdir. Tevhid ve şirkin güncelleşmesi, yaşanılan coğrafyalarda müşahhas bir hale getirilmesi, İslami davet için açık bir gerekliliktir. Özellikle sirk meselesi, insanların zihninde geçmişten örneklendirilen meselelerdir. Çağdaş şirkin her türUisüyle içice veya yüzyüze olan insanlarımıza şirk denilince, her nedense sadece Mekke müşriklerinin taptıklan bazı putlar akıla gelmektedir. Nitekim birçok insanımıza göre putperestlik veya Allah’a eş koşmak, çok eskilerde kalan hadiseler olup, günümüzde böyle ilkel şeyler hiç söz konusu değildir. Oysa öyle bir çağda yaşamaktayız ki, putperestleri veya müşrikleri İslam’ı reddedenlerin arasında değil kendilerini İslam’a nisbet edenlerin arasında bulmamız mümkündür. Kendisini müslüman zanneden nice insan vardır la, itikadtyla, yönelişiyle, yaşantısıyla müşriklerden veya putperestlerden herhangi bir farkı yoktur. Fakat kendisine sorsanız, Elhamdülillah müslümanım diyecektir. Tabi ki bu çelişkilerin nedeni, tevhid ve şirk meselesinin yeterince güncelleşmemesi ve yaşadığımız coğrafyaya göre açıklanmamasıdır. Tevlidi ve şirk gerçeğiyle ilgili olarak insanımıza verilmesi gereken temel esasları amaçlayan bu kitap çalışmasında, bu meseleler yaşadığımız coğrafyadaki insanlar ve insanların içinde bulundukları durum dikkate ahnarak, kısa ve özlü bir şekilde verilmeye çalışılmıştır.


Hayrın gerçek sahibi olan Rabbmizden, bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyoruz. Mehmed ALAGAŞ İZMİR/1991 1. ŞİRKİN TANIMI “Ortak olmak” manasına gelen “Şe-Ri-Ke” fiil kökünden bir mastar olan “Şirk” kelimesi; ortak koşma, ortak tanıma anlamına gelir. Bir kavram olarak kulanıldığı İslami pratikteki anlamı ise; alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’a zatında ve sıfatlarında eş koşmak veya Allah’a ortak isnat etmektir. Allah’a eş veya ortak koşmayla ilgili bütün fiillere “Şirk” denildiği gibi, bu fiillerin faillerine de “Müşrik” denilir. “Şirk” kavramı, İslam’ın kuşattığı bütün meselelerde Allah’a eş koşmak veya Allah’a ortak isnat etmek manasına gelmesine rağmen, günümüzdeki toplumsal anlayışa göre genel olarak, Allah’ı inkar manasına gelmektedir. Nitekim Allah’ı inkar eden kafirlere “Müşrik”, Allah’a inandığını ileri süren müşriklere ise “Müslüman” denilmesinin nedeni, bu çarpık anlayıştır. Oysa İslam’la mükellef olan bir insan yaratılışla ilgili bazı olayları görerek ve tefekkür ederek; “Allah vardır” dese, sadece bu ikrar ve bu inanç o insanı müslüman yapmaz. Bilindiği gibi müşrikler de yaratıcı olarak Allah’a ve Allah’ın varlığına inanmaktadırlar. Nitekim müşriklerle ilgili olarak Ku’ran-ıKerim’de şöyle buyurulmaktadır. “Andolun, onlara; Gökleri ve yeri lam yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı? diye soracak olursan, şüphesiz; Allah diyecekler. Şu halde nasıl oluyorlar da, çevriliyorlar?” [1] “Andolsun, onlara; Gökten su indirip de ölümünden sonda yeryüzünü dirilten kimdir? diye soracak olursan, şüpbest; Allah diyeceklerdir. De ki; Hamd Allah’ındır.

Hayır onların çoğu akletmiyorlar.” [2] Kur’an’ı Kerim’de zikredilen bu gibi ayet-i kerimeler, meseleye açıklık getirmektedir. Müşrik, Allah’a inanmasına rağmen Allah’a eş koşan insandır. Aliah’a eş koşan bu insanın, Allah’ın varlığına olan imanı ister taklidi iman, ister tahkiki iman olsun bu insan müşriktir ve İslam dairesinde değildir. Şirk meselesine tanımla ilgili olarak bu kısa girişi yaptıktan sonra insanlan müşrik durumuna getiren şirk olgusunu, itikadi ve ameli şirk olmak üzere iki genel başlıkta değerlendirebiliriz. İtikadi Şirk İtikad demek, bir dinin temel inanç değerlerine kalbi bağlılık veya inanmak demektir. İslam dinindeki iman esaslan amentüde belirtildiği üzere altı olarak bildirilse de, böylesi bir yaklaşım sınırlandırıcı olur. Günümüz müslümanlan Allah’a, Peygambere ve bir bütün olarak Kur’an’ı Kerim’e inanmakla yükümlüdürler. Kur’an’ı Kerim’de bildirilen bütün gerçekler, Kur’an’ı Kerim’de beyan edilen bütün esaslar, müslümanlar için birer iman esasıdır. Bu iman esaslarını bölmek, bir kısmını esas, bir kısmını detay kabul etmek, müslümanlar için mümkün değildir. İslam’a göre en temel inanç, Allah inancıdır. Tabi ki bu Allah inancı, değişik menkibelerde ve hurafelerle karışık hikayelerde verilmeye çalışılan Allah inancı değildir. Allah inancının nasıl ve ne şekilde olacağını bildiren yegane kaynak, Kur’an’ı Kerim’dir. Müslümanlar yaratılmış birer mahluk olduklarının idrakine vararak, Yaratıcıyı kendi akıllarına ve yaklaşımlarına göre tarif etmekten veya tanımlamaktan şiddetle kaçınırlar. Müslümanlara göre Allah (c.

c.)’ın en doğru tanımı, Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de kendi zatıyla ilgili olarak yaptığı tanımdır. Müslümanlar bu tanımı ne eksiltmeye ve ne de çoğaltmaya çalışırlar. Çünkü böylesi yaklaşımlar, insanlann büyük bir bölümünü, şirk vadisine sürükleyen yaklaşımlardır. İtikadi şirkin temelinde, Allah inancında meydana gelen bu gibi sapık yaklaşımlar bulunmaktadır. Nitekim müşriklerin büyük bir kısmı, böylesi yaklaşımlarla Allah’a zatında ve sıfatlarında şirk koşan kimselerdir. İtikadi şirk içinde bulunan kimseler, genellikle müslüman olduklarını zanneden veya müslüman olduklarını ileri süren kimselerdir. Bunlarda meydana gelen itikadi şirkten, ne yazık ki birçok örnekler verebilmemiz mümkündür. Mesela herhangi bir insan, yegane Halik, yani yegane yaratıcı olan Allah’a inandığını söyleyip; kainatın, dünyanın ve dünyanın içindekilerinin yaratılışını, Allah’la beraber başka şeylere de nisbet ediyorsa, yegane Rezzak, yani yegane rızık verici olan Allah’a inandığını söyleyip; rızık verici olarak Allah’la beraber başka şeyleri de ön piana çıkarıyorsa, yegane Hadi, yani yegane hidayet edici olan Allah’a iman ettiğini söyleyip; hidayet edici olarak başka şeyleri de görüyor ise, yegane ve mutlak Hakim olan Allah’a iman ettiğini söyleyip; hakimiyeti Allah’tan başka kimselere veya mercilere nisbet ediyorsa böylesi inanışlarda bulunan insanlar İtikadi şirk içersindedir. Kısaca örneklendirdiğimiz bu itikadi şirkler müslümanlarda olmamakla beraber, müslümanların da bu gibi konularda yeterince bilinçli olduklannı söyleyemeyiz. Mesela aklı başında gözüken bazı alimler bile İslami mücadeleleriyle ilgili olarak “Bizim mücadelemiz Allah’ın hakimiyetini tesis etmek içindir” diyebiyorlar!. Böylesi bir söz, öncelikle Allah’ın sıfatlarını bilmekle yükümlü olan alimlere yakışmayacak bir sözdür. Müslümanların ve özellikle müslüman alimlerin, itikadi sapma meydana getirebilecek olan böylesi sözlerden şiddetle sakınmaları gerekir. Çünkü bizler biliriz ki Allah (c.c.

) bütün alemler üzerinde mutlak hakimdir. Yaratıcının İlahi hakimiyet sıfatı, biz yaratılmışların mücadelesiyle tamamlanabilecek veya gerçekleşebilecek bir sıfat değildir. Allah (c.c.)’m Hakimlik sıfatı, zaten kendi özünde her türlü eksiklikten münezzeh olan bir sıfattır. Bu öylesine muhteşem bir hakimiyettir ki, bu ilahi hakimiyeti kabul eden veya etmeyen bütün mahlukatı, bütün yaratılmışları kuşatmaktadır. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’ın İlahi hakimiyetini, bu hakimiyeti kabul eden ülkelerde “Var”, İlahi hakimiyeti reddeden ülkelerde “Yok” sanmak, itikadi bir yanılgıdır. Herhangi bir ülkeyi yöneten Firavun veya Nemrut, Allah’ın hakimiyetini reddetse dahi, yine de bu ülkedeki mutlak hakimiyet o Firavun’un veya o Nemrud’un değildir. İlahi hakimiyeti reddeden Firavun veya Nemrud, yönettikleri ülkede hakimiyetin gerçek sahibi olsalardı, hiç şüphesiz ki Firavun Hz. Musa’yı, Nemrud ise Hz. İbrahim’i gayet kolay öldürebilirdi. Oysa biliyoruz ki bir yalancı hakimiyetin sözcüsü olarak Allah’ın elçileri hakkında “Ölüm hükmünü” vermelerine rağmen, İlahi hakimiyetin takdirine boğun eğmek zorunda kalmışlar ve öncelikle kendileri ölmüşlerdir. Çünkü Allah (c.

c), kendi hakimiyetini reddeden firavunlar üzerinde de mutlak hakimdir. Meseleyi Türkiye coğrafyasında sonuca bağlayacak olursak, Türkiye genelinde Allah’ın hakimiyeti değil, İslam’ın hakimiyeti yoktur. Dolayısıyla birer mü’min olarak bizlerin mücadelesi, Allah’ın hakimiyeti için değil, İslam’ın hakimiyeti içindir. Bizler bazı yazılarımızda veya bazı konuşmalanmızda “Hakimiyet Allah’ındır” diyorsak, bu sözümüz; gerçekleştirmeyi arzuladığımız bir temenni değil, insanlara hatırlatmak istediğimiz apaçık bir gerçektir. Netice olarak müslümanlardaki Allah inancı, itikadi şirkten ve itikadi sapmalardan uzak olan, Allah’ın zatına ve sıfatlanna uygun bir inançtır. İmanla ilgili bütün meselelerde bu inançtan sapmak, bu istikametten uzaklaşmak, insanları itikadi şirke sürükleyen bir yaklaşımdır. Ameli Şirk Amel, fiil, eylem, hareket, davranış manasına gelir. İnsanın bütün bir yaşantısında meydana gelen fiil, eylem ve davranışlanndaki şirklere, kısaca ameli şirk diyoruz. Ameli şirk, bizzat fiil ve eylemlerde meydana gelen şirktir. Mesela gaybı bildikleri inancıyla kahinlere gitmek, değişik maksatlar için büyü veya sihir yaptırmak, göz boncuğu veya katır boncuğu takarak, bunlardan fayda ummak, ölülerden veya birer mahluk olan yaratılmışlardan gaybi yardım istemek, Allah’tan başkasına kurban kesmek, insanların nasıl ve ne şekilde yaşayacaklanyla ilgili olan Allah’ın hükümlerine rağmen kendi istekleri doğrultusunda hükümler koymak veya bu şekilde hükümler koyan müstekbirlere oy vererek onlan meşru görmek ve onlara destek vermek ameli şirklerdendir. Ameli şirkin kaynağında itikadı şirk olduğu gibi, bazı hallerde itikadi cahillik de olabilir. Gerçi itikadi cahillikte de şirki inanışlar vardır ancak bu inanışlar, hakka rağmen inanışlar değildir. Mesela İslam’ın sadece bazı ibadetler değil, başhbaşına bir hayat nizamı olduğunu anlamalanna, alemler üzerinde mutlak hakim olan Allah’ın, insanlann yaşantılarıyla ilgili olarak hükümler vazettiğini bilmelerine rağmen; bu İlahi hükümleri reddeden müstekbirleri meşru gören ve onlan oylarıyla destekleyen kişilerin ameli şirklerinin temelinde, itikadi cahillik değil, itikadi şirk vardır. Bu gibi konularda resmi veya gayriresmi propaganlarla aldatılan, hakkı ve gerçeği bilmeyen kimselerin fiillerinde ise itikadi cahillik bulunmaktadır. Nitekim bütün bunlan dikkate alan İslam, fiilfail ayıranını yapmakta, fiil ile fail arasında bilinç bağı varsa, faili fiile göre sıfatlandırmaktadır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir