Mehmet Ali Ağaoğulları – Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler

Siyasal düşünceler tarihinin konusu nedir? llk elde, bu soruya kolaylıkla yanıt verilebilir gibi gözükmektedir. Çünkü, adı üstünde, konu “siyasal düşüncelerdir.” Ama sorun tam da burada başlamaktadır: Bu yanıtın kesin olarak söylediği tek şey, siyasal düşünceler tarihi bir disiplin olarak kabul edilirse, bu disiplinin konusunun “düşünceler” olduğudur; ancak herhangi bir düşünceler grubu değil; siyasal düşünceler. O halde bir düşünceyi siyasal niteliğiyle siyasal olmayan bir başka düşünceden ayıran nedir? Yani, hangi göstergeler, ölçüler, değerlendirmeler ya da yaklaşımlar içinden hareket edilerek siyasal olan ve olmayan düşünce birbirinden ayrılmaktadır? Dahası, böylesi bir ayrıştırma girişimi ne ölçüde mümkündür? Örneğin Platon’un düşünceleri siyasal mıdır, felsefi mi? Ya da Sokratik düşünce aynı zamanda dinsel bir düşünce biçimi olarak görülemez mi? Sorulan çoğaltmak son derece kolaydır. Burada özel olarak dikkat çekilmeye çalışılan şey öncelikle bir niteleme sıfatı olarak “siyasal”ın kendisinin nasıl niteleneceğidir. Eğer Türkçe’de “siyasal” sözcüğü bir sıfat değil de, bir isim olarak var olsaydı, soru en yalın haliyle şuna da dönüşebilirdi: Siyasal nedir? Siyasal nedir ki kendisiyle ilişkili düşüncenin de siyasal olarak nitelenmesini sağlayabilmektedir? “Siyasal” sıfatının, sıfat olarak ilişkili olduğu isim “siyaset”tir. Bu durumda siyaset nedir sorusu daha anlamlı olarak görülebilir. Ama burada siyaset biliminin siyasete ilişkin yaptığı bütün tanımlar şöyle kabaca anımsanırsa, bir özelliğin dikkat çektiği görülecektir. Siyaset şöyle ya da böyle, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, kavramsal düzeyde hep bir ilişkiselliği, terimsel olarak da bu ilişkiselliğin adını öne çıkarmaktadır. Bu ilişkisellik farklı tanımlama girişimlerinde, farklı nitelikte ve nicelikte öğeler arasında kuruluyor olsa da, değişmeyen şey, siyasetin bir ilişkiselliği ifade ediyor oluşudur. Bu anlamda “ilişkin 15 olma” halini, adeta doğal olarak içeren “siyasal” teriminin -her ne kadar Türkçe’de mümkün değilse de- “nedir” soru sözcüğünü, “siyaset” teriminden daha çok hak ettiği anlaşılacaktır. Siyasal düşünceler tarihi disiplini de bu soruya verilmiş yanıtlan ve bu yanıtlann tarihini kendisine konu edinir. Bu çerçevede bu kitap, Batı siyasal düşüncesi bakımından çoğunlukla başlangıç ya da nirengi noktası olarak kabul edilen Antik Yunan’dan ya da daha özel olarak polisten başlamakta ve Fransız Devrimi’yle tamamlanmaktadır. llk elde, genel olarak, toplumsal, mimari, mekansal, askeri, iktisadi, dini bir birim olarak kabul edilen Antik Yunan kent-devletlerinin adı olan polis, bu düşünce tarafından, devletin izlediği tarihsel yolculuk adına en mükemmel başlangıç noktası olarak seçilmiştir. Bu yüzden metin polisle başlamaktadır.


Aynı şekilde, 1789 Fransız Devrimi, her ne kadar varlığını kendisinden önceki birçok gelişmeye borçlu olsa da, “eski dünyanın” artık tümüyle tarihe kanştığını, yepyeni bir dünyayı, “burjuva dünyasını” haber veren en önemli kınlma noktasını işaretlemek için, üzerinde neredeyse herkesin uzlaştığı önemli bir simgeye dönüşmüştür; bu yüzden de kitap onunla kapanmaktadır. Bu anlamda burada anlatılan siyasal düşünce, modem siyasal düşüncenin arkaik (eskil) ama eskimeyen köklerine bir yolculuk ya da bir geri dönüştür. Kim bilir belki de hem bir Yunan düşünürünün, Epikuros’un, hem de çağdaş bir yazann, Ursula K. Le Guin’in dediği gibi, “gerçek ilerleme, geriye dönüştür.” Elbette bu kitap, siyasal olanın ya da siyasetin bütün kavramsal içerimlerini, bu içerimlerin ve yorumlannın, bu yorumlann taşıdığı biçimlerin izini tarih içinde kovalayan, “tüketici” bir kitap değildir. Bu kitap, kendine çizdiği sınırlar içerisinde, siyasal olanın niteliği üstüne geliştirilmiş düşünceleri, belirli bir tarihsel doğrultuda ve belirli bir genellik ölçüsünde okuruna sunmakla yetinen ve yapabilirse, okurunu siyasal olanın niteliğini berraklaştırabilmek için yeni yolculuklara davet etmeye, kışkırtmaya çalışan bir kitap olmakla sınırlıdır. Bu “kışkırtıcı” rolünü oynayabilirse işlevini yerine getirmiş olacaktır. Elinizdeki çalışma bir başka anlamda da bir tür “geriye dönüş”tür. Bu alanda, özellikle üniversitelerin siyasal düşünce tarihi öğretiminde kullandığı Türkçe ya da çeviri kimi yapıtlar hemen anımsanabilir. Çeviri bir yapıt olarak Sabine’ın metni ilk akla gelen örnektir. Sabine, uzun yıllardır Türk üniversitelerinde okutulmuş ve hala da okutulan metinlerin başında gelmektedir. Aynı şekilde Murat Sanca, Alaeddin Şenel, Ayferi Göze gibi isimler de buna eklenmelidir. Bu metinler de yıllarca okutulmuş ve okutulmaktadır. Ancak 1989’da Mehmet Ali Ağaoğulları’nın Eski Yunan’da Siyaset Felsefesi’yle başlayan ve nihayet, 1994’te Kent Devletinden imparatorluğa adlı kitap ilki olmak üzere bir dizi kitapla süren çalışmalarının ürünleri, bugün Türk üniversitelerinde, siyasal düşünce tarihi öğretiminde kullanılan başat metinler durumundadır. Hepsi birbirinden değerli ve farklı nitelikleriyle öne çıkan bu metinlerin varlığına karşın, lisans düzeyinde verilen siyasal düşünce eğitiminde karşılaşılan kimi sorunlara kendi ölçeğinde yanıt verebilmek için elinizdeki bu metin üretilmiştir.

lşte ikinci “geriye dönüş” burada kendisini göstermektedir. Bu çalış16 ma, kendisine temel olarak Mehmet Ali Ağaoğullan ve meslektaşlarının altı ciltten oluşan dizilerini almaktadır. llgili dizi bu çalışmayla anlamlı ölçüde sadeleştirilmiştir ama bu sadeleştirme, özetlemek anlamına gelmemektedir. Hele hele “özetlemek”ten anlaşılan şey özel olarak ve yalnızca “kısaltmak”sa bu çalışma ilgili dizinin kısaltılmış bir çeşidi de değildir. Aksine, görüleceği gibi, ilgili diziden farklı olarak bu metin, haritalarla, zamandizinlerle, illustrasyonlarla, resimlerle, fotoğraflarla, öğrencilerin kendi kültürleriyle ilgili bağ kurmalarını sağlayacak küçük ipuçlarıyla, kutucuklarla, ilgili düşünürlerden doğrudan aktarmalarla daha da zenginleştirilmiştir. Kimi bölümlerde dizinin ilgili kısmına sadık kalınmış, kimi bölümlerde ise dizi diğer referanslar gibi, herhangi bir referans olarak kullanılmış ve yepyeni bir bölüm ortaya çıkmıştır. Temel olarak ilgili dizi gözetildiği içindir ki adlan geçmese de bu çalışmanın iki gizli yazarının daha olduğu belirtilmelidir: Prof. Dr. Cemal Bali Akal ve Prof. Dr. Levent Köker. Bu metinde yer alan lkinci Bölüm, 2 ve 3 numaralı başlıklar ilgili dizi içinden, Cemal Bali Akal’dan doğrudan yapılan bir özettir. Aynı şekilde, bu çalışmanın feodaliteyle ilgili kısmında Levent Köker’den doğrudan, geniş ölçüde yararlanılmıştır. Kendilerine gösterdikleri anlayış için teşekkür borçluyuz. Söz teşekküre gelmişken, kuşkusuz en büyük teşekkür öğrencileredir; akademik üretimi hala anlamlı kıldıkları için.

17 BiRiNCi BOLÜM Yurttaş: Siyaset Antik Yunan dünyası. ATLANTIC OCEAN s Roma imparatorluğu haritası. ı\ D Mony ıtrelches of the boUndories shown ore onıy opoln ore uol(nown. S iyasal düşünce tarihi içinde yapılacak küçük bir gezinti, bu tarihin en büyülü öğelerinin başında polis kavramının geldiğini gösterir. Polisi izleyen ikinci kavram ise kuşkusuz demokrasi kavramı olacaktır. Adeta görünmez bir el, “anlaşılmaz bir biçimde” siyasal düşüncenin başlangıç noktasına polisi yerleştirivermiştir. Ama aynı ölçüde anlaşılmaz olan ise, en başa yerleştirilen bu kavram üzerinde herhangi bir uzlaşmanın da bulunmamasıdır. Bu nedenle kavram, siyasal düşünce içinde farklı biçimlerde okunmaya hep açık olmuştur. Örneğin polis, kimileri için yurttaşların, topluluğun çıkarlarını daima kişisel, tikel çıkarlarının önünde tuttuğu; topluluk ruhunun ya da kamusal dayanışmanın başat olduğu; kişilerin birbirlerine polis üzerinden sorumluluk, borç ve ödev yükümlülükleriyle bağlı olduğu; kaybedilmiş ama her daim özlenen bir tür “cennettir.” Yani, özellikle modern koşullar içinde neyin kaybından ötürü yas tutuluyorsa, kaybedilen şey poliste aranmaktadır. Başka bazılarınca polis, doğrudan demokrasinin en mükemmel örneğidir; herhangi bir şiddet ya da taşkınlık ya da genel olarak bir sınıf mücadelesi olmaksızın, yurttaşlar belirli bir düzen içinde söz söylemekte, sözün ardından herkes büyük bir olgunlukla kendi görüşünü oya dönüştürmekte ve bu oylarla belirlenen karara da herkes itirazsız uyuvermektedir. Buna göre, modern demokrasilerde ancak temsil yoluyla var olabilen siyasal insan, poliste canlı kanlı bir biçimde, temsil edilemeyen olarak hazır ve nazırdır. Bir kısım görüşlere göre ise polis eşitsizliğin, özel olarak köleliğin demokrasi cilasıyla parlatılıp yeniden üretildiği birimden başka bir şey değildir. Kavramın içinin farklı biçimlerde doldurularak anlamlandırılması bir yana, kavramın karşılık geldiği mekansal ve siyasal düzenlemelerin farklı biçimlerde ele alınması da mümkündür. Şöyle ki polis, mekansal olarak neye ya da nere21 ye karşılık gelir sorusunun ortak bir yanıtı kolayca bulunamayacağı gibi, siyasal olarak neye karşılık geldiği sorusunun yanıtı da aynı zorlukla maluldür.

Polis, bir kenti mi ifade eder; yoksa köyler topluluğunu mu? Ya bir kent nedir? Yok, köyler topluluğu ve kent birlikte ele alınırsa, hangi mekanların varlığı polisi polis kılan olmazsa olmaz önkoşullardandır? Örneğin polis, akropolis olmaksızın polis midir ya da agorası olmayan bir polis düşünülebilir mi? Peki, polis aynı zamanda bir devleti mi işaret etmektedir? Yoksa devletten farklı olarak şeflik olarak değerlendirilmeye daha mı açıktır? Nihayet, mekansal ve siyasal düzenlenişiyle polis, bir ülke olarak okunabilir mi? Örneğin polisi düşmanlarına karşı savunmak bir ülkeyi savunmak mıdır? Polis sözcüğü “polise ait işler, güçler vs.” anlamında politika sözcüğüne analık eden sözcüktür. Ancak sözcük farklı dillerde, farklı biçimlerde karşılanmıştır. En az polis kadar yaygın ve polisi karşılayan bir diğer sözcük Latince site terimidir. Türkçe’de ise polis, sıklıkla şehir devleti ya da kent devleti olarak karşılanır. Ancak şehir ile kent terimleri bire bir örtüşen terimler değildir; yani biri diğerinin (kent, şehir teriminin) tam karşılığı sayılamaz. Şehir, bir başka sözcükle, medine ile ilişkilidir; yani uygarlıkla (medeniyet). Uygarlık ise -bütün tartışmalar bir yana- en azından siyasal olarak insanlık tarihinde yöneten-yönetilen ayrımının belirdiği aşamanın sonrasını işaret eder. Şehir, siyasal, toplumsal ve ekonomik bir birimken, kent daha çok ve öncelikle mekansal ve sosyo-ekonomik ilişkilerin özel bir birleşimidir ve tarihi de insanlık tarihi kadar eskidir; yani kentlerden söz edebilmek için uygarlıktan ya da özel olarak siyasetten söz etmeye gerek yoktur; şehrin tersine. Bu durumda polis karşılığı olarak kent devletini kullanmak daha doğru sayılabilir. Bu kullanımda da sorun, Antik Yunan dünyası dışında da kent devletlerinin varlığıdır; örneğin Mezopotamya’mn farklı dönemlerde farklı kent devletleri ile Yunan polislerinin kaynağı olarak da gösterilen Fenikelilerin özellikle liman kentleri sayılabilir. Ayrıca ltalya’da ve Baltık Denizi kıyılarındaki kent devletleri de unutulmamalıdır. Oysa polis, Antik Yunan dünyasının özgül bir deneyimidir. O halde, en doğrusu polis terimine karşılık aramaksızın olduğu gibi kullanmaktır. Bu kitapta da bundan sonra böyle kullanılacaktır ve italik vurgulu olarak belirtilecektir.

Polis terimi, içeriği nasıl biçimlenirse biçimlensin ve kavramsal olarak nasıl farklı biçimlerde ele alınmış olursa olsun, bir siyasal birimdir ve terimin de, kavramın da başat özelliği buna ilişkindir. Terimin ve kavramın farklı ölçüler, farklı dönemler, farklı yaklaşımlar üzerinden ele alınabiliyor oluşu, açıktır ki üzerinde uzlaşılabilecek ve her dönemde, herkes için geçerli bir polisin olmadığım göstermektedir. O halde, polisin siyasal bir birim oluşuyla yetinilmeli ve polise içkin bu siyasallığın farklı boyutlarıyla anlaşılmasına çalışılmalıdır. Bu çaba aynı zamanda siyasal düşüncenin bütün anahtar kavramlarına bir giriş niteliği de taşır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir