Philip K. Dick – Palmer Eldritch’in 3 Stigmatası

Uyandığında başı anormal derecede ağrıyan Barney Mayerson kendini tanımadığı elektronik bir binanın tanımadığı yatak odasında buldu. Yanında yatak örtüsünü çıplak, pürüzsüz omuzlarına kadar çekmiş, tanımadığı bir kız yatıyordu. Hafifçe nefes alıp veren kızın birbirine karışmış saçlan, pamuk beyazıydı. Kendi kendine “bahse girerim, işe geç kaldım,” dedi, yataktan çıktı ve gözleri kapalı halde sendeleyerek ayakta durmaya çalışırken, mide bulantısını bastırmaya uğraşa. Bildiği tek şey ofisine arabayla en az birkaç saat uzaklıkta olduğuydu; belki de Birleşik Devletler’de bile değildi. Ama Yeryüzündeydi; sendelemesine sebep olan yerçekimi aşina olduğu, normal bir şeydi. Ve orada, yan odada, kanepenin yanında ona tanıdık gelen bir çanta vardı, bu psikiyatrisi Dr.Smile’ın içinde durduğu çantaydı. Çıplak ayak odaya girip çantanın yanına oturdu; çantayı açtı, düğmelere bastı ve Dr.Smile’ı açtı. Göstergeler çalışmaya başladı ve mekanizmadan uğultular yükseldi. Barney makineye, “Neredeyim?” diye sordu. “Ve New York’tan ne kadar uzaktayım?” Esas mevzu buydu. O sırada mutfak duvarına asılı olan saati gördü; sabah yedi buçuktu. Hiç de geç değildi.


Dr. Smile’ın taşınabilir uzantısı olan mekanizma, Barney’in New York’taki dairesinin bodrumunda duran bilgisayara bir iletişim cihazı ile bağlıydı. Renown 33 adlı mekanizma, alız bir sesle, “Aa, Bay Bayerson,” dedi. “Mayerson,” diye düzeltti Barney, bir taraftan da titreyen parmaklarıyla saçlarını düzeltiyordu. “Dün geceyle ilgili ne hatırlıyorsun?” Etrafta gördüğü boş burbon şişelerine, limonlara, soda şişelerine ve mutfak tezgâhında duran buz kutusuna giderek artan bir hoşnutsuzlukla baktı. “Bu kız kim?” “Yataktaki kız Bayan Rondinella Fugate. Kendisinin de size söylediği gibi, ona Roni demenizi istiyor,” dedi Dr. Smile. İsim belli belirsiz tanıdık gelmişti ve tuhaf bir biçimde Barney’e tüm bunlar işiyle ilgili bir durummuş gibi geliyordu. Çantaya bakarak, “Dinle,” dedi ama o sırada yatak odasından sesler geldi ve Barney aceleyle Dr.Smile’ı kapatıp, ayağa kalktı. Üzerinde sadece iç çamaşırı olduğu için utandı; kendini odada duran uygunsuz bir şey gibi hissetti. “Kalktın mı?”dedi kız uykulu bir sesle ve yatakta debelenerek, doğruldu. Sonra da geçip, adamın karşısına oturdu; Barney, kızın büyük, güzel gözlerine baktı ve onun epeyce hoş olduğuna karar verdi. “Saat kaç ve kahveyi koydun mu?” Barney aceleyle mutfağa girdi ve ocağı yumruklayarak çalıştırdı; ocak, kahve için su kaynatmaya başlamıştı.

O sırada bir kapı sesi geldi; kız banyoya girmişti. Su akmaya başladı. Roni duş alıyordu. Barney oturma odasına dönüp, Dr. Smile’ı yeniden açö. “Bu kızın P. P. Layouts ile ilişkisi ne?” diye sordu. “Bayan Fugate sizin yeni asistanınız; Çin Halk Cumhuriyetinden dün geldi. Orada P. P. Layouts’un Moda-Öncesi danışmanı olarak çalışıyordu. Ancak, Bayan Fugate, her ne kadar yetenekli biri olsa da, son derece tecrübesiz, Bay Bulero da onun kısa bir süre sizin asistanlığınızı yapmasına karar verdi, “sizin altınızda,” asistanlık yapmasına diyecektim ama olanları düşünecek olursak, bu kelime yanlış anla-” “Harika,” dedi Barney. Yatak odasına girdi, kıyafetlerini buldu. Yere atılmışlardı ki bunu yapan şüphesiz kendisiydi- ağır ağır giyindi; hâlâ berbat hissediyordu, kendini tamamen bırakıp, kusmamak için çabaladı.

“Doğru,” dedi Dr.Smile’a, gömleğinin düğmelerini ilikleyerek, oturma odasına dönerken. “Bayan Fugate ile ilgili Cuma günü gelen notu hatırlıyorum. Yeteneğinde istikrarsızmış. ABD’nin savaş fotoğrafları…düşünebiliyor musun, kız bunun Çin’de sıkı bir hit olacağı tahmininde bulunmuş,”dedi gülerek. Banyo kapısı açıldı; Bar ney, Roni’yi şöyle bir gördü; kız, pembe, plastiğimsi ve tertemizdi; kendini kuruluyordu. “Bana mı seslendin canım?” 1 dedi. “Hayır,” dedi Barney. “Doktorumla konuşuyordum” “Herkes hata yapar,”dedi Dr. Smile, durumu önemsemediğini belli eden bir sesle. “O ve ben, nasıl oldu da—” dedi Barney, yatak odasını işaret ederek, “bu kadar kısa zamanda.” “Kimya,” dedi Dr. Smile. “Hadi ama.” “İkinizde gelecekte yaşanma ihtimali en yüksek olan şeyleri görebiliyorsunuz.

Önünde sonunda birbirinize tutulacağınızı ve aranızda cinsel bir şeyler geçeceğini öngördünüz ve birkaç içkinin ardından “ne diye bekleyelim ki?” dediniz. Hayat kısa, sanat-” Çanta konuşmayı kesti çünkü Roni Fugate banyodan çıkıp oturma odasına girdi ve çıplak halde Barney’in önünden geçip, yatak odasına doğru devam etti. Kızın dar, uzun bir vücudu vardı, “arka tarafı gerçekten muhteşem,” diye düşündü Barney, ayrıca, ufak, dik göğüsleri vardı ve meme uçlan onlara uygun birer pembe bezelyeden daha büyük değildi. Hayır, “pembe inci,” diye aklından geçenleri düzeltti Barney. “Dün gece sana soracaktım,” dedi Roni Fu6 45 gate, “Neden bir psikiyatrikte danışıyorsun? Ve bir de Tann aşkına, onu her gittiğin yere yanında götürüyorsun; bir kez kendi haline bıraktığını görmedim- ve şeye kadar da açıktı—” Kız tek kaşını kaldı np, sorgulayan gözlerle ona baktı. “En azından o zaman kapattım,” dedi Bar-ney. “Sence ben güzel miyim?” Kız ayak parmaklarının üzerinde yükselip, gerindi ve ardından Barney’in şaşkın bakışlanna rağmen hoplayıp, zıplayarak bir takım hareketler yapmaya başladı, göğüsleri sallanıyordu. “Kesinlikle öylesin,” diye mırıldandı şaşkınlık içerisindeki Barney. “Her sabah bu BM Weapons Wmg egzersizlerini yapmasam, bir ton kilo alırdım. Gidip kahve koyar mısın, canım?” “Sen gerçekten P. P. Layouts’taki yeni asistanım mısın?” dedi Barney. “Elbette, ne yani, hatırlamıyor musun? Ama sanınm sende geleceği görme konusunda en usta olanların çoğu gibisin; geleceği o kadar iyi görüyorsun ki geçmişe dair anımsadıkların bulanık. Dün geceyle ilgili hatırladıkların tam olarak ne?” Kız egzersize ara vermiş, hızlı hızlı nefes alıyordu. “Oh,” dedi Barney belli, belirsiz.

“Sanırım her şeyi.” “Dinle. Yanında bir psikiyatrist gezdirmenin tek sebebi görevlendirme çağrısı alman olabilir. Doğru mu?” Barney bir süre durup, ardından başını “evet,” anlamında salladı. İşte bunu hatırlıyordu. Aşina olduğu uzun mavi-yeşil zarf bir hafta önce gelmişti; gelecek Çarşamba Bronx’daki BM askeri hastanesinde zihinsel kontrolü yapılacaktı. “Yardımı oldu mu? O-” Kız, başıyla çantayı işaret emişti. – o seni yeterince hasta etti mi?” Dr.Stniie’ın taşınabilir uzantısına bakan Barney, “Ettin mi?”diye sordu. “Ne yazık ki hâlâ oldukça tutarlısınız, Bay Mayerson; Freud ölçeğiyle on birim strese dayanabilecek durumdasınız. Üzgünüm. Ama hâlâ birkaç günümüz var; daha yeni başladık.” Yatak odasına giren Roni Fugate iç çamaşırını aldı ve ayağını içine soktu. “Bir düşün,” dedi sorgulayan bir tavırla, “Eğer görev çağnsı aldın-sa Bay Mayerson ve eğer kolonilere gönderilirsen… belki de kendimi senin yerinde bulurum.” Kız harikulade görünen dişlerini göstererek, gülümsedi.

Bu can sıkıcı bir olasılıktı. Ve Barney’in geleceği görme yetisi de ona bu konuda yardımcı olmuyordu: sonuç, nedett-sonuç ilişkisi ile dengeli olarak havada salmıyordu. “Sen benim işimle başa çıkamazsın,” dedi Barney. “Çin’de bile üstesinden gelemedin, hem de iklim koşullarını düşünecek olursan, orada6 45 PALMER ELDRİTCHMN ÜÇ STİCMATASİ ki kısmen daha basit bir durum,” Ama kız bir gün bunu başarabilirdi; bunu hiç zorlamadan öngörebiliyordu. Kız gençti ve doğuştan gelen bir yeteneği vardı, yapması gereken tek şey, Bar-ney mesleğin en iyisi olmasına rağmen, aradaki birkaç senelik tecrübe farkını kapatmaktı. Durum üzerine kafa yormak tamamen ayılmasını sağladı. Başka bir koloniye gönderilme ihtimali epeyce yüksekti, ayrıca gönderilmese bile, Roni Fugate pekâlâ da herkesin istediği, güzelim işini elinden alabilirdi. Bu işi alabilmek için on üç senesini vermiş, amacına oldukça ağır adımlarla ulaşmıştı. Bulduğu çözüm de pek acayip olmuştu doğrusu: kadınla yatmak. Bu çözüme nasıl ulaştığını gerçekten merak ediyordu. Çantanın üzerine eğilip, kısık sesle, “Her şey bu kadar berbatken ben nasıl oldu da-” dedi. “Ben yanıtlayabilirim,”dedi Roni Fugate yatak odasından seslenerek; dar, açık yeşil bir ceket giymiş, aynanın karşısında düğmelerini ilikliyordu. “Dün gece, beşinci burbonu devirdikten sonra, dedin ki-” Kızın gözleri parlıyordu. “Dediğin şey biraz kabacaydı. Şöyle dedin, “bükemediğin eli öpeceksin,” ama korkanm, kullandığın fiil, ‘öpmek,’ fiili değildi.

” “Hımm,”dedi Barney ve kendine kahve koymak için mutfağa gitti. Neyse, en azından New York’tan uzakta değildi, yani eğer Bayan Fugate, P. P. Layouts’un çalışanlanndan biriyse iş yerine arabayla gidebilecek bir mesafede olmaları lazımdı. Birlikte gidebilirlerdi. Müthiş doğrusu. Acaba iş verenleri Leo Bulero bu durumu bilse, onaylar mıydı? Çalışanların birbirleriyle yarmalan ile ilgili resmi bir şirket politikası var mıydı acaba? Başka her konuda vardı mesela …gerçi tüm vaktini Antartika’nm tatil köylerinde ya da Almanya’nın E-Terapi kliniklerinde geçiren bir adamın, kendisinin paçayı sıyırmış olduğu her mevzuda nasıl kural koyabildiğin! anlamak mümkün değildi. Kendi kendine, “Bir gün ben de New York’un 80 derece sıcağından yırtıp, Leo Bulero gibi yaşayacağım,” dedi. O sırada yer sarsılmaya başladı; binanın soğutma sistemi çalışıyordu. Gün başlamıştı. Mutfak penceresinden, diğer binalann ardında belirmeye başlayan düşman güneşi görebiliyordu; gözlerini kapadı. Evet, anlaşıldı, yine gayet sıcak bir gün olacaktı, muhtemelen derece 20 Wagner’e kadar çıkacaktı. Bunu anlayabilmek için geleceği görebilmeye gerek yoktu. * * * New Jersey, Marilyn Monroe banliyösündeki binanın can sıkla ölçüde yüksek 492.kattnda, Richard Hnatt oturmuş, kayıtsızca kahvaltı ediyor ve yine kayıtsızca, görüntülü sabah gazetesinde bir önceki güne dair verilen hava sendro-mu haberlerine göz atıyordu.

Ana buzdağı Ol’Skintop, son yirmi dört saat içerisinde 4.62 Grables daha geriye çekilmişti. Ve New York’ta gündüz ısısı, bir önceki güne göre 1.46 Wagner daha artmıştı. Okyanuslar buharlaştığı için nem de 16 Selkirks daha yükselmişti. Anlaşıldı her şey biraz daha ısınıp, nemlenmişti; doğanın tören alayı ilerlemeye devam ediyordu, iyi de neye doğru? Hnatt gazeteyi kenara itti ve gün doğmadan önce bırakılmış olan postayı aldı… Postacılar gün ışığına çıkmayı bırakalı epeyce zaman oluyordu. Gözüne ilk takılan apartmandakileri eşit ölçüde kazıklayan faturaydı; elektronik daire 492’ye geçen aydan tam olarak on buçuk skin borcu vardı- Nisan ayında dörtte üç oranında zam gelmişti. Kendi kendine “bir gün hava o kadar sıcak olacak ki, bu daireyi erimekten kurtarmanın yolu kalmayacak,” dedi. Binanın soğutma sisteminde yaşanan anlık bir bozulmadan dolayı uzun çalar koleksiyonunun nasıl eridiğini hatırlıyordu. Artık demir oksit kasetler alıyordu; ne de olsa onlar erimiyordu. Sistem bozulduğu anda binadaki tüm muhabbet kuşlan ve atmacalar ölmüştü. Ve komşusunun kaplumbağası da haşlanmıştı. Tabii bunlar gün içerisinde olmuştu ve binadaki herkes- en azından erkeklerişteydiler. Ancak o sırada binada olan ev hanımlan, en düşük yü-zeyalü ısısını görmüş ve ölüm anının geldiğini düşünmüşlerdi (bunu ona Emily’nin söylediğini hatırlıyordu). Demek ki o günün gelmesi için bir yüzyıl daha geçmesine gerek yoktu, demek ki Caltech bilgisayarının öngörüleri hatalıydı… Elbette öyle değildi; sadece N.

Y’nin kamu görevlilerinin yaptığı bir hataydı. Robot işçiler hemen gelip, sistemi tamir etmişlerdi. Kansı oturma odasında üzerinde mavi iş önlüğü, bir seramik parçasına vernik atıyordu; kadının dili hafiften dışarı sarkmış, gözleri ışıl ışıl parlıyordu… Fırçayı ustalıkla hareket ettiriyordu ve Hnatt, kadının elindekinin iyi bir iş olacağını daha şimdiden görebiliyordu. Emily’nin bu hali ona bugün halletmesi gereken işi hatırlattı; hiç hoşuna gitmeyen şu iş! Asabi bir tavırla, “Belki de ona gitmeden önce biraz beklesek daha iyi,” dedi. Emily başını işinden kaldırmadan, “ona göstermek için şu anda elimizde olandan daha iyisini bulamayız,”dedi. “Ya hayır derse?” “Devam ederiz. Ne bekliyordun yani? Eski kocam bu yeni seramiklerin pazarda önünde sonunda nasıl bir başan yakalayacaklarını göremiyor- ya da göremeyecek diye vaz mı geçeceğiz yani?” “{)ıuı tanıyan sensin, ben değilim,” dedi Ric-Imıd İlmin. “İntikamcı bir tip değil mi? Kin 6 gütmüyor herhalde?” Gerçi Emily’nin eski kocası ne diye kin güdecekti ki? Kimsenin ona bir zararı dokunmamıştı; boşanmayı İsteyen oydu, ya da en azından Emily’nin anlattıklarından öyle anlamıştı. Barney Mayerson hakkında sürekli bir şeyler duyup, adamla hiç tanışmamış olması tuhaftı; hiç doğrudan temasları olmamıştı. Ama artık durum değişecekti çünkü bu sabah saat dokuzda randevuları vardı, adamın P. P. Layouts’daki ofisinde. Mayerson’m elbette üstünlüğü olacaktı; götürdükleri seramiklere şöyle bir bakıp, başım sallayabİlirdİ. Hayır, muhtemelen şöyle diyecekti, “P. P.

Layouts bunların hiç birini minyatürleştir-meyecektir. Geleceği görebilme becerime, gelecekte neyin tutup, neyin tutmayacağım bilme yeteneğime güvenin, bunlar bir İşe yaramaz.” Ve kesinlikle gidebilecek başka bir yeri olmayan Rİchard Hnatt, kolunun altında seramiklerle ofisten çıkacaktı. Dışarıya bakınca, ısının daha şimdiden insanın dayanabileceğinin çok üstüne çıktığım anladı ve cam sıkıldı. Saat sekiz buçuktu ve çıkması gerekiyordu; ayağa kalktı ve güneş kaskıyla, herkesin kullanmak zorunda olduğu soğutucu ünitesini almak için koridordaki dolaba yöneldi; kanun gereği, dışarı çıkan herkesin sırtına gece oluncaya kadar soğutucu ünitesini bağlaması gerekiyordu. “Hoşça kal,” dedi karısına, ön kapıda duraklayarak. “Hoşça kal ve bol şans,” dedi kadın. Kendini, vernik işine iyiden iyiye kaptırmıştı ve Hnatt, bunun kadının ne kadar gergin olduğunun kanıtı olduğunu hemen anladı; kadın, bir dakika ara bile veremeyecek haldeydi. Kapıyı açta ve koridora adımını attı. Arkasında patırdayarak çalışan taşınabilir üniteden gelen soğuk havayı hissetti. Tam kapıyı kapayacaktı ki, kadın “Aaa…bir dakika,” dedi. Bu kez başını kaldırmıştı; gözlerinin üzerine dökülen uzun, kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru attı, “Bar ney’in ofisinden çıkar çıkmaz beni ara, çıkar çıkmaz, sonuç ne olursa… artık.” Adam, “tamam,” deyip, kapıyı kapadı. Aşağıya indiğinde, bankanın kiralık kasasını açtı ve içindekini özel bir odaya götürdü; odaya girince Mayerson’a göstereceği seramik eşyaların durduğu kutuyu çıkardı. Bir süre sonra ısı geçirmez banliyö seyahat arabasının içindeydi ve New York’a, Perky Pet ve onun minyatür dünyasının tüm bilimlerinin doğduğu, büyük, sentetik çimentodan yapılmış, donuk renkli P.

P. Layouts’a doğru yola koyuldu. İnsan, güneş sisteminin gezegenlerini fethederken, insanı fetheden oyuncak bebek, diye düşündü. Perky Pat, sömürgecilerin obsesyonu. birleşik Devletler’in seçici hizmet kanunu kap6 samında Dünyadan ihraç edilen, Marsta, Venüs-te ya da Ganymede’de ya da bürokradann atılmalarım uygun gördüğü yerlerde yeni, yabancı hayadar yaşamaya zorlanan o talihsizlere dair başka bir şey bilmeye gerek var mı? Ve orada başlayan o moda… Perky Pat onların obsesyo-nu; sömürgecilerin hayatı üzerine başka nasıl bir yorum yapılır ki? “Biz de burada iyi durumda olmadığımızı sanıyoruz,” dedi kendi kendine. Yanında, gri renk güneş kaskı takmış ve iş adamları arasında popüler olan türden parlak, kırmızı renk şort ve yakasız gömlek giymiş orta yaşlı bir adam oturuyordu. Adam, “yine sıcak bir gün olacak,” dedi. “Evet.” “O koca kutunun içinde ne var öyle? Marslı sömürgecilere piknik sepeti mi yolluyorsun?” “Seramikler var.” “Kesin gündüz vakti dışarı bırakıp pişiriyor-sunuzdur onlan,” dedi iş adamı kıkırdayarak, ardından da görüntülü sabah gazetesini alıp, ön sayfaya baktı. “Güneş sisteminin dışından bir geminin Pluto’ya düştüğü kaydedildi,” dedi. “Enkazı bulmak için bir ekip gönderildi. Sence-şu şeyler mi? Diğer yıldız sistemlerinden gelen şu şeylere tahammül edemiyorum.” “Bizim gemilerden biri olması daha muhtemel,” dedi Hnatt. “Proxima denen şeyi gördün mü hiç?” “Sadece resimlerden.

” “Korkunç bir şey,” dedi iş adamı. “Eğer Pluto’da o gemi enkazını bulurlarsa ve eğer o şeylerden biriyse umarım onu lazerle yok ederler, neticede bizim sistemimize gelmelerini engelleyen yasalarımız var.” “Doğru.” “Seramiklerini görebilir miyim? Ben de kravat işindeyim, Werner simule edilmiş, elde işlenmiş, canlı kravat, bir dizi Titan rengi mevcut-bak bende de var bir tane, gördün mü? Renkler aslında buraya getirip, Terra’da yetiştirdiğimiz bir ilkel yaşam formu. Onları üremeye nasıl teşvik ettiğimiz ise ticaret sırn, bilirsin işte, Coca Co/a’nın formülü gibi.” “İşte aynı sebeplerden, her ne kadar çok istesem de ben de size seramikleri gösteremem. Bunlar yeni. Onları P. P. Layoutsdaki Moda-Öncesi geleceğı-görebilenlerden birine götürüyorum; eğer seramikleri Perky Pat tasarımlan için minyatürleştirmeyi kabul ederse, içerdeyiz demektir: ondan sonra iş sadece bilgiyi P.P’nin disjokeyine göndermeye bakar- adı neydi onun? – Dönen Mars ya da onun gibi bir şeydi işte.” “Werner elde işlenmiş kravatlar da Perky Pat tasanmlannın bir parçasıdır,” diye onu bilgilendirdi adam. “Perky Pat’in erkek arkadaşında bizim kravatlardan bir gardırop dolusu var. “P. 6« P.

Layouts benim kravatları minyatürleştirmeye karar verdiği zaman-” “Konuştuğun Barney Mayerson mıydı?” “Ben- ben onunla konuşmadım; o bizim bölgesel satış müdürümüzdü. Mayerson’m zor bir adam olduğunu söylüyorlar. İçgüdü gibi bir şeyle hareket ediyormuş ve bir kez kararını verdi mi geri dönüşü olmazmış.” “Hiç yanıldığı oluyor mu? Moda olan ürünlerde yanıldığı?” “Elbette. Geleceği görüyor olabilir ancak neticede sadece bir insan. Sana işine yarayabilecek bir şey anlatabilirim. Kadınlardan çok şüphe eder. Evliliği iki sene önce bitmiş ve olayı hâlâ adatamamış. Bak şimdi, kansı iki kez hamile kalıyor, ve binasının yönetim kurulu, sanırım 33 numara, onun ve karısının bina kuralını ihlal ettikleri için atılması yönünde oy kullanıyorlar; uzak menzilde kalan o binalardan birine girebilmek ne kadar zordur bilirsin. İşte, apartmandan adlmaktansa, karnından boşanmayı tercih ediyor ve kadını hamile halde gönderiyor. Sonra, anladığımız kadanyla, hata yaptığına karar veriyor ve dünyaya küsüyor; kendini suçluyor, doğal olarak öyle bir hata yaptığ için. Ama doğal bir hata; Tanrı aşkına, 33 ya da 34’de bir daire sahibi olmak için sen ve ben neler vermezdik? Bir daha hiç evlenmemiş; belki de Neo-Hıristiyandır. Herneyse, ona seramiklerini satmaya gittiğinde, kadınlardan bahsederken çok dikkatli ol; “bu ürünler kadınlarınıza hitap edecektir,” ya da ona benzer şeyler söyleme. Çoğu parekende mal- “Tavsiye için sağ ol,” dedi Hnatt, yerinden kalkarken, koltukların arasından geçip, çıkış kapısına yöneldi. îç geçirdi.

Zor, muhtemelen umutsuz bir görüşme olacaktı; Emily ve onun seramikleri üzerine kurduğu geleceği sağlayacak koşullara kavuşamayacaktı ve işte hikâyenin sonu buydu. Neyse ki bir taksi çevirebildi; taksi şehir merkezinin trafiğine doğru ilerlerken o da sabah gazetesini okudu, özellikle de Proxima’dan döndüğü düşünülen ancak Pluto’nun donmuş ataklarına çarpıp, düşen gemi hakkındaki habere baktı- ne haberdi ama! Daha şimdiden geminin on sene önce Prox sistemine giden ünlü düzlem-lerarası tasarımcı ve sanayici Palmer Eldritch’e ait olduğu konuşuluyordu. Eldritch, humanoid-lerin daveti üzerine oraya gitmişti; humanoidler, ondan Terra sınırındaki tam otomatik fabrikalarını modernize etmesini istemişlerdi. O günden bu yana Eldritch’ten haber alan olmamıştı. Ve şimdi bu kaza olmuştu. Hnatt, Terra’nın iyiliği için Eldritch’in dönmemesinin daha iyi olacağını düşündü. Palmer Eldritch göz kamaştırıcı bir adamdı; koloni gezegenlerde tam otomatik fabrika üretimini başlatmış, bu konuda mucizeler yaratmıştı- ama her PALMER ELDRÎTCH’İN ÜÇ STÎCMATASİ 6 45 zaman yaptığı gibi, işi fazla ileri götürmüştü. Tüketici ürünleri, tüketecek kimsenin olmadığı, en olmayacak yerlerde yığınlar halinde birikiyordu. Hava koşullarından dolayı yavaş yavaş paslanan bu ürünler enkaz yığınları gibi yükseliyordu. Kar fırtınasından oluyor demişlerdi, tabii böyle bir şeyin hâlâ mümkün olabileceğine inanan varsa… Gerçi, gerçekten soğuk olan yerler vardı. Fazla soğuk yerler. “Varış noktanız, ekselansları,” dedi otomatik taksi, büyük ama çoğu kısmı yerin altına inşa edilmiş binanın önünde durduklarında. P. P. Layouts’un çalışanları binanın termal korumalı giriş çıkışlarından geçiyorlardı.

Taksinin parasını ödedi, giriş kısmına kadar kısa bir rampa vardı, kutuyu iki eliyle tutarken çıplak güneş ışığı tenine temas etti ve o kısacık anda adeta kavruldu. Rampanın sonuna geldiğinde kurbağa gibi haşlandığını, tüm hayat kaynaklarının kuruduğunu hissediyordu. Resepsiyonist onu Mayerson’m yeraltındaki ofisine götürdü. Etraf serin ve loştu; rahadatıcı bir hava vardı ama Hnatt bir türlü gevşeyemiyor-du; seramiklerin olduğu kutuyu sıkı sıb tutuyor, giderek daha da geriliyordu. Neo-Hıristiyan olmamasına rağmen, uzun bir dua mırıldanmaya başladı. Hnatt’dan daha uzun boylu olan ve üzerindeki dekolte kıyafeti ve tatil bölgelerinde yaşayanlann giydiği yüksek topuklu ayakkabılarla epeyce çekici görünen resepsiyonist kadın, masasında oturan adama bakıp, “Bay Mayerson, bu Bay Hnatt,” dedi. Mayerson’ın arkasında yeşil ceketli ve kesinlikle beya2 saçlı bir kız duruyordu. Kızın saçlan çok uzun, ceketi de çok dardı. “Bu Bayan Fugate, Bay Hnatt. Bay Mayerson’ın asistanı. Bayan Fugate, bu Bay Richard Hnatt.” Bamey Mayerson içeri birinin girdiğini kabul etmek istemiyormuşçasına masasında duran belgelere bakmaya devam etti. Richartd Hnatt sessizce bekledi; karmakarışık duygular yaşıyordu; nefes borusunda ve göğsünde öfke birikiyordu ve elbette pişmanlık duyuyordu. Hepsinden önemlisi, filiz gibi büyüyen bir merak. Demek ki Emily’nin eski kocası buydu, eğer canlı kravat işindeki adamın lafına inanacak olursa, bu herif evliliğini bitirdiği için hâlâ yastaydı.

Mayerson tıknaz yapılıydı, otuzlu yaşlarının sonundaydı, saçlan da -hiç de modaya uygun olmayan bir tarzda- dağınık ve dalgalıydı. Sıkılmış bir hali vardı ama düşmanca bir tavn yoktu. Ama belki de henüz yoktu- “Sizin seramiklerinizi görelim,” dedi Mayerson birdenbire. Richard Hnatt seramikleri kutudan çıkanp, birer birer masaya yerleştirdi ve sonra bir adım geriye çekildi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir