Pierre Loti – Aziyade

Hoş bir Mayıs günü, güzel bir güneş, bulutsuz bir gökyüzü… Yabancıların kayıkları geldiğinde, rıhtımdaki cellatlar eserlerini son bir kez kontrol ediyordu: Asılan altı kişi kalabalığın önünde son korkunç çırpınışlarını yaşıyordu… Pencereler, çatılar izleyicilerle doluydu, yakınlardaki bir balkonda, Türk yetkililer onlar için alışılmış olan görüntüyü gülümseyerek seyrediyorlardı. Sultan’ın hükümeti idam töreni için fazla para harcamamıştı. Darağaçları o kadar alçaktı ki, mahkûmların çıplak ayak parmakları toprağa değiyor, kasılıp kıvrılan tırnakları kumları kazıyordu. II idam sona erdiğinde, askerler çekildi ve ölüler gün batana kadar halkın seyrine bırakıldı. Ayakları üzerine dikilmiş gibi görünen altı ceset, umursamadan gelip geçenler ve sessiz genç kadın grupları arasında, Türkiye’nin güzel güneşi altında ölümün dehşet verici gülümseyişi gibi beklediler. III Bu toplu idamların yapılmasını, Doğu buhranının başında Avrupa’da çok ses getiren konsolos cinayetlerinin karşılığı olarak Fransa ve Almanya hükümetleri istemişti. Bütün Avrupalı milletler Selanik Limanı’na görkemli zırhlılar göndermişti. İngiltere, ilk temsilci gönderenlerdendi. Böylece ben de Majesteleri’nin korvetlerinden birinde gelmiştim bölgeye. IV Güzel bir ilkbahar günü, idamlardan üç gün gibi kısa bir süre sonra Makedonya’nın Selanik şehri sokaklarında dolaşmamıza izin verildiği ilk günlerden birinde, saat akşam üzeri dörde doğru, iki leyleğin kavgasını izlemek için eski bir caminin kapalı kapıları önünde duraksadım. Sahne Müslüman mahallesinin eski bir sokağında 11 yaşanıyordu. Kıvrımlı yolların kıyısında küçük döküntü evler sıralanmıştı. Evlerin yarısı, her yanı kafeslerle örtülü büyük balkonlarla donatılmıştı. Şahnişin denilen bu gizemli gözetleme çıkmaları, içeridekilerin dışarıdan fark edilmeden sokaktan gelip geçenleri izlemelerine olanak sağlardı. Sokak döşemesini oluşturan siyah yassı çakıl taşlarının arasından otlar fışkırıyor, çatıların üzerinden taze yeşil dallar sarkıyordu.


Aralardan parça parça görünen gökyüzü bulutsuz ve masmaviydi. Mayıs’ın ılık havası ve hoş kokusu dört bir yanı sarmıştı. Selanik halkı bize karşı rahatsız ve düşmanca davranmaya devam ediyordu. Bu nedenle üstlerimiz, sokaklarda dolaşırken kılıçlarımızı ve bütün askeri donanımımızı taşımaya zorluyorlardı bizi. Ara sıra duvar kenarlarından yürüyüp geçen birkaç sarıklıya rastlıyordum ama haremlerin ağır parmaklıklarının ardında hiçbir kadın başı görünmüyordu. Ölü bir şehirde gibiydik. Orada öylece yapayalnız olduğumu düşünürken, hemen yanı başımdaki kalın demir parmaklıkların ardında bir insan başının üst kısmını ve üzerime dikilmiş iki kocaman yeşil gözü fark edince garip bir duyguya kapıldım. Kaşları siyah, hafif çatık, birbirine bitişik denebilecek kadar yakındı. Bu bakışın ifadesi cesaret ve masumiyet karışımıydı. Öylesine taze ve gençti ki, bir çocuk bakışı sanılabilirdi. Gözlerin sahibi genç kadın ayağa kalktı, uzun ve sert pilileriyle feracesinin sardığı bedenini beline kadar gösterdi. Giysisi yeşil ipektendi. Gümüş işlemelerle süslüydü. Başını beyaz bir örtüyle özenle sarmış, yalnızca 12 alnını ve güzel gözlerini açıkta bırakmıştı. Gözleri, bir zamanların Doğu şairlerinin anlatmaya doyamadığı o deniz yeşilindendi.

Bu genç kadın Aziyade idi. V Aziyade dimdik bana bakıyordu. Bir Türk karşısında olsa saklanırdı ama bir gâvur erkek sayılmazdı. Daha çok uzun uzun seyredilebilecek bir merak nesnesi gibiydi. Ürkütücü demir makinelere binip ülkesini tehdit etmeye gelen yabancılardan birinin ona itici ya da dehşet verici gelmeyen genç bir adam olabilmesine şaşırmış görünüyordu. VI Rıhtıma döndüğümde filoların bütün kayıkları gitmişti. Beyaz başörtüsünün altında gizlenen yüz hâlâ bir yabancıydı ama yeşil gözlerin tutsağı olmuştum. Leylekli caminin önünden üç kere, tekrar tekrar geçmiştim. Saatler ben farkına varamadan akıp gitmişti. Bu genç kadınla benim aramda olanaksızlıklar sanki kasten yığılmış gibiydi. Birbirimize düşüncelerimizi aktarmamız, konuşmamız ya da yazışmamız olanaksızdı, akşamın altısında rıhtımı silahsız terk etmem yasaktı, sekiz gün içinde bir daha geri dönmemek üzere şehri terk etme ihtimalimiz vardı, en beteriyse, harem bekçilerinin acımasız denetimiydi. 13 İngiliz zırhlılarının uzaklaşmasını seyrettim. Güneş gözden kaybolmak üzereydi. Bir Türk kahvehanesinin tentesi altında ne yapacağımı bilemeden oturdum kaldım. VII Az sonra çevremde insanlar toplanmaya başladı.

Geceyi Selanik rıhtımı üzerinde geçiren kayıkçı ve hamallardan oluşan bir grup, neden karada kaldığımı öğrenmek istiyor ve hizmetlerine ihtiyaç duyabileceğim umuduyla yakınımda bekleşiyorlardı. Bu Makedonyalılar grubu arasında, ülkenin eski çağ heykellerindeki gibi küçük buklelere ayrılmış komik sakallı bir adam fark ettim. Önümde yere oturmuş, büyük bir merakla beni inceliyordu. Giysilerim, özellikle de ayakkabılarım fazlasıyla ilgisini çekmiş gibi görünüyordu. Büyük bir Ankara kedisinin sevilmek isteyen gerinişiyle, inci gibi parlayan iki diş sırasını göstererek esniyordu. Çok güzel bir başı vardı. Dürüstlük ve zekâyla parlayan gözlerinde büyük bir tatlılık okunuyordu. Üstü başı yırtık pırtık, ayakları çıplak, gömleği lime limeydi ama bir dişi kedi kadar temizdi. Bu adam Samuel idi. VIII Aynı gün karşılaştığım bu iki varlık kısa zaman sonra varoluşumda büyük bir yer edinecek ve üç ay boyunca hayatlarını benim için tehlikeye atacaklardı. Bunu o sırada söyleseler çok şaşırırdım. Her ikisi de benim ardımdan gelmek için ülkelerini terk edeceklerdi. Kışı İstanbul’da, aynı çatı altında geçirmek kaderimizde yazılıydı. Samuel cesaretini toplayıp bana bildiği üç İngilizce sözü söyledi: “Do you want to go on board?” [Gemiye gitmek istiyor musun?] Ve karma bir dille sürdürdü: “Te portarem col la mia barca.” [Seni kayığımla götürürüm.

] Samuel Doğu ülkelerinde konuşulan Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca karışımı bu karma dili anlıyordu. Belli belirsiz aklımdan geçen çılgın planımda bildiğim bir dili konuşan bu zeki ve kararlı gençten nasıl faydalanabileceğimi düşündüm hemen. Bu baldırıçıplağı kendime bağlamak için altın iyi bir araç olurdu ama bende fazla sayılmazdı. Zaten Samuel dürüst birine benziyordu ve böyle bir genç altın uğruna genç bir adamla genç bir kadın arasında aracılık yapmaya razı olmazdı. IX X Selanik, 2 Haziran …İlk başta hayal gücümün ve duygularımın sarhoşluğundan başka bir şey değildi. Ötesi sonradan geldi: Bir aşk ya da onu gibi bir şey. Şaşırdım ve büyülendim. Keşke dostunuz Loti’yi bu eski ama eşsiz mahallenin sokaklarında yürürken, garip görünümlü bir evin merdivenlerini tırmanırken görebilseydiniz. Kapı üzerine gizemle kapanıyor. Burası, kılık değiştirmek için seçtiği sığınak. (Hatırlarsanız bir zamanlar yıldız Isabelle B… için de böyle şeyler yapılırdı: Sahne kiralık bir arabada ya da Hay-Market Sokağı’nda, büyük Martyn’in metresinin evinde geçerdi. Çok eskilerden beri uygulanan bu kılık değiştirme işi, ona biraz daha çekicilik ve yenilik katardı). Melodramın başı – Birinci Tablo: Eski karanlık bir apartman dairesi. Oldukça sefil bir görünüm, Doğu’ya özgü renklilik. Yerde silahlarla birlikte nargileler görünüyor.

Dostunuz Loti tam ortaya oturmuş ve üç yaşlı Yahudi kadın tek kelime etmeden çevresinde koşuşturuyor. Güzel görünümlü giysileri, çengel burunları, payetlerle süslü uzun ceketleri, altın sikkelerden gerdanlıkları ve başlık olarak da yeşil ipekten hotozları var. Loti’nin asker giysilerini çıkarmak ve Türk kılığına sokmak için acele ediyorlar. Eğilip yaldızlı tozlukları ve çorap bağla

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir