Pierre Lemaitre – Karanlık Kadrolar

Hiçbir zaman kaba kuvvet kullanan biri olmadım. Hatta daha da ileri gidersek, birini öldürmeyi hiç istemedim. Evet, sağda solda öfke patlamalarım olmuş olabilir ama gerçek anlamda bir kötülük yapma isteğim hiç olmadı. Yok etme isteği. Ama kendimi şaşırttım. Şiddet, alkol veya seks gibidir; bir olay değil, bir süreçtir. Fark etmeden kapısından içeri gireriz, çünkü buna yavaş yavaş hazırlanmışızdır, çünkü tam vaktine denk gelmiştir. Öfkeli olduğumu biliyordum ama bunun soğukkanlı bir çılgınlığa dönüşeceğini hiç düşünmemiştim. Beni korkutan da buydu. Ve bunun açıkça Mehmet’e yöneleceğini de düşünmemiştim… Mehmet Pehlivan. Bir Türk. On yıldır Fransa’da yaşıyor ama on yaşındaki bir çocuktan daha dar bir kelime dağarcığı var. Kendisini sadece iki şekilde ifade ediyor: Ya avazı çıktığı kadar bağırıyor ya da surat asıyor. Ve avazı çıktığı kadar bağırdığında, Fransızca ile Türkçeyi birbirine karıştırıyor. Kimse tek kelime anlamıyor ama herkes bizi ne duruma soktuğunu çok iyi görüyor.


Mehmet, benim de çalıştığım Messageries adlı ilaç şirketinde “denetmen” pozisyonunda ve Darwinvari bir kurala göre, her terfi alışında, hemen eski meslektaşlarını küçük görmeye ve onlara bir tür yersolucanı muamelesi yapmaya başlayanlardan. Kariyerim boyunca, bu tür durumlarla sık sık ve göçmen işçiler dışındaki kişilerde de karşılaştım. Alt kademelerden gelen birçok insan bunu yapıyor aslında. Üst kademelere doğru çıktıkça kendilerini patronlarıyla öylesine özdeşleştiriyorlar ki, patronlar bile işin bu raddeye varacağını tahmin edemiyorlar. Bu, Stockholm sendromunun iş dünyasına uyarlanmış hali. Şuna dikkat: Mehmet, kendisini patron olarak görmüyor. Daha • 1 1 ■ KARANLIK KADROLAR da kötüsü, patronun canlı bir simgesine dönüşmüş durumda. Patron etrafta olmadığında kendisi patron “oluyor”. İki yüz çalışanı olan bir işletmede, aslında gerçek anlamda patron yok; şefler var sadece. Mehmet kendisini, basit bir şefle özdeşleştiremeyecek kadar önemli hissediyor. Kendisini bir tür soyutlamayla, “Yönetim” olarak adlandırdığı, içi boş (keza burada yöneticileri kimse tanımaz) ama anlamı yoğun bir üst kavramla özdeşleştiriyor: Yönetim, aynı zamanda Yön, Yol demek. Mehmet, sorumlulukları arttıkça kendisini Tanrı’ya yakınlaşmış gibi görüyor. İşe sabahın 5’inde başlıyorum; geçici iş olarak adlandırdığımız şey bu (bu tür işler söz konusu olduğunda maaşının azlığından dolayı her zaman için başına “geçici” kelimesi de eklenir). Görevim, daha sonra banliyönün eczanelerine gönderilecek olan karton ilaç kutularını düzenlemek. Ben burada yeni olduğum için bilmiyordum ama O görünen o ki Mehmet bu işi sekiz sene boyunca yapmış ve daha sonra da “denetmen” olmuştu.

Şimdiyse üçyersolucanına talimat vermenin gururunu yaşıyor ki bu da büyük bir şey. Yersolucanlarından ilkinin ismi Charles. Evsiz barksız biri için tuhaf bir isim. Benden bir yaş küçük, bir çivi kadar ince ve sünger gibi içki içer. Evsizmiş gibi yaşadığı ama aslında evi olduğu söyleniyor. Hem de sabit bir evi. Arabasında yaşıyor ve arabasını beş yıldır yerinden oynatmadı. Kendine özgü mizah yeteneğini konuşturarak burasının “hareketsiz evi” olduğunu söylüyor. Kolunda tabak gibi onlarca kadranı olan devasa bir saat taşıyor. Ve neon yeşili bir kayışı var. Ne nereden geldiği ne de onu bu aşırı uca neyin sürüklediği hakkında en ufak bir bilgim var. Charles’ın tuhaf yönleri var. Örneğin, toplu konut bekleme listelerinde ismini kaç kez yazdırdığını bilmiyor, ama talebini yenilemekten vazgeçtiğinden beri ne kadar süre geçtiğini gayet net bir şekilde anımsıyor. Beş yıl, yedi ay ve on yedi gün. Charles’ın hesapladığı şey, yeniden bir eve yerleştirileceğine dair en ufak bir umudunun kalmadığı andan beri ne kadar süre geçtiği.

İşaret parmağını kaldırarak şöyle diyor: “Umut, insanların durumlarını sabırla kabul etmeleri için şeytan tarafından uydurulmuş bir pisliktir.” Bu sözü ilk • 12 • PIERRE LEMAITRE ondan duymamıştım, daha önce başka bir yerde de işitmiştim. Sözün sahibini aradım ama bulamadım. Bu, ayyaş görünümünün ardında, Charles’ın kültürlü biri olduğunu gösteriyor. Diğer yersolucam, gençten bir tip, ismi Romain. Narbonne’lu bir delikanlı. Lisede tiyatro kulübünde belli bir şöhret kazandığı için aktör olmayı hayal etmiş ve bakaloryanın hemen ardından Paris’e gitmiş; ama D’Artagnan ve IV. Henri gibi r ’leri yuttuğu için tek kuruş para kazanamamış. O kulak tırmalayıcı aksanıyla bana şöyle demişti: “Beş yüz kişiyle yola çıkmıştık, ama deyhal yetişti takviye askeyley…”1 Ve herkesi gülmekten kırıp geçirmişti. Bundan kurtulmak için ders almış, ama bu dersler de fayda etmemişti. Geçici işlerde çalışarak her türlü oyuncu seçmesine başvurmuş, ama hiç kimse onu seçmemişti. Günlerden bir gün anlamıştı ki hayali hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. Sinema oyuncusu Romain, artık gerçekleri görmüştü. Ayrıca, bildiği en büyük şehir Narbonne’du. Paris onu kısa süre içinde ezip geçmişti.

Çocukluğa özgü bunalımlara ve zaman zaman kaygılara kapılmıştı. Evine eli boş dönmek istemiyordu. Yavaş yavaş cebini doldurmaya uğraşıyordu ve tek bir rolün hayalini kuruyordu: Müsrif erkek çocuğu rolü. Bu hedef doğrultusunda, bulabileceği her türlü küçük işi yapıyordu. Karınca gibi çalışıyordu. Geriye kalan saatlerde ise zamanını Second Life, MSN, MySpace, TVvitter, Facebook ve daha bir sürü iletişim ağında, -ben ce- aksanını kimsenin işitmediği alanlarda geçiriyordu. Charles’a göre, bilgisayar konusunda çok yetenekliydi. Her sabah üç saat çalışıp brüt 585 avro kazanıyorum (maaştan söz edildiğinde, her zaman için brüt kelimesini de eklerim, çünkü kesilen vergiler de var). Eve saat dokuza doğru gelirim. Eğer Nicole evden biraz geç çıkacaksa birbirimize rastlama şansımız vardır. Eve geldiğimde bana şöyle der: “Geç kaldım.” Ve ardından kapıyı çekip çıkmadan Önce burnuma bir öpücük kondurur. Bu sabah Mehmet öfkeliydi. Baskı altında gibiydi. Karısının canım sıktığını düşündüm.

Sandıkların ve kartonların dizildiği iskelenin 1 17. yüzyılda yaşamı; Fransız tiyatrocu Pieıre Comeille’in Le Cid (1637) adlı oyunundan alıntı, (ç. n.) • 13 • KARANLIK KADROLAR üzerinde hızlı ama düzensiz adımlarla yürüyordu. Elindeki listeyi öylesine sıkı tutuyordu ki, eklemleri bembeyaz olmuştu. Dışarıdan bakan biri, bu adamın devasa sorumlulukları olduğunu ve kişisel sorunlarının da bunun üstüne geldiğini hissederdi. Tam zamanında gelmiştim ama beni görür görmez homurdanarak bağırmaya başladı. Bana göre, işe zamanında gelmek motivasyon açısından yeterli bir kanıt değildir. Mehmet en az bir saat erken geliyordu. Homurtuları son derece anlaşılmazdı ama işin özünü idrak etmiştim. Ona göre, ben aşağılık herifin tekiydim. Her ne kadar Mehmet olayı gereksiz yere büyütse de, iş aslında o kadar da karmaşık değil. Paketleri ayırıyoruz, onları diğer kartonların içine, paletlerin üstüne yerleştiriyoruz. Normal koşullar altında eczanelerin kodlan paketlerin üzerine kocaman harflerle yazılıdır ama bazı durumlarda, sebebini bilmediğim bir şekilde, numara bulunmuyor. Romain’e göre, -yazıcıda bir sorun var.

Bu durumda, bir etiketin üzerine küçücük basılmış uzun bir matbaa harfleri dizgesi içinde kodu bulabiliyoruz. On birinci, on ikinci ve on üçüncü karakterlerden söz ediyoruz. Benimse kodu görmek için gözlüklerimi takmam gerekiyor, bu da bok gibi bir durum. Onları cebimden çıkarmak, takmak, eğilmek, matbaa harflerini saymak zorundayım… Bu bana zaman kaybettiriyor. Beni bunu yaparken görürlerse, bu durum Yönetim’i öfkelendirecektir. Tam da bu sabah elime geçen ilk paketin üzerinde kod yoktu. Mehmet bağırmaya başladı. Yere doğru eğilmiştim. İşte tam o anda kıçıma tekme attı. Saat sabahın 5’ini biraz geçiyordu. Benim ismim Alain Delambre, elli yedi yaşındayım. İşsizim. – 14 – PIERRE LEMAITRE 2 İlk başlarda, Messageries ilaç şirketindeki bu sabah vardiyası işini kendimi oyalamak için kabul etmiştim. En azından Nicole’a böyle söylemiştim ama ne o ne de kızlar enayiydi. Benim yaşımda, asgari ücretin %45’i karşılığında, sırf eklemlerini hareket ettirmek için sabahın 4’ünde uyanmaz kimse.

Bu karmaşık bir mesele. Her şey o kadar basit değil, hayır. İlk başlarda o maaşa ihtiyacım da yoktu ama şimdi var. Dört yıldır işsizim. Mayıs ayında tam tamına dört ay olacak (tarihi çok iyi anımsıyorum, 24 Mayıs). Bu iş bazen oldukça çetin geçen ay sonlarını getirmek için yeterli olmayınca, ek işler yapmaya başladım. Birkaç saatliğine sağda solda sigara sattım; bazı şeyler paketledim; el ilanları dağıttım; bürolarda gece vakti endüstriyel işler yaptım. Birkaç mevsimsel iş de geldi elimden. İki yıldır ev eşyaları ve kelepir mallar satan Trouv’tout adlı süpermarkette Noel Baba kılığına girdim. Ne yaptığımı Nicole’a hâlâ söylemedim çünkü bu durum onu incitecektir. Evde olmadığım zamanları gerekçelendirmek için bir dizi bahane buluyorum. Bir gece işi söz konusu olduğunda iş daha da zorlaşıyor; bu yüzden, güya tarot kartları oynadığımı söylediğim bir işsiz arkadaş grubu uydurdum. Nicole’a bunun beni rahatlattığını söyledim. Eskiden, yaklaşık iki yüz çalışanın bulunduğu bir şirkette insan kaynakları müdürüydüm. Personelden, formasyondan sorumluydum; maaşları takip eder, yönetim kurulu nezdinde şirket yönetimini temsil ederdim.

Mücevherler üreten Bercaud isimli bir şirkette çalışıyordum. İnci dizerek geçen on yedi yıl. Birçok insanın beğendiği bir espriydi şu: “Bercaud’da başlarınız inciler gibi delinip ipe geçirilir.” İnciler, aile yadigârı mücevherler hakkında oldukça komik bir dizi şaka vardı. Bir diğer ifadeyle, kurumsal esprilerdi bunlar. Bercaud’nun Belçikalılar tarafından satın alındığı açıklandığında dalga geçmeyi kestik. Belçikalı grubun insan kaynakları müdürüyle rekabete girişebilirdik. Ama adamın henüz otuz sekiz yaşında olduğunu öğrendiğimde, zihinsel olarak öteberimi toplamaya başladım. “Zihinsel olarak” diyorum, çünkü • 15 ’ KARANLIK KADROLAR bunu maddi olarak yapmaya henüz hiç hazır olmadığımın oldukça farkmdaydım. Ama bunu da yapmam gerekti. İşler sürüncemede kalmadı. Satın alma kararı 4 Mart’ta ilan edildi. İlk grup altı hafta sonra sepetlendi; ben ise ikinci gruptaydım. Dört sene boyunca, birikimlerim suyunu çektiği ölçüde, zihinsel durumum, külyutmazlıktan şüpheye, ardından suçluluk duygusuna ve nihayetinde adaletsizlik hissine doğru evrildi. Bugün kendimi öfkeli hissediyorum.

Öfke, pek olumlu bir duygu değil. Messageries’ye geldiğimde, Mehmet’in gür ve birbirine karışmış kaşlarını, Charles’ın zayıf, uzun siluetini gördüğümde ve buraya gelene kadar kat etmem gereken her şeyi düşündüğümde korkunç bir öfke kaplıyor içimi. Beni bekleyen yılları, benden esirgenecek olan emeklilik primlerimi, miktarı azaltılacak olan ödenekleri, Nicole ile bazen yaşayacağımız bunalımları düşünmesem daha iyi olur. Bunları düşünmemeliyim, çünkü siyatiğime’rağmen içimde teröristlere özgü bir mizaç doğuyor. Dört yıldır görüştüğüm istihdam danışmanımı en yakınlarımdan â biri olarak kabul etmeye başladım. Kısa süre önce, sesinde bir tür hayranlıkla, benim örnek biri olduğumu söylemişti. Söylemek istediği şey aslında, iş bulma fikrinden vazgeçmeme rağmen aslında iş aramaktan vazgeçmediğimdi. Burada güçlü bir karakterin işaretini gördüğüne inanıyordu. Onu yalancı durumuna düşürmek istemem; otuz yedi yaşında ve yanılsamalarını mümkün olduğunca uzun süre koruması gerekiyor. Ama aslında bir tür refleks edinmiştim. İş aramak, çalışmak gibi bir şeydi ve ben zaten tüm hayatım boyunca sadece bunu yaptım. Bu, tüm sinir sistemime yerleşti ve herhangi bir tasarı olmaksızın sadece gereksinim sonucu beni böyle davranmaya iter oldu. Köpeklerin sokak lambalarının kokularını almaları gibi ben de iş arıyorum. Herhangi bir yanılsamaya kapılmaksızın. Bu, benden daha güçlü bir his

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir