Mustafa Ajlan Abudak – Teleolojik Evrim

İster Darwinci ister Akıllı Tasarımcı olsun ya da konuyla dışardan ilgilen herhangi bir okuyucunun, herhangi bir ön kabulle okumaya başlayıp kendi ön kabulünün sorgulaması esas amaçtır. Elimden geldiği kadarıyla, evrim konusundaki tartışmalara olabilecek en geniş perspektifi sunmak, iddiaları ve söylemleri her yönüyle aktarmak ve siz okuyucular için yine var olabilecek en geniş güncel bilgilendirmeyi sunmak gayretindeyim. Elde edilen bilimsel bulguların ışığında, okuyucuların algılayışlarını yeniden değerlendirmesine olanak veren, varsa daha önce edinilmiş yanlış anlama ve hatalı kabullerini terk etmeye yönelten metinler olmasına çalıştım. Bir doğrunun ya da sonuç çıkarımının salt savunulması değil, elde edilen verilerin ışığında ne gibi çıkarımlar yapabileceğimizi sorguluyorum. Bu çıkarımların kesinlikle gerçeği temsil ettiğini iddia etmiyorum, sadece aktardığım şekilde olma olasılığının diğer olası açıklamalara göre daha olası olduğunu savunuyorum. Nabi Yağcı üstadın bir makalesinde dediği gibi; Yanlışları olmayan bir teori ise gerçek dışıdır, çünkü dışımızdaki gerçek tamamlanmış bir bütün değildir, değişerek, dönüşerek kendini sürekli açmakta. Bu nedenle dünyayı açıklama iddiasındaki her teorinin, her bilimsel tezin eksikli olması ve yanlışları da barındırması kaçınılmazdır. Şaşmaz yanılmaz doğrular aramakla yanlış çıktı diye bir teorik yaklaşımı ve bir pratiği toptan kenara koymak da aynı anlama gelir. Akıllı Tasarım, çoğu Darwinci evriminin bir çeşit inanç refleksi halinde düşündüğü üzere evrime toptan bir itiraz değildir. Aksine evrimi ve bugün kabul edilen mekanizmalarını (Darwin-Wallace) ortak ata ve adaptasyon temelinde (Akıllı Tasarım teorisi kurucularından Michael Behe ) en başından bilimsel bir gerçek olarak kabul etmektedir. Akıllı Tasarım evrimin gayesel bir içerik taşıdığını iddia eden ”evrimsel” bir yaklaşımdır. Canlı genomlarında ki bilginin kökeninin ancak tasarımla açıklanabileceğini iddia eder. İlk canlı organizmadaki temel tasarımın, tanık olduğumuz tüm canlılığı ortaya çıkaran kaynak kodu içerdiğine, evriminde bu kaynak kodu kullanarak ve onun çevresinde bir öğrenme süreci olarak belirli bir amaç doğrultusunda, genomun içerisinden, gene genomun çevre koşullarına uymasını sağlayacak şekilde gerekli verileri ürettiğini, seçtiğini, derlediğini iddia eder. Doğal seçilim, mutasyon ve diğer evrimsel mekanizmaların kendilerinin de aslında temel tasarımı şekillendiren süreç mekanizmasındaki parçalar olduğunu savunur. Akıllı Tasarımın felsefi bağlamdaki amacı, hayatın nasıl evirildiğine dair günümüz Darwinci yaklaşımın önerdiği mekanizmaların evrimin geneli için geçersizliğini tartışmaya açmaktır.


Salt bu mekanizmalara dayanan bir evrim kabulünün, günümüzde evrimin anlaşılması ve algılanması yönündeki en büyük engel olduğunu iddia etmektedir. Darwinci anlayış tek yönlü bir pencereden olan biteni görmek gibidir. Bu tip bir ideolojik yaklaşımında bilimden daha çok insanlık tarihi içerisinde sosyal mühendisliğe hizmet etmiş olması son derece ibret vericidir. Akıllı Tasarımı tümden idealizmin bir yeniden doğuşu olarak (yeni yaratılışçı söylem) algılamak yerine farklı bir perspektifin bilime dâhil edilmesi tümden gelim ve tümevarımın birlikte kullanıldığı bir 6 düşünsel yolculuk olduğunu kabul ettiğimizi belirtmek faydalı olacaktır. Bu perspektif bir anlamda, evrimi anlama sürecimizin daha geniş bir zeminde veri değerlendirilmesine olanak sağlayacaktır. Neden Önden Yüklemeli Evrim teorisini savunuyorum? Sorusunun cevabını, bu teorinin dünyadaki en yetkin savunucularından olan Mike Gene‘den çevirdiğim makaleler ve kendi yazılarımla ile ortaya koymaya çalışıyorum. Bu çabamın, akılı tasarımın Türkiye’de gerçekten anlaşılması ve anlamlandırılması için bir mihenk noktası oluşturacağını düşünüyorum. Bu çabanın bir diğer önemli amacı da, akıllı tasarım ve önden yüklemeli/teleolojik evrim algısı hakkında internette ve medya da yapılan yanlış bilgilendirmeleri düzeltmektir. Yaratılışcılık gibi ön kabullere dayalı ve bilimsellikten uzak görüşlerle yakından uzaktan ne bir ilgim ne de bu görüşle ilgili herhangi bir kabulüm bulunmaktır. Belki olası tek ortak söylem, evrimin ve hayatın teleolojik yani gayesel bir çıktı olduğudur. Fakat evrimin Darwinci yorumuyla olan bağımızda temel olarak sadece bu noktada ayrılmaktadır. Yoksa Darwin’in önerdiği mekanizmaların bilimsel gerçekliğini ve kısıtlı geçerliliğini asla tartışmıyoruz. Düşüncem şudur ki, maalesef bilimsel yöntemin Darwinci yorumu, Batı’nın Kilise ve Rönesans Aydınlanması arasındaki hesaplaşma sebebiyle, dünyada ve ülkemizde bir felsefi girdinin sağlamasını amaç edinen bir siyasi araç haline dönüşmüştür. Daha kötüsü, bazı akademik kurumlar için ise bilimsel yöntem bir amaç halinde dinselleştirilmiştir. Bilim ancak gerçeğe daha çok yaklaşmamızı sağlayabilecek bir araçtır.

Son ve kesin cevapları aramaz, süreçle gerçeğe daha çok yaklaşmayı amaçlar. Bir bulguyu nihai kabul edip onun üzerinden dünyaya şekil vermeye kalkmaz ya da bunu bir evrensel sabit değer olarak dayatmaz, dayatamaz. Bilim başlı başına bir değerdir ve insanlığın ortak bilincidir. Bu bilincin tek bir yolla açıklamaya çalışmak, bilimsel zihnin bir kabule mahkum edilmesi ise bilinçli bir bezirganlığın sonucudur. Temel itirazımız, evrim üzerindeki tüm araştırmaların sonuçlarının ancak tek bir şekilde açıklanabileceği, anlaşılabileceği ve anlatılabileceğine olan apriori kabule karşıdır. Darwinci muhataplarım beni anlarken de evrimi algılarken de aynı apriori yaklaşımla hareket ederek kendilerini bilimin yegâne taraftarı ilan edebilmektedirler. Dogmalaşmış bir kabulün değişmesi elbet atomu parçalamaktan zordur. Bu kabul, evrimin anlaşılmasında büyük katkı sağlamış Darwin’in evrim teorisinin, bir değerler dizisi olarak gerçeğin tümünü temsil ettiği yolundaki felsefi bir sanrıdır. Kısaca Darwinizm gerçeğin bir kısmının, gerçeğin tümünü esir alışıdır… Darwin teorisini ortaya koyduğundan beri, teorinin görünür gerçekliğin ardındaki derin anlam, bilim adamları ve düşünürlerce, Türlerin Kökeni adlı başyapıt sonrası defalarca irdelenmiştir. Evirilme fikrinin üzerinden yola çıkarak oluşturulan düşünceler, gayeselci ve epikürcü düşünce akımlarından başlayan bir karşıtlıkla birbirleri ile mücadele etmiş, karşıt kutup olarak konumlandırılmış ve diyalektiği bunun üzerine inşa ede gelmişlerdir. Gerçeğin bizler için her iki açıklamanın da var olabildiği gri skalada saklı olduğunu iddia ediyorum. Böylece siyasi, felsefi, inançsal kamplaşmalardan uzak bir şekilde farklı bakış acısıyla 7 ister Tasarımcı, ister Yaratılışçı ve ister Darwinci olalım, düşüncelerimizi sorgulamak imkanı elde edebiliriz. Savunduğum temel düşünce çıkarımı ile alakalı en anlaşılır açıklamayı yapan bilim adamları; William Paley ve Robert Boyle‘dur. William Paley , Darwin’ide oldukça etkilemiş olan akıl yürütmesinde son derece basit ve genel geçer bir sonuç çıkarımında bulunarak şunu söylemektedir; Bir çalılıktan karşıya geçerken, ayağımı bir taşa doğru attığımı farz edelim. Bana, nasıl olup ta o taşın oraya geldiği ya da orada bulunduğu sorulsaydı, bildiğim her şeyin dışında, muhtemelen bir şekilde önceden beri orada olduğunu söylerdim… Ancak, yerde bir saat bulduğumu farz etseydik bu durumda o saatin nasıl olup ta orada olduğunu sorgular ve neticede daha önceki cevabımı veremezdim.

Aksine, saatin parçalarının birbirleriyle olan uyumu ve bir sistemi oluşturacak şekilde bir araya gelmiş olmaları bize belli bir zamanda, belli bir yerde ve belli bir amaç için bir ya da birden fazla sanatkârın saati tasarlayıp yapmış olduklarını düşündürürdü. Robert Boyle‘ da şöyle demektedir; Epikürcüler gibi sonsuz boşlukta tesadüfen karşılaşan atomların kendi başlarına bir dünya ve onun bütün görüngülerini oluşturabileceklerini varsaymaktan uzağım: ne de Tanrının bütün madde yığınını ve sabit hareket miktarını bir kez ortaya koyduktan sonra, evreni yapmak için başka bir şeye gerek görmediğini; maddi kısmın, kılavuzdan yoksun kendi hareketiyle kendisini düzenli bir sisteme sokabilecek yetenekte olduğunu düşünüyorum. Benim savunduğum felsefe, yalnızca cismani şeylere ulaşır ve ilk nedenlerle doğanın daha sonraki gidiş yolu arasında ayrım yaparak, maddeye hareketi gerçekten Tanrının verdiğini öğretir. Ancak, bunu başlangıçta, tasarladığı dünyayı oluşturacak madde parçalarını bu şekilde ayarlayacak biçimde, değişik hareketlerini yönlendirerek yapmış ve hareketin kurallarını ve maddi şeyler arasındaki doğa yasaları dediğimiz bu düzeni kurmuştur. Aynı felsefe, evren bir kez Tanrı tarafından yaratılıp hareketin yasaları konulduktan ve bütün bunlar Tanrının ebedi toplayıcılığıyla, genel takdiriyle bir araya getirildikten sonra, dünya görüngülerinin madde parçalarının mekanik özellikleriyle fiziksel olarak üretildiğini ve bunların birbirlerine karşı mekanik yasalara göre işlediklerini de öğretir. Boyle’a göre, “Epikür ve izleyicilerinin çoğu… Kendilerine göre dünya, niyetlenilmiş hiçbir amaç olmaksızın şans tarafından yapıldığından, şeylerin sonlarını [nihai nedenleri] dikkate almayı bırakmışlardır.” Buradaki şans anlayışı, atılan zarların sonuçlarındaki gibi som bir şans anlamına gelmeyip, -tasarımdan kanıtlamaya doğrudan karşıtlık içinde- evrenin, ve böylece doğal ve toplumsal tarihin belirlenmemiş doğasına dayanan bir akıl yürütmedir. Bu yüzden, Boyle, Epikürcü atomculuğun kendi mekanist görüşlerini oluşturmak için zorunlu olan bazı hipotezlerini benimserken, sonuna dek götürülen materyalizmi ve ateizmi reddediyordu. Tersine, Stephen Jay Gould‘un söylediği gibi, “Mekanizm ve dini, her iki tarafa da daha yüksek bir statü bahşeden tutarlı bir sistem içinde düzgünce evlendirmişti. ” 1 8 Kendisi eleştirilemeyen ve sorgulanamayan hiç bir teori bilimsel değildir. Bu düsturdan yola çıkarak, Darwinizmin dayandığı temelleri eleştirmek ve sorgulamak Darwinizmin bilimsel olarak varlığına bir tehlike değil, onun bir teori olarak değerini daha iyi anlaşılmasını sağlar. Akıllı Tasarım/Teleolojik Evrim paradigma üzerine tutulan elektron mikroskobudur… Akıllı tasarımla yapılmaya çalışan yegâne şey, tasarım çıkarımını yapmak için, elde edilmesi gereken genel geçer nesnel kriterleri aklımız için sağlamaktır. Elde edilen verileri ve söylemleri değerlendirmek için bir nesnel şema oluşturmaktır. Kısaca bizlerin temelde doğayı taklit ederek oluşturduğu akıllı yaşamın rehberliğini kullanarak, kavramsal bir tersine mühendislikle hayatın kökenini ve gelişimini anlama çabasıdır. Teknoloji kullanarak yapılan araştırmalar sonucunda yine teknoloji içerisindeki tasarımlarımızı referans alarak kurulan analojiler, evrimi çok daha iyi anlayabilmemizi sağlamaktadır.

Eğer bizler hücre içerisindeki makineler diye analojiler kurup anlamlandıramaz isek, bu yapıları neye benzetip işlevini kavraya bilecektik? Bir bakterinin kamçısında ki nano teknolojinin benzerinin F1 araçların da gördüğümüzde bunu nasıl anlamlandırabilecektik? Eğer biz teknolojiyi doğayı taklit eden insanoğlunun aklının ürünleri olarak kabul ediyorsak, bunlardan çok daha karmaşık biyolojik yapıların ve makinelerinde bir aklın ürünü olması bazıları için neden bu kadar şaşırtıcı ? Bunlar gibi sorularla bilim felsefesi ışığında gerçeğe biraz daha yaklaşma gayreti dışında doğrudan yada dolaylı başka bir amacımız yoktur. Peki, neden bir aklın rehberliği? Evrenin içerisindeki madde kullanılarak, yaşamın yine üstün bir aklın yönlendirmesi sonucu yeryüzünde var edilmesi, bulgulardan edindiğimiz fikrimizce doğal bir sonuç çıkarımdır. Madde aklın biricik kaynağıysa ve bu ön kabul varsa o zaman yine aklımıza aklın kaynağına dair şu sorular silsilesi gelmektedir. Materyalist Darwinci söylemin iddiası doğru bile olsa, söylemin rastlantısallık iddiası sebebiyle, maddenin akıl haiz olma özelliğinin madde var olmadığında bile onun için var olması gereklidir. Eğer öyle olmasa idi madde rastlantı sonucu bile olsa, bu içsel özelliğini (potansiyelini) ortaya çıkaramazdı. Şimdi bu durumda elimizde iki önerme vardır: 1. Ya akıl maddeden önce vardır. 2. Ya da maddenin var olması için gerekli ön koşullardan biridir. Çünkü potansiyel olarak madde onu içermektedir. Akıl potansiyel olarak madde içinde yoksa daha sonradan maddenin bilinen herhangi bir etkileşimle, olmayan şeyi çıkarması imkânsızdır. Lucretius‘un dediği gibi mekanik süreçler için hiçlikten hiçlik doğar. Çünkü potansiyelin gerçekleşmesiyle biz, geriye dönük nedensellik ilkesini gerçekleştirip bu potansiyelin canlı mekanik kanıtlarını oluşturuyoruz. Peki, bu çıkarımları yapmamız çok mu zorlama olur? Potansiyel olarak var olamayacak bir durum, daha sonradan rastlantının tüm olasılık gücünü kullanarak, aklı meydana getirmiş olabilir mi?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir