Osman Bilgin – Pratik Ilmihal

İnsan eryüzünde ilk insan Hz. Âdem’dir. Allah Teâlâ Hz. Âdem’i topraktan yaratmış, yaratılışını tamamladıktan sonra da ona kendi ruhundan üflemiştir. Allah Teâlâ Hz. Âdem’i yarattıktan sonra Hz. Havva’yı yaratmış daha sonraki bütün insanlar da Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın çocuklarından meydana gelmiştir. İlk insan aynı zamanda Allah’ın yeryüzündeki halifesi, peygamberi ve kuludur. İnsan ve kâinata maddi açıdan bakan bazı kimseler insanın maymundan dönüşmüş bir canlı olabileceğini öne sürmüştür. Evrim teorisi denilen bu teori ilk olarak İngiliz biyoloji bilgini Charles Darwin (1809-1882) tarafından formüle edildiği için bu görüşe “Darwinizm” de denilmiştir. Darwinizm’in amacı, insanın meydana gelmesini başka bir canlıya bağlayıp, onun semavi dinlerle ve Yüce Yaratıcı ile bağını koparmaktır. Ancak varlık âleminde görülen ve akla durgunluk veren düzen ve intizam bu teoriyi yalanlamaktadır. Her şeyin kör tabiat kuvveti ve bir rastlantının sonucu meydana geldiği fikrine ise artık kimse inanmamaktadır… İlk insan olan Hz.


Âdem, bu dünyaya bir takım bilgilerle donatılmış olarak bir kul ve peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. Âdem’den sonra gelen nesiller de yalnız bırakılmamışlardır. Gönderilen diğer peygamberlerle desteklenmişler ve çağlarının ihtiyaçlarına göre yeni bilgilerle donatılmışlardır. Diğer yandan insanoğlu kendi deney ve tecrübeleriyle dünya ve çevresi hakkında araştırmalar yaparak bilgilerini sürekli geliştirmiştir. Bunun sonucu olarak insan, tür değiştirmeksizin toplum olarak gelişme kaydetmiş ve dünya tarihinde yirminin üzerinde medeniyet kurmuştur. İnsan Niçin Yaratılmıştır? Yer ve gökleri yoktan var eden Allah, canlı veya cansız hiçbir varlığı boş yere yaratmamıştır. Kâinatta her bir varlığın önemli bir yeri ve değeri vardır. Canlı-cansız, bitki-hayvan bütün varlıkta görülen ve akıllara durgunluk veren düzen, intizam ve yardımlaşma kanunları ile yerde ve gökte bulunan her şeyin insanın hizmetine sunulması insanın yaratılış hikmetini gösteren delillerden bazılarıdır. Asıl büyük delil ise insanı yoktan var eden, varlığından haberdar eden, onu kendisi için yeryüzünde halife tayin eden, kulluk şerefiyle şereflendiren Allah Teâlâ’nın: Kur’ân-ı Kerîm’in Zâriyât Sûresi 56. âyetinde “… Ben insanları sırf Beni tanıyıp Bana ibadet etsinler diye yarattım.” şeklinde ifâde ettiği beyanıdır. İnsanoğlu yeryüzüne belli bir süre imtihana tâbi tutulmak üzere gönderilmiştir. İmtihanı kazanmanın yolu da. Allah’ın emir ve yasaklarına uyup helal dairede hareket etmektir.

Din Din, “İnsanları kendi irade ve istemleriyle bizzat hayra sevk eden ilâhî kanunlar toplamıdır.” Bu ilâhî kanunlar, Allah tarafından gönderilen fevkalâde donanımlı insanlar olan peygamberler tarafından tebliğ ve temsil edilmiştir. Dinler, vahiy kaynaklı olanlar ve olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Vahiy kaynaklı dinler, aynı temel esaslar üzerinde durmuş ve aynı hakikatlere vurguda bulunmuşlardır. Allah tarafından gönderilen her peygamber, temel disiplinler açısından –o günün şartlarına ve zamanın ihtiyaçlarına uygunluk çerçevesinde– bir önceki nebinin devamı, tamamlayıcısı gibi davranmış, kendisinden önceki peygamberlerin mesajını t larda bulunmuş, açıklama isteyen hususları açmış, yenilenmesi ge ekrar etmiş, hâl ve şartlara göre tamamlamareken konularda yenilikte bulunmuşlardır. Tevhid, nübüvvet, âhiret ve ibadet, peygamberlerin hep en birinci meselesi olmuştur. Allah Teâlâ peygamberlere, gönderildikleri toplumların ilim ve kavrama seviyesine, problemlerinin keyfiyeti ve ihtiyaçlarının türüne göre teferruatta özel direktiflerde bulunmuş, hususî kanunlar ortaya koymuştur. İşte bu temel disipline bağlı olarak ilk peygamberden son Nebiye kadar bütün enbiya ve mürselînin mesajlarında -tâlî konularla alâkalı- hep bir değişim göze çarpmaktadır; ama bu değişimlerin hiçbiri asıl mesajın ruhuna dokunmamakta ve teferruat çerçevesini de aşmamaktadır. Bir hadiste de Peygamberimiz Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından şöyle buyrulmuştur: “Peygamberler baba bir kardeştirler. Dinleri birdir. ”1 İslâm, peygamberlere gönderilen dinlerin asıllarına inanmayı imanın temel esaslarından birisi olarak kabul etmiştir. Bu konu üzerinde ileriki bölümlerde genişçe durulacaktır. Bütün peygamberler hak dini tebliğ etmekle birlikte, onu herkesin önünde en derin şekliyle yaşayarak temsil etmişlerdir. Hz.

Musa’nın getirdiği dine sonradan “Yahudilik” ismi verilmiştir. Aynı şekilde “Hristiyanlık” adı da Hz. İsa’nın getirdiği dine daha sonraları verilen bir addır. Ne Hz. Musa ne de Hz. İsa bu isimleri kullanmışlardır. Kaynağının ilâhi olması ve orijinal şeklinin muhafaza edilmesi sebebiyle İslâm dini son hak dindir. Yahudilik ve Hristiyanlık vahye dayanmakla birlikte zamanla semavî orijinlerini koruyamamışlardır. Bununla birlikte bu dinlerin kitapları ile Kur’ân arasındaki ortak nokta ve paralellikler az değildir. Yahudi ve Hristiyanlara “ehl-i kitap” da denilmektedir. Bazı âlimler, kitaplarının olup olmadığı şüpheli olan Mecûsîleri de ehli kitap olarak kabul etmişlerdir. İlâhî vahye dayanmayan dinler bâtıl dinlerdir. Ayrıca meditasyon ve yogizm gibi din görünümlü bazı organizasyonlar da vardır ki bunlar temelde ne bir peygambere ne de bir vahye dayanmaktadırlar. Kısaca dinlere temas ettikten sonra şimdi İslâm dinine geçiyoruz. İslâm Dini İslâm, kelime itibariyle Allah’a teslim olma, O’nun buyruklarına uyma, güvenilir ve emin bir yola girerek esenliğe yürüme, herkese hatta her şeye güven verme, el ve dille kimseyi rahatsız etmeme manalarına gelir.

İslâm; esasları Allah’ın mesajlarına dayanan ve Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından tebliğ ve temsil edilip yaşanan ve yaşatılan semavî dinin unvanıdır. İslâm Dini, itikadî (inanç esasları), amelî (namaz gibi ibadetler, alışveriş gibi muamelât ve cezalardan ibaret ukûbat) ve ahlâkî hükümlerden oluşur. İşte din, İslâm’ın bütün hükümleriyle hayata hayat olmasının ilâhî unvanıdır. Bu itibarla dini sadece inançtan ibaret görenler aldanmış sayılırlar. İslâm’ın temeli; ulûhiyet hakikatine, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanıp gönlünü Hakk’a bağlamaktır. Zirvesi ise, sorumluluklarını, O’nu görüyor ve O’nun tarafından görülüyor gibi hassasiyetle yerine getirmek (ihsan) ve yaptığı/yapacağı her işini rıza eksenli götürmeye çalışmaktır (ihlâs). Diyanet; dinin hayata hayat olup, temsil edilip yaşanması demektir. Müslim, Müslüman, İslâm’ın mesajına teslim olan, boyun eğen, selâmeti, huzuru temsil eden kimse demektir. Bu ismi (Müslüman) Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ vermiştir: “Bundan önce de bu Kur’ân’da da size Müslüman adını veren O’dur.” (Hac, 22/78) Bu itibarla Müslüman’a “İslâmcı” demek doğru değildir. Mümin; emin, güvenilir ve sağlam, Allah’a inanıp tasdik eden insan demektir. Hususî manasıyla Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) getirdiği dine inanıp, bu dini tasdik eden kimsedir. Mümin ile Müslim kelimeleri, aralarında nüans olmakla birlikte biri diğerinin yerinde kullanılmaktadır. Dindar; İslâm dinine inanç, amel ve ahlâk olmak üzere bütün şubeleriyle inanarak yaşayan ve temsil eden kimseye denir. Böyle bir kimse için “dinci” kelimesini kullanmak yanlıştır.

İmansız amel nifak (münafıklık), imana rağmen amelsizlik de bir fısktır (apaçık günahtır). Nifak, gizli bir küfür olması itibarıyla affı mümkün olmamasına karşılık; fısk ya da fücur (günah işlemek); tevbe, istiğfar ve yeniden Hakk’a yönelme ile her zaman mağfirete açıktır. Bu itibarla, herhangi bir kimse, amel etmese de onu (iman) hafife almadığı veya önemsemezlik etmediği takdirde hakkında hep olumlu düşünülmeli ve hemen onun küfrüne hükmedilmemelidir. Aksine, bir kimse, amel etmemenin yanında, Müslüman olmalarından ötürü inananları tahkir ediyorsa, elbette ki onun için aynı şeyleri düşünmek mümkün değildir. Allah, hem bu dünyada hem de âhirette insanı gerçek ve daimî huzura, elemsiz lezzete götürecek bir yol haritasını Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatu vesselâm) bize ulaştırması ve yaşamasıyla insanlığa lütfetmiştir. İslâm, bu eşsiz lütfun, ihsanın adıdır. Bu dinde, selim akıl ve müstakim düşüncelere göre, insanoğlunun arzu, istek ve beklentileri konusunda herhangi bir boşluk ve cevapsızlık bulunmadığı gibi, ilâhî kanunların yorumlanmasında da herhangi bir çelişki söz konusu olmamıştır. Ayrıca, bütün bunların yanında, uhrevî saadet, Hak rızası ve Allah’ı görebileceğimiz vaatleriyle o; mahiyetimiz, kabiliyetlerimiz, emellerimiz ve eğilimlerimize göre plânlanmış müstesna bir ilâhî sistemdir. İslâm Dini, İlâhi dinlerin sonuncusu ve asıl hüviyetini koruyan yegâne dindir. İslâm’ı tebliğ ve temsil eden Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) da peygamberliğin son halkasıdır. Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm) din adına son sözü söylemiştir. Peygamberliği yalnızca belli bir toplum ve millet için olmayıp, bütün insanlık âlemi içindir. Önceki peygamberler sadece gönderildikleri topluma hitap ederek: “Ey kavmim, ey kavmim!” demişlerdir. Peygamberimiz Efendimiz ise Kur’ân’da birçok yerde geçtiği üzere “Ey insanlar!” diyerek bütün insanlığa hitap etmiştir.

Peygamberimizin peygamberliğini ve mesajının evrenselliğini bildiren pek çok âyet ve hadis vardır. Meselâ şu âyetlerde Peygamberimizin bütün zaman ve mekânlara gönderildiği net bir şekilde ifade edilmiştir: “Biz seni âlemlere rahmet vesilesi olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107) De ki: “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim.” (A’raf, 7/158) Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kur’ân’da bildirilen kendisine ait bu hususiyeti hadislerinde ifade etmişlerdir: “Her peygamber kendi kavmine gönderildi. Ben ise, bütün insanlığa gönderildim …” Tebliğ ettiği İslâm Dini’nin hükümleri genel olup, her zaman ve mekânda yaşayacak olan bütün milletlerin, insan topluluklarının ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek enginlik ve zenginliktedir. İslâm Dini, kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberlerin tamamını ve onlara vahiy olunmuş bütün mukaddes kitapları kabul eder. Kur’ân-ı Kerîm, kıyamete kadar bütün insanlığın ihtiyaçlarına cevap verecek en son, en mükemmel mesajdır. O, nazil olduğu orijinallikte ve tazelikte yegâne ilâhî kitaptır. Elverir ki Kur’ân’a inananlar onun evrensel özelliklerini göz önüne alarak evrensel buudlar içinde tebliğ ve temsil edebilsinler. Böyle bir girişten sonra şimdi İslâm dininin temeli olan iman esasları kısmına geçiyoruz

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir