Penny Jordan – Yarim Kalan Evlilik

«Sarah?” Genç kadın menajerinin sesini hemen tanımıştı. Telefonu tutan eli kasıldı, sırtında hafif bir ürperti dolaştı. Carew büyük bir neşe içinde, «Sana iyi haberlerim var,” dedi. «Sen sormadan ben söyleyeyim, bu bir reklâm filmi değil. Gerçek bir film, hem de iyi bir film. Dahasını dinlemek ister misin?” Genç adamın sesindeki alaycı ton, Sarah’a artık on sekiz yaşında olmadığını hatırlattı. Yirmi iki yaşındaki bir genç kadının artık böyle haberleri duyunca heyecandan boğazı kurumazdı. «Duruma bağlı,” dedi Sarah. Genizden gelen sıcak bir sesi vardı. Bir keresinde bir yönetmen, sesini ‘çok seksi,’ olarak nitelendirmişti. Ama Sarah, Carew ile çalışmaya başlamadan önce ona, oyunculuk kabiliyetine dayanan ve açık saçık olmayan filmlerde oynamak istediğini, seks sahneleri olan filmlerde oynamayacağını söylemişti. Ve bu söylediklerine de sadık kalmıştı. Ama böyle’ yapması çoğu kez kendi aleyhine olmuş, evinin kirasını ödeyebilmek için geçici sekreterlik ya da, satıcılık gibi işler yapmak zorunda kalmıştı. İyi ücret veren reklâm filmlerinden teklif aldığı zaman da para yönünden biraz olsun rahatlardı.


“Harika bir iş bu”, dedi Carew. «Çok beğeneceksin. Sana senaryonun bir kopyasını hemen yolluyorum, Yarın yönetmenle tanışacaksın. Savoy’da bir öğle yemeği yiyeceğiz. Çok şanslı bir kadınsın Sarah. Çok güzel bir rolün var. Guy Holland, senin çevirdiğin bir şampuan reklâmını görmüş. Dün akşam beni telefonla aradı. Burada olması bile bir tesadüftü., Filmin büyük bir bölümü İspanya’da çevrilecek. Gerçekçi olmaktan çok hoşlanan biridir. Londra’da çok kısa bir süre kalacak…» “Carew, bana biraz da filmden söz et,» diye Sarah onun sözünü kesti. Guy Holland’ın ününü duymuştu. Film dünyasında onu tanımayan yok gibiydi… Onun gibi yalnız bir tane daha yönetmen vardı… Onun adı da, herkesin üzerinde aynı etkiyi bırakırdı. Carew hemen onun isteğini yerine getirdi. «Birinci Richard’ın hayatını konu alıyor.

Sen sormadan ben söyleyeyim, öyle sıradan bir oyun değil. Guy bunun çevirdiği en iyi filmlerden biri olacağından emin, ama senaryo yazarının adını bir sır gibi saklıyorlar. Her neyse, Guy senin, Richard’ın kız kardeşi Joanna’yı oynamanı istiyor. Harika bir rol bu Sarah. Senaryoyu şöyle bir gözden geçirdim, ama Guy’ın da dediği gibi, bu rolü almak için yalvarmaya hazır en azından bir düzine aktris vardır.» “Ama yönetmenin parası kısıtlı ve onun için de benimle idare edecek,» dedi Sarah kuru bir sesle. “Hayır, hiç de öyle değil. Daha önce de söylediğim gibi, Guy gerçekçi olmaktan hoşlanıyor Ve Joanna’ya renk olarak en uygun olan sensin. Bana ilk sorduğu soru, saçının renginin doğal olup olmadığıydı.» Sarah ahizeye dilini çıkardı. Saçlarının kızıl rengi gerçekten de ender rastlanan bir tondaydı. Teni çok açıktı, gözlerinin rengiyse koyu griydi. Ama duygulandığı zamanlarda hafifçe menekşeye dönerdi. “İkinci olarak, saçının uzun olup olmadığını sordu. Reklâm filmini çevirirken, kesmemekte ısrar etmen çok iyi olmuş.

Anladığım kadarıyla, Joanna’yı oynayacak aktrisin saçlarının uzun olması gerekiyor.» Sarah onu dinlerken kendi kendine gülümsedi. Reklâm filminin çekimi sırasında Carew, müşterinin istediği gibi, saçlarını kısa kesmesinde ısrar etmişti. Carew için müşterilerinin istekleri her zaman ön planda gelirdi. «Heyecanlı mısın?» diye sordu. “Hele bir senaryoyu okuyayım da ondan sonra belki heyecanlanırım,» dedi Sarah. Daha fazlasını söylemesine hiç gerek yoktu, çünkü Carew onun ne demek istediğini hemen anlamıştı. «Hiçbir sorun çıkmayacak. Sevişme sahneleri yok. En azından senin için yok. Bunu iyice inceledim. Bir saate kadar senaryo elinde olur. Okurluktan sonra beni ara, tamam mı?» Telefonu kaparken, Sarah heyecanlanmamaya çalışıyordu. Uzun zamandan beri beklediği teklifi sonunda almıştı. Hâlbuki son zamanlarda artık böyle bir teklif alamayacağını düşünmeye başlamıştı.

Bir kere, Londra’da yaşamak ve çalışmak hoşuna gidiyordu. Hâlbuki Londra bir Film merkezi değildi. Sonra, sevişme sahneleri olan filmlerde oynamamakta kararlıydı, bu da oynayabileceği film sayısını çok aza indiriyordu. Ama Carew’nun bütün ısrarlarına rağmen, sanatında ilerlemek için bedenini kullanmamakta kararlıydı. Carew ile çalışmaya başladığı sıralarda, Shakspeare’in, kendi hayatını konu alan oyunundan uyarlanan ‘filmde, Gatsworth’ un metresi Mary Fitton rolünü yeni tamamlamıştı. Bu oyunu nedeniyle çok değerli eleştiriler almıştı. O role bütün sanat kabiliyetini ve ruhunu koymuştu. Belki Mary’nin şuhluğunu benimsemesinin ve… Kapıda asılı duran posta kutusuna bir şeyin atıldığını duydu. Hemen holü geçip, kapıyı açtı. Posta kutusuna atılmış olan paketi alıp oturma odasına yürüdü. Oturduğu daire oldukça küçüktü, ama Sarah burasını çok zevkli ve insanın içine huzur veren bir şekilde döşemişti. Herhalde bu kadar zevkli olmasını ailesine borçluydu. Babası iç dekoratördü, annesiyse onun asistanlığını yapardı. Onların bir uçak kazasında ölmelerinden sonra Sarah hayatta yalnız başına kalmıştı. ,Onu teselli eden tek şey, ikisinin de birlikte ölmüş olmalarıydı.

Bu kaza olduğu sırada Sarah konservatuara daha yeni girmişti. Son anda üniversiteye gitmek istemediğini anlayan genç kız, aktris olmayı tercih etmişti. Mary Fitton rolü ona önerildiği zaman, daha on dokuz yaşındaydı. Shakspeare rolünüyse, yıldızı daha o zamanlar yeni yeni parlamaya başlamış olan Dale Hammond oynuyordu. Sarah’nın tam tersine, Dale filmdeki bu rolüyle bir anda üne kavuşmuştu. Onunla ne, kadar da iyi anlaşırdı… Sarah’nın dudaklarında garip bir gülümseme belirmişti. Bu kadar iyi anlaştıkları için de, duygusal içerikli aşk sahnelerinde birbirlerinden hiç utanmamışlardı. Halbuki diğer aşığını canlandıran, aynı zamanda Shakspeare’in de aşığı olarak bilinen Earl of Southampton rolündeki aktör, Benedictle ile böyle sahneleri çevirmek hiç de o kadar kolay olmamıştı. Senaryoyu zarfından çıkarırken genç kadın hafifçe ürperdi. Benedict ile arasında birden parlayan arzu alevini hatırlamak bile istemiyordu. Ama aralarındaki bu arzu filme bile yansımış, seyirci uzun süre Mary Fitton ile aşığı Southampton arasındaki aşkın etkisi altında kalmıştı. Hâlbuki Senaryo parmaklarının arasından kayıp gürültüyle yere düşünce genç kadın birden kendine geldi. Yere eğilip senaryoyu yeniden kucağına aldı. Önce aceleyle şöyle bir gözden geçirdikten sonra baştan başlayıp büyük bir dikkatle okumaya başladı. İki saat sonra senaryo bitmişti.

Sarah hala okuduklarının etkisi altındaydı. Şu iki saatlik kısa süre içinde, on ikinci yüzyıla kadar küçük bir gezinti yapmış, İkinci Henri’nin üçüncü oğlu olan Richard’ı, oğlunu çok seven annesini ve oğlundan nefret eden babasını daha yakından tanımıştı. Sarah bu senaryoyu kimin yazdığını merak ediyordu. Bir kral olmasına rağmen Richard’ında herkes gibi bir insan olduğunu, çektiği acıları, arzu ile görev arasında yaptığı mücadeleyi bu kadar güzel bir şekilde kaleme alan bu yazarı tanımak isterdi doğrusu. Senaryoda ağırlık Richard’ın kişiliği ve mücadeleleri üzerindeydi. Ama kendisi Joanna’yı oynayacağına göre, öncelikle kendi rolüyle ilgilenmeliydi. Önemli üç sahnesi vardı: Birincisi, kendisi on yedi yaşında iken elli yaşındaki Sicilyalı William ile evlendirilmek üzere ağabeyi Richard tarafından İspanya üzerinden İtalya’ya götürülmesi; İkincisi, Haçlı Seferleri’nden dönmekte olan Richard’ın, kız kardeşini, ölen kocası William’ın erkek kardeşi Tanered’in elinden kurtarmak için Sicilya’ya gelmesi; üçüncüsü de, Richard’ın şövalyelerinden biri olan sevgilisini bırakarak Toulouselu Raymond ile evlenmeyi kabul etmesi. Carew bu rolün kaçırılmaz bir rol olduğunu söylerken şaka etmemişti. Sarah hemen telefonu kucağına alarak menajerinin numarasını çevirdi. «Sesinin tonuna bakılırsa, mest olmuş gibi bir halin var,» dedi Carew ona. «Guy seni seçtiği için ne kadar şanslı olduğunu bir gün anlayacak. Anladığım kadarıyla senaryoyu okumuşsun? Ne düşünüyorsun?” «Ne düşündüğümü biliyorsun,» diye fısıldadı Sarah. “Oh, Carew…” Gözleri yaşlarla dolmuştu birden. Bugüne kadar, mesleğinde umduğu başarıyı elde edemediğine hiç aldırmadığını söylemişti hep kendi kendine, ama her zaman için kalbinin derinliklerinde, bir gün böyle bir rolü oynamak yatmıştı. Bu rolü almak için can atan bir sürü aktris olmalıydı.

Ayrıntılara çok önem veren Guy’ın, Joanna’nın neden uzun kızıl saçları olan biri olmasını istediğini artık biliyordu. “Unutma, daha yarınki görüşme sonuçlanmadı”, diye uyardı Carew onu. «Aslında endişe etmene hiç gerek yok. Guy seni görünce…” “Richard’ı kim oynuyor?” diye sordu Sarah. «Senin eski bir arkadaşın.» Carew’nun anlamlı anlamlı susması üzerine Sarah kanının donduğunu hissetti. «Dale Hammond,» dedi Carew onun bir tahminde bulunmaya kalkışmadığım görünce. «Guy bu rol için en uygun onu buldu. Rengi, tecrübesi. Ayrıca Guy, Richard’ın hem duygulu hem de vahşi bir erkek olarak yorumlanmasını istiyor.» Richard rolü çok iyi bir roldü. Sarah’nın gözlerinin önüne Dale’in Shakspeare rolünü oynaması geldi. Guy haklıydı, bu rol için gerekli olan tecrübe Dale’de vardı. Richard rolünü Guy’ in istediği biçimde yorumlayacak kadar da esnek bir oyuncuydu. Sarah ertesi gün bütün sabahını halk kütüphanesinde, oynayacağı devir hakkında bilgi toplamakla geçirdi.

Randevu saatine bir saat kala eve koştu. Aceleyle giyindi. Üzerine, gözlerinin rengini iyice ortaya çıkaran koyu gri bir elbise giydi. Çok hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarım tepesinde topuz halinde topladı. Aynadaki görüntüsünü inceleyince, Guy’ın üzerinde istediği izlenimi bırakabileceğini gördü. Guy Holland çok zeki bir adamdı. Onu görür görmez, karşısında bir Joanna olduğunu anlayacaktı. Ama Sarah bu konuda ne kadar başarılı olduğunu, onunla tanıştıktan sonra anlayabilecekti. Saat tam birde randevu yerine geldi. Garson onu kokteyl salonunda bir masaya götürdü. Carew onu görünce, gözleri fal taşı gibi açıldı. Aceleyle yerinden fırlayıp Sarah’nın oturmasına yardım etti, Carew kısa boylu, şişman, saçları dökülme ye yüz tutmuş bir adamdı. Baykuşu andıran gözleriyle genç kadını süzerken Sarah onun şaşkınlığını ve hayranlığını gözlerinden okuyabiliyordu, . Sarah yerine oturana kadar, onu ayakta bekleyen Guy elini genç kadına uzattı, Carew gibi onun gözlerinde de büyük bir hayret ifadesi vardı. Guy’ın ilk sorusu Sarah’ı hazırlıksız yakalamıştı.

Elinde tuttuğu Sarah’nın eline bir göz attıktan sonra, genç kadının parmağındaki nikâh yüzüğünü işaret ederek, «Evli misiniz?» diye sordu. «Ben… Ben ayrıldım”, dedi Sarah. Carew hemen atıldı. «Sarah kısa bir süre için Benedict de 1’Is1e ile evliydi,» diye açıkladı. “Öyle mi?. Hafif kır düşmüş siyah kaşları kalkmıştı. “Onu oldukça iyi tanırım. Evlenip ayrılmış olduğunu bilmiyordum.” «O da en az benim kadar bu işi unutmak istiyordur herhalde,» dedi Sarah. Sonra dönüp öfkeyle Carew’ya baktı. Neden böyle bir açıklamada bulunmak ihtiyacını hissetmişti sanki? Sarah’ın, Benedict de l’Isle ile yaptığı bu çok kısa ömürlü evlilikten söz etmekten hoşlanmadığını Carew’nun çok iyi bilmesi gerekirdi. Daha başlamadan biten bu evlilik kendi aptallığından ve Benedict’in suçluluk duygusundan kaynaklanmış ve gerçeği öğrenmesiyle de anında sona ermişti. Tanrıya şükür ki, o sırada kendisine yardım edecek bir dostu olmuştu. Eğer Dale olmasaydı… “Senaryoyu okudunuz. Düşünceleriniz nedir?» diye sordu Guy.

«Harika bir senaryo,» derken Sarah’nın gözleri parlıyordu. «O kadar güzel kaleme alınmış ki, bana sanki yazarını çok uzun bir zamandan beri tanıyormuşum gibi geldi. Yazdıklarını insana hissettirebiliyor. Richard’ın acılarını onunla birlikte yaşıyormuş gibi oluyor insan. Ben…» Guy’ın büyük bir dikkatle kendisini ‘izlemekte olduğunu fark edince kızararak sustu. «Özür dilerim. Herhalde bu tür tepkilere alışmış olmalısınız.” Senaryoyu pek çok kişi methetti, haklısınız,» dedi Guy. «Ama yazarını bu kadar duygulu bulan birine ilk kez rastlıyorum. Her neyse, bu rolün üstesinden gelebilecek misiniz? Dikkatle Sarah’nın vereceği cevabı bekliyordu. Sarah bir sınavdan geçtiğini anlamakta gecikmemişti. «Umarım. Joanna bu oyunun süreci içinde genç kızlıktan kadınlığa geçiyor. Richard’ın şövalyelerinden birine âşık olduğu zaman daha küçük bir çocuk… Ama kendini ona verdiği zaman bir kadın olarak veriyor ve bedelini de Toulouselu Raymond ile evlenerek ödeyeceğin biliyor.» «Sevişme sahneleri çevirmekten kaçındığınız duydum,» dedi Guy.

«Nedenini sorabilir miyim?” Sarah omuzlarını silkti. Avuçlarının içi terlemeye başlamıştı. «Sanırım sevişme sahnelerinin herkese sergilenecek bir olay olmadığına inanıyorum.» «Galiba Richard’ı ve onun sevgilisini oynayacak olan aktörlerimiz de sizinle aynı fikirdeler. Ama maalesef senaryonun onlarla ilgili olan bazı bölümlerinde epeyce açık aşk sahneleri var.» «Ama senaryoda…» Sarah birden kızararak sustu. «Evet, devam edin, sizi dinliyorum,» dedi Guy. «Bu insanın içine işleyen bir duygusallıkla anlatılmış”, diye cümlesini tamamladı Sarah. «Umarım sansür heyeti de sizinle aynı fikirde olur”, dedi Guy. Yanlarına gelen garson onları restorana götürdü. Yemeğin ortalarına doğru Guy, Sarah’yı endişelerinden kurtardı ve rolü aldığını ona bildirdi. «Ama şunu unutmayın, bu rol için pek çok aday vardı”, diye uyardı genç adam onu. “Ama bana göre, bu role en uygun olan kişi sizdiniz… Daha sonra filmde rol alacak olan diğer sanatçılardan söz etmeye başladı. Berengaria’yı, oldukça tanınmış bir film yıldızı oynayacaktı. Berengaria’nın rol icabı çok masum bir kadın olması gerekiyordu.

Hâlbuki Guy’ın sözünü ettiği film yıldızı oldukça seksi bir kadındı. Sarah onun, rolünde başarılı olmasını diledi içinden. Guy sanki onun düşüncelerini okumuş gibi. “Benim seçimim değildi,» deyiverdi. “Şu kadarını söyleyeyim, senaryo ile birlikte geldi. Ben de bu filmi çevirmeyi çok istediğimden, maalesef kabul etmek zorunda kaldım.» Sarah nefesini tuttu. Yoksa bu, Gina Frey’in senaryonun yazarını tanıdığı ve onunla duygusal bir ilişki içinde olduğu anlamına mı geliyordu? Sarah bu soruyu sorsa bile bir cevap alamayacağını hissetmişti. Onun yerine filmin çekim düzenini konuşsalar daha iyi olacaktı galiba. Yemekten sonra hep birlikte Carew’nun ofisine döndüler ve kontratı imzaladılar. Sarah ay sonuna kadar İspanya’da olmaya söz verdi. Guy gittikten sonra Carew’ya dönerek, “Burada kalmam için bir neden yok zaten,» dedi. «Kendine bol bol güneş yağı ve güneş kremi al… diye uyardı Carew onu. “Bütün yaz boyunca film setinde olacaksın. Yanarsan bu Guy’ın hiç hoşuna gitmeyecektir.

Acaba neden senin evli olup olmadığını merak etti dersin?» Düşünceli düşünceli Sarah’yı süzüyordu. Genelde iyi kalpli, yumuşak huylu bir adam olmasına rağmen, Sarah’nın, evliliğinden söz etmekten kaçınması onu rahatsız ediyordu. Benedict de l’Isle film dünyasında ünlü bir addı ve Sarah onun adından pekâlâ yararlanabilirdi. Sarah ona ilk kez geldiği zaman da bu evlilikten söz etmemişti. Ama onun hakkında bir araştırma yapan Carew bu bilgiyi eski gazetelerden edinmişti. Gazetelere göre Sarah, Mary Fitton rolünü oynarken, oyun icabı onu mahveden sevgilisine gerçek hayatta âşık olmuştu ve filmin çekiminden kısa bir süre sonra da evlenmişlerdi. Ve bundan bir hafta sonra da her şey bitmişti. Benedict de I’Isle’ın gazetecilere söylediği aynen şöyleydi: ‘Yeni eşim, tıpkı oyundaki Mary Fitton gibi, iki sevgilisi arasında bir seçim yapmak zorunda kaldı ve sonunda yanlış bir seçim yaptı.’ Carew dikkatle Sarah’yı süzüyordu. Eğer l’lsle doğruyu söylüyor ve eğer gerçekten Sarah ile Dale sevişiyorlar idiyse, o zaman… Bir an önce kütüphaneye, kitapların arasına dönme k için sabırsızlanan Sarah onun bu düşünceli halinin farkında bile değildi. Bu rol ona Tanrıların bir armağanıydı. Eğer bir on iki ayı daha film dünyasında kendine iş bulmadan geçmiş olsaydı, belki de sonunda mesleğini terk etmek zorunda kalırdı. Ama bu rolü almıştı işte. Film dünyasına kendini ispat etmekte kararlıydı bu kez. Prenses Joanna olmak, Hıristiyan hükümdarlığınınşımarttığı bu çocuğun bir gün gelip kendini bir kadın olarak bulması ve hayatin gerçeklerine boyun eğmesi… Prenseslerin birer piyon olduklarını ve anlaşmaları bağlamak için satılabildiklerini öğrenmesi… İKİNCİ BÖLÜM Guy ona, havaalanından onu almaya bir araba yollayacağını söylemişti.

Terminal binasından çıkan Sarah kendini İspanya’nın sıcak gecelerinden biriyle karşı karşıya buldu. Tam turist mevsimi olduğundan, uçaklarda yer bulabilmek epeyce zor olmuştu. Sonuçta, geç bir saatte kalkan bu uçakta ancak yer bulabilmişti. Film ekibine en son katılacak oyuncu kendisiydi. Guy’ın anlattıklarına göre, Richard’ın gençliği ve babasıyla olan çatışmalarını konu alan bölümler daha önceden stüdyoda çekilmişti. Kendi kendine, bu kadar sinirli olması için hiçbir neden olmadığını hatırlattı. Çevresine bakındı. Acaba bu park etmiş duran arabalardan hangisi onu almaya gelen arabaydı? «Sarah! Tatlım benim!» Kendisine doğru yaklaşmakta olan bu uzun boylu ve yapılı adamı tanıyamamış olsaydı bile, onun, ‘Tatlım benim!’ sözcüğü, Sarah’ya, Shakspeare’in çekimlerindeki rol arkadaşını hatırlatmaya yeterdi. Küçük bir sevinç çığlığı atarak genç adama doğru koştu. «Dale! Beni yere indir!» Genç adam onu kollarının arasına alıp havada çevirirken bir yandan da genç kadını dudaklarından öpüyordu. «Bana bahşettiğin bu şeref beni çok onurlandırdı,» diye takıldı Sarah genç adama. «Lordum buraya kadar beni almak için zahmet ettiler demek?» “Yalnız gelmedim,» dedi Dale onu yere bırakarak. Sonra arkasında duran genç adamı Sarah’ın görebilmesi için yana çekildi. Dale’in biraz’ önceki gösterisine bıyık altından gülmekte olan uzun boylu, kahverengi saçlı genç adam bir adım öne gelerek genç kadına gülümsedi. «Seni müstakbel sevgilinle tanıştırayım,» dedi Dale.

«Paul, seni Sarah ile tanıştırayım.»’ El sıkıştılar. Sarah’nın bu genç adama hemen kanı kaynamıştı. Onun iç huzurunu bir zamanlar kökünden sarsan Ben’e benzer hiçbir yanı yoktu Paul’un. Sarah’nın içi biraz olsun rahatlamıştı. Dale kadar canlı bir insan olmamasına rağmen genç adamda çekici Ve insana emniyet hissi veren bir hava vardı. Birkaç saniye içinde kaynaşmışlardı. Ama Dale’den yana dönen Sarah, onun kaşlarının çatıldığını fark edince, birden ürktü. «Dale, bir şey mi oldu?» diye sordu tereddütle. Sarah’nın hatırladığı kadarıyla, Dale bu tür sevimsiz olaylara gülüp geçecek kadar rahat bir insandı. Paul’un de çok düşünceli bir hali vardı. Sarah merakla bir ona bir diğerine bakıyordu. Paul hemen, «Ben bavulları bagaja koyayım,» diye atıldı. Dale, «Seni almak için buraya’ kadar gelmemin başlıca nedeni, seni uyarmaktı Sarah,» dedi. “Uyarmak mı?» Sarah irkilmişti.

«Evet. Paul de benimle birlikte gelmekte ısrar etti. Başıma bela oldu diyebilirim. Sana nasıl baktığını gördükten sonra, bu dostluğu ilerletmeye çalışırsa, buna hiç şaşmam doğrusu. Onun hakkında ne düşünüyorsun?” Sarah ne kadar sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak, «Onunla daha yeni tanıştık,» dedi. «İyi bir insana benziyor, ama ben özel ilişkilere açık değilim… Bunu sen de biliyorsun Dale…» «Şey… Seni deniyordum.» Dale’in dudaklarındaki gülümseme dostçaydı. «Paul birkaç saniye sonra yanımızda olur. O gelmeden sana her şeyi açıklayayım. Yönetmenimiz değişti.» Sarah sinirlerinin iylce gerildiğini hissediyordu. «Ben filmi bizzat Guy’ın yöneteceğini sanıyordum,» diye itiraz etti. «Başlangıçta öyleydi,» dedi Dale. «Eğer yönetmenin değişeceğini bilseydim, başından bu rolü kabul etmezdim zaten. Her neyse, Guy’ın ‘bundan önce çevirdiği filmin bazı sahnelerinin yeniden çekilmesi gerekiyormuş.

Bu filmi finanse edenlerse, filmin sonbaharda sinemalarda gösterilmesini istediklerinden, yerine başka bir yönetmen getirdiler.» Paul’un bagajı kapattığını duyan Dale, Sarah’ya aceleyle baktı. «Yeni yönetmenimiz Ben!.» Sarah’nın olduğu yerde hafifçe sallandığını görünce onu kolundan tuttu. «Bu haberin senin üzerinde şok etkisi yaratacağını bildiğimden, bunu sana ilk söyleyecek olanın ben olmasını istedim. Tanıdığım kadarıyla, o ahlaksız adam seni hazırlıksız yakalamayı amaçlıyordu. Ondan boşanmakla akıllılık ettin.» Sinsi sinsi genç kadına baktı. «O sıralarda Amerika’daydı sanırım. Shakspeare biter bitmez gitti, değil mi?” Sarah ona cevap vermedi. Verecek halde değildi. Demek Richard’ın çekimini Ben yönetecekti inanamıyordu! İnanmak da istemiyordu! Paul yanlarına gelmişti. Genç kadının yüzündeki solgun ifadeyi fark ettiyse bile, bundan söz etmeyecek kadar nazik bir insandı. Arabanın ön kapısını açıp Sarah’nın binmesine yardım etti. Hatta uzanıp genç kızın emniyet kemerini de bağlaması üzerine Dale hafifçe kaşlarını kaldırıp yan yan onlara baktı.

Paul’a, «Sarah’yı o kadar kolay elde edece1ğini, sanma,» dedikten sonra Sarah’ya dönüp, ‘Korkma yanında ben varım,’ gibilerden gülümsedi. «Başoyuncuya kapılmanın ne kadar tehlikeli olduğunu Sarah çok iyi bilir, öyle değil mi tatlım?” Sarah, Dale’in kendisine takıldığını biliyordu. Ama Paul’un yüzünde beliren ifade karşısında, Dale’in patavatsızlığına da kızmaktan geri kalmadı. Paul hemen araya girerek, «Bazen olur böyle şeyler,» diyerek konuyu geçiştirmeye çalıştı. «Böyle söylemekle beni kastediyorsan, yanılıyorsun,» dedi Dale. «Sarah ile benim aramdaki, ilişki çok özeldir.» Bir bakıma öyleydi. Sarah dönüp Dale’e gülümserken, Ben’in yüzünü hayalinden silme ye çalışıyordu, Ben, Shakspeare’deki rolüyle tam bir başarı elde etmiş, ama bununla yetinmeyerek yönetmenliğe de el atmıştı. Birinci sınıf bir oyuncu olduğuna dair Sarah tanıklık edebilirdi. ‘Tanrım, o zamanlar ne kadar da safmışım meğerse!’ diye düşündü. Doğrusu Dale ona çok yardımcı olmuştu. Eğer Dale olmasaydı, Sarah hiçbir zaman Ben’in kendisini nasıl aldattığını öğrenemeyecekti. Sarah, Ben’in kendisini gerçekten sevdiğini sanmıştı, hâlbuki Ben, bir iddia üzerine ona sahip olmuştu. Şimdi bile, bu olay hatırına geldiği zaman, tüyleri diken diken oluyordu. Evlendiklerini öğrendiği zaman telaşa kapılan Dale, Sarah’yı korumak amacıyla, ona gerçeği olduğu gibi anlatmıştı.

Canından çok sevdiği Ben onunla, sırf bir iddiayı kazanmış olmak için evlenmişti! Başlangıçta, Dale’in, bu konuda bilerek işlediği bir suç yoktu. Shakspeare’in çevrilmesine ‘başladıkları zaman Dale, Ben ile. Sarah’yı yatağa ilk kendisinin atacağına dair bin sterlinine iddiaya girmek istemiş, Ben de bu iddiayı itirazsız kabul etmişti. Dale Sarah’ya olayları anlattığı zaman, yaptıklarından dolayı çok utandığını ve üzüldüğünü, ancak o sıralarda genç kızı iyi tanımadığından, bunu bir oyun olarak başlattığını, gerçekte ise Ben ile aralarında sürekli bir yarış olduğunu açıklamıştı. O sıralarda Dale, Ben’den daha tanınmış bir aktör olduğundan, Ben hiç olmazsa iddiayı kazanarak onu yenmeye kararlıydı. Sarah’nın bu iki arkadaş arasındaki sürtüşmeden haberi olmadığı gibi, kendisi üzerine bir bahse tutuştuklarını da bilmiyordu. Ama daha ilk karşılaştıkları andan itibaren Dale’in kendisiyle flört etmeye çalıştığının da farkındaydı. Ancak o sıralarda Sarah’nın gözü Ben’den başkasını görmüyordu. Duygularına gem vurmaya çalışmasına rağmen, daha ilk gördüğü andan itibaren Ben’e âşık olmuştu genç kız. Ben de ona büyük bir yakınlık göstermişti. Ancak Sarah, aralarında gelişen bu yakınlığın set dışına taşmasını istemediğini de belirtmekten geri kalmamıştı. Bunun üzerine Ben ona evlenme teklif etmişti. Sarah, Ben’in, kendisini gerçekten sevdiğini Ve arzuladığını sandığından, bu teklifi hiç tereddüt etmeden kabul etmişti. Yoksa Ben’in, sırf Dale ile girdiği bir iddia yüzünden kendisine böyle bir teklifte bulunduğu aklının ucundan bile geçmemişti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir