Ömer Seyfettin – Bütün Hikayeleri

“Ömer Seyfettin Külliyatı” yayımlama arzusunu çeyrek asırdan beri kafamda ve kalbimde taşıyorum. Çalışmalarım artık kitaplaşabilecek aşamaya geldiğinde, mevcut külliyatların en geniş ve en güzeli, merhum Muzaffer Uyguner’in hazırladığı Ömer Seyfettin Bütün Eserleri (Bilgi Yay., 1987-1992) 15. cilde ulaşmıştı. Artık benim külliyat yayımlamam büyük ölçüde gereksizdi. Fakat burada pek çok metin tekrar edildiği gibi birçoğu da yer almamıştı. O halde Ömer Seyfettin’le ilgili yayınlarda adı anılmayan, yani bir anlamda “kayıp” sayılabilecek yazıları ön plana çıkararak yazarımızın külliyatındaki genişliğe, çeşitliliğe dikkat çekebilirdim. Ortaya çıkacak kitap, Uyguner’in eserine bir ilâve olacaktı. Önce “Ömer Seyfettin Bibliyografyasına Ek” (Türklük Bilimi Araştırmaları, Sayı: 1, Güz 1995, s. 1-42) ve “Ömer Seyfettin Külliyatına Yeni İlâveler” (Türklük Bilimi Araştırmaları, Sayı: 2, Bahar 1996, s. 17-48) başlıklı iki makale yayımladım. Bunları “Ömer Seyfettin’den Bir Yeni Lisan Makalesi Daha” (Türk Dili, Sayı: 558, Haziran 1998, s. 547-554) ve “Ömer Seyfettin’in İlk Hikâyesi” (Türk Dili, Sayı: 557, Mayıs 1998, s. 444-450) takip etti. Külliyatına Girmemiş Yazılarıyla Ömer Seyfettin (Arma Yay.


, İstanbul 1998) adlı kitap, bu düşünce ve gayretin mahsulü idi. Kitap matbaaya verildiği sıralarda, Uyguner’den elimdeki metinleri isteyen bir mektup aldım. Artık kitabı gönderebileceğimi belirttim. Fakat kitap yayımlandığında Uyguner vefat etmişti. Daha sonra meslektaşım Hülya Argunşah’ın da benzeri bir gayret içinde olduğunu kendilerinden öğrendim ve elimdeki fotokopileri vererek yardımcı olmaya çalıştım. Argunşah’ın hazırladığı Ömer Seyfettin – Bütün Eserleri (7 C., Dergâh Yay., İstanbul 1999-2001) adlı yayın, önemli bir boşluğu doldurdu ve hikâyecimizle ilgili araştırma ve incelemelerin artmasına vesile oldu. Geçen süre içinde Ömer Seyfettin’in bu külliyata da girmemiş birkaç yazısını tespit ettik. Metin neşri konusundaki farklı hassasiyetlerden dolayı, Yapı Kredi Yayınları’nın Ömer Seyfettin’in hikâyelerini toplu biçimde yayımlama teklifini güzel bir fırsat saydık. Elinizdeki eserin ortaya çıkış serüveniyle ilgili işaret levhaları işte bunlardır. Kitabın metin neşri konusundaki ilkeleri şöyle sıralanabilir: 1. Bir tür içindeki tasnif, tematik veya kronolojik olabilir. Biz, metinlerin orijinal haliyle verildiği bir yayında kronolojik sıralamayı, külliyat sahibinin kültür dünyasındaki serüvenini daha iyi göstereceği kanaatindeyiz. Kronolojik sıralama, yayım tarihini esas almaktadır.

2. Kronolojik sıralamada yeri tam belli olmayan metinler –bazı açıklamalar yapılarak– en uygun olduğu düşünülen sıraya yerleştirilmiştir. Yazarın ölümünden sonra yayımlanan bazı metinlerde bu sıralamanın dışına çıkma, sebepleriyle ilgili yerlerde izah edilmiştir. 3. Her metin bir özel isimdir. Yazarın adı ile yazdığı metin arasında fark yoktur. Adı gibi yazdığını da orijinal biçimiyle vermek zorundayız. İhtiyaca göre notlarla, ilâvelerle, açıklamalarla metni daha güncel ve istifade edilebilir duruma getirebiliriz. Orijinal hali ortada olan metinler daha sonra amaca göre (gerekli açıklama yapılmak kaydıyla, hedef okuyucu kitlesi için) sadeleştirilebilir, kısaltılabilir. Elinizdeki kitap, metinlerin aslını vermektedir. 4. Her yayın, her bilgi, denetlenebilir olmalıdır. Birbirine benzeyen veya benzemeyen bir yığın hata çeşidiyle karşılaştığımız yeniden yayımlamaların, denetlenebilirliği, elden geldiğince artırılmalıdır. Bu amaçla, metnin alındığı yerin sayı ve sayfaları verildiği gibi sayfa değişmeleri de köşeli parantez içinde gösterilmiştir. Mesela “yürüyor[6]sun” biçimindeki bir işaretleme, “sun” hecesiyle 6.

sayfaya geçildiğini gösterir. 5. Yazarın sağlığında metnin birden çok neşri yapılmışsa, ilk basımı esas alınarak sayfa numaraları verilmiş, diğerlerinde bir farklılık varsa gösterilmiştir. Ömer Seyfettin’in sağlığında birkaç kez yayımladığı metin sayısı azdır. Fakat bunlarda görülen küçücük farkların bile önemli olduğuna inanıyoruz. Çünkü yazar eserine farklı sebeplerle çeşitli müdahaleler yapmış olabilir. Bu farklılaştırmalar yazarın gelişme ve değişme çizgisini de göstermesi bakımından önemlidir. Bazen bu farklar, metni yeniden yazmak ölçüsünde de olabilir. Bu durumda metnin yeni şeklini artık yeni bir metin gibi kabul etmek gerekmektedir (“Pervanelerin Ölümü” gibi). 6. Yazarın ölümünden sonra ortaya çıkarılan metinler için –bunların yazarın elyazısıyla olan nüshaları tıpkıbasım halinde yayımlanıncaya kadar– tabii “ilk yayım” dışında bir şık düşünülemez (“Efruz Bey’in Açık Hava Mektebi” gibi). 7. Yazarın vefatından sonraki külliyatlarda yer alan fakat ilk yayım yeri belirlenemeyen hikâyeler için, 1926’da basılan külliyata itibar edilmiştir (“1/2” gibi). 8. Ne kadar güvenilir olursa olsun, Arap harfli metinler Latin harfleriyle verilirken hata yapılmış olabilir.

Bu bazen fonetik olmayan bir alfabenin oyunu, bazen de metni daha önce aktaran kalem sahibine karşı duyulan güvenin tuzağı dolayısıyladır. “Başını Vermeyen Şehit” hikâyesinde, Ömer Seyfettin’in “Grijigal kadısı meşhur destanında gördüğü bu birsâmı…” şeklindeki notun son kelimesi, güvenilir diye nitelendirdiğimiz bir külliyatta, hazırlayanın yöntemine aykırı olarak “görüntüyü” biçimine sokulmuştur. Daha sonra çıkan bir külliyatta da aynı hatanın aktarıldığını görüyoruz. Yine aynı külliyatların öncekinde bulunan “müdrik-i bizzat” (“Beşeriyet ve Köpek”) gibi apaçık bir hata (böyle bir tamlama olamaz) sonrakinde de tekrarlanıyor. Bunun sebebi, metnin aslına ulaşamamaktır. Daha Sonra ihtiyaca göre seçilmiş ve sadeleştirilmiş metin yayımlayanlar, anlamlandıramadıkları ifadeleri ya atlamakta veya yanlış vermektedirler (“Ant” hikâyesinin son paragrafında bulunan ve metnin mesajıyla ilgili olan “sartlaşmak” gibi). Yapılacak şey belli ve kesindir: Aslını görmek, aslına sadık kalmak. 9. Aslını gördüğümüz bir metnin bazı kısımları, en haysiyetsiz cinayetten daha adice bir davranışın kurbanı olarak kesilmişse, o gazete veya derginin başka nüshalarını araştırabiliriz. Ama çoğu gazete ve derginin tam koleksiyonunu oluşturabilmek zaten mümkün değil. Hatta daha önce not aldığı bir kaynağın bir bölümünün veya tamamının birden uçup gittiğine de pek çok araştırmacı tanık olmuştur. Bu durumda, ilgili kısımlarda, önceki aktarmalara, külliyatlara mecburuz. 10. Bazı gazete ve dergilerin bazı sayıları kütüphanelere girmemiş veya yok olmuşsa, o sayılarda yayımlandığı muhakkak olan metinler/kısımlar için daha önceki külliyatlardaki gibi bir dipnottan başka bir şey gelmez elden (3-8. meclisler arası bulunamayan “Yaşasın Dolap” örneğinde olduğu gibi).

11. Açık bir basım hatası dışındaki durumlarda yazarın noktalama işaretlerine ve imlâsına itibar edilmiştir. Başka dillerden alınan kelimelerin Türkçedeki söylenişini tercih eden ve bunu Yeni Lisan’ın esasları arasında gören yazar, bir yanlış okumaya meydan vermemek için söz konusu kelimeleri İstanbul konuşmasındaki şekliyle ve fonetik alfabe özelliklerine uygun biçimde yani “sese karşı harf” ilkesiyle yazmıştır: Serv ورس servi یورس yerine selvi یولس gibi. Böyle durumlarda yazarın tercihlerine uymak gerektiği açıktır. 12. Konuşma çizgileri (—) yerine tırnak işareti (“ ”) kullanılması yayınevinin güncelleştirme tercihidir. 13. Notlamanın ölçüsü görecelidir. Orta derecede bir okuyucuya yardımcı olunabilecek ölçüde açıklamalar yapılmıştır. Bizim koyduğumuz notlardan ayrılması için yazarın notlarına isminin baş harfleri (Ö. S.) ilave edildi. 14. Asıl önemlisi metin seçimi… Bu yayını hazırlama işlemini bir başkası yapsa idi, muhtemelen benim aldığım bazı metinleri hikâye olarak değerlendirmeyecek veya benim bu türün sınırları dışında gördüğüm bazı metinleri alacaktı. Esasen tür adını çok bağlayıcı biçimde değerlendirmemek lâzımdır.

Hiçbir türün sınırları –aynı dönem içinde ve hatta aynı yazarın kaleminde bile– kesin değildir/olamaz. Ömer Seyfettin, bazı metinler için sadece “hikâye”, bazıları içinse “kısa hikâye”, “hikâyecik”, “tekellümî hikâye” gibi nitelemeler kullanıyor. “Fantezi” sıfatını bazen bir tür adı olarak kullandığı halde, bazen de “hayalî şeyler” anlamında yani bir muhteva tanımlaması yerine kullandığı görülüyor (Rıza Tevfik ve devrin daha başka sîmalarını hicvettiği açıkça belli olan “Şîmeler” gibi). En uzun hikâyelerinden birinin adı “Küçük Hikâye”dir (Tatlısu Frenkleri). “Ashab-ı Kehfimiz”in provası olan bu metinde başlık, aslında tür adından başka bir şey değildir. Rahatlıkla tiyatro eseri diyebileceğimiz “Yaşasın Dolap”, “Mahcupluk İmtihanı” gibi bazı eserlerini yazar, karşılıklı konuşma tekniği ile kaleme alınmış hikâye sayıyor. Muhtemelen Ömer Seyfettin, hikâye türü için, sadece, anlatılacak bir olay veya durumun bulunmasını yeterli buluyordu. Özellikle ilk hikâyeleri, hacim bakımından az oluşlarıyla, çok küçük olay parçacıkları etrafında vücut bulmalarıyla, yazma eyleminden duyulan zevk dolayısıyla yazılmış intibaı uyandırmalarıyla dikkat çekmektedir. Bu itibarla bizim hikâyeler içinde gösterdiğimiz “Kır Sineği”, “Buse-i Mader”, “Bir Refikin Defter-i İhtisasatından”, “Hediye”, “Sahir’e Karşı”, “Sebat”, “Erkek Mektubu”, “İlkbahar”, “Kazık”, “Elma”, “Pervanelerin Ölümü”, “Ay Sonunda”, “Ayın Takdiri”, “Hayırlı Bir Fal”, “Nokta”, “Post Kavgası Kaldırılacak”, “Karmanyolacılar”, “İffet”, “Felsefe” ve “Muayene” gibi metinler, bir başkasının tasnifinde belki deneme, belki mensure (mensur şiir) diye nitelenebilir. Biz bu tip kalem tecrübelerinin hikâyelere yakınlığını, diğer türlere olan yakınlığından daha fazla gördük. 15. Metinlerden bir kısmında görülen “kısa hikâye”, “hikâye – fantezi”, “fantezi”, “millî hikâye”, “tarihî hikâye” gibi nitelemeler aynen verilmiş ama sadece “hikâye” nitelemesi taşıyanlarda buna gerek görülmemiştir. 16. Metinlerin taşıdığı imza konusunda da aynı tavır korunmuştur. Metne “Ömer Seyfettin” imzası atılmışsa bunun verilmesine gerek görülmemiştir.

Ama bir rumuzla, takma adla veya imzasız ise belirtilmiştir. Elinizdeki kitapta, birçok hikâyenin ilk yayın yeri bilgisine ulaşılmış ve dolayısıyla önceki külliyatlardaki kronolojik sırası değiştirilmiştir. Ayrıca, Ömer Seyfettin’le ilgili bibliyografyalara bugüne kadar künyesi bile girmemiş ve bir anlamda kayıp hükmündeki iki hikâye (“Bir Refikin Defter-i İhtisasatından”, “Kazık”) verilmiştir. Ömer Seyfettin’in diğer türlerde de kaynaklara girmemiş 30 kalem tecrübesi elimizdedir. Sanıyoruz ki devam eden araştırmalarımızla bu sayı daha da artacak ve yazarımızın daha sağlam bir külliyatı ortaya çıkacaktır. Bu hazırlık sırasında, kendisini tanıdığım günden beri her çalışmamda yanımda bulduğum aziz dostum Öğr. Gör. Ramis Karabulut’a ve tashihlerde yardımlarını gördüğüm Yard. Doç. Dr. Hatice İçel’e teşekkür ederim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir