Michel Del Castillo – Karar Gecesi

Michel del Castillo, 2 Ağustos 1933’te Madrit’te doğdu. Babası Fransız annesi İspanyol. Edebiyat ve Psikoloji okudu. İlgiyle karşılanan ilk romanı Çağımızın Çocuğu (Tan-guy), 1957’de yayımlandı. 1973 yılında Gece Rüzgarı adlı romanıyla Kitapçılar Ödülü’nü ve Deux Magots Ödülü’nii kazandı. Fransız televizyonu ikinci kanalı (Antenne 2) için Fransızların Serüveni dizisini yaptı. Karar Gecesi, yazarın on üçüncü romanı. Karar Gecesi, 1981 yılı Renaudot Ödülünü aldı. 1975’te Taşların Sessizliği adlı romanıyla Chateaubriand Ödülü’mı aldı. Yukardaki satırları, Karar Gecesi’ni Fransa’da yayımlayan Seuil yayınevinin Michel del Castillo’yla ilgili tanıtma yazısından aktardım. Benksiz, kokusuz, duygusuz satırlar. Yazarın yaşadığı cehennemle ilgili tek ipucu ancak 2 Ağustos 1933 ile Madrit olabilir. -<Yazarın yaşadığı cehennemden bize ne, önemli olan onun yazdıklarıdır,» diyenler çıkabilir. Olsun! YaJnızca yazılı metine bakanlardan değilim ben, eğer yaşamışsa bir yazarın yaşadığı cehennem de ilgilendirir beni. Karar Gecesi’ni çevirmeye kal-ksştıysam, o cehenneme duyduğum ilgiden dolayı yaptım bunu.


Üstelik bu cehennem yalnızca Michel del Castillo’ nun değil, aynı zamanda, iç savaşı yaşayan İspanya’nın. İspanyolların ve demokrat insanlığın da cehennemi. İç savaş başladığı zaman üç, bittiği zaman altı yaşındaydı Michel del Castillo. Endülüslüydü annesi, sertti, ateşliydi, direnmeciydi, kendi sınıfıyla çelişki içindeydi, kocasından ayrı yaşıyordu, kendini «Halk Cephesi»ne adamıştı. Böyie bir kadına ne yapar Franco yönetimi? Hapise atar. Demek ki annesinin hapise girdiğini gördü Michel del Castillo. İç Savaş’ın sonunda, gizlice Fransa’ya geçip babayla buluştu ana-oğul. 1939-1942 yılları arasını bir toplama kampında yaşadı. 1942 yılında aile parçalandı: Anne Afrika’ya gitti, kendisi bir İspanyol yetimler yurduna gönderildi. 1953 yılında yeniden Fransa’ya dönüp ailesini buluncaya kadar Barselona’da bir yığın işe girip çıktı: Fabrika işçiliği, özel öğretmenlik, Fransızca öğretmenliği, duvarcılık, hamallık ve daha bir yığın iş. Sının1 gizlice geçip Fransa’ da yeniden lise öğrenimine başladığı zaman yirmi yaşındaydı. Yirmi yıllık bir cehennem! Ama cehennem kalıcıdır. Düşlere girer, uykulan böler, sannlara dönüşür; kendini anımsatmak, değişik biçimlerde ortaya çıkmak için bütün yollara başvurur, bütün hinoğluhinlikleri dener. Çağımızın Çocuğu’ndan başlayarak, Michel del Castil-lo’nun bütün yapıtlanna bu «cehennem»in yansıması olarak bakabiliriz. Karar Gecesi de bu cehennemi oluşturan parçalardan biri.

Karar Gecesi’nm ön plânında iki polis var, arka plânında da Franco’nun İspanyası. Murcia kenti emniyet müdürlüğü malî polisinde görevli, evli, iki çocuk babası genç müfettiş Santiago Laredo, Huesca kenti emniyet müdürlüğü cinayet masasına atanır; başlangıçta, türlü nedenlerden dolayı bu atanmaya sevinirse de, bir süre sonra, giderek büyüyen bir kaygı duymaya başlar genç polis müfettişi Laredo. Çünkü, Murcia’ daki üstleri ve arkadaşlarından bazılan Huesca’da yanında çalışacağı emniyet müdürü Don Avelino Pared konusunda uyarırlar onu. Bunun üzerine, Avelino Pared’in kimliğiyle ilgili bir araştırma yapmaya karar verir ve bu gizemli, bu acımasız adamın kişiliğinin büyüsüne kapılan genç müfettiş bir tür «dehşet yolculuğu»na çıkar: «Başlangıçta, bir süre sonra yanında çalışacağım insan hakkında bilgi edinmekten başka bir şey istemiyordum. Beni bekleyen kişiyi tanımak istiyordum. Bu düşünce yavaş yavaş bıraktı beni. Karmaşıklığı insan dışı olan bu kişilik beni kendisine çek. misti. Şimdi içindeydim onun. Bu tanımadığım insanla işimin bitmesi bir yana, soruşturmamın yeni başlamış olduğunu hissediyordum. Nereye götürecekti beni bu araştırma, düşünüyordum bunu.» Genç müfettiş Laredo, Avelino Pared Costa’nın doğum günü olan 31 Ekim 1907’den yola çıkart bu «dehşet yolculu-ğu»nda, kendi yaşamı, Avelino Pared’in yaşamı ve İspanya’ mu yakın dönem tarihi iyice birbirine girer. Santiago La-redo’nun iğneyle kuyu kazarcasma araştırarak ortaya çıkardığı portre sanki kendi portresidir; sanki hem kendi kişiliğinin temel direğini, hem de «manevi» babasını bulur Avelino Pared’in kişiliğinde. Avelino Pared’in yaptığı sınıflandırmaya göre iki tür «polis» vardır: Kendisinin de aralarında bulunduğu, mesleğiyle ve mesleği için yaşayan «metafizik» polis; yalnızca karın doyurmak için bu mesleği seçmiş olan «akıl» polisi. Kişiliğinde rahip ve eğitimciyi birleştiren kişidir «metafizik» polis.

Ona göre, toplumun ve bireyin çürüyüp yıkılışı, örnek bir adalet anlayışına dayalı sarsılmaz bir düzen ile bireysel manevi düzenin bulunmayışından kaynaklanmaktadır. Kaynağında hümanizma bulunmayan düzen anlayışından sonuç ve zorunlu olarak bir büyük engizisyoncu ve Franco tipi yöneticilerin çıktığım görmezlikten gelerek, yalnızca düzen adına, «düzen için düzen» adına hizmet yapmaktadır Don Avelino Pared. Soyut ve ülküsel bir düzen ve iç denge tutkusundan yola çıkarak nereye varabilir insan? Doğal olarak, şiddet ve kan dökücülüğe. Hele bu insan, aklı ermeye başladığı dönemden başlayarak sağır ve dilsiz babasından, annesiyle gönül ilişkisi kuran amcasından (belki de gerçek babası) ve annesinden nefret etmeye başlamışsa, kokuşmuş dünyaya tiksinerek bakıyorsa, dünya için nasıl bir düzen isteyebilir? «Bir manastır düzeni denilebilir… çömezden istenen şey, tam bir boyuneğiş ve iradeden vazgeçişten başka bir şey olmayan kurala saygı… Kilise, sağduygusuyla, eksiksiz düzenin, bu ada yaraşır tek düzenin beyinlerde oluşacağını anladı. Eleştirel aklın, istek ve kaygının direndiği yerde düzensizlik de sürer gider… Gerçek bir polis, azizim Laredo, acımayı, bu iğrenç yanılgıyı bilmemek zorundadır. Polisin istediği düzendir, yani adalet. Oysa, merhamet ve iyilikseverlik… düzensizliği doğurur.» 6 7 Temelde birbirine çok benzeyen ve Avelino Pared’in deyimiyle «uzun bir yolculuktan sonra buluşan» bu iki insanı, gerçekte çok önemli bir ayrıntı karşı karşıya getirmektedir. Avelino Pared, yasa koyucu, kişisel irade adına Kabil’in Habil’i öldürmesine izin veren toplumsal irade, acımasız Tanrı «RAB»tan yanadır, zina yapan kadını bağışlayan oğul İsa’dan, «Kurtarıcı İsa»dan nefret eder. Tanrıyı izleyen göz ve ilk polis olarak görmektedir Avelino Pared. Oysa genç Laredo, inançsızlığının ya da kuşkulu inancının sınırları içinde bağışlayıcı Tanrı’dan yanadır. Santiago Laredo, sonunda bir başka gerçeği de keşfeder: Avelino Pared’in yanma atanması bir raslantı sonucu ya da yönetimsel bir gereksinimden dolayı olmamıştır; Avelino Pared’in isteği ve düzeniyle gerçekleşmiştir. Çünkü Avelino Pared de kendi açısından ve genç Laredo’dan çok önce bir araştırma yapmış ve kendi kafasında kendisi için tasarladığı sonu gerçekleştirebilecek adamı bulduktan sonra yanma atanmasını istemiş, onun kendisi hakkında yaptığı araştırmayı adım adım izlemiş ve bir örümcek gibi ağını örmüştür. Avelino Pared’in izinden giden Santiago Laredo kendi geçmişine, kendi öz’üne dönmek zorunda kalır: İç denge, düzen ve güvenini., sarsan babasından nasıl nefret ettiğinin, bir arkadaşıyla eşcinsel ilişkiye giren öğretmenini ve dahası kendi kendini niçin ihbar ettiğinin ye kendi içine kapanarak neden bir tür «ölüm kokusu» yaydığının bilincine varır: Babasına güvenini yitirdiği gün iç dengesi bozulmuş ve «ba-nş»sız kalmıştır.

Düzen ve sürekli barış tutkusu almyazı-sım çizmiş ve sonunda polis olmuştur. İyi ama, bilinçlerin düzeni nasıl sağlanacaktır? Bu soruya, «kuşku kardeşi» Avelino Pared şu yanıtı verir: «Öyle davranmalı ki, insanlar boyun eğmeyi istesinler, işte gerçek polisin ülküsü. Ne mutlu ki, insanların özgürlük yüklerine artık katlanamayacah-ları ve özgür olmak istemeyecekleri bir çağa yaklaşıyoruz. O zaman polisin saati çalacak. Onun dingin gözünden hiç kimse kaçmayı tasarlamayacak. Sonunda, barış gerçekleşen cek.» Don Avelino Pared kendi cellâtını kendisi seçmiştir: Santiago Laredo. Kendi cellât ve ölümünü tıpkı bir tanrı gibi kendisi seçmiştir; bağışlayıcı değil acımasız bir tanrıdır o. Bu seçiminde en küçük pişmanlık izine rastlanmaz; olağan bir ölümü değil trajik bir ölümü seçmiştir: Düzen yalvacına yakışan da budur. Tabanca sesine köpeklerin yanıt verdiği parkta niçin öldürmüştür onu Santiago Laredo? Öldürmüştür, çünkü kendi kişiliğini de öldürmüştür. Kişiliğinin ölmeyen bir bölümü onu geleceğe götürecek kadar güçlüdür belki. “İlk patlamayla irkildim. Barutun kötü kokusunu duydum. Patlamayı bütün kentin duyduğu sanısına kapıldım. Don Avelino, öne arkaya sallanarak ayakta duruyordu.

Çılgınca bir öfkeye kapıldım birden ve bütün şarjörü boşalt-. tim. Öfkeyle titreyerek, korkaklığıma, alçaklığıma ateş ettim.» Don Avelino Pared’in hem gülünç, hem şövalye portresi, tinsel düzenin bu çılgın «misyonerimin portresi, aynı zamanda, Franco İspanyasının da portresidir. Bağışlamaz-lık adına, beyin ve ruhlarda kurulacak biricik ve sarsılmaz düzen adına milyonlarca çocuğunun kanını döken, «hayal katedralini kurmak için» milyonlarca kurban veren ve sonuç olarak kendi bağnazlığının kurbanı olan yaslı ve tedirgin İspanya’nın portresi. Kendini bile bile boğaya öldürten, acımasız ve usta bir matadordur Don. Avelino Pared. İspanya ise hem boğa, hem de matadordur. Düşman başına bir durum! Kitabı çevirirken aynaya bakmaktan korktum, uykularım bölündü; İspanya’nın eşiğinden acaba dönebildik mi diye düşündüm. Nasıl bir roman bu Karar Gecesi? Politik mi, psikolojik mi, felsefi mi, polisiye mi? Hem hepsi, hem de hiçbiri! Gelenekselden canı sıkılan roman’ın değişik biçimsel dene-? melere giriştiği günümüzde Michel del Castillo «klâsik» bir roman yazmış; yüreği Dostoyevski’hin yüreği, beyni Kafka’ mn beyni, eli Hemingway’in eli. Daha Renaudot Ödülü’nü almadan, elinizdeki romanı Goncourt Ödülü’ne aday gösteren Françoise Xenakis, Le Matin gazetesinde şöyle yazıyordu: «Kara, yekpare bir kitap, Kara bir kitap mı? Evet. Karamsar mı? Ah, evet; hayatın renginde.» İnsan’ı, Tanrı ve Şeytan’ı, tanrı ve şeytaninsanı, in9 sanın durum ve yazgısını; Tanrı, devlet, düzen ve insan ı tartışmayı göze alan; o eski, geleneksel, ölümsüz romanın yatağında akmaya kararlı bir başyapıttır elinizdeki Karar Gecesi. İç Savaş’tan kırk beş yıl sonra, günâh çıkartıp bağış diliyor İspanya, büyük bir içtenlik ve yürek temizliğiyle elindeki kanı yıkamak istiyor. O elde Federico Garcia Lorca’nın da kanı var.

İnsan olan insan bakamaz kana! Yıka elini İspanya! . ? KARAR GECESİ Michel del Castillo ÖZDEMİR İNCE Ankara 28.6.1982 Monique ve Jules Ledent için MICHEL DEL CASTILLO 10 «… hepimiz herkese karşı suçluyuz.» DOSTOYEVSKİ, Karamazov Kardeşler 1 Huesca Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masasına atandığımı öğrendim bir gün önce. Bunun bir tür ilerleme olduğunu sanarak başlangıçta içtenlikle sevindim. Murcia’dan da, bunaltıcı havasından da bıktığım için bu değişiklik hoşuma gitmişti. Müdüriyet’te asansöre gidiyordum, birden dudaklarında tuhaf bir gülümsemeyle Baza’nın bana doğru yürüdüğünü gördüm. «Pared’in yanına, Huesca’ya gideceğini duydum. Doğru mu?» Olumlu yanıt verince, o külrengi, kırış kırış yüzü üzüntüyle kasıldı. Gösterişli bir biçimde elini omuzuma koydu. Davranışı şaşırtmıştı beni. Gerilememek için kendimi güç tuttum. Ahlâk zabıtasında çalışıyordu Baza. Pek yakınlığımız yoktu, rastlaştıkça dereden tepeden bir-iki lâf ederdik, o kadar.

Müdüriyet’te kendisine pek iyi gözle bakılmadığı için ona karşı bir yakınlık duymazdım. Hakkında can sıkıcı söylentiler vardı, arkadaşların bazıları onunla ilişki kurmaktan açıkça sakı-nırlardı. Bir küçük çocuğu baştan çıkarmış, bu yüzden de Murcia’ya sürülmüş. Genel Müfettişlik, bu olayı örtbas etmek için, emekliliğine kadar onu buraya atamış, iki yıl sonra da emekli olacakmış. Aslına bakarsanız bu söylentileri pek umursamamış-tım. Ama, gene de onunla arkadaşlık kurmaktan sakınıyor, yalnızca selâmlaşmakla, zorunlu durum13 ‘larda da dereden tepeden iki lâf etmekle ‘yeünfybr-dum. Bıngıl bıngıl şişman, kısa boylu bir adamdı Baza. Üstü başı dökülüyordu, pisti üstelik. Giysileri eski püskü, kırış kırıştı. Kızıla çalan san saçlarından dökülen kepek, omuzlarında beyaz bir toz bulutu oluşturuyordu. Gözlerinin altı hindi gerdanı gibi sarkmıştı. Polisten çok bir gezginci satıcıya benziyordu. «Pek şanslı olduğun söylenemez valla,» dedi peltek sesiyle. «Pared’i tanırım. Korkunç heriftir.

» Az kalsın ne demek istediğini soracaktım. Ama başımı sallayarak gülümsemekle yetindim. «İyi,» dedi koluma dokunarak. «Gitmeden önce benim eve uğra. Bir kadeh bir şey içer, anlatırım sana.» Çağrısına uymayı aklımın ucuna bile getirmeksizin, «Olur,» dedim, «sevinirim.» Ağzım şaşkınlıktan bir karış açık, koridorun öteki ucundaki B asansörüne doğru gidişine baktım. Söyledikleri belli-belirsiz sıkmıştı canımı. Üstelik kendimi kirlenmiş hissediyordum; küçük, nemli ve tombul eli, omuzuma ve koluma dokunduğu yerlerde bir Mr bırakmış gibi. Kararmış tırnaklan, sigaranın sararttığı parmakları gözümün önünden gitmiyordu. Dairede, başka arkadaşlar da gerçekten Huesca’ ya atanıp atanmadığımı öğrenmek istediler. Haberi doğruladım, onlar da içtenlikle üzülmüş göründüler. Üstelik Garcia, anlamlı anlamlı ıslık çaldı. Davranışlarından, bu atamanın onlara bir ilerleme gibi gelmediğini anladım. Bütün yönetim işlerinde olduğu gibi, poliste de saygın yerler vardır.

Madrid’in dışında, Barcelona, Valencia, Bilbao, Sevilla gibi büyük kentler; Malaga ya da Segovia gibi rahat ve sevimli sayılan yerler. Dağların arasında yitmiş, yirmi bin nüfuslu küçük bir il olan Huesca sürgün yeri sayılıyordu. Gözden düşmüş ya da emekliliği yaklaşmış memurlar gönderiliyordu oraya; daha hareketli bir bölgeye gönderilmeden önce, kısa bir süre için, kimi yeniler de gidiyordu. Bu yüzden arkadaşların tepkisini anlıyordum. Başıma geleni bir talihsizlik sayıyorlardı, kimbilir belki de haklıydılar. Yine de, sanki başıma büyük bir felâket gelmiş gibi duygulanmalarını bir türlü anla-yamıyordum. Hiç kuşkusuz, külüstür, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi şu Huesca; önemli bir şeyin olması olanaksızdı burada; bu nedenle de genç bir müfettişin sivrilmeyi aklından çıkarması gerekiyordu. Ama tamı tamına otuz yasmadaydım ve bu Allanın kırında uzun süre küflenmeyeceğimi umabilir-dim. Altı yüz nüfuslu bir küçük köyde doğduğum için küçük kentlere karşı değildim aslında. Karım Pilar da severdi taşra yaşamını, küçük bir kent çocuklar için de yararlı olurdu. Kısacası, ömür boyu sürmemesi koşuluyla, Huesca’ya gitmekte bir sakınca görmüyordum. Nakiller ve terfiler her zaman hareketlendirir servisleri, herkes yükselme merdiveninde bir basamak daha ilerleyeceğini, polis aristokrasisini oluşturan gözde yerlerden birine geçeceğini düşler. Bence saçmasapan bir umut değildi bu, bana acıyarak kendi kendilerine ağıt yakan arkadaşlarımın umut kırıklıklarını sezinliyordum. İç karartıcı bir kent olan Murcia’da canlan sıkılıyor, bir an önce bu belâdan kurtulmak için sabırsızlık içinde yeni bir atama bekliyorlardı. Oysa, işe bakın, benim başıma gelenler, kazın ayağının hiç de öyle olmadığım, onların daha da kötü, daha da sapa bir kente atanar bileceklerini gösteriyordu.

Bu düşüncenin altında yı14 15 kılıyorlardı. İşi şakaya vuruyor, hangi yitik beldeye postalanabileceklerini düşünerek, neşe içinde bir bir sayıyorlardı en uğursuz yerleri: Temel, Zamora, Pa-lencia. Her ad, sinirli gülüşlerle noktalanan yeni şakalara yol açıyordu. Umut kırıklığına uğratmamak için, ben de onlarla birlikte gülüyordum. Dört dörtlük bir sürgün tatili için Galicia’daki Pontevedra’nm adını verdim. Hepsi birden böğürmeye başladılar. İçlerinden biri, Pontevedra’ya yılın üçyüz altmış günü yağmur yağdığını, geri kalan beş günde de insanların güneşte yandıklarını ileri sürdü; Pontevedra’da Nuh nebiden bu yana hiç suç işlenmediğinden, polisler vakit geçirmek için, satranca vermişler kendilerini. «Serseriler bile kaçıyorlar bu kentten!» diye haykırdı Garcia neşeyle. «Hiç de budala değil, anasının gözü herifler!» Bu nükte hepimizi katıla katıla güldürdü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir