Oguz Haluk Alplacin – Operadaki Hayalet

“hayalet oğuz” Hayalet Oğuz, asıl adıyla Oğuz Halûk Alplaçin edebiyatımız ve şiirimizin gizli kalmış, onurlu, kendine özgü kişiliklerinden biridir. Ölümünden bu yana nerdeyse 20 yıl geçti, ama anılardan kolay kolay silinmiyor. Herhalde zayıf yapısı, ince görünümü, Tezer Öz-lii’nün deyimiyle “kelebek gibi” yürüyüşü ve gece yaşamını çok sevişi nedeniyle takılmıştı ona “Hayalet” adı. Yakışmıştı ona bu üd. Çünkü gizemli kişiliği, ailesi, geçimini nasıl sürdürdüğü açık seçik değildi yaşadığı günlerde. Daha yaşamında onun çevresinde yaratılan gizem, onu yitirdikten sonra daha da yoğunlaştı ve nerdeyse bir efsane adam çıktı ortaya. Oğuz Halûk’un Seçilmiş Hikayeler, Dost, Pazar Postası ve öteki sanat dergilerinde çok sayıda şiiri yayınlandı. Ama onun hakkında şair ve yazarlar sözlüklerinde bir bilgi yoktur. Oysa yaşamı boyunca geniş bir sanatçı çevresinin ortasında yaşadı. Arkadaşları arasında yazarlar, şairler, film yönetmenleri, ressamlar, basın mensuplan vardı. 1975 yılında beklenmedik ölümü üzüntü yarattı. Can Yücel bir şiir yazdı ardmdan. Daha sonra arkadaşları yazdıkları anılarda onunla ilgili öykülere yer verdiler. Örneğin Hilmi Yavuz, Ahmet Oktay kitaplarında ona bölümler ayırdılar. Fethi Naci daha geçenlerde bir yazısında Hayalet Oğuz’u anlattı. Bunlardan en çarpıcısı ise Tezer Özlü’nün “Hayalet Oğuz” adlı öyküsüdür. Hayalet Oğuz, “Oğuz Halûk” imzasıyla yayınladığı şiirlerinde başlangıçta toplumsal nitelikli sorunlara ağırlık verirken, daha sonra “İkinci Yeni” çizgisine yöneldi… Şiirleri belli bir düzeyin üzerindedir. Ancak bunlar bugüne dek bir kitap haline getirilemedi. Hayalet Oğuz daha çok çeviriler yaparak, kimi yayınevlerinin ansiklopedilerine katkıda bulunarak, halk tipi bilgi kitapları hazırlayarak geçinirdi. Bir ara Mayk Hammer kitapları çevirdi ve yazdı. Önemli pek çok yazarın kitabını Türkçeye kazandırdı. Yaşamı boyunca parasal sorunlarla didişti. Kendi evi yoktu. Arkadaşlarının evlerinde kalırdı. Bir çeşit “Bir lokma, bir hırka” yaşamı sürerdi. Eline para geçtiği zaman ise bunu en kısa zamanda harcardı. Hayalet Oğuz, kendi yaşamını bir sanat yapıtı haline getirebilmiş ender insanlardan biriydi. tam bir karşıt-insan tam bir anti… Itir hayalet’in peşinde: OĞUZ HALÛK ALPLAÇÎN Niye ona “Hayalet Oğuz” adını taktılar tam bilmiyorum. Belki in-ı e liğinden ve zayıflığından ileri geliyordu bu. O çağda tombul yıl-l.ır yaşıyorduk. Herkesin etli butlu olması bir sağlık göstergesi sayılırdı. İncelik, zayıflık ise sayrılık imgesi gibi algılanırdı… Oğuz Alplaçin bugün yaşasaydı belki bu inceliği nedeniyle övgü dolu bir başka ad alabilirdi. Kilolu dostlar “Nasıl oluyor da böyle zayıf kalabiliyorsun? Göbeğin bile yok..” diyebilirlerdi. Bayanlar dajıa ila ilgi gösterebilirlerdi ona. “Hayalet Oğuz” adı da aslında yakışıyordu ona. Gizemli bir kimlik kazandırıyordu. Kuşkusuz Oğuz Halûk’un arkadaşları bile \<>ğu kez onun ne yaptığını ve yaşamını nasıl sürdürdüğünü tam ve kesin bir biçimde bilemezdi. Yaşamı konusunda çeşitli söylen-ıeler ve mitoslar dolaşırdı ortalıkta. Belki de kendi yaratmıştı bu söylenceleri. Orasını da tam kestirmek olanaksız. 1950’li, 60’h yılların akışı içinde Oğuz Alplaçin’in belli bir yeri vardı yazm, sanat ve düşünü çevresinde. Çeviriler yapardı, şürler yazardı ve güncel yazın akımlarını, ülkemizde ve dünyadaki yeni )’/ l ilmeleri yakından izlerdi. Oğuz Halûk Alplaçin bilgili, kültürlü, toplumsal kalıpların lırr biçimine karşı bir insandı. Örneğin aile, evlilik, mal-mülk ve para karşıtı olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bütün bunları yaşamında uyguladı, öyle ki kendi karşıtı olduğunu da söyleyebiliriz. (ionc de burjuva zevklerinden, burjuva inceliklerinden hoşlanırdı. Hiçbir zaman evi, barkı ve bir adresi olmadı. Hiçbir zaman bir bavulu olmadı. Sırtındaki giysi ile yetinirdi. Eline para geçince yenisini alır, eskisini atardı. Yakın arkadaşlarının evlerinde sürdürdü yaşamını. Birlikte kaldığı kimseler hep övgüyle andılar onu. Oğuz Halûk’un Evrakını Bulduk Oğuz, Tezer Özlü’nün Ayazpaşa Molla Bayırı sokağmdaki evinde kalmıştı bir süre. Bu bahçeli ve güzel manzaralı evde geçirmişti günlerinin bir bölümünü. Tezer Özlü de tüm insancıl yapısıyla özel bir önem veriyordu Oğuz Alplaçin’in yaşamına. Aradan yıllar geçti ve hiç beklenmedik bir biçimde Oğuz Halûk Alplaçin’i ve yıllar sonra da Tezer Özlü’yü yitirdik. Tezer Özlü’nün evrakı, yazıları, çevirileri ve öteki çalışmaları kız kardeşi Sezer Duru’ya kaldı. Sezer bu evrakın içinde, üzeri Tezeı’in el yazısıyla “Hayalet Oğuz” yazılı bir zarf buldu bir gün… İçim ürpererek açtım bu zarfı. Hayalet Oğuz’dan kalma bir zarftı bu. içinde birkaç fotoğraf, bir takım hesaplar, bir iki otel faturası, en önemlisi şiirler, çıktı. Ayrıca çeşitli Oğuz çizimleri. Bunlardan biri Gürdal’ındı. Bir başkası şimdi tanıyamadığım birinin. Ayrıca benim eski imzamı taşıyan bir portre de çıktı. Birden anımsadım böyle bir şey yaptığımı yıllarca önce. Ama Oğuz’un bunu saklayacağını nerden bilebilirdim. Çok heyecanlandırdı bu beni. Fotoğraflardan birinde Oğuz, Cihat Burak’la içiyordu, tanımadığım başka birileriyle. Ölümünden sonra Hayalet Oğuz için bir şeyler yapmayı, belki bir kitap yayınlamayı düşünmüştük, ama topluca sayılabilecek bir kaynağa ulaşamamıştık. . Dağınık yaşamı da bunu engellemişti belki. Şimdi ilk kez ondan kalan bir takım belgeleri, yeteri kadar olmasa da, toplu bir biçimde buluyorduk… Böylece bir dönemin gerçek bohemi, yazın dünyamızın kalender ve efsane kişisi, aramızdan hayalet gibi geçen Oğuz Halûk Alplaçin’i yıllar sonra anma olasılığı elimize geçiyor. Kendi kendime soruyorum şimdi: “Hayalet Oğuz”u ne ölçüde tanıyordum? Bunu çıkaramıyorum. Koltuğunda çevirisini yetiştirmeğe çalıştığı yabancı kitaplar, kimi zaman okuduğu ve yayınlattığı şiirler, Beyoğlu Balıkpazarı’nın arka sokaklarındaki meyhane- lerde dolaşırken, yazın ve sanat dünyamızın son söylentilerini aktarırken anımsıyorum onu. Bu çevirileri kime yetiştirmeğe çalışıyordu? Onu bilmiyordum. Babıâli’de birtakım acımasız yayıncıların çevirilere verdiği üç beş kuruş parayla geçiniyor gibiydi. Kimi zaman eline para geçer ve cömertçe harcardı bunu arkadaşlarıyla. Kimi zaman ailesinin Diyarbakır da bulunan büyük topraklarının satılacağından ve oradan büyük bir servet geleceğinden söz ederdi. Bu hiç gerçekleşmedi. Kendine özgü davranışları, zayıflık ve inceliğine karşın kendine göre kabadayılığı vardı. İri yarı adamlara bile hiç çekinmeden kafa tuttuğuna tanık olmuştum birkaç kez. Son derece meraklıydı, özellikle çevresindeki arkadaşlarının ne yaptığı konusunda. Herkesin nerelerde ne yapmakta olduğunu izlemek gibi bir huyu vardı kesintisiz. Bunu belki belli bir amaçla, belki salt merakından yapardı gibime geliyor bugün. Bir kez üç gün Beyoğlu’nda Alp Otel’de kalmış ve Oğuz’a ne yaptığımı ve nerde kaldığımı söylememiştim. Meraktan çatlıyacaktı nerdeyse. Epey inlettikten sonra söyleyince keyifli bir biçimde rahatladığını anımsıyorum. Ölümü de adına uygun biçimde oldu. Bir anda yitirdik onu aramızdan. Bir “hayalet” gibi geçip gitti. Şimdi eşim Sezer Duru ile bu kitabı hazırlarken, bir ölçüde kendi geçmişimizin de peşinde koşuyor gibiyiz. Düzenlediğimiz bu kitap ister istemez eksik olacak. Erişebilir dostlarının çoğuna ulaşmaya, şiirlerinin büyük bir bölümünü bulmaya çabaladık. Ama sanıyorum Oğuz Halûk kendisiyle birlikte birtakım gizleri de götürdü. Onlara hiçbir zaman erişemeyeceğiz. Yorumlarımız da hep eksik kalacak. Orhan Duru ANEKDOTLAR. KISA BİLGİLER. Hayalet Oğuz Kimliği Hayalet Oğuz, adı üzerinde hayalet gibiydi, hayal gibi dolaşırdı ortalıkta ve hiç beklenmedik yerlerde çıkardı karşınıza. Kimi zaman, yoksa “duvârgeçen” mi diye düşünürdünüz. Kimliği de tar-l ışınalı. Babası kim? Ailesi nerde bunları pek bilmiyorduk. Çok bilinmeyenli bir insandı ama o herkesin ne olduğunu ve yaptığını bilirdi. Bu bilgileri bir hazine gibi taşırdı kafasında. Yaşı, ıloğum tarihi de pek belli değildi. Galiba 1929 doğumluydu. Anasından söz ettiğini hiç duymamıştık. Ömer Uluç’un dediği gibi “(Oğuz sadece o an var olan” bir insandı. Belki de gerçekten hayaletti. Les Abezan “Les Abezan” adıyla bir şiir yazma öğüdünü Ömer Uluç vermişti I layalet Oğuz’a. Cinsel açlıkla ilgili bir şür olacaktı bu. Yazdı da böyle bir şiir. Bir söylentiye göre yayınlandı bu şiir Pazar Postası’nda. Ama bulamadık. Listenin Dibindeki Ozan Hüseyin Cöntürk, günün ozanlarını değerlendiren bir eleştiri yayınlamıştı bir dergide. Bu eleştiri de en iyiler, en yetenekliler, geleceği en parlak olanlar, orta değerde olanlar, işe yaramazlar, iflah olmazlar gibi bir sıralama yapıyordu. Bu sıralamanın en dibine ise Hayalet Oğuz’u koymuştu. O dönemde Balıkpazarı’na sık sık giden Yüksel Arslan nasılsa bu dergiyi bulmuştu bir yerden. Ömer Uluç’a bu dergiyi gösterirken kıs kıs gülüyordu. Hayalet’i kızdıracak bir konu çıkmıştı böylece.. Her akşam olduğu gibi içerlerken Hayalet Oğuz çıkageldi. Ona Hüseyin Cöntürk’ün ozanlar sıralamasını okumaya başladılar. Sıralama ortaya geldiğinde Hayalet memnundu ve katılıyordu eleştirmenin değerlendirmelerine. Ama sıralamanın en sonunda Hayalet Oğuz’un âdı çıkınca kıpkırmızı oldu ve müthiş bir küfür savurarak dergiyi aldı baktı ve ondan sonra parçaladı. Hayalet Oğuz’un bu eleştirmen üzerindeki küfürleri yerli yersiz her yerde ve her toplulukta sürdü gitti. Yüksel Ars-lan’la Ömer Uluç da Hayalet’i kızdırmak istedikleri an bu yazıyı anımsatmakla yetindiler ve yüzüne karşı kahkahalarla güldüler. Bi-mekân Hayalet Oğuz “bi-mekân” yani “yersiz yurtsuz” takımındandı. Belirli bir adresi yoktu ve hep arkadaşlarının evlerinde yaşardı. Bir gün birisi, öbür gün başkası. Kimi zaman uzun süre kaldığı evler olmuştu. Sezer Tansuğ ise Hayalet Oğuz’u evine sokmamak için özel önlemler almıştı. Hayalet’in bu yöndeki çeşitli taktiklerini, kimi zaman küçük şantajlarını göğüslüyordu. Bugün sorarsanız Sezer Tansuğ şunları söylüyor: “Tüm çabalarıma karşın bir gün benim evime de sızdı ve bir gece bende kaldı.” Bir Kavga Kavgacıydı Denizli horozu gibi “Hayalet Oğuz”. Bir deri, bir kemik, çöp gibi olmasına karşın hiç lafını esirgemez, bulunduğu toplulukta kavgalar çıkardı bu yüzden. Bir gece içkiler içildikten sonra müthiş bir kavga patlak verdi ve Hayalet Oğuz’la ressam Behçet Safa kapıştılar. Behçet Safa iri kıyım ve güçlü kuvvetliydi. Hayalet Oğuz’u ayaklarından yakalayıp baş aşağı havaya kaldırdı ve başını kaldırımlara vurdu. Birlikte bulunan Ömer Uluç ile Sezer Tansuğ çok kızdılar Behçet Safa’ya. Oğuz fenalaşmıştı iyice. O kızgınlıkla Behçet Safa’yı dövdüler ve Hayalet’i bir taksiye atıp İlk Yarılım Hastanesi’ne götürdüler. Behçet Safa da bir şey olur diye geldi onlarla. Bu arada Sezer otomobilin kapısını hızla çarparak Behçet S.ıfa’ya vurdu. Böylece İlk Yardım Hastanesi’ne gittiler. Neyseki muayene sonrasında Oğuz’da bir şey bulamadı doktorlar ve tedavisi yapıldı ayakta. Yalıda Ressam Utku Varlık, o dönem Amavutköy’de güzel bir yalıda kalıyordu. Sonradan yandı bu yalı. Yalıdakiler bir süre başka bir yere gidince odalar boşaldı. Oğuz, Utku Varlık’tan izin alarak konuk j-eldi ve yalı katına yerleşti. Aradan birkaç gün geçince yalıyı o kail ar benimsemeye başladı ki başka konuklar çağırıp onlarla gece yarılarına kadar Boğaziçi’ni seyredip sohbet ettiler. Utku Varlık’ın itkilerinin de dibine darı ektiler. Oğuz bir süre sonra ev sahibi pozlarına girmeğe başladı. Öyle ki Utku Varlık kız arkadaşı ile eve j’irerken gürültü yapmamaya dikkat eder oldu. En sonunda bir )’,ıin Oğuz, Utku Varlık’ı yakalayıp “Bana bak” dedi. “Öyle olur olmaz saatlerde bu eve girip çıkmak yok. Herkesi rahatsız ediyorsunuz.”

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir