Pierre Burney – Aşk

Lucien Febvre insanın temel duygulannın (sıkıntı, korku, sevinç, aşk) bir tarihinin olmamasından yakınıyordu. (1) Aşkın genel tarihi hiç yazılmadı, ancak konumuzun seyri içinde sözünü edeceğimiz kısmi incelemeler bulunabiliyor. I. Tarih Öncesi ve Antiki te İnsanlı�ın kökenieri ve bilinen ilk uygarlıklar üzerine araştırmalar, etnolojinin de yardımıyla, cinsel ilişkilerin çok eski biçimleri konusunda bilgi sahibi elmamıza izin verdiği halde (2) aşk konusu kayıtlara daha az geçmiştir. Klasik antikite, daha kolay yorumlanabilen ve modem Batı toplumu üzerinde çok daha dolaysız etkileri olan bol miktarda bilgi �lar. Homeros dönemi bize şefkatin hüküm sürdü� evlilik ve aile birliklerinin anısını bıraktı (/Zyada’nın VI. bölümünde Hector ile Andromaque). An- , cak, Yunanistan’da evlilik kurumlannın çiftierin aşkını hiç de desteklemediğini itiraf etmek gerekir. Meşru olsun ya da olmasın, çiftierin aşkı, aşk ilişkisinin modeli de�ildir: Helen elitinin büyük bir kısmı aşkın en soylu biçimini bir yetişkin ile 15-18 yaşlanndaki bir yeniyetme arasındaki tutkulu ilişkiye yakıştınr. (3) Bu durum, Yunan edebiyatı ve felsefesinin, bize henüz araştırınayı bitiremediğimiz ve zenginliğini tüketemediğimiz aşk çözümlemeleri sunmasını engellemez. Aşk üstüne yazılmış Platoncu yazılar (Şölen, Phaidros) temel metinler olarak kalmaya devam ediyor. Özellikle Freudçu “yüceltme” düşüncesini ilan eden Platon’un “yükselen diyalektiğini” ele alalım: Burada, güzel bir bedene duyulan aşktan, aşk atı7 lımırun, yani Freudçu “Iibido”nun habercisi olup “Eros”un birli@ni karutlar gibi görünen kesintisiz bir hareketle, güzelliğe ve en yüce tinsel gerçeklik! ere duyulan aşka geçilir. (4) Philemon ve Baucis’ten oluşan yaşlı çiftin Ovid tarafindan anlatılan dokunaklı öyküsünü özetleyen çeşitli metinlerio ortaya koyduğu gibi, Roma toplumu evlilik içinde aşkın yüksek biçimlerini kuşkusuz tarudı. Bununla beraber, Ovid aym zamanda “Sevme Sanatı”nı da (“L’Art d’Aimer”) yazdı ve Latin edebiyatında zevk yüceltmesi sürekli, özgeci ve sadık aşk esiniernesinden çok daha fazla yer tutmaktadır. Bir toplumun gerçek yaşam biçimlerinin uzaktan anlaşılmasının epeyce zor olduğu; tarihsel ve edebi metinlerin, bazen gerçekiitti ortaya koyduklan ölçüde gizledikleri doğrudur.


H.I. Marrou’nun işaret etti@ gibi,- “Palais-Royal vodvi1lerinin Hıristiyan evlili@ne ilişkin tinsel edebiyatla” yanyana varolduğu, yanın yamalak belgelerden yola çıkarak 20. yüzyılın aşk hayatını değerlendirmek zorunda kalacak olan gelece@n sosyologları, günümüzde Fransızlar’ın çoğunun yaşadı� şekliyle aşk konusunda doğru bir fikir vermekte güçlük çekecekler. ll. Ortaçağ Ibrani uygarlığı cinselliğe ve hatta zevk nesnesine karşı belli bir kuşkuyu başından itibaren içeriyordu. Buna karşılık, kadınlann kutsal tarihte önemsiz olmaktan çok uzak bir rol oynadıklanru da belirtmek gerekir. Hıristiyanlık tensel iste@ lanetlemekle birlikte, bizzat Hıristiyan evlili@ni bile görece aşağı bir e@lim olarak kabul eder. Arzu sık sık imarun karşısına konur. Şeytarun günaha kışkırtma müdahalesiyle ya da İlk Günah’ın “tensel” bazı yorumlarıyla ağırlaşan belirli bir düalist çileciliğİn yayılması, cinselliğin, bazı durumlarda bizzat aşkın “suçlu kılınması”na kuşkusuz katkıda bulundu. (5) Buna karşılık evliliğin bozulmazlığı ve kadırun yüceltilmesi (esas olarak Kutsal Bakire’nin yüceltilmesi sözkonusu olsa bile) “zayıf cins”in saygınlığırun iade edilmesine yardım ‘ etti; ki bu, Hıristiyanlığın hızla yayılmasını açıklayan etkenlerden biridir. Hıristiyan ‘baskı”sını abartmak ve ge8 lişimi sırasında toplumsal ve bilinçsiz nedenlerin önemli bir rol oynayabileceği bir çileciliği tek başına Hıristiyanlı7 jta maletmek yanlış olmakla birlikte, cinsel isteği bastırmamn ve aşkın yüceltilmiş biçimlerinin artması, bireysel ve kollektif nevrozlann kökeninde yer alıyordu. (6) Aynca çileciliğin yolu açtı/tl tinsellik, kutsallık va hayırseverlik plamnda, Hıristiyanlı/tın parlak başanlannı sessizlikle · geçiştirrnek haksızlık olacaktır. 19. yüzyılın püritanizrninin izlerini bulduğumuz ortaçalt yüzyıllanmn “namusluluğu”nu abartrmş olmarmz muhtemeldir.

Uygulanması güç dinsel buyr,uklann sertliği bile belli bir kuraldışılı/ta alan tamyabiliyordu (fahişelik, kilise adamlannın nikahsız yaşaması vb.). Bununla birlikte, din bilimcileri çiftin ilişkisini Perşembeleri ve Cumalan İsa’mn çektiklerinin arusına, Cumartesileri Kutsal Meryem onuruna, Pazarlan İsa’mn Dirilişi nedeniyle ve Pazartesileri ölülere saygı için yasaklamaya kadar gittiler (J.-P. ve B. Dubois-Dumee). ,Fakat erkekkadın çiftleşmesi dışındaki bütün cinsel etkinlikler, evlilik dışı bütün erkek-kadın çiftleşmelen kötü olmakla birlikte, Aziz Thomas, temel amacı üreme olan evliliğin iyi olduğu sonucuna vanyor. Bizi etkilerneye hala .devam eden yeni aşk biçimlerinin ortaya çıkışı da Ortaçağ’da olmuştur. Bu o kadar önemli bir dönüm noktası ki Seignobos şakayla kanşık aşkın “onikinci yüzyıldan kalma bir şey olduğunu” söyleyebiliyordu. Bu sözleriyle, başlıca yorumculan taşralı halk ozanlan ve Eritanyalı romansçılar olan Evli Kadın kültüne ve kadımn idealize edilmesine atıfta bulunuyordu. Yani aşk idealinin, ne kitlenin ne de onu benimseyen seçkinlerin gerçek tutumlanru temelden değiştirmemiş olması muhtemel. Ne olursa olsun, “erotik” ve mistik alanda uzun bir kısırlık döneminin ardından, işte birdenbire ortaya çıkan “yüceltilmiş arzunun icadı: Aziz Bemard de Clairvaux ve aşk mistiği, Heloise ve yaşanan tutku, Tristan ve hayal edilen tutku, Evli Kadın kültü ve Meryem kültü”, rahiplerin bekarlı/tı ve inançsız sinizmin doğuşu; “kısacası bütün Avrupa’ya hızla yayılan ve yüzyıllann müziğini ve şürini, romam, dindarlı/tl ve tutumlan tek bir darbede yenileyerek, aym yeni dili konuşan lirizm, erotizm ve 9 mistisizm”. Dolayısıyla, bizim buradaki işimiz “ilk büyük aşk devrimi”yle (Denis de Rougemont). (7) lll.

Modern Çağ Daha sonra, Rönesans, eğitim görmüş sınıflar içinde bir nefsine düşkünlük, aşk sinizmi ve halk ozanlannın yüceltilmiş idealine çok ters görünen doğalcılık atmosferi yayacaktı. Fakat Laure ya da Beatrice’nin idealize edilmesiyle olduğu gibi, Kutsal Bakire kültüyle de örneklenen bu ideal, Batılı bilincin yakasına yapışmayı sürdürdü. Don Kişot, Dulcinee’den, peygamberlerin ve mistikierin diliyle sözediyordu: •·o benim içimde savaşıyor ve benim içimde zafere ulaşıyor; ve ben onda yaşıyor, nefes alıyorum, yaşamı ve varlığı ondan alıyorum.” Marguerite de Navarre, Tann’nın, “Bu dünyaya duyulan aşkın basamağından geçmeden, kimsenin hiçbir zaman ulaşamayacağı kusursuz Tann aşkına ulaşmanın, bir evresi olduğu için,” aşka öfkelenmediğini söylemez mi bize? Dolayısıyla dinbilimcilerin ve ahlakçılann araştırmalannın karşılıklı olarak birbirini zenginleştirebilmeleri şaşırtıcı değil. On yedinci yüzyıl, egoizm ile aşk arasındaki ilişkilere dair sorunla çok yakından ilgilenir. Çıkarcılıktan tamaman uzak bir aşk olanaklı mıdır? Jansenistler ve La Rochefoucauld çağdaşlannın çoğ\İnluğuyla birlikte bu soruya olumsuz yanıt veriyor; Quietistlerin yanıtı ise olumlu. Malebranche’a göre “Ebedi mutluluk insan iradesinin tek evrensel amacı olduğu için, Tann’yı çıkardan tamamen uzak bir şekilde sevmek olanaksızdır”. Fakat bu açıklama bizi düzenden uzaklaştıran “dünyevi” aşk ile bizi otantik amacımıza yönelten “özveri” aŞkını’ titizlikle birbirlerinden ayıran felsefecilerin gözünde hiç de aşkı yıkacak bir açıklama değildir. (8) Aşkın benmerkezci ve taşkın biçimlerine aykın düşen bu özgeci aşk anlayışı, Tann aşkına olduğu gibi, insan aşkı na da doğallıkla uygulanabilir. Aynca Descartes’in, insanın kendisine duyduğu makul aşkın değerinin de altını çizdiğini belirtmek gerekir. “Büyük Yüzyıl”ın yazarlanndan ve felsefecilerinden bize kalan psikolojik ve ahlaki düşünceler sayınakla tükenmez. Genç Corneille’in, en lO zorlu hasımlann savaş halindeyken birbirlerine derin bir değer verdikleri eserip.deki kararlı iyimserlik. Kahramanıann birbirlerini “severken” -ya da arzu ederken- birbirlerinin gözünü oyduklan ve birbirlerine eziyet ettikleri Racine tiyatrosunun kötümserliği. A.

Maurois’in “insanlığın hayvan-insan üzerinde oldukça güzel bir zaferi” olarak gördüğü La Princesse de Cleves’deki kahramanlık duygusu, incelik ve gurur. La Rochefoucauld’nun aşm açıklığı: “Kadınların çoğu tutkudan çok zaaf nedeniyle teslim olurlar; bunun sonucundadır ki, genellikle en sevilmeye değer erkekler olmasalar da çapkın erkekler diğerlerinden daha başanlı olurlar” … Bu yüzyılın “bize aşk hakkında bildiğimiz hemen hemen her şeyi öğrettiğini” söyleyecek kadar ileri gitmeden (9), yüzyılın ikinci yansının bazen acımasızlaşan gerçekçiliğinin dengeleyeceği ve tamamen ortadan kaldırmayı amaçlamadan derinleştireceği, şövalye edebiyatı çizgisindeki soylu, çıkarsız ve tinsel bir görüşü bize verebildiğini kabul etmek gerekir. Öte yandan, tutumlarda belli bir kabalık yine de devam eder ve bugün “Büyük Yüzyılın öbür yüzünü” daha iyi görebiliyoruz. Yine de sözkonusu yüzyıl, en azından, aşkın daha iyi anlaşılınasına ve bize halk ozanlannda:n kalan ideali sürdüren, zenginleştiren ve bazen onunla çelişkiye düşen bir aşk idealinin bilincine daha derin bir biçimde vanlmasına katkıda bulunabilir

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir