Murray Bookchin – Toplumsal Anarşizm mi Yaşam Tarzı mı, Aşılmaz Uçurum

Kuzey Amerika ve Britanyalı anarşist çevrelerdeki (buralarda bir “anarşist hareket”in varlığından söz edilemez) yönelimlerden çok rahatsız olduğum için, üç yıl önce bu kitabı yazdım. Günümüz kapitalist toplumunda yaygınlık gösteren psikolojik, dinsel ve mistik kaygıların bir yansıması olan bu yönelimler, aslında siyasete ilgilisi olan insanların kamusal hayattan, bireysel, gerçekten narsistçe bir yaşam tarzına çekilmelerini getirmiştir. Bu geri çekiliş, orta sınıfa dahil Amerikan gençliği içinde birkaç on yıldır tedricen yaşanıyordu. 1960’ların sonunda, Yeni Sol’daki çöküşün ardından, aşağı yukarı politize olmuş karşı kültürlerle beraber daha derin bir geri çekilme reaksiyonu ortaya çıktı. 1970’lerde beliren ekonomik sıkıntılar, 1974’te Vietnam Savaşı’nın sona ermesi ve nihayet Asya’daki sofuca dindarlığa (Taoizm ve Budizm) ve Hıristiyanlığın varyasyonlarına eğilim duyulmasıyla giderek artan sayıdaki Amerikalı, kişisel içebakış, kendi kendini geliştirme ve kaba benlikçilik kültürlerine yöneldi. 1980’lerde, radikal düşünceyi, büyük ölçüde hayali bir geçmişe duyulan reaksiyoner nostalji kalıbına döküyorlardı. Özlemi duyulan toplumsal ilişkiler, teknoloji, yaşam tarzları ve duyarlılıklar için yalnızca sanayi öncesi döneme değil, tarih öncesine, örneğin neolitik döneme kadar uzanılıyordu. 1990’larda bu eğilimler, tüm siyasal görüşleri etkileyen sağa yönelişle birleşerek Amerika’da liberter politik faaliyeti neredeyse sona erdirdi. Tarih yakından incelendiğinde, kültürel kaçışların genellikle radikal toplumcu hareketlerin bozguna uğramalarının ardından ortaya çıktığı görülecektir. Bu nedenle, abartılmış toplumsal devrim umutları ile Yeni Sol’un ve aynı ölçüde abartılmış ütopik düşünceleri ile karşı kültürün, 1970’lerin ortalarında yerlerini tepkisel hareketlere bırakmış olmaları şaşırtıcı değildir. Orta sınıf kültürü, bütünüyle yönünü bireyciliğe, kişiselciliğe, mistisizme ve narsizme çevirdi. Ancak beni asıl şaşkınlığa uğratan şey, bu eğilimlerin Sol gruplara da yayılmasıdır. Sadece anarşistler değil bazı Marksistler de Zen Budizm’e ve Taoizm’e yöneldiler. Bu yönelim mistik (s. 5) ideolojik reçetelerin merkezi olan Kaliforniya’dan bütün bir Amerika’ya, İngiltere’ye ve Avrupa’ya hızla yayıldı.


Türkiye’ye de sıçradığını öğrendiğimde şok oldum. Radikal hareketlerin bütün türleri, egemen kültürlerin etkilerine her zaman açık kalmıştır. Bu tür etkilere direnmek, tarih boyunca, önemli teorisyenler ve militanlar için temel, süregelen bir görev olmuştur. Geç Ortaçağ Avrupa’sında açıkça Hıristiyan üsluplar, 14. yy. sonlarındaki İngiliz köylü ayaklanmalarından reformizme ve hatta 1640’lardaki İngiliz Devrimi’ne kadar, ne ölçüde statükoya karşı çıkmış olursa olsun neredeyse bütün devrimci hareketlerin önünü tıkamıştır. O yıllarda Avrupa’da ortaya çıkan büyük köylü ayaklanmaları, taleplerini kutsal kitaba özgü deyişlerle ifade etmiş, yeni bir topluma ilişkin düşüncelerini, İsa’nın sözde arıtılmış görüşleri ve diliyle biçimlendirmiştir. Radikaller, 1770’lerin Amerikan Devrimi ve 1790’ların Fransız Devrimi sırasında nihayet kendilerini dini dünya görüşünün etkisinden kurtardılar ve düşüncelerini, taleplerini din dışı bir üslûpla açıklamayı benimsediler. Bu geçmişten kopuş, gerçek bir devrimdi: İnsan haklarını bu dünyada talep ederek toplumun ilgisini öteki dünyanın cennetinden dünyevi hayata çevirmekle kalmıyordu, aynı zamanda, insanlığın özgürleşmesi ve kendi kaderini belirlemesi beklenilmeden; siyasal sorunlar kadar ekonomik sorunların da çözümlenmesi gerektiğinin farkına varılmasına yol açtı. Devrimci hareketlerin, cenneti yaşanılan dünyada talep etmesi, ancak ortaçağdan devralınan doğa üstü ve mistik inançların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabildi. Çağdaş özgürlük düşüncesinin ortaya çıkması ve Özellikle toplumsal anarşizm (anarkokomünizm ve anarko-sendikalizm) ve Marksizm gibi düşünce okullarında vücut bulan toplumsal değişim için bütünüyle yeni bir dilin oluşturulması, bu büyük ilerlemenin sonucunda gerçekleşebildi. Ancak bu sosyalist düşünceler ve hareketler de feodal ve burjuva kültürlerinin etkisine kapalı değildir. Anarşizmin bu eğilimi, toplumsal kolektiviteden çok bireysel “özerkliği” vurgular. Bu eğilim bireyselliğin toplumsal kökenini ve birey kavramının oluşmasını hazırlayan uzun toplumsal tarihi görmezden gelir. Bireycilik (daha uygun bir deyişle (s.

6) benlikçilik ve narsizm), “özerkliğini”, “bireyciliğini” ve “kendini yetiştirmiş insan” olma statüsünü göklere çıkaran, toplumu dengede tutan “görünmez el” olarak “özerk bireyler” arasındaki pazar rekabetini vurgulayan burjuva girişimci için hayati öneme sahip bir ideoloji haline geldi. Bugün bireyci anarşizmle ilgili birçok şeyin kökleri, kapitalizmin ve “bağımsız” kapitalistin çağdaş kural tanımazlıktaki mükemmellik imajını yarattığı 19. yy. Sanayi Devrimi’nin girişimcilik dünyasındadır. Marx’in sosyalist düşüncelerini somutlaştıran ekonomik gelişmeye yapılan aşırı vurgu dolayısıyla, Marksizm de egemen kültürün etkisine maruz kalmıştır. Kapitalizm metayı, pazarı ve rekabeti, dayanışma üzerine kurulu bütün geleneksel ilişkilerin çözücüsü haline getirdi. Marx, kapitalizmi siyasal, dinsel, ahlaki, etnik hatta dil bakımından bütün farklılıkları ortadan kaldıracak ve dünyayı olabildiğince homojenleştirilmiş bir toplumsal alana çevirmek üzere silip süpürecek, ideolojik anlamda eşitleyici bir güç olarak değerlendirdi. Böylesi bir eşitleyicilik gerçekten de vuku buluyor. Ama bunun daha ne kadar süreceğini ve 21. yy. insanları için ne ifade edeceğini bilemiyoruz. 1990’larda hâlâ var olan en radikal ideolojiler de kapitalizmin bu özelliklerinden kendisini koruyamamıştır. Ekonomist deyimler dünyadaki birçok insanın dilini ve düşüncesini istila etmiştir. Bunun radikaller üzerindeki etkisi gelenekçi insanlar üzerindekinden daha az değildir. “Bilançosunu yapmak”, çocuklarına ya da geleceğine “yatırım yapmak” türünden deyimler yaygın biçimde kullanılıyor.

Kapitalizmden yana olanlar kadar onun muhalifleri de ekonomik gelişmeyi ilerlemenin göstergesi olarak kabul ediyorlar. Ezilenlerin düşüncesi, egemen ideolojilerce istila edilmiştir. Günümüzde toplumsal radikaller bu ekonomist ve aynı zamanda mistik istilaya karşı çıkmalıdırlar. Onların bu istilaya ve gücün dev holdinglerde ve bölgesel devletlerde merkezileşmesine karşı verebilecekleri en iyi yanıt, radikal direnci ve toplumsal yeniden yapılanmayı temel alan bir ideolojiyi, açıkçası bir siyasal kültürü oluşturmaktır. Çağdaş devrimci geleneği, iki yüzyılı aşkın zamandır üretmiş olduğu anlayışın ötesine taşımak için çaba gösterebilirler. Bütün (s. 7) insanların iyiliğini, dayanışmasını ve özgürlüğünü garanti altına alabilen gerçekçi alternatifler önererek bugün ve yarın için, modern kapitalizmin temel önermelerine (mülkiyeti temel alan toplumsal ilişkilerine, meta üretimine ve pazar ekonomisine) ve bütün biçimleri ile devlete meydan okuyan bir toplumsal ve siyasal hareketi inşa etmeye kendilerini, hasredebilir, doğrudan yüz yüze demokrasiyi hedef alan konfederal siyasal yapıları örgütlemek için çalışabilirler. Bana kalırsa, yapılabilecek en kötü seçim, kişiselci, narsist ve içebakışçı olmaktır. Bu seçim, bugünkü romantik ve hüzünlü literatürde tanımlandığı şekliyle gerçekten yaşanmış olsa bile artık asla yeniden dönülemeyecek olan bir geçmişe kulak verir. Bugün yaşadığımız tarih öncesi, din, gelenek, akıl dışılık ve duygusallıkla büyülenişlerin hepsi belirli bir eğilimin içerisinde aynı zamanda görülmüyor. Ama tümünün, bir genelleme yapabileceğimiz kadar ortak yanları var: Tarihin ve tecrübenin derslerinden habersizce kayıp “Altın Çağ”ı özleyiş, bizi gerçekten insani kılan buluşun ve yeniliğin değil sadece eskiyi yeniden bulmanın ve uyum sağlamanın ürünüdür. Bu arada meta üretiminin ve pazar rekabetinin istilacı sistemi ile bütün geleneksel ilişkileri parçalamakta olan burjuvazi için, bu geriye dönük eğilimlerde korkulacak bir yan yoktur. Geriye dönük bakış açıları, insanları depolitize eden ve onların yönünü yaşadığımız dünyadan kimi cennetlere çeviren, modern toplumun hastalıklarını maskeleyen, bu nedenle de toplumsal düzenin ihtiyaç duyduğu ideolojik geçici rahatlatıcılardır. Sadece insanların ilgilerini karşılaştıkları gerçek baskılardan uzaklaştırmaya hizmet etmezler, ayrıca, burjuvazinin mal sunmaya çok istekli olduğu yeni pazarlar da açarlar. Egzotik olanı pazarlamak, geleneksel olanı pazarlamak kadar kârlı olabilir.

Gerçekten de, satıcılar bu görüşleri kopya etmeyi öğrenerek yeni metalar hazırlıyorlar ve onları satmaya çalışıyorlar. Elinizdeki kitabı, bu kaçışa yönelik alternatifin anarşizmi istila edişini eleştirmek için yazdım. Bu istila, toplumsal bir hareketten ziyade, benim yaşamtarzı anarşizmi olarak adlandırmayı tercih ettiğim kişiselci, bireyci ve apolitik bir yaşam tarzını üretiyor. (s. 8) 14. yy. İngiltere’sinde John Ball, 16. yy. Almanya’sında Thomas Münzer kutsal kitaba ait terimleri kullanarak özgürlükten söz ederlerken bildikleri tek dilde konuşuyorlardı. Ama mistisizmin ve açıkça akıl dışılığın dilini konuşan yaşamtarzı anarşistleri, bunu, bilginin geliştiği bir çağda yapıyorlar. Radikal düşünceyi belirsiz bir geçmişe doğru itelemeye, asla yeniden canlandırılamayacak olan ve canlandırılmaması gereken ilkel bir döneme ait sembolleri diriltmeye çalışıyorlar. Bu kitap, esas olarak anarşizmi, ezilenleri harekete geçirmek ve toplumsal değişim için kamusal alanı açmak üzere ezilenlere elini uzatan bir toplumsal hareketi, kişiselleştirilmiş bir “deneyim”e, “dikkat çekici bir gösteriye” dönüştürmeye çalışan bezgin orta sınıftan, narsist anarşistlerden korumak için yapılmış bir girişimdir. Türkiye’de yaşamtarzı anarşizminden etkilenmiş olan insanlar, bu eğilimin sözcülerinin gerçekte ne söylediklerini bilmelidirler. Onların etkisi sadece, tutkunun yanı sıra aklı, önsezinin yanı sıra bilimi temel alan, bizi ortaçağ düşüncesinden kurtararak din dışı bir dünyanın kapısını açan büyük devrimci geleneği ortadan kaldırma yönünde oluşabilir. Eğer sürekli bir toplumsal değişimi başarmak istiyorsak onun somut tarihsel derslerini görmezden gelerek aynı trajik hataları tekrarlamak yerine onları öğrenmeyi benimsemeliyiz.

Yaşamtarzı anarşizmi ile toplumsal anarşizm arasındaki mücadelede söz konusu olan şey, bizi özgürlüğe yönlendirecek dünyevi, ciddi ve akılcı Solliberter bir düşüncenin ve hareketin varlığıdır. Anarşizm, yaşamtarzı anarşistleri için bir oyuncak ve onların zaaflarından yararlanmaya hazırlıklı tüccarlar için bir meta haline gelmemelidir. Bugün karşı karşıya olduğumuz, iktidara, kurumlara ve mücadeleye ilişkin, gerçek, son derece dünyevi sorunları gizleyen mistisizme, nostaljiye, kişiselciliğe, delişmen serüvenlere izin verirsek işte o zaman anarşizm toplumsal değişim için ciddi bir engel haline gelecektir. (s. 9)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir