Mehmet Alagas – Tapusuz Süleyman

Bismillah diyerek gözlerini açtı!. Saffet hoca, gecenin sessizliğini bozan bir patlama sesiyle uyanmıştı!. Yatağından kalkarak hızla pencereye doğru ilerledi. Perdeyi açtığında, gözleri bir anda büyüyüverdi. Yolun karşı tarafındaki dükkanı alevler içinde yanıyordu!. Kaynar bir suyun, bir anda içine akıtılıverdiğini hissetti!. Gördüklerinden kuşkuya düşerek, bir kez daha dikkatlice baktı. Evet yanıyordu, alev alev yanıyordu Saffet hocanın dükkanı!. Gördükleri karşısında öylece durakaldı ve bir süre ne yapacağını bilemedi!. Aşağıya inmek için pencereden ayrılacağı sırada, bir karartı ilişti gözlerine. Yanmakta olan dükkandan hızla uzaklaşmakta olan bu karartı bir insana, genç bir insana benziyordu. Kimdi ve niye koşuyordu bu genç adam? Saffet hoca yangını bir an unutarak Öylece bu karartıyı izledi. Bu meçhul karartı caddenin köşesindeki sokak lambasının altına geldiğinde aniden durmuş ve başını hızla çevirerek Saffet hocanın penceresine baktıktan sonra köşeyi dönerek kaybolmuştu!. Saffet hoca ise sanki taşlaşmış gibi ayakta durmaya ve kaçan adamın gözden kaybolduğu köşe başına bakmaya devam ediyordu. Açık bir hayret ve şaşkınlık içindeydi.


Çünkü yangın yerinden aceleyle kaçmakta olan bu insanı görmüş, bu insanı tanımıştı!. Yıllar öncesinden tanıdığı bu genç adam, eski bir talebesi olan Ömer idi!. Fakat gecenin bu vaktinde burada ne arıyor ve niye kaçıyordu ki? Bu soruyu cevaplandıramadı Saffet hoca!. Bakışlarını tekrar yanmakta olan dükkanına çevirdiğinde, kendini hemen toparlayarak pencereden ayrıldı ve hanımını da uyandırarak aşağıya indi. Alevler içinde yanmakta olan dükkanına yaklaştıkça yüzüne vuran sıcaklık, Saffet hocanın durmasına ve kendine gelmesine neden oldu. “Ben nereye gidiyorum ve ne yapacağım ki?” diye sordu kendi kendisine!. Hiç kuşkusuz ki itfaiyeye haber verilmeliydi. O yaşına kadar ne jandarmaya ve ne de karakola telefon ederek resmi kurumlardan hiç yardım istemeyen Saffet hoca, neyi nasıl yapacağını bilemedi!. İtfaiyeye haber verdik hocam. Sokağa fırlayan komşularına bakan Saffet hoca, başını sallıyarak “Sağolun, iyi yapmışsınız” dedikten sonra yanan dükkandan uzaklaştı ve yolun karşısındaki kaldırım taşının üzerine oturdu. Başını elleri arasına alıp yanan dükkanına bakarken, yapılacak hiçbir şeyin olmadığını düşündü. Yangın dükkanın ön tarafını tamamen kapladığından, içeriye girmek mümkün değildi. Acaba dükkanın arka bölümündeki deponun durumu nasıldı? Çünkü dükkanda satılan beyaz eşyanın çoğu, bu depoda bulunuyordu. Saffet hoca bir an, dükkandaki bütün malların yanmış olabileceğini veya yanabilecegini düşündü. Böylesi durumlarda peygamberlerin ve Salih insanların söyledikleri “Allah verdi ve Allah aldı” sözü geldi dilinin ucuna!.

Kendi kendine “Allah verdi” dedikten sonra durdu ve her nedense söylemedi, bir türlü söylemek istemedi dilinin ucuna gelen bu sözün devamını!. Oysa müslümanlara nasihat ederken, şık sık tekrarladığı ve çok rahat söylediği bir sözdü bu!. Şimdi ise bu sözün pratik manasıyla ilk kez karşılaşıyor gibiydi. Bu kısacık cümlede, birbirinden çok farklı iki ayn mana vardı. “Allah verdi” ifadesi insanların gönlünü sevinçli bir huzurla doldururken, bunun devamında söylenen “Allah aldı” ifadesi ise derin bir hüzün ile insanın içini boşaltıyordu!. Gerçi bu sözü söyleyip söylememesi, İlahi takdiri değiştirebilecek bir şey değildi, Rahman ve Rahim olan Allah’ın takdiri her ne ise, bu İlahi takdir herkese ve her şeye rağmen gerçekleşecekti. Gözlerini yanmakta olan dükkanından ayırmadan “Allah’ın dediği olacak” dedi kendi kendine. Ve bunu söylediği an, ard arda gelen iki patlama sesiyle irkildi!. Herhalde televizyon veya televizyon tüpleriydi bu patlayanlar!. Önce bu televizyonların fiyatı ve bu İki patlamanın maliyeti geliverdi aklına!. Sonra bunun bir saçmalık olduğunu düşündü. Çünkü bütün malı alevler içinde yanıyordu zaten!. Kısa bir süre sonra itfaiye gelmiş ve onbeş-yirmi dakika içinde yangını tamamen söndürmüştü. Bütün olup biteni dalgın ve düşünceli gözlerle seyreden Saffet hoca, ne yapacağını bilmez bir şekilde tekrar kaldırım taşına oturdu!. Şimdiye kadar birçok yangın olayına şahit olmasına rağmen, yangının ne olduğunu ve bir insanın hayatından neleri götürdüğünü ilk kez farkediyor, eskiden beri bildiği “Malına güvenme, bir kıvılcım yeter” sözünün ne kadar doğru bir söz olduğunu ilk kez anlıyordu.

Her sabah besmeleyle açtığı beyaz eşya dükkanı, dumanlar içinde kapkara bir enkaza dönüşmüş gibiydi!. Anladığı kadarıyla dükkanın arka bölümündeki depo da yanmış olmalıydı. Çünkü itfaiye aradaki bölmeyi yıkmış ve alevler içindeki bu bölüme de müdahale etmişti. Uzun yıllardır çalışıpçabalayarak kazandığı bütün birikimi, küçük bir ateş ile alev almış ve yarım saat içinde yanıp tükenivermişti!. Tuhaf duygular içindeydi Saffet hoca!. Sanki bu dükkan değil de, gönlündeki bazı şeyler yanmış, bazı şeyler yokoimuş gibiydi!. Suyunu kaybetmiş bir ceset gibi kuruyup-büzüldüğünü hissediyordu. Kendine olan güvenini, güç ve kuvvetini kaybetmiş bir durumda, dünya hayatının ne kadar zor ve korkutucu olduğunu düşündü. Rızk mücadelesinin verildiği bu yaşam savaşında, atını, silahını ve zırhını kaybetmiş çıplak bir asker gibi hissediyordu kendisini!. Oysa daha düne kadar rızk endişesi taşımayan ve her geçen gün işini biraz daha geliştiren bir tüccar durumundaydı!. Fakat bir ateş, küçücük bir ateş herşeyi yakıvermiş ve onu böylesine aciz bir durumda bırakıvermişti!. Yanıma gelen bütün tanıdıklar “Geçmiş olsun, Allah ailene afiyet versin” diyorlardı. Saffet hoca bu güzel temennilere “Allah razı olsun” diyerek karşılık verdikten sonra, bir kenarda ağlamakta olan hanımına baktı bir an!. Hanımının ve kızının durumunu düşününce içinin ezildiğini hissetti. Sevdiği ve her fırsatta sevindirmek istediği hanımını nasıl bakacak, sorumlu bir baba olarak bundan sonra ailesini nasıl geçindirebilecekti ki!.

Çünkü kırkyedi yaşına gelmiş ve ekmeğini taştan çıkaracağı yıllar biraz geride kalmıştı. Derin bir sıkıntı hissetti içinde ve bu sıkıntıyla yerinden kalkarak yanan dükkanına doğru iierlemeye başladı. Hiçbir şeyi ellemeden, sakin ve yavaş adımlarla dolaştı dükkanın içini. Gördüğü kadarıyla sağlam bir eşya, sağlam bir mai kalmamıştı dükkanında. Sadece depo bölümünün arka rafında, iki-üç tane mutfak robotu zarar görmemiş gibiydi. Bu duruma şükretmek aklının ucundan dahi geçmedi Saffet hocanın!. Çünkü yanan mallarının yanında, devede kulak gibiydi bu mutfak robotları!. Bunlar yanmış veya yanmamış ne farkederdi ki!. Nitekim bu duygular içinde “Ya Rabbi, bunlan niye bıraktın, bunlan niye yakmadın” diye sitem dolu bir ses yükseldi içinden. Fakat bunun ne kadar yanlış bir ses ve yanlış bir söz olduğunu anlayarak hemen tevbe etti, hemen bağışlanma diledi Allah’tan. Olay yerinde araştırma yapan itfaiye görevlisi, yanmış bir benzin bidonuyia yanına gelerek “Beyefendi, bu yangın açık bir kundaklama neticesinde gerçekleşmiş” dedi. Saffet hoca hayret ve şaşkınlık dolu gözlerle öylece baktı görevli memura!. Acaba kim yaptı sorusunu hiç düşünmeden, Ömer geldi aklına!. Olay yerinden kaçarcasına uzaklaşan ve köşe başında duraksayarak kısa bir an bulunduğu pencereye bakan Ömer’i hatırladı!. Fakat bu genç adam hakkında hiçbir kötü şey düşünmek, hiçbir kötü yorumda bulunmak istemiyordu.

Çünkü bildiği ve tanıdığı kadarıyla çok samimi, çok ihlaslı bir müslümandı bu Ömer. Olayı zapta geçen polis ise devamlı olarak “Bir düşmanınız var mıydı?” sorusunu soruyordu. Polisin suratına şaşkınlıkla bakan Saffet hoca, önce nasıl bir cevap vermesi gerektiğini bilemedi!. Daha sonra dilinin ucuna gelen “Böyle bir ülkede veya böyle bir dünyada, düşmanı olmayan müslüman var mı?” cevabını da vermek istemedi. Ömer’in adını vermek ve onu gördüğünü söylemek ise hiç düşünmediği bir şeydi. “Dükkanımı yakabilecek bir düşmanım olduğunu sanmıyorum!.” Polis bu cevabı elindeki deftere not ettikten sonra “Dükkanınız yangına karşı sigortalı mıydı?” sorusunu yöneltti. Saffet hoca böyle bir sorunun niye sorulduğunu gayet iyi anlamıştı. Dükkan sigortalı ise belki de kendisinin yakmış olabileceği üzerinde duracaklardı!. “Hayır, sigortalı değildi.” Polis memuru birkaç soru daha sorduktan sonra gerekli notlan almış ve ekip arabasına binerken “Tekrar geçmiş olsun” diyerek olay yerinden ayrılmıştı. İşini bitiren itfaiye memurlan da gitmişti. Saffet hoca hanımının ve kızının yanına giderek “Haydi, eve gidin artık” dedi. Hanımı kısa bir süre Saffet hocanın gözlerine baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden ağlamaya başladı. Kendini bıraksa, belki Saffet hoca da ağlayacaktı.

Fakat duygularını zabdetmeye çalışarak hanımının başını okşadı ve “Allah’a şükür yangın söndü ve hepimiz afiyetteyiz. Haydi artık eve gidin” dedi. Ailesini eve gönderen Saffet hoca, bir süre daha sokakta kaldı. Dükkanın içini birkaç kez kontrol ettikten sonra, komşulannın yardımıyla dükkanın önünü kapattı. Bu arada elektirik şirketinden birkaç görevli gelmiş ve dükkana gelen ceryanı direkten kestikten sonra gitmişlerdi. “Saffet hocam, yapabileceğimiz başka bir şey var mı?” Kendisine seslenen komşularına dönen Saffet hoca “Allah hepinizden razı olsun. Yapılacak başka bir şey yok” cevabını verdi. Gökyüzü hafiften ağarmaya başladığına göre sabah namazının vakti p’e gelmiş olmalıydı. Komşularından ayrıldıktan sonra ağır; adımlarla eve yöneldi. İtfaiye memurunun kendisine gösterdiği yanmış benzin bidonu, yolun kenarında duruyordu. Herhalde unutmuş olmalıydılar!. Önce bir tekme savurmak istedi bu benzin bidonuna!. Sonra bundan vazgeçti ve yanmış’ benzin bidonunu yerden alarak evine girdi. Sabah ezanları okunmaya başlamıştı… Aradan üç gün geçmişti. Saffet hoca az hasarlı bazı malları ayırdıktan sonra dükkanı boşaltmış ve ilköğretim kolejine giden kızıyla beraber her tarafı temizlemeye çalışmıştı.

Daha sonra kullanılmış eşya satan bir arkadaşını çağırarak, bir kenara ayırdığı az hasarlı mallan almasını istemişti. Arkadaşı beş-on parça olan bu mallan arabasına yüklerken, malların yanında duran koltuğu göstererek “Hocam, bunu satamayiz!” dedi. Saffet hoca sağ kenarı yanmış deri koltuğa baktıktan sonra arkadaşına gülümseyerek “Bu koltuk baba yadigarı. Onu eve götüreceğim” dedi. Saffet hoca dükkanı tamamen boşalttıktan sonra dükkan sahibini çağırmış ve tadilat masraftan ne kadar tutarsa tutsun, ilk fırsatta ödemek istediğini söylemişti. Birkaç yıldır bu tek katlı dükkanı yıkıp, yerine üç katlı bir bina yapmaktan sözden dükkan sahibi ise “Sen zaten yeterince zarar ettin. Buna hiç gerek yok” diyerek, Saffet hocanın bu teklifini kabul etmemişti. Böylelikle dükkanı teslim etmiş ve dükkan sahibiyle helallaşmışlardı. Saffet hoca bütün bu işleri yaparken, uzun uzun Ömer’i düşünüyordu. Tanıdığı herkes geçmiş olsuna gelmesine rağmen Ömer hiç ortalıkta gözükme misti!. Oysa üç-dört yıl sohbet derslerine katılmış ve kendisinden oldukça yararlanmıştı. O halde bu vefasızlığın, bu uzak durmanın mutlaka bir sebebi olmalıydı!. Saffet hocanın Ömer hakkındaki düşünceleri değişmişti!. Ömer’in bu yangınla mutlaka bir ilgisi vardı. Bu işi ya kendisi yaptı, ya da yapanları biliyordu Fakat kendisine gelip yapanlar hakkında hiçbir şey söylemediğine göre, kendisi de bu işin içinde olmalıydı!.

Saffet hocanın düşünceleri bu noktaya gelince, Ömer hakkında hep aynı soruyla karşılaşıyordu. “İyi ama neden, Ömer bunu neden yapsın ki?” Ömer’le görüşmeden önce bu sorunun cevabını bulmak istiyordu Saffet hoca!. Bu sorunun cevabını bulmak ve bu cevaba göre Ömer’e yaklaşmak istiyordu. Fakat ne kadar düşünürse düşünsün, en ufak bir sebeb dahi bulmuyor, bulamıyordu!. Çünkü insanlarla ve müslümanlarla olan bütün ilişkilerinde, onlara değil bir kötülük yapmak, onlar hakkında kötü düşünmekten bile Allah’a sığınıyordu. O halde neydi, neydi bunun sebebi? Saffet hoca cevapsız kalan bu sorulara daha fazla tahammül edemeyeceğini anlayınca Ömer’i görmeye karar verdi. Ancak hemen bulamadı Ömer’i. Askerden geldikten sonra babasıyla anlaşamayan Ömer’in, üç yıl önce babasının evinden ayrıldığını ve öğrenci evlerinde kalmaya başladığını öğrendi. Son zamanlarda hangi öğrenci evinde kaldığını öğrenebilmesi ise epey uzun sürdü. Gerçi on yıl kadar önce olsaydı, Saffet hoca bütün bu evleri ve bu evlerde kalanlan çok iyi biliyordu. Çünkü o dönemlerde bütün bu evleri geziyor ve gençlerle oldukça verimli sohbetler yapıyordu. Saffet hoca belirtilen öğrenci evine gelip Ömer’i sorunca, kapıyı açan bir üniversite öğrencisi “Ömer abi daha gelmedi” dedi. Saffet hoca kendisini tanıtarak içeriye girmek için müsaade istedi. Gözlerini açarak “Demek o Saffet hoca sizsiniz!” diyen üniversiteli genç, kendisini hemen içeriye buyur etti. Salondaki yer minderlerinden birinin üzerine oturan Saffet hoca, genç öğrenciye hafif bir gülümseme ile bakarak “Beni nereden tanıyorsun?” diye sordu.

“Ömer abi, yıllar önce sizin verdiğiniz derslerden önemli notlar tutmuş. Bizlerle yaptığı bütün sohbetlerde, tuttuğu bu ders notlarından bizlere önemli ömekİer verir. İşte sizi, Ömer abinin o ders notlarından tanıyoruz.” Düşünceli bir şekilde başını salladı Saffet hoca!. Demek ki Ömer, yıllar önce yaptıklan o dersleri hala tekrarlıyor ve o derslerde öğrendiği gerçekleri bu gençlere aktarmaya devam ediyordu. Hoşuna gitti Ömer’in bu çalışmaları. Zaten geçmiş yıllarda onun ne kadar ihlaslı ve azimli bir müslüman olduğuna kendisi de şahit olmuştu. Ömer’i beklerken, genç öğrenciyle bir süre daha konuştu Saffet hoca. İki sene önce savaşmak için yurtdışına giden Ömer’in, cephede dört ay kaldıktan sonra tekrar ülkeye döndüğünü ve bu savaş günleri hakkında hiç kimseyle konuşmadığını, konuşmak istemediğini öğrendi. Saffet hocanın, bütün bu olup-bitenlerden hiç haberi yoktu. Müslümanlardan ne kadar da uzak kalmışım dedi kendi kendine!. “Ömer son zamanlarda ne yapıyor?” “İş bulabildiği günler inşaatlarda çalışarak, bu evin mutfak masraflarını karşılıyor. Gerçi arkadaşlarla beraber buna hiç gerek olmadığını kendisine söylememize rağmen, Ömer abi bizi hiç dinlemiyor.” Saffet hoca başını sallıyarak “Evet, anlıyorum” dedi. Gerçi anlıyorum demesine rağmen yine de yeterince anlayamadığı şeyler vardı Saffet hocanın.

Çünkü bildiği kadarıyla varlıklı bir ailenin tek oğlu idi Ömer. Onlarca insana iş veren babasından ayrılarak inşaatlarda çalışması, kolay anlaşılır bir durum değildi!. Düşünceü bir şekilde saatine bakarak “Ömer ne zaman gelir?” diye sordu. “Bir yerlere uğramazsa, artık gelmesi lazım. Ben size çay yapayım, çay içersiniz değil mi?” Saffet hoca isteksizce “Sen bilirsin” dedi. Genç öğrenci çay yapmak için mutfağa gittiğinde, salonu gözden geçirmeye başladı. Karşı duvarın ortasında küçük bir kütüphane bulunuyordu. Duvarlarda ise Kabe-i Muazzama’nın fotoğrafı ile kelime-i tevhidle ilgili bazı sözler vardı. Bir süre Kabe fotoğrafına baktı. Kutsal topraklara her önümüzdeki sene gitmeye niyetlenmesine rağmen, bu niyeti işleri nedeniyle hep bir önümüzdeki seneye kalmıştı!. Anlamsız nedenlerle, bu güzel ve anlamlı fırsatian kaçırmıştı!. Şimdi ise girmek istese de gidemezdi artık!. “Selamunaleyküm.” Salonun kapısında durarak kendisine selam veren Ömer’i görünce şaşırdı. Geldiğini hiç duymamış ya da farkedememişti.

“Ve aleykümselam” dedi başını hafifçe sallıyarak. Ömer “Şimdi geliyorum hocam” dedikten sonra elindeki iki küçük naylon torba ile mutfağa yöneldi. Üç-beş dakika sonra çay tepsisiyie içeri girdi ve tepsiyi Saffet hocanın önüne koyarken, yumuşak bir sesle “Hocam, hoşgeldiniz” dedi. İsteksiz bir şekilde “Hoşbulduk” diyen Saffet hoca, dalgın gözlerle Ömer’in bardaklara çay döküşünü seyretti. “Hocam, özel mi görüşeceksiniz?” Saffet hoca hafif çatılmış kaşlarla ve biraz sert bir ses tonuyla “Evet, özel” dedi. Bu cevap üzerine dışarıya çıkan Ömer, öğrenci arkadaşına bir şeyler söyledikten sonra tekrar içeriye girdi ve salonun kapısını kapatarak Saffet hocanın karşısına oturdu. Hiçbir şey konuşmadan bir süre çaylarını içip, birbirlerine baktılar. Özellikle Saffet hocanın bakışları çok dikkatliydi. Ömer’in gözlerine ve yüz ifadelerine dikkatlice bakarak, onun ruh halini anlamak istiyordu. Gördüğükadarıyla panikten uzak bir sakinlik ve durgunluk içindeydi Ömer. Kendinden emin gözlerle Saffet hocaya bakıyor ve sessiz bir sabır ile onun konuşmasını bekliyordu. “Nasılsın Ömer?” “Elhamdülillah iyiyim. İnşaallah siz de iyisinizdir?” Ömer’in gözlerine bakarak bu soruyu bir süre cevapsız bırakan Saffet hoca, kısık bir sesle “Elhamdülillah” dedikten sonra ilave etti., “Yangından haberin var mı?” Yüzündeki sakin ifade hiç değişmeyen Ömer, başını sallıyarak “Evet, duydum” dedikten sonra sustu ve çayından bir yudum daha aldı. Saffet hoca ise Ömer’in konuşmasına devam etmesini ve bir şeyler söylemesini bekliyordu.

Fakat kendisine öylece bakan Ömer’in, başka bir şey söylemeye niyeti yok gibiydi!. “Geçmiş olsun demiyecek misin?” Kısa bir süre ne cevap vereceğini düşünen Ömer “Geçmiş olsun” dedikten sonra bakışlarını Saffet hocanın gözlerinden hiç ayırmadan “İnşaallah hayırlara vesile olur” ilavesinde bulundu. “Bu olayda nasıl bir hayır görüyorsun?” “Bilmiyorum, bunu zaman gösterir!.” Ömer’in bu cevapları Saffet hocanın hem sıkılmasına ve hem de biraz kızmasına neden olmuştu. İçinden “Hasbunallahuvenimelvekil” dedikten sonra çayındaki son yudumu da içti. Ömer hemen çaydanlığı alarak boşalan bardağı tekrar doldurdu ve yanına iki şeker koyarak Saffet hocanın önüne bıraktı. Saffet hoca şekeri karıştırırken, Ömer’in yüzüne hiç bakmadan “Dükkan, kundaklanarak yakılmış” dedi. Ömer’den hiçbir ses. hiçbir cevap gelmedi bu söze!. Çayını karıştırdıktan sonra birkaç yudum içen Saffet hoca, bu sefer Ömer’in gözlerine bakarak “Dükkanın kundaklandığını, kundaklanarak yakıldığını söyledim” dedi. “Duydum hocam!. Her olayın bir sebebi, bir vesilesi oluyor!.” “İşte ben bu vesileyi tanımak istiyorum.” “Yani kimin yaptığını bilmek istiyorsunuz!.” “Hayır, kimin yaptığını biliyorum sadece neden yaptığını bilmek istiyorum?” Ömer kısa bir süre sustuktan sonra Saffet hocanın gözlerine bakarak “Dükkanı yakanı tanıyor musunuz?” diye sordu.

Kendisine dikkatlice bakan Ömer’den gözlerini ayırmayan Saffet hoca, başını hafifçe sallıyarak cevap verdi. “Onu daha iyi tanımak için buraya geldim!.” Ömer’de yine bir hayret, yine bir şaşkınlık yoktu. Kendisinden bir cevap bekleyen Saffet hocaya, sakin bir sesle “Tekrar hoşgeldiniz” dedi. Sonra bardağında kalan çayı bir yudumda bitirerek, kendisine yeni bir çay koydu ve şekerini yavaş yavaş karıştırmaya başladı. Ömer’in bu son derece sakinliği karşısında şaşıran ve söze nereden başlayacağını bilemeyen Saffet hoca, üç gündür içini kemiren soruyu bir anda soruverdi. “Neden, bunu neden yaptın Ömer?” Ömer çayından bir yudum içtikten sonra bir süre sustu. Olayı inkar etmek, aklının ucundan dahi geçmiyordu. Sadece nasıl bir cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu. Saffet hoca “Bunu neden yaptın Ömer?” diye sormuştu. Oysa bu olayın kendisiyle ilgili bir nedeni yoktu. Bütün nedenler, Saffet hocanın durumuyla ilgiliydi. O halde bunu söylemeli, bu cevabı vermeliydi Saffet hocaya. “Bu olayın nedeni, benim değil sizin durumunuzla ilgili!.” “Anlayamadım!.

” “Bunu anlayabilmeniz için, Saffet hocanın son on yılda nasıl değiştiğini görmeniz, bunu dikkate almanız gerekir!.” “Ben mi değiştim?” “Evet siz değiştiniz, hem de çok değiştiniz Saffet hoca!.” Dikkatlice Ömer’in gözlerine bakan Saffet hoca, Ömer’in güzel ve olumlu bir değişimden söz etmediğini çok iyi biliyordu. Olmaması, yaşanmaması gereken bir değişimden, bir değişiklikten söz ediyordu Ömer. Yine de sormak ve Ömer’in kendisi hakkındaki düşüncelerini biraz daha açmak istedi. “Bunu nasıl bilebilirsin ki!.” Ömer’in yüzünde acı dolu bir tebessüm belirdi. Bu ne kadar saçma bir soru dercesine Saffet hocaya baktıktan sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir