Norbert Elias – Uygarlık Süreci 2. Cilt

Soylular, kilise ve prensler arasında egemenlikten ve ülkenin gelirinden pay almak uğruna verilen mücadeleler bütün Ortaçağ boyunca sürer. 12. ve 13. yüzyıllar boyunca, güç çekişmesindeki bir muhatap olarak bir grup daha ortaya çıkar: ayrıcalıklı kent sakinleri, yani “burjuvazi”. Bu sürekli çekişme tablosu ve çekişenler arasındaki güç oranları değişik ülkelerde hayli farklıdır. Mücadelelerin sonucu hemen hemen her yerde, yapısı itibariyle aynıdır: sonunda kıtanın bütün büyük ülkelerinde, zaman zaman lngiltere’de de, hükümdarlamı ya da onların temsilcilerinin elinde, zümrelerin başa çıkamayacağı bir erk toplanır. Çoklar otarşisi, zümrelerin egemenlik payları kademe kademe geriletilir ve tepedeki tek kişinin diktatörce ya da “mutlak” egemenliği, ağır ağır, uzun ya da kısa süreliğine kendini kabul ettirir: Fransa, İngiltere ve Habsburg ülkelerinde kralın, Alman ve ltalyan bölgelerinde ise teritoryal egemenlerin. 2. Örneğin, Philipp Augustus’tan 1. François’ya ve 4. Henry’e kadarki Fransa krallarının iktidarlarını genişletmeleri ya da Brandenburg’da Devlet Prensi (Kurfürst)* Friedrich Wil- helm’in eyalet zümre meclislerini, Floransa’da Mediciler’in patricileri ve meclisi, lngiltere’de Tudorlar’ın aristokrasiyi ve parlamentoyu egemen konumdan uzaklaştırması hakkında elimizde pek çok anlatım var. Örneklerde hep, çeşitli eylemlerini gördüğümüz, kişisel zaaf ve yetenekleri sergilenen bireysel aktörler söz konusudur. Ve kuşkusuz, tarihi bu boyutta, tek tek bireylerin tek tek eylemleri olarak görmenin kendine göre bir verimliliği vardır ve bu muhakkak ki vazgeçilmezdir. Ama burada, bir dizi büyük prensin tesadüfen ortaya çıkışından ve birçok münferit ülke egemeninin ya da kralın çok sayıdaki münferit zümre karşısındaki tesadüfi zaferlerinden başka bir şey söz konusudur. Bir mutlakiyet çağından spz edilmesi yersiz değildir.


Egemenlik biçimindeki değişiklikte dışavurumunu bulan şey, bir bütün olarak Batı toplumundaki bir yapı değişikliğidir. Yalnızca tek tek krallar, iktidarlarını artırmış değildir, sosyal bir kurum olarak kral ya da prens, tüm toplumun tedricen yeniden biçimlenişiyle yeni bir ağırlık, bir iktidar artışı sağlamış ve bu ağırlığı bir talih olarak o kurumların hamilinin ya da temsilcilerinin ve hizmetkarlarının ellerine vermiştir. Bir yandan, şu ya da bu adamın egemenliği nasıl ele geçirdiği ve kendisinin ya da mirasçılarının kazanılan bu iktidarı “mutlakiyetçilik” bakımından nasıl artırdığı ya da kaybettiği sorulabilir. Öte yandan, bir Ortaçağ kurumu olarak kral ya da prensin belirli yüzyıllarda hangi toplumsal değişimler zemininde “mutlakiyetçilik” ya da “sınırsız hakimiyet” gibi kavramlarla ifade edilen niteliği kazanıp o iktidar artışını yaşadığı ve hangi toplum yapısının, insan ilişkilerindeki hangi gelişmenin, onun bu biçimde uzun ya da kısa vadede varlığını korumasını mümkün kılmış olduğu sorulabilir. Her iki soru şekli yaklaşık olarak aynı malzemeyle iş görür. Yalnız sonuncusu, uygarlaşma sürecinin gerçekleşmekte olduğu tarihsel gerçeklik düzlemine ayak basar. Kralın ve prensin mevkiinin mutlakiyetçi biçimini edindiği yüzyıllarda, sözünü ettiğimiz heyecanların dizginlenmesi ve 12 mutedillik eğiliminin, yani davranışlardaki “uygarlaşma”nın da hissedilir ölçüde güçlenmesi, tesadüfi bir eşzamanlılık olmanın ötesindedir. Davranışlardaki değişime tanıklık eden yukarıdaki alıntılarda, bu değişimin, üst organı mutlak hükümdar ve daha geniş kapsamlı değerlendirildiğinde onun sarayı olan hiyerarşik toplum düzeniyle ne kadar iç içe geçmiş olduğu yer yer hayli belirgin ifade edilmişti. 3. Hükümdarın konutu, yani saray da, aşağı yukarı “Rönesans” adını verdiğimiz zamanlarda, ağır ağır tüm Avrupa’ya yayılan ve kimi yerde daha erken, kimi yerde daha geç tekrar zayıflayan bir hareketle, Batı toplumu içerisinde yeni bir görünüm ve yeni bir önem kazandı. Bu dönemdeki hareketlerde saraylar giderek, Batı’nın asıl üslup oluşturucu merkezleri haline gelir. Önceki evrede bu işlevi, toplumsal güç ilişkilerine göre kimi zaman kiliseyle, kimi zaman kentlerle, kimi zaman da büyük vasalların ve şövalyelerin tüm ülkeye dağılmış haneleriyle paylaşmak ya da zaman zaman tamamen öteki merkezlere devretmek zorunda kalmışlardı. Bu andan itibaren saraylar işlevlerinin merkezi kudretini ancak Alman topraklarında, özellikle de Protestan yörelerinde, prensliklerdeki memur zümrelerinin eğitim yeri olan üniversiteyle paylaşırlar Roma [lmparatorluğu] ülkelerinde ve belki de -burasının daha sınanması gerek- tüm Katolik ülkelerinde ise, sosyal kontrol mercii ve insan davranışı için model belirleyici biçimlendirme organı olarak prens saraylarının önemi, üniversitenin ve bu dönemin tüm diğer sosyal yapılanmalarınınkini çok çok geride bırakır. Masaccio, Ghiberti, Brunelleschi ve Donatello gibi adamların damgasını vurduğu Floransa erken Rönesansı daha az, ltalyan yüksek Rönesansı daha fazla, barok, rokoko ve XV. ve XVI.

Louis üslupları gayet belirgin olmak üzere ve nihayet, sonuncusuna oranla artık daha fazla geçiş halindeki, yani sanayi burjuvazisi çizgilerini epeyce taşıyan “Empire”, hep saraylı üsluplardır. Sarayda oluşan bu toplum, insanların bu entegrasyon biçimi için Almanca’da özgül ve yanlış anlamaya yer vermeyecek bir ad yoktur ve bunun nedeni herhalde, Almanya’da neredeyse 13 hiçbir zaman, Weimar Cumhuriyeti dönemindeki son ve geçiş dönemi biçimiyle de, merkezi ve belirleyici bir öneme erişmemiş olmasıdır. Almanca’daki “gute Gesellschaft” (‘iyi, nezih çevre’) ya da daha basit bir şekilde, “monde” [Fr.: insanlar] anlamında “Gesellschaft” (‘toplum’tcemiyet’), tıpkı kendisine tekabül eden toplumsal oluşum gibi, Fransızca ve lngilizce’deki adlandırmalar kadar berrak bir profile sahip değildir. Fransızlar, “societe polie ” den [medeni cemiyeti söz ederler. Ve Fransızlann “bonne compagnie” ya da “gens de la Cour” [saray adamları], İngilizlerin “society” [cemiyeti kavramları da, en azından aynı doğrultudadır. ‘ 4. Ölçüleri belirleyen saray toplumu, bilindiği gibi, Fransa’da oluştu. Aynı hitap biçimleri, aynı adabı muaşeret, aynı zevk ve aynı dil, Paris’ten, kısa ya da uzun süreliğine Avrupa’nın tüm diğer saraylarına yayıldı. Bu yaygınlaşma , sadece Fransa dönemin en güçlü ülkesi olduğundan gerçekleşmedi; hatta bu biçimlerin oluşumu ancak, Avrupa toplumunun baştan aşağı dönüşümü içerisinde her yerde benzer sosyal formasyonların, aynı toplum tipinin, insanlar arasında türdeş ilişki tarzlarının ortaya çıkması sayesinde mümkün oldu. Diğer ülkelerin mutlakiyetçi-saray aristokrasisi, dönemin en zengin, en kudretli, en fazla merkezileşmiş ülkesinden, kendi toplumsal ihtiyaçlarına uygun olanı devraldı: onları seçkinleştiren, [sınıflarına! mensup olmayanlardan ayırt eden adetler ve dil. Aristokrasi, toplumsal durumdaki benzerlik itibariyle , kendi ideallerine tekabül eden şeyleri Fransa’da en olgunlaşmış şekliyle gördü: temsil etmekten anlayan ve ayriı zamanda da hitap biçimlerinin nüans çeşitliliğiyle, selamlama tarzıyla ve sözlü ifade kalıplarının seçimiyle de yukarıya ve aşağıya karşı ilişkilerini kesin tanımlanmış sınırlarla belirlemeyi bilen insanlar, “temayüz etmiş” ve “medeniyet” sahibi insanlar. Ve çeşitli hükümdarlar Fransız etiketini ve Paris seremoni sistemini benimsemekle, hem itibarlarını ifade etmenin, toplumun hiyerarşisini görünür kılmanın, hem de başta saray aristokrasisinin kendisine olmak üzere, tüm ötekilere bağımlılıklarını hissettirmenin arzu edilir araçlarım edinmiş oldular. 14 5. Burada da, çeşitli ülkelerdeki tekil fenomenleri birbirinden tecrit edilmiş halde görmek ve anlatmak yeterli değil.

Batı’nın, göreli olarak tekbiçimli adaba sahip çok sayıdaki sarayına, Avrupa toplumunun bütünlüğü içerisinde iletişim halinde bulunan organlar olarak birlikte baktığımızda, yeni bir tablo çıkar ortaya. Ortaçağ’ın sonundan itibaren yavaşça oluşmaya başlayan, yalnızca ötede bir saray toplumu, beride bir saray toplumu değildir. Bu, tüm Batı’yı kapsayan, merkezi Paris’te, şubeleri tüm diğer saraylarda, uzantıları diğer tüm muhitlerde, özellikle de burjuvazinin üst tabakasında, kısmen de orta tabakanın geniş kesimlerinde “dünyaya” ve “topluma” dahil olma iddiasındaki bir saray aristokrasisidir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir