Mehmet Ali Kılıçbay – Doğu’nun Devleti Batı’nın Cumhuriyeti

Doğu ve Batı içerdikleri tüm anlamsal yüklemlerle birlikte, Türkiye’nin gündeminin sabit unsurları arasında yer almaktadır. Bu iki kavramsal bütünün ülkemiz tartışmalarında çok uzun zamandan beri adeta başı çekiyor olması, bu gibi konular üzerinde belirgin bir billurlaşmaya ulaşılmadığını göstermektedir. Açıkçası, çok tartışılan bu kavram ailelerini meydana getiren unsurların nitelikleri, kimlikleri, tarihleri ve en önemlisi içerikleri henüz boşlukta kalmaktadır. Bunun böyle olmasının birçok nedeni arasında bana en belirleyici görüneni nominalizmin Türkiye’deki egemenliğidir. İnsanlarımızın büyük bir çoğunluğu bir şeyin adına sahip olmanın onun aslına da sahip olmak için yeterli olduğunu düşünmekte, içerikleri ıskalamaktadır. Oysa her içerik tarih demektir ve içerikler ıskalandığında, tarih de kaçınılmaz olarak ıskalanmış olmaktadır. Belki garip bir şaka ama, dünyanın tarihe herhalde en meraklı top­ 10 Doğu’rıun Devleti Batı’nın Cumhuriyeti lumu, tarihi hemen hiç bilmemekte, taptığı şeyi son derece kaba bir şekilde küçümsemektedir. Türkiye’nin bir kesimi kararlı bir şekilde Batı’dan yana tavır koymuştur; bir diğeri de kararlı bir şekilde Doğu’dan yana. Ancak ülkemizin yakın ve uzak geçmişinin ilginç bir sabitesi ve belirleyicisi olarak, her iki taraf da diğerinin tercihinin izafet çerçevesini tanımanın uzağındadır, zaten böyle bir gayret içinde de değildir. Kendi ideolojik çerçevesinin doğruları içinde karşı tarafa çoktan bir kimlik biçmiştir. Ama bundan daha garip ve şaşırtıcı olanı, insanların tercihlerini yönelttikleri çerçeveleri de yeterince tanımamalarıdır. Başka bir ifadeyle, uğruna meydan savaşları verilse de, ülkemizde ne Batı ne de Doğu yeterince, hatta minimum düzeyde tanınmaktadır. Ben burada, çeşitli tarihlerde ve değişik düşünce ve okuma harmanları içinde yazılmış bazı makalelerimi bir araya toplarken, tabii ki bu kadar kapsamlı ve derin bir soruna, sorunlar demetine, sorunlar yumağına çözüm getireceğim iddiasından yola çıkmadım. Ama gene de bir amacım var, yoksa bu derlemeyi yayınlamanın herhangi bir gereği olmazdı. Ülkemizde Batı ve Doğu hakkında oluşturulan düşüncelerin büyük kitleleri itibariyle ne kadar dayanaksız ve basmakalıp, hatta efsanevi olduklarının bilgisinin üretilmesine katkıda bulunmak istedim.


Herkes tarafından öyle kabul edildiği için doğruluk, hatta aşikarlık karinesi taşıyan a priori bazı düşünceleri tartışma gündemine sokmak istedim. Türkiye’de birçok konu ne yazık ki postülalardan hareketle kanıtlamaya çalışılmaktadır. Postüla ve kanıtlama gayreti ise tartışmayı yok eden unsurların başında gelir. Ben tartışma olmasını isteyenlerdenim. Bu amaçla bu makalelerin içerdiği bazı konuları gündeme getiriyorum. Örneğin Doğu düşüncesinin soy zinciri çıkartılırken, hemen hiç kimse Eski Yunan’ın bu oluşumdaki rolünü Önsöz 11 görmemektedir. Hatta tersine, bu kültür küresinin Batı uygarlığının temel taşı olduğu peşinen ve araştırmaya gerek duymadan kabul edilmektedir. Oysa ben bunun tersini düşünüyorum ve Doğu uygarlığının Eski Yunan’ın nesebi sahih çocuğu olduğuna dair ciddi kanıtlar getirdiğine inanıyorum. Ve Batı uygarlığının da Antik uygarlıktan koptuğu için ayrı bir kültür küresi olarak ortaya çıkabileceğini savunuyorum. Başka bir ifadeyle, Doğu-Batı farklılığının Eski Yunan’a mensup olmayı sürdüren bir kültürel küre (Doğu) ile, buradan kopan ve kendine özgü bir kader oluşturabilen bir başka küre (Batı) arasındaki zıtlaşma olduğunu öne sürüyorum. Bunun yanı sıra, Doğu uygarlığını özetleyen Osmanlmm da Antik imparatorluk modeli içinde yer aldığına, yani özgün olduğuna, Batı’nın gecikmiş bir ardılı olduğuna dair düşüncelere katılmadığıma dair bazı düşüncelerimi de bu derlemede sergileme fırsatını buluyorum. Batı’yı oluşturan temel bütünler konusunda da ülkemizde yeterli bir donanıma sahip olunduğuna inanmıyorum. Bu makaleler, Batı’nın temelleri konusunda bir tartışmaya davet niteliğine de bürünmektedir. Keza, ne Doğu uygarlığının bütünü ne de onun en olgunlaşmış örneği olan Osmanlı konusunda da pek sağlam bir kavramsal çerçeveye sahip olunduğunu söylemek ne yazık ki henüz mümkün gözükmüyor. Bu alanda ya at gözlüğü takmış bir hamaset edebiyatı ya da ne pahasına olursa olsun red arasında gidip gelen düşüncelerimiz, bazı istisnalar dışında ayaği yere basın tutumlar içinde olmamıştır.

Bu konuda da tartışmaya davet niteliğindeki bazı yazılarımı sunuyorum. Nihayet, belki de türünün ilk örneği olarak, çevirdiğim bazı makaleleri de bu derlemenin içine aldım. Bunu böyle yaparken, bazı Batılı yazarların muhtemel tartışmalara boyut getirebileceklerini düşündüm. Bu uygulamanın türünün ilk örneği olduğu konusundaki kanımı ileri sürerken, bunun bağlantısının ülkemizdeki “bilimsel yazı” tek­ 12 Doğu’nun Devleti Batı’nın Cumhuriyeti niğiyle ilgili olduğunu bildirmek isterim. Üniversitelerin birer bilim kurumu olmaktan hızla uzaklaştıkları son dönem esnasında, “bilimsel yazı” tekniği ile yazarı belirtilmeyen çevirinin birbirlerine ayrılmaz bir şekilde karıştıkları bir ortamda, benim bu uygulamam gerçekten türünün ilk örneği olmaktadır. Çünkü ben çevirilerini sunduğum yazarların adlarını da veriyorum. Ve daha da ilginci, bunların çeviri olduklarını da belirtiyorum. Türkiye, tarihinn belirleyici kavşaklarından birinde bulunuyor, bundan hiç kimsenin kuşkusu yok. Tarih özellikle böylesine anlarda hemen koşulması gereken bir laboratuardır. Ama hangi tarih? Resmi tarihin ve onun yansıması olan ders kitaplarının “komplo teorileriyle dolu “öğreti”si mi, bizim tarihimizi her ne pahasına olursa olsun “egemen tarih”le paralel kılmaya uğraşan “öğreti” mi, yoksa tarihimizin “biricikliği”ni savunan efsane tarih mi? Okuyucuya bu üç türden başkasını sunamamanın üzüntüsünü taşıyor olmakla birlikte, bugün düşünce hayatımızda yalnızca bunların yer almalarının tartışmanın ve “tarihsel araştırma”nm ne denli öncelikli ve zorunlu ödevler haline geldiğinin de bu vesileyle vurgulandığını bildirmek isterim. Tartışmak zorundayız; doğrulan bulmaktan veya teyid etmekten çok, yanlışları elemek için. Bu kitabın bu tartışmalar içinde, küçük de olsa, bir katkısının olacağı inancını taşıyorum. İnsanı, ülkemizin bu konağında ayakta tutan duygu, yarının daha güzel olabileceği olasılığı.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir