Paul Veyne – Yunanlılar Mitlerine İnanmışlar mıydı

nsan bir şeye nasıl yarı yarıya inanır? Ya da çelişkili şeylere? Çocuklar hem Noel Baba’nın kendilerine bacadan oyuncak attığına inanırlar hem de oyuncakların oraya anne ve babaları tarafından bırakıldığına; o halde çocuklar gerçekten Noel Baba’ ya inanırlar mı? Evet, Darzelerin inancı da en az bunun kadar muğlaktır; Dan Sperber şöyle der: “Leopar, Etiyopyalıların gözünde, Etiyopya’da dinin temel ölçütü olan Kıpti kilisesi kurallarına itaat eden Hıristiyan bir hayvandır; bununla birlikte hayvanlarını koruma konusunda bir Dorze oruç günleri olan Çarşamba ve Cumaları haftanın diğer günlerinden daha az kaygılı değildir; o, hem !eo parların oruç tuttuklarını hem de her gün aviarını yediklerini hakikat olarak kabul eder; leoparların her gün tehlikeli olduklarını deneyimiyle bilir, gelenek ise Hıristiyan oldukları konusunda ona güvence verir”. Ben, Y unanizların kendi mitlerine olan inançları konusunda, söylentilere inan mak, deneyimlerle inanmak gibi birçok inanç biçimini incelerneyi düşünmüştüm. İki kez gözden geçirdiğim bu inceleme beni biraz daha uzağa götürdü. � İnançlardan söz etmek gibi hakikatlerden de söz açmak zorunda olduğumuzu ve bu lıakikatlerin kendilerinin birer tasavvur olduğunu kabul et- 1 0 YUNANLlLAR MiTLERiNE iNANMIŞLAR MIYDI? rnek gerekti. Biz aslında olaylar hakkında yanlış bir yargıya varmıyoruz: Yüzyıllar boyunca tuhaf bir biçimde oluşan şey olayların kendi hakikatleridir. En yalın gerçekçi deneyim olmak bir yana, hakikat her şeyin tarihe en uygun alanıdır. Şairlerin veya tarihçilerin, tek tek kralının adıyla ve soyağacıyla krallık hanedanları uydurduğu bir dönem oldu; bu insanlar sahteci değildiler, kötü niyetli de: Onlar hakikatler e ulaşmak için o zaman normal olan yöntemi izliyorlardı. Bu düşünceyi sonuna kadar izleyelim, göreceğiz ki kitabı kapattığımızda biz de onlar gibi kurmaca dediğimiz şeyi hakikat olarak kabul ediyoruz: Ilyad a veya Al ice, F ustel de Coulanges ‘dan ne daha fazla ne de daha az hakikidir. Bu yüzden geçmişin ürünlerinin tamamını ilginç düşler olarak kabul edip, çok kısa bir süre için de olsa “bilimin son durumunu” hakikat olarak kabul edemeyiz. Kültür budur. Niyetim, tasavvurun gelecekteki hakikatleri önceden haber vereceğini ve onun iktidarda olması gerektiğini söylemek değil, bu hakikatierin önceden beri tasavvur olduğunu ve tasavvurun da oldum olası iktidarda bulunduğunu söylemektir; evet, söz sahibi olan odur, ne gerçeklik, ne akıl ne de hiçlikle ilgili uzun çalışma. Görülen o ki, bu imgelem psikolojik ve tarihsel bakımdan bu ad altında bilinen bir yeti değildir; o, içinde kapalı bulunduğumuz kavanozun boyutlarını düşsel olarak ya da dahice genişletmez; tersine içine kalın duvarlar örer ve bu kavanozun dışında gelecekteki hakikatler de dahil hiçbir şey bulunmaz: Yani, insanlar sözÜ bu hakikatiere veremezler. Bu kavanozların içinde dinler veya edebiyatlar, siyasetler, tutum ve davranışlar, bilimler, hepsi birbirleriyle uyum gösterir. Tasavvur bir yetidir, fakat sözcüğün Kantçı anlamıyla söylersek, aşkındır (transcendantal); dünyamızın tohumu ya da esinleyicisi olmak yerine, bu dünyayı kurar. Ancak, tamamen Kantçı felsefenin sorumlu olduğu küçümserneyi ortadan kaldıracak bir şey var ki, o da bu aşkınlığın tarihsel oluşudur, zira kültürler birbirlerini izler, ancak birbirlerine benzemezler.


İnsanlar hakikati kucaklannda bulmaz: Tarihlerini yaptıklan gibi, onu da kendileri yapar ve kültürler onlara bu aşkınlığı sunar. Bu kitap üzerine konuşup tartıştığımız Michel Foucault’ ya, Yunan Araştırmaları Merkezi’ndeki meslektaşlarım]acques Bompaire, ]ean Bousquet ve François W ahl’ e önerileri ve eleştirileri için içten teşekkürlerimi sunarım. Giriş Yunanlılar kendi mitolojilerine inanıyorlar mıydı? “İnanmak” birçok anlama geldiği için bu soruya yanıt vermek pek kolay değil … Herkes Minos’un yeraltında yargıçlık1 yapmaya devam ettiğine ya da Theseus’un Minotauros2’u yenmi§ olduğuna inanmıyordu ve §airlerin “yalan söylediklerini” biliyordu. Yine de, bunlara inanmazken sergiledikleri tavır insanı ku§kuya dü§ürmekten geri durmuyor; çünkü, onların gözünde Theseus gerçekten de ya§amı§tı; sadece, “Miti Akılla düzeltmek”3 ve Herakles’in bir benzeri olan Theseus’un ya§amöyküsünü tarihsel özüne indirgemek gerekiyordu. Minos’a gelince, Thukydides olağanüstü bir çaba sonunda kaleme aldığı yazısında aynı özü or taya çıkarır: “Ortada dola§an tüm söylentilerden tanıdığımız ki§iler arasında donanma ya sahip olan en es ki ki§ i Minos’dur.4”; Phaidra’nın babası, Pasiphae’nin kocası denizci bir kraldan ba§ka bir §ey değildir artık. Mit in logos ile düzeltilmesi, ba§langıcından Voltaire’e ve Renan’a kadar süren ve Yunan dehasının ününü yaratan akıl ile batı! inanç arasındaki bitmez tükenmez kavganın bir parçası değildir; Nestle’in aksini dü§ünmesine kaf§ın, mit ve logos yanlı§ ile doğru gibi birbirleriyle çatı§mazlar5• Mit ciddi bir tartı§ma konusuydu6 ve Yunanlılar Sofistler’in aydınlanması (Aufklarung) olduğu söylenen hareketlerinden altı yüzyıl sonra bile henüz bu konuyu bir çözüme bağlayamamı§· !ardı. Mitin logos ile düzeltilmesi aklın bir zaferi olmak §öyle dursun, saç.malığıyla §a§kınlık veren eski bir programdır: Yunanlılar Theseus’u, Minotauros’u, Minos diye birisinin varlığını ve aynı biçimde geleneğin bu ef sanevi Minos’a atfettiği akıl almaz özellikleri bir çırpı da efsaneden söküp atmak yerine, neden iyiyi kötüden ayırmaya çalı§arak bo§ U bo§ U· na kendilerini sıkıntıya soktular? Mit kar§ısında gösterilen bu tutumun tam iki bin yıl sürdüğü öğrenilince sorunun büyüklüğü anla§ılacaktır; Hıristiyanlık dininin hakikatleriyle geçmi§in gerçekliklerinin birbirini desteklediği Evrensel Tarih Üzerine Söylev (Discours sur l’histoire universel) adlı tarih kitabında Bossuet, dünyanın yaradılı§ından ba§layan dinsel zamandiziniyle uyumlula§tırdığı mit ik zamandizini kendince yeniden ele alır ve böylece her ikisinin yer aldığı döneme, ” Abimelek’in hemen ardından” “Amphitryon’un oğlu Herakles’in efsanevi dövü§lerini”7 ve “luppiter’in oğlu Sarpedon”un ölümünü yerle§tirir. Bunu yazdığı sırada Meaux piskoposunun kafasında ne vardı? Çoğunlukla politikada ve psikanaliz konusunda yaptığımız gibi birbirini tutmayan §eylere aynı anda inandığımız zaman bizim kafamızda ne vardır? Bu, halk bilimcilerimizin efsane hazinesi kar§ısındaki durumlarına ya da Freud’un ba§kan Schreber’in konu§ma hastalığı kar§ısındaki durumuna benziyor: Ne yapmalı bu saçma §eyler yığını kar§ısında? Bütün bunların nasıl olur da bir anlamı, bir motivasyonu, bir i§ levi ya da en azından bir yapısı olmaz? Efsanelerin otantik bir içeriğe sahip olup olmadıklarını öğrenmeye yönelik soru hiçbir zaman kesin ifadelerle sorulmaz: Minos’un ya§ayıp ya§amadığını bilmek için ilk önce mitlerin yalnızca bo§ masallar ya da tarihin deği§tirilmi§ biçimi olup olmadıkianna karar vermek gerekir; hiçbir olgucu ele§tirmen efsanele§tirmenin (fabulation) ve doğaüstünün (surnaturel) üstesinden gelemez8. O halde, efsanelere inanmaktan nasıl geri durula bilir? Atina demokrasisinin kurucusu Theseus’a, Roma’nın kurucusu Romulus’a ve Roma tarihinin ilk yüzyıllarının tarihsel gerçekliğine inanmaktan, Frank hükümdarlığının kökenierinin Troya’dan geldiğine inanmaktan nasıl vazgeçildi? Modern zamanlara gelince; George Huppert’in Estienne Pasquier9 üzerine yazdığı öneinli kitap sayesinde bu dönemi daha açık seçik görebiliyoruz. Bildiğimiz anlamdaki tarih, ele§tiri icat edildiği zaman doğmadı, çünkü ele§tiri çoktan beri vardı, bugünkü tarih, ele§tirmenler ile tarihçiler bu mesleklerden yalnızca birisini yapmaya ba§ladığı gün doğmu§tur: “Tarihsel ara§tırma yüzyıllar boyunca tarihyazımı yöntemini ciddi anlamda etkilemeksizin yapıldı çünkü bu iki etkinlik bazen aynı insanın zihninde bile birbirine yabancı kalıyordu.” Acaba Antikçağ’da da aynısı mı olmu§tur ve tarih anlayı§ının her dönemde tek ve aynı olan çok iyi bir yolu mu vardır? Bu konuda A. D. Momigliano’nun 10 bir dü§üncesini ipucu olarak alacağız: “Tarih ara§tırmasının çağda§ yön temi tamamen özgün kaynaklar ve ikinci el kaynaklar arasındaki ayrım üzerine kurulmu§tur.

” Büyük bir bilginin bu dü§üncesinin doğruluğu pek kesin değil; hatta bunun akla yatkın olmadığını da dü§ünüyorum. Fakat, çeli§ki gibi olsa da, bu dü§ünce bir yöntem sorunu ortaya koyacak değere sahiptir ve kendi içinde gerçeğe yakın yönleri vardır. Roma tarihinin ilk yüzyılları konusundaki §üphecilikleri bu geri kal mı§ zamanların çağda§ belge ve kaynaktan yoksun olu§una dayanan veya en azından bu yoksunlukla doğrulanan Beaufort’u veya Niebuhr’u dü§ünelim1 1• Bilimler tarihi, doğru yöntemin ve doğru hakikatierin a§amalı olarak ke§fedili§lerinin tarihi değildir. Yunanlıların mitolojilerine inanma ya da §üpheci davranma konusunda kendilerine özgü bir yöntemleri vardır ve bu, bizimkiyle ancak sahte bir benzerlik gösterir. Ayrıca onların tarih yazma yöntemleri de bizimkine benzemez; bu yöntem üstü kapalı bir ön varsayıma dayanır, örneğin özgün kaynaklar ile ikinci el kaynakları birbirinden ayırma i§ i yöntem eksikliği nedeniyle bilinmernek bir yana, sorunun kendisine yabancıdır. Pausanias bu konuda iyi bir örnektir ve biz onu sık sık anacağız. Bu Pausanias aslında hiç de küçümsenecek birisi değil ve onun Yunanistan’ın Tasviri adlı yapıtının Antik Yunanın Baedaker’i olduğunu söylersek hakkını teslim e tm i§ olmayız. Pausanias bir filolog ile ya da görkemli çağın bir Alman arkeologu ile boy ölçü§ebilecek durumdadır; binaları betimlemek ve Yunanistan’ın farklı bölgelerinin tarihini anlatmak için kütüphaneleri taramı§, çokça yolculuk etmi§, kendini geli§tirmi§, her §eyi kendi gözüyle görmü§tür12; o, yerel efsaneleri ağızdan deriemek için III. Napolyon zamanındaki bizim ta§ralı bilginler kadar can atar; gözünün keskinliğinin yanı sıra, verdiği bilgilerin açıklığı ve yoğunluğu §a§kınlık vericidir (heykellere baka baka ve onların tarihlerini ara§tıra ara§tıra Pausanias üslup ölçütüyle heykellerin tarihini belirlemeyi öğrenmi§tir) . Kısacası, Pausanias yakasını mit sorununa kaptırmı§ ve ileride göreceğimiz gibi bu bilmeceyle uğra§mı§tır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir