Pertev Naili Boratav – Nasreddin Hoca

Her kültürün büyük sözlü kaynakları, bu kaynakları harekete geçiren büyük simge-kahramanları olur: Hikayeleri ağızdan ağıza, yöreden yöreye, dilden dile dolaşırken çoğalır, değişir, aslından zenginleşerek uzaklaşır, aslına zenginleşmiş olarak döner, dönüşür, birilcir. Anadolu kültürünün en güçlü figürü hiç şüphesiz Nasreddin Hoca’ dır. Bir başlangıcı, bir gerçekliği var mıdır bu damarın; bir yüzü, bir künyesi, sicili var mıdır Hoca’nın, belli bir noktadan sonra bunu kestirrnek hem güçleşir, hem de anlamını yitirir: Birden fazla doğum yeri, doğum tarihi, giderek çoğal sayılabilecek bir kimliği olması, Nasreddin Hoca’nın halkı simgelediği görüşünü doğrular. Pertev Naili Boratav’ın 42 yıldır üzerinde çalıştığı; dünyanın pek çok kütüphanesinden elde ettiği yazma mikrofilmlerini tek tek tarayarak, değişkenlikleri karşılaştırarak oluşturduğu bu “corpus” birkaç açıdan heyecan vericidir: Nasreddin Hoca hikayeleri, ilk kez, çağımızın en büyük halkbilimcilerinden birinin yarım yüzyıla yakın bir süreye yayılan uğraşı sonunda, bütünlüğünde bir araya getirilmektedir. Önce Türkiye’de, kültürel anavatanında; sonra Fransa ve Almanya’da, hem de UNESCO’nun Nasreddin Hoca yılı ilan edece7 PERTEV NAJLI BORATA V ğini duyurduğu 1996 yılında bu yayın etkinliğinin gerçekleşmesi, “olay”a uluslararası boyutunu yüklemektedir. Ama, bundan da canalı cısı: Yerkürenin hoşgörüsüzlük sisi içinde görünmez hale geldiği, ülkenin farklı nedenlerle gergin bir atmosfere sürüklendiği bir dönemde Nasreddin Hoca’nın bildik bilmedik yönleriyle karşı kefeye olanca ağırlığıyla yerleşmesi, yumuşaklığa ve hoşgörüye yeniden çağrı anlamı taşıyan kimliğini, efsanesini, zekasını bir kez daha devreye sokmasıdır. Nasreddin Hoca’da billurlaşan anonim halk duyarlığı pek çok nedenle yol göstericidir: Sessiz Anadolu insanı, Tekvin ile Malışer arası sürüp giden hayat yokuluğunu kalender, renkli, bilge bir yaklaşımla göğüslemiş, yüzyıllar boyu kendisini kuşatmaya çalışmış bütün baskıcı odakların karşısında Hoca’nın hikayelerine yer eden panzehiri kullanmıştır. Bu yerel dokunun dikkat çekici bir boyutu da, insanoğlunun sert dünya önünde bulduğu çözümlerin evrensel içeriğin parçası olduğunu kanıtlamasıdır: Nasreddin Hoca hikayelerini Uzak-Doğu haika ve renga1arıy1a, karanlık Ortaçağ Avrupa’sının ışıltılı Carmina Burana metinleriyle karşılaştırdığımızda netleşen bir görüntüdür bu. Nasreddin Hoca çalışmasının, öte yandan, çağımızın en güçlü kültür bilginlerinden birinin, Pertev Naili Boratav’ın “opus magnum”u olduğu düşünülürse, elimizdeki kitabı bütün bütüne sıradışı kılan özellik açığa çıkacaktır. Nasreddin Hoca: Zaman zaman ne kadar çağdışı kaldığımızı gösteren çağdaşımız değil midir? ENISBATUR /lSTANBUL/1996 NASREDDIN HoCA İKİ HOCA ARASI NDAN I Türkiye kadar kendi kültürünü istemeyen ülke azdır. Yıllar yılı, Anadolu’nun engin ve zengin, çeşitiilikle dolu, çetrefil kültür yapısıyla övünüldüğüne tanık olduk bir yandan; bir yandan da, o toplunun eriyip ayrışması, kimi bileşkenlerinin hiçe sayılması için ciddi uğraş verildiğini gördük. Prehistoryayla ilgilenenler düşlemci, Antik Çağ ve Heleniscik Döneme yoğunlaşanlar yabancı değilse dışarlıklı, Bizans’a eğilenler yarı yarıya hain, çoğulculuğu savunanlar en hafifinden saf sayıldılar. Sonunda anlaşıldı ki, Türk-İslam bireşiminin, Osmanlı mirasının ateşli yandaşları, iş başa düştüğünde, kültür konularına hepten kayıtsızlar: Salıipieniyor göründükleri bir uygarlığın ürünlerini yıkıma, buharlaşmaya, talana terk etmekte beis görmediler. II İki avuç insanı elbette ayırıyorum. Bu topraklardan farklı inanışlara, dünyagörüşlerine, kültür felsefelerine sahip, ama konuya bağlılıkları açısından ortak duyarlık sancıları taşıyan saygın kişiler geçti.


Abdülbaki Göl pınarlı, Sabahattin Eyüboğlu, Niyazi Berkes yan yana oturmayı bilirlerdi. Divan edebiyatı aşığı Tanpınar’ın en yakın dostu 9 PERTEY NAİLİ BORATAV Halk edebiyatına sevdalı Ahmet Kutsi Tecer’di. Bizim kuşağımız hem Ülgener’in, hem de İdris Küçükömer’in önemsenebileceğinı, hem Azra Erhat’tan, hem de Samiha Ayverdi’den aynı anda beslenilebileceğini onlardan öğrendi. Sonra, gün geldi, binlerinin ve öbürlerinin pek bir anlamı kalmadı. Bir başka gün, içine düştüğümüz kuraklığın sonımlularını, oradan çıkışın yollarını arayacak binlerinin çıkmasını umalım. Bu “Tatar Çölü”nün ötesinden daha büyük ve kalıcı bir kabusun gelmemesini de. III Bir kültürün istenmemesi, onun ıje gelmemesine sıkı sıkıya bağlıdır aslında. Anadolu yarımadası, karşıtlıkların sahnesidir. Troya’dan Hitit tabletlerine, Antakya’da müthiş Pagan metinleri kaleme alan Julianus’tan Tarsus ermişlerine, ikonakuruculardan ikonakırıcılara, Digenis Akritas destanını yazanlardan Divriği gibi bir anıteseri yaratanlara, Yunus Emre’den lbni Arabi’ye, Pir Sultan Abdal’dan Nedim’e, Matrakçı Nasuh’tan Mehmed Siyah Kalem’e, AkiPden Fikret’e uçlar arasında örülmüş bir bütünlüktür karşımızdaki – bunu böylece kabul edebilseydik. Kabul edemeyenler örtmeye, örterneyenter uzaklaştırmaya, o da olmadığında indirgemeye, hafıfletmeye, ehlileştirmeye davrandılar. Dokuz köyden tasfiye edilenler oldu; neyse ki dirençleri kırılmadı. Pertev Naili Boratav onların başında gelir. Anadolu kültürünün bu büyük kazıcısı, yıllar yılı, zorlandığı göçünde N asreddin Hoca’ dan ayrılmadı, iğneyle kuyu kazarak gözdeğmemiş elyazmalarını topladı ve sonunda istenmeyen Hoca’yı önümüze taşıdı – yazık ki cadı avı henüz bitmemişti. IV “Nasreddin Hoca’yı böyle bilmezdik.” Bu cümle, ufkumuzda, “biz Hoca’yı böyle istemiyoruz”un bir çevirisi olarak belirdi aslında.

Karagöz metinlerinde olduğu gibi ayıklanmış, aklarup paklanmış, bu yoldan yükü atılmış bir “corpus”te uzlaşılmasıydı amaç; aşırılık fazlalıktı, halk kaynaklı bir bilgeliğin halkı korumak, ola ki kendinden 10 NASREDDIN HOCA korumak için törpülenmesiydi hedeflenen. Boratav’ın ulaştığı elyazmalarına şüpheyle bakanlar gördüm, duydum. Tersine, kök kültürün açığa çıkarılmış bu boyutundan gönenç duymak gerekmez miydi? Yakası açılmadık Carmina Burana şarkılarının, Villon’un ağzıbozuk şiirlerinin, Gargantua’da patlayan şen bilim dilinin bir karşılığının bu topraklarda da duyulmuş, yayılmış olduğunu öğrenmekten bir gurur payı çıkaramaz mıydık? Olduysa bile, akıl erdirilmesi güç bir suskunluk eşliğinde olmuş olmalı: Boratav’ın Nasreddin Hoca’sıyla ilgili, on yıl içinde dişe dokunur bir yorum, bir çözümleme-değerlendirme girişimine rastlamadım. V Bütün bunlar, bizim Hoca’nın eşeğine ters bindiğini sanmamızı açıklıyor bana kalırsa; düzü tersten ayıramayan oysa aklımıza yerleştirilen optik. Geniş Türkili’ne, ondan ötesine yayılan bu en küçük hikayelerden, mantıkçının külahım önüne düşüren, feylesofun ayağının altına muz kabuğu süren, siyasa adamını ağzından çıkan söz yumağında boğan, din adamını ikiyüzlülüğünde kekeme kılan bir üslılp sızar. Onlarca sinema başyapıtına imzasını atmış Carriere, senaryo yazımı derslerinde Nasreddin Hoca’nın kıssalarındaki tekniğin ekonomisinin altını çizer: Bir şey ancak bu kadar iyi anlatılabilir. Öyleyse, yalnızca alternatif bir ahiakın uyarıcılığıyla sınırlı görülmemeli bu hikayeterin çekirdek-önemi, bir o kadar da Türkçe’nin en usta söz sanatı örnekleri arasında başı çektikleri anımsanmalı: Hoca’nın dili belli ki zekasıyla atbaşı kıvraklıktaymış. VI Boratav’ın Nasreddin Hoca’sı, kültür birikimimizin bir avuç temel, kaynak metni içindeki yerinden bakryor. Biz onu görebilecek miyiz, gözgöze duracak yürekliliği gösterebilecek miyiz – bu karşılaşmadan kazanımlı çıkıp çıkmamak hala elimizde.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir