Penny Jordan – Zorba Sevgili

“Beni tanımıyorsun, haksız yere beni, evli bir erkeğin kalbini çalmakla suçluyorsun!” India, bir yakınının evliliğini kurtarmak için elinden geleni yapmaya kararlı olan Simon Herries’e karşı kendini böyle savunmaya çalışıyordu. Ne var ki görünüşe göre Simon ona düşman olmakta haklıydı, olaylar India’ya inanmasını olanaksız kılıyordu. Soruna bulduğu çözüm çok etkili oldu. Ama beklenmedik gelişmeler, India’yı ölümü bile arayacak kadar büyük bir mutsuzluğa itecekti… Birinci Bölüm Jennifer Knowles, patronunun çalışma odasına girdi ve gözlerini iri iri açarak, «Melisande geldi,» dedi. «Yanındaki adamı görmelisin! Çok yakısıklı ve görünüşüne bakılırsa oldukça da zengin. Eh, Melisande’ın erkek arkadaşı olduğuna göre, böyle olması gerekir tabii.» Bir an düşündü. «Elimizde ona ait bir iş olduğunu bilmiyordum,» diye ekledi. «Defterde siparişini göremiyorum. Siyah ipek elbisesini geçeri hafta bitirmiştik.» Bunları söylerken, India’nın, siparişleri yazdığı deri kaplı defteri gözden geçiriyordu. India Lawson, üzerinde çalıştığı pembe ipek bluza bakıp, ağzındaki toplu iğneleri çıkardıktan sonra, «Şey, bir yardım derneğinin balosuna davet edilmiş,» diye cevap verdi. «Dün telefon etti ve kendisi için, acele bir şeyler dikip dikemeyeceğimizi sordu.» Jennifer, «Kuşkusuz yine çok az bir paraya diktirecektir, değil mi?» dedi. «Bu kadarı da cimrilik doğrusu! Evergreen’deki rolüyle büyük para kazandığından eminim.


Oyun altı aydır devam ediyor ve hâlâ yer bulmak güç. Gelecek hafta sonu için annemle kız kardeşime iki bileti zor buldum» India kendisini tutamayıp gülümsedi. «Ama unutma ki, Melisande diktiğimiz elbiseleri giyerek, bizim reklamımızı da yapıyor.» Jennifer kaşlarını çattı. «Ne kadar da hoşgörülüsün,» dedi. «Nasıl böyle iyimser olabiliyorsun, anlamıyorum?» India güldü. «Melisande’a söyle, birkaç dakika sonra geliyorum, ona bir fincan.,» Birden sustu ve yardımcısının, Melisande’ın yanındaki erkek için söylediklerini hatırlayıp, «Onlara birer kadeh şeri ikram et,» diye devam etti. «Şu bluzun işini bitirmeden bırakamayacağım. Lady Danvers’a, hafta sonuna hazır edeceğime dair söz vermiştim.» India böyle bir işi olduğuna çok memnundu. Daha okul yıllarında, cumartesi sabahları alışverişe çıktıklarında, çevresinde gördüğü kötü giyimli kişileri süzer ve hayalinde onları, kendi diktiği elbiselerle giydirirdi. Bulunduğu yere gelmesi hiç de kolay olmamıştı. Üç yıl sanat okulunda okuduktan sonra, üç yıl da Paris’te, ünlü bir terzinin yanında boğaz tokluğuna çalışmıştı. Daha sonra da, işin ticari yanını öğrenmek, kumaş piyasasını tanımak gibi mesleğiyle ilgili konularda sürekli bilgi toplaması gerekmişti.

Ama sonunda, çabalarının karşılığını görmüştü. Dedesinden kalan küçük bir miras, kendi başına bir dükkân açmasına yardımcı olmuştu. Önceleri, yaptığı basit etek ve bluzlardan oldukça iyi para kazanmış, sonra da Londra’nın merkezine yakın şık bir semtte açtığı butikle, kısa sürede ünlü terziler arasına karışmayı başarmıştı. Ama hâlâ dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Bu nedenle,ünlü bir oyuncu olan Melisande Blake gibi bir kadın indirim istediğinde, hemen kabul ediyordu. Elindeki bluzu bırakıp ayağa kalktı ve duvardaki aynada kendisine bakarak gülümsedi. Jennifer onu hiçbir zaman öfkeli görmemişti ve çok yumuşak bir kadın olduğunu sanıyordu. Aslında hiç de yumuşak değildi, ama kendisini kontrol etmeyi öğrenmişti. Atölyeyi öndeki salona bağlayan kısa koridoru geçip içeriye girdiğinde, gözüne çarpan ilk insan, yardımcısının sözünü ettiği adam oldu. Jennifer yalan söylememişti, adam gerçekten yakışıklıydı. Üzerinde, çok iyi bir terzi elinden çıktığı belli olan açık gri bir takım elbise vardı ve aynı renk kravat takmış, üst cebine de yine gri bir ipek mendil koymuştu. Mart ayında olmalarına karşın, güneş yanığı teni pırıl pırıldı. Koyu renk saçları, insanı adeta rahatsız edecek mavilikte gözleri vardı. Melisande onu görünce, boğuk bir sesle, «India, canım!» diye bağırdı. «Hayatımı sana borçluyum! Neler düşündüğünü söyle bana.

Çok özel bir şey olmalı ama. Simon hoşlanırsa bana bir tane daha alacağını söyledi.» Birden sustu «Neden hâlâ şu okul elbiselerini giyer durursun anlamam?» diye söylendi. «Seni gören, şu seksi giysileri yaratan ünlü terzi olduğuna inanmaz!» India, diktiği elbiselerin seksi olarak nitelendirildiğini duyunca şaşkınlığını belli etmedi, ama başını kaldırdığında, Melisande’ın erkek arkadaşının, alaycı bir gülümsemeyle kendisini süzdüğünü gördü. Ünlü oyuncu, onların bakıştığını görünce «Ah, sizi tanıştırmadım, değil mi?» dedi. «Simon, sevgilim, bu India, çok akıllı kadındır. India, bu da Simon Herries… dedikodu sütunlarında onun hakkında bazı yazılar okumuşsundur kuşkusuz.» «Evet, sadece dedikodu sütunlarında değil, ekonomi sayfalarında da adı geçiyor.» Simon Herries, ciddi bir ifadeyle yüzüne baktı. «Demek iş dünyasında olanlarla ilgileniyorsunuz?» diye sordu. India, bir an düşünüp dudağını ısırdı. «Tabii,» diye cevap verdi. «İş ve para dünyasında olanlar, tüm kadınları şöyle ya da böyle ilgilendirir.» Genç adamın, onun ne demek istediğini anladığı belliydi. Yakışıklı olmasına karşın, Melisande’ın onunla sadece bunun için ilgilenmediğini bilecek kadar zekiydi.

India, Melisande’ı yıllardan beri tanırdı. Ünlü oyuncu, yanındaki erkeklerin, genç, güçlü ve yakışıklı olmaları kadar, zengin olmalarını da isterdi. Başını çevirip Melisande’a baktı. İkisi arasında oldukça büyük bir fark vardı. Ünlü oyuncu, oldukça ufak tefekti ve saçları çok açık sarıydı. India ise, bir yetmiş boyu, kızıla yakın kahverengi saçları ve düzgün kaşları altındaki yeşil gözleriyle, tam anlamıyla değişik bir güzeldi. Özellikle, dolgun ve biçimli dudakları, tüm erkeklerin dikkatini çekerdi. India, Simon Herries’in kendisine baktığını biliyor ve gözlerini ondan kaçırmaya çalışıyordu. Genç adamın, gözlerini, tüm vücudunda, dolgun göğüslerinde, ince belinde ve uzun, biçimli bacaklarında gezdirdiğinin farkındaydı. Genç adam, uzunca bir süre onun bacaklarına baktıktan sonra gözlerini, India’nın pembeleşmiş yüzüne kaldırdı. Sonra, başını hafifçe sallayıp, «Garip,» diye mırıldandı. «Ciddi bir bluz, bir okul çocuğu etekliği ve ipek çoraplar.» India onun bakışlarından rahatsız olmuş, hafif bir ürperti geçirmişti. Ama duygularını belli etmedi. «Ben, bunda bir gariplik görmüyorum,» diye cevap, verdi.

Böyle şeylere alışmıştı artık. Başka müşterileri de bazen erkek arkadaşlarıyla gelirler ve bu erkeklerden bazıları ona kur yapmaya kalkışırlardı. Fakat, Simon Herries’in bakışları onu adeta korkutuyor, aynı zamanda da kadınlığını hatırlatıyordu. Melisande, birden araya girdi. «India sade giyimden hoşlanır,» dedi. «Aslında çok yakışıklı ve zengin bir erkek arkadaşı vardır. Hatta benim son partime birlikte gelmişlerdi, değil mi, India? Evet, Melford Taylor, India’nın peşini hiç bırakmaz.» Simon Herries, meraklı gözlerle salonu gözden geçirmeye başladı. Salon parlak yeşil, altın sarısı ve beyaz renklerle göz alıcı bir tarzda döşenmişti. India, neler istediğine kendisi karar vermiş, çalışmalar da, sahne dekorları konusunda iyi bir ad yapmaya başlamış olan küçük bir şirket tarafından tamamlanmıştı. Genç dekoratörler, India’dan fazla para almamışlar, o da, onları gerekli yerlere tavsiye ederek borcunu ödemeye çalışmıştı. Melisande’ın son oyununun sahne dekorları da o şirket tarafından hazırlanmıştı, ama Melisande, India’ nın onları tanıdığını bile bilmiyordu. Çünkü India, işi ile özel yaşamını birbirine karıştırmaz ve bu gibi konulardan kimseye söz etmezdi. Simon Herries, salonun kaça mal olduğunu hesaplıyor olmalıydı. Belki de tüm harcamaların, Melford Taylor tarafından karşılandığını sanıyordu.

India toy bir kız değildi. Yirmi beş yaşındaydı ve yirmi yaşında annesiyle babasını kaybettiğinden beri yalnız yaşıyordu. Simon Herries ve Melisande gibi insanların yaşadıkları çevrelerdeki ahlak kurallarını bilirdi, onların neler düşündüklerini tahmin edebiliyordu. Geldiği noktaya yalnız başına ulaştığını ve başarısını sadece kendi çalışmalarına borçlu olduğunu bu insanlar anlayamazdı. Erkeklerle, onlardan parasal destek sağlamak amacıyla arkadaşlık yapmayacak kadar gururuna düşkündü. Birden düşüncelerinden sıyrıldı ve hazırlanıp bitmiş siparişlerin konduğu dolaplardan birinin kapağını açtı. Simon Herries, onun hakkında ne düşünürse düşünsün, umurunda değildi. Melford Taylor’la olan ilişkisi sadece kendisini ilgilendirirdi. Evet, Melford evli bir erkekti, ama bu da onun sorunuydu. Açık mavi saten elbiseyi askısından indirirken, başını salladı. Melisande, «Renk çok güzel,» dedi. «Bak India, bundan sonraki rolüm için sahne kostümlerini sen dikeceksin, itiraz istemiyorum, tamam mı? ‘The Musgraves’ adlı oyunda başrolü aldığımı duymuşsundur herhalde.» India başını salladı. Melisande kırmızı ojeli tırnaklarıyla, yanında oturmakta olan genç adamın koluna hafifçe dokunarak, «Bu rolü almada Simon’ın büyük yardımı oldu,» diye devam etti. «Televizyon şirketlerinde sözü geçiyor.

» «Öyle mi!» India bunu söyledikten sonra, başını kaldırıp baktığında, genç adamın kızgın gözlerini üzerinde buldu. Ama aldırmadı ve ünlü oyuncunun söylediğini düşünmeye başladı. İşi üstlenirse, birkaç yardımcı daha alması gerekecekti ki, bu zamanda işçi bulmak da kolay değildi. Melisande, «Stüdyo patronlarıyla senin için de konuşacağından eminim,» dedi. «Melford Taylor gibi bir destekçi olduktan sonra, Miss Lawson’ın benim yardımıma ihtiyacı olacağını pek sanmıyorum.» India birden öfkelendiğini hissetti, ama her zamanki gibi kendisini toparladı ve elindeki elbiseyi Melisande’a uzatarak genç adama sırtını döndü. Uzun yıllardan beri, kimseye bu kadar öfkelenmemiş, kimseyi bu kadar itici bulmamıştı. Simon Herries denen bu adam, onun işlerine neden burnunu sokuyordu acaba? Bu sırada, özel telefonunun çaldığını duydu. Telefon eden Mel’den başkası olamazdı. Geçen hafta ona, ilişkilerinin süremeyeceğini söylemişti. Evet, Mel ona hoşça vakit geçirten ve fazla şey istemeyen bir erkekti, ama evliydi. Bu konuyu açtığında, India’ya, ‘Sen boşanma denen şeyi bilmiyor musun?’, demiş, ama genç kız bu konuda daha fazla konuşmak istememişti. Mel’in iki küçük çocuğu vardı ve onu sevmiş olsa bile, bu çocukları babalarından ayıramazdi. Zaten ona âşık da değildi. Kendisi de on iki yaşındayken böyle bir olay yaşamıştı.

Babası, başka bir kadınla ilişki kurmuş ve India, bir gün, annesini ağlarken görmüştü. Olanları okulda, kendisinden birkaç yaş büyük bir arkadaşından öğrendiğinde şok geçirmiş, eve gidip duyduklarının doğru olup olmadığını annesine sormuş ve kadıncağız da olayı doğrulamak zorunda kalmıştı. Ama babasının yine onu sevdiğini söylemişti. India o günleri düşününce, annesinin ne büyük bir cesaret ve özveri gösterdiğini çok iyi anladı. Kadın, kızının babasından soğumaması için elinden geleni yapmıştı, sonunda da başarılı olmuştu. Olay bir süre sonra kapanmıştı. Daha sonraki günlerde annesiyle babası, hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarını sürdürmüşler, ama olay, India üzerinde derin bir iz bırakmıştı. Genç kız, erkeklerden kaçar olmuş, adeta dünyaya küsmüştü. Yirmi yaşma geldiği halde hiçbir erkekle ilişki kurmamış, aşkın ne olduğunu bilememişti. Salona döndüklerinde, Simon Herries, duvarda asılı deniz manzaralı tablolardan birine bakıyordu. Atlas okyanusuna bakan kayalıkların üzerinde bulunan Cornwall’daki evlerinden görülen manzaraydı bu. Tabloyu ölümünden önce India’nın babası yapmıştı. India başarısında payı olan güzel sanatlar sevgisini, babasından aldığını biliyordu. Babası, çalışma hayatının büyük bir bölümünü yurt dışında geçirmiş bir mimardı. Genç adam, gözlerini tablodan ayırmadan, «Cornwall mı burası?» diye sordu.

«Evet.» «Biraz önce yardımcınız gelip birisinin telefonla sizi aradığını söyledi. Kim olduğunu biliyormuşsunuz.» Başını çevirip India’ya baktı. «Evli bir erkekle ilişki kurmak kolay olmamalı, sizi kutlarım. Bu sırrı iyi gizliyor olmalısınız.» Genç kız, bu hakarete ne cevap vereceğini bilemedi. Melisande bile, Simon’ın sözlerine kızmış, kaşlarını çatmıştı. «Sevgilim, biraz eski kafalı davranmıyor musun? Böyle şeyler günümüzde moda oldu artık. Sen evli olsaydın, ömrünün sonuna kadar karına sadık mı kalacaktın sanki? Bence India en doğrusunu yapıyor. Bir kocaya bağlanacağına, bir sevgiliyle hoşça vakit geçirmek çok daha iyi bence. Elbiseyi yarın gönderirsin, değil India? Simon beni Dorchester’daki yardım derneği toplantısına götürüyor, çok güzel olmam gerek.» India, onlarla birlikte kapıya kadar yürüdü ve Melisande’ı öptükten sonra, elini Simon’a uzattı. Ama genç adam, onun elini görmemiş gibi, garip bir ifadeyle yüzüne ve göğüslerine baktı, sonra da Melisande’ın arkasından, kapının önünde park edilmiş koyu yeşil renkli Ferrari’ye doğru yürüdü. Jennifer onların arkasından bakarak içini çekti, «Ah, ben de kendime onun gibi birini bulabilsem,» diye mırıldandı.

«Çok yakışıklı, üstelik de zengin. Kadınlardan çok iyi anladığına da eminim.» India, «Böyle düşünme, hayal kırıklığına uğrayabilirsin,» dedi. «Öyle mi dersin?» Jennifer onun yüzündeki ifadeyi görünce kaşlarını çattı. «Seni kızdırdı anlaşılan,» dedi. «Daha önce böyle kızıp somurttuğunu hiç görmemiştim doğrusu. Ne oldu, yoksa Melisande başka bir şeyle meşgulken sana kur yapmaya mı kalktı?» «Melisande gibi ünlü ve güzel bir kadınla beraberken bana neden kur yapsın?» «Neden yapmasın? Bir kere sen çok daha çekici bir kadınsın. O kadın çok güzel ve yumuşak görünüyor, ama bu görünüşünün aldatıcı olduğuna eminim. Oysa sen… Kur yapmadığından emin misin?» «Tabii eminim. Şimdi lütfen konuyu değiştirir misin?» Jennifer gülerek, «Peki, peki, kızma,» dedi. «Haa, tahmin edeceğin kişi telefon etti ve seni sekizde gelip alacağını söyledi. Bu akşam onunla çıkacağını bilmiyordum.» «Ona da çıkacağımı söylemedim zaten. Geçen hafta, bugün benimle yemeğe çıkmak istediğini söylemişti. Ama ben ona…» «Biliyorum, evli erkeklerle çıkmayacağını söyledin.

İşleri, karıştırmakta üstüne yok doğrusu! Onun gibi nüfuzlu bir adamı…» India, sert bir sesle, «Onun nüfuzunu filan istemiyorum, Jennifer,» diye söylendi. «Mel’den hoşlanıyorum ve onunla iyi vakit geçiriyorum. Onu, üç yıldan beri tanıyorum. Bu butiği açtığımda muhasebeci tanıştırmıştı bizi. Aslında burasından bize söz eden de Mel’dir…» «Ama o adam sana deliler gibi âşık, biliyorsun bunu.» «Evli bir erkek o ve ben ona âşık değilim.» Jennifer suratını asıp, «Âşık olup da ne yapacaksın?» diye söylendi. «Öyle konuşuyorsun ki, senden üç yaş küçük olduğum halde, bazen kendimi senin annen olacak kadar yaşlı hissediyorum.» India kuru bir sesle, «Annem olsaydın, başkasının kocasıyla çıkmam için başımın etini yemezdin,» dedi. «Hadi canım! Mel kadar zengin erkeklerin karıları olduğu insanın aklına bile gelmez.» India acaba aptallık mı ediyordu? Birkaç saat sonra dükkânı kapatıp dışarıya çıkarken böyle düşündü. Evi, butikten pek uzak değildi. Viktorya stili eski evlerden birinin üst katını satın almıştı ve geniş daireyi çok seviyordu. Mel pek çok kez, ilişkilerinin daha ciddi bir şekle dönüşmesini istemiş, ama genç kız, ona hep evli olduğunu hatırlatmıştı. Şimdiye kadar idealindeki erkeğe rastlamadığı için, o yaşta evlenme fikrini bir tarafa atmak belki de çılgınlıktı.

Nasıl bir erkek aradığını bilseydi, belki bir şeyler yapabilirdi. Ama daha çocukken erkeklere karşı duymaya başladığı soğukluğu ondan söküp atabilecek, onu heyecanlandıracak birisine henüz rastlamamıştı. Ön kapıyı kilitlerken telefonun çaldığını duydu. Hemen içeriye girdi ve mantosuyla çantasını küçük haldeki koltuğun üzerine bırakıp telefona uzandı. Kendisini sık sık arayan birkaç iyi arkadaşı vardı, ama bu kez, karşı taraftakinin kim olduğunu daha sesi duymadan tahmin etti. «Mesajımı aldın mı?» «Evet, aldım Mel, ama korkarım ki…» «Lütfen gel India, seninle ciddi olarak konuşmak istiyorum. Buraya, benim evime gelmeni istesem reddedeceğini biliyorum. Senin evine gelmemi de istemeyeceğinden eminim, onun için dışarıda bir yemek yer ve konuşabiliriz.» Genç kız, onun sesindeki endişe ifadesini fark edince, fazla direnemedi. «Sekizde gelir alırım seni. Jardine’de yiyeceğiz yemeği.» Jardine, bir süre önce açılmış lüks restoranlardan biriydi. Boş masa bulmak aşağı yukarı olanaksızdı. Ama Mel Taylor gibi adamlar, böyle yerlerde istedikleri anda, istedikleri masaya oturabilirlerdi. Mel, küçük bir şirketle başlayıp işlerini büyütmüş ve geniş bir iş imparatorluğu kurmayı başarmıştı.

Belki India’ya yakınlık duymasının nedenlerinden biri de buydu. Genç kızın da, işini kurabilmek için çok çalıştığını, mücadele ettiğini biliyordu. Onun hakkında bir karısı ve özel okulda okuyan iki oğlu olduğundan başka bir şey bilmiyordu. Sürekli olarak işiyle meşgul olduğu için, India, onunla çocukları arasında derin bir uçurum olduğunu tahmin edebiliyordu. Mel’in, karısıyla sorunları konusunda da hiçbir zaman konuşmamışlardı ve genç kız, bu konuda hiçbir şey bilmiyor, bilmek de istemiyordu. Mel’i uzun zamandan beri tanıyordu, ama sık sık görüşmeye altı ay kadar önce başlamışlardı ve genç adam, sürekli olarak India’ ya ilişkilerini geliştirmek istediğini söylüyordu. India, çok acıkmış olduğunu hissetti ve küçük bir sandviç hazırlayıp, mutfaktaki tabureye oturarak yedi. Büyükçe bir salon, iki yatak, bir yemek odası ve mutfakla, iki banyodan oluşan dairesi oldukça büyük ve rahattı. Küçük olmakla birlikte kendisine yeten bir de çalışma odası vardı. Daireyi satın aldıktan sonra, dekore etmek ve döşemek, genç kız için büyük bir zevk olmuştu. Annesiyle babasından, birkaç antika eşya kalmıştı. India da, evini döşerken, bu eşyaları tamamlamak amacıyla, günlerce eski eşya ve antika satan dükkânları dolaşmıştı. Jardine gibi lüks restoranlar, her zaman şık ve modayı izleyen insanlarla dolu olurdu. Onun için iyi giyinmesi gerekiyordu. Ama başkalarına şık, son moda elbiseler diken genç kız, kendisi için bir şeyler dikecek zamanı bulamıyordu ve bu nedenle gardırobu pek zengin sayılmazdı.

Dolabın içini bir süre karıştırıp, birkaç elbiseyi gözden geçirdikten sonra, kapalı yakalı siyah bir kadife elbise seçti ve yatağın üzerine bırakıp banyo yapmaya gitti. Elbisenin yakası krem rengi bir dantelle süslenmişti. Sabahları zamanı kısıtlı olduğundan, bir duş yapar ve hemen çıkardı. Ama şimdi vakti vardı küvetin içine Arpege kokulu banyo köpüğü döküp, rahat bir banyo yapabilirdi. Şimdiye kadar birkaç değişik parfüm denemiş, en sonunda Arpege’de karar kılmıştı. Banyosunu yaptıktan sonra, oldukça pahalı iç çamaşırlarını giyip hazırlanmaya başladı. İnce ipek çoraplarını giyerken, Simon Herries’i ve söylediklerini hatırlayıp, yeniden öfkelendi. O adamın bakışlarından rahatsız olmuştu ve şimdi bile, düşündükçe ürperdiğini hissediyordu. Çok küstah bir tipti. Onun, Jennifer’in söylediği gibi iyi bir âşık olabileceğini de sanmıyordu. Ama yine de, yaşamında pek çok kadın olduğundan emindi. Siyah kadife elbise genç kıza çok yakışmış, teninin rengine uyan krem renkli dantel, harika bir görünüm vermişti. Mel’in hoşlandığını bildiği için, yüzüne her zamankinden biraz daha fazla makyaj yaptı ve yeşil gözlerini, daha da iri ve güzel gösterecek biçimde gölgeledi. Yine Mel sevdiği için, saçını topuz yapıp başının, arkasında topladı ve incili iğneyle tutturdu. Boynuna ve bileklerine parfüm sürerken, kapının vurulduğunu duydu.

Hemen siyah kadife mantosunu kaptı ve koşarak gidip kapıyı açtı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir