Rachel Ward – Sayilar

Benim gibi çocukların takıldığı yerler vardır. Üzgün çocukların, kötü çocukların, sıkılmış ve yalnız çocukların, farklı çocukların takıldığı yerler. Eğer nereye bakmanız gerektiğini biliyorsanız, haftanın herhangi bir günü bizi bir dükkânın arkasında, köhne bir sokakta, eski bir köprünün altında, dökük hangarlarda ya da ufak bir garajda bulabilirsiniz. Binlerce farklı çocuğuz biz. Tabii bizi bulmak isterseniz, genelde insanlar istemez. Bizi gördüklerinde kafalarını çevirirler, orda yokmuşuz gibi davranırlar. Öylesi daha kolaydır. Herkese bir şans vermekle ilgili saçmalıklara pek inanmamak lazım kısacası. Bizi gördüklerinde, onların çocuklarıyla aynı okulda olmadığımız, çocuklarının derslerini bozmadığımız ve onlara eziyet çektirmediğimiz için sevinirler. Öğretmenler de öyledir. Bir sonraki sene kayıt yaptırmak için aynı okula dönmediğimizde üzüldüklerini mi sanıyorsunuz? Bırakın bu işleri, neredeyse zil takıp oynarlar, onlar bizim gibi çocukları sınıflarında istemezler ve biz de onların sınıflarında olmak istemeyiz. Benim gibiler zaman öldürmek için çoğunlukla küçük, ikili ya da üçlü gruplar halinde takılır. Bense tek başıma olmayı severim. Kimsenin olmadığı yerler bulmayı severim; 5 tarama:ginny düzenleme:sereniti kimseye bakmak zorunda olmadığım, kimsenin sayılarını görmek zorunda olmadığım yerler. Nehir kıyısındaki en sevdiğim mekâna gelip başkasının benden önce gelmiş olduğunu görünce sinirlenmemin sebebi de buydu aslında.


Eğer sadece bir yabancı, yaşlı bir alkolik ya da yitik bir uyuşturucu müptelası olsaydı kolaylıkla başka bir yere gidebilirdim, ama şansıma Bay McNulty’nin “özel” öğrenciler sınıfındaki diğer çocuklardandı bu, “Örümcek” adını taktıkları geveze, hiperaktif, sırık gibi bir çocuk. Beni gördüğünde güldü, hemen yanıma geldi ve parmağını yüzüme sallamaya başladı. “Seni gidi seni! N’apıyorsun kızım burada?” Omuz silktim ve yere bakmaya başladım. Benim yerime devam etti. “Nutter’a* bir gün daha katlanamadın mı? Seni suçlayamam Jem, herif tam bir manyak. Sokağa çıkmasına bile izin verilmemeli, yanlış mıyım?” İriyarı biri o, Örümcek, çok uzun. Fazla yakın duran, ne zaman geri çekilmesi gerektiğini bilmeyen tiplerden. Sanırım okulda durmadan kavgaya karışmasının nedeni de bu. Durmadan suratınızın dibinde, kokusunu bile alabilirsiniz. Arkanızı dönüp gitseniz bile bir şekilde beliriyor önünüzde, işaretleri anlamakta pek başarılı değil, mesajı almıyor bir türlü. Kapüşonum yüzünü tamamen görmemi engelliyordu ama o biraz daha üzerime eğilince içgüdüsel olarak kendimi çektim ve göz göze geldik. İşte oradaydı. Sayısı. 15122011. Bana rahatsızlık veriyor olmasının bir diğer sebebi de buydu.

Zavallı çocuk, böyle bir sayıyla zaten hiç şansı yok. Herkesin bir sayısı var ama sanırım onları görebilen bir tek benim. Yani, ben de bir tabelayı görür gibi “görmüyorum” aslında onları; bir şekilde zihnimde beliriyorlar, gözlerimin arkasında bir yerlerde, onları hissediyorum. Ama gerçekler. Bana inanmamakta özgürsünüz, umurumda değil, ben gerçek olduklarını biliyorum. Ne anlama geldiklerini de. Jeton, annem öldüğü gün düştü. * Argoda çatlak, manyak; öğrencilerin Mc Nulty’ye taktıkları isim. 6 tarama:ginny düzenleme:sereniti Sayıları kendimi bildim bileli görüyordum, herkesin de gördüğünü sanıyordum. Sokakta yürürken, biriyle göz göze geldiğim anda hissediyordum onun sayısını. Annem beni pusetimde gezdirirken bile ona insanların sayılarını söylerdim. Hoşuna gideceğini, zeki olduğumu düşüneceğini düşünürdüm safça. Annemin haftalık maaşını almak için High Street üzerinde DSS’e doğru hızlıca ilerliyorduk. Gayet normal ve güzel bir Perşembe günüydü. Buradan bizim sokaktaki camlan kalaslarla örtülü eve, istediği şeyi almaya gidecektik ve o birkaç saat için mutlu olacaktı.

Vücudundaki her kas gevşeyecek, benimle konuşacak, hatta bana hikâyeler anlatacaktı. Hızla yol alırken, yüksek sesle insanların sayılarını söylüyordum. “İki, bir, dört, iki, hiç, bir, dokuz! Yedi, iki, iki, hiç, dört, altı!” Birden annem bebek arabasını kavradı ve beni görecek şekilde sertçe döndürdü. Eğildi ve arabanın iki tarafını sıkıca kavradı, vücuduyla beni hapsetmişti sanki. O kadar sıkı tutuyordu ki kollarındaki damarlar her zamankinden daha belirginleşmişti, morluklar ve iğne izleri de her zamankinden daha canlılardı. Doğrudan gözlerimin içine baktı, öfkesi suratının her köşesinden okunuyordu. “Dinle, Jem,” kelimeleri kusuyordu sanki, “Ne zırvalayıp durduğunu bilmiyorum, ama durmanı istiyorum. Kafamın içine ediyor o sayılar ve bugün en son istediğim bu. Tamam mı? En son, o yüzden… o lanet …çeneni… kapat.” Heceler kızgın eşekarıları gibi sokuyor, öfkesi her yanımı sarıyordu. Ve tüm bunlar olurken, göz göze baktığımız süre boyunca sayısı oradaydı, kafatasımın içine kazınmış duruyordu: 10102001. 4 yıl sonra, kırışık takım elbiseli bir adamın sayıyı kâğıdın üstüne yazışını izledim: Ölüm Tarihi: 10.İ0.2001. Sabah ben bulmuştum onu.

Uyandım, her zaman olduğu gibi okul kıyafetlerimi giydim, mısır gevreği koydum kendime. Süt yoktu, çıkardığım kutudaki çoktan bozulmuştu. Su kaynatmaya başladım ve sessizce Coco Pops’ımı yedim. Sonra anneme koyu 7 tarama:ginny düzenleme:sereniti bir kahve yapıp dikkatlice odasına çıktım. Hâlâ yataklaydı ve gözleri açıktı, üstüne ve yanlarına iğrenç bir şeyler dökülmüştü. Kahveyi yere, iğnenin hemen yanına bıraktım, “Anne?” dedim, cevap vermeyeceğini bile bile. Cevap yoktu, o artık yoktu. Tabii sayısı da yoktu. Hatırlıyordum, ama boş, ifadesiz gözlerine baktığımda göremiyordum artık onu. Öylece durdum bir kaç dakika, belki bir kaç saat – emin değilim – sonra aşağı indim ve alt katımızda oturan kadına haber verdim. Bakmak için yukarı çıktı. Sanki içerde olanları görmemişim gibi bana evin dışında durmamı söyledi gerzek. Yalnızca otuz saniye sonra, yanımdan hızla geçti ve koridora kustu. Kusması bittiğinde, ağzını mendiline sildi, beni evine götürdü ve telefonla ambulans çağırdı. Eve bir anda tonla insan doldu: polisler ve ambulans görevlileri gibi üniformalılar, ölüm tarihini not eden adam gibi takım elbise giyenler ve benimle gerzekmişim gibi konuşan, sonra da beni oradan, hayatım boyunca bildiğim tek yerden öylece koparıp götüren kadın.

Nereye vardığını bilmediğim yol boyunca içimden tekrarlayıp durdum. Bu sefer sayıları değil, kelimeleri. Aslında iki kelimeyi. Ölüm Tarihi. Ölüm Tarihi. Eğer gördüğüm sayının anlamını bilseydim, ona söyleyebilirdim. Onu durdurabilirdim. Bilemiyorum. Ne anlama gelirdi ki söylemem? Birlikte geçireceğimiz sadece yedi yılımız olduğunu bilse? Hiç bir şey değişmezdi, o yine de bir uyuşturucu bağımlısı olacaktı. Onu durdurabilecek hiçbir şey yoktu bu dünyada. Katıksız bir müptelaydı. Örümcek’le köprü altında olmak hoşuma gitmemişti. Dışarıda olduğumuzu biliyordum ama sanki orada sıkıştırılmışım, onunla hapsedilmişim gibi geliyordu. Bütün boşlukları uzun kol ve bacaklarıyla dolduruyor, sürekli hareket ediyordu. Üzerine bir de o koku.

Ani bir hareketle ondan sıyrıldım ve çıkış rampasına doğru yürümeye koyuldum. 8 tarama:ginny düzenleme:sereniti “Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı arkamdan. Sesi beton duvarlarda yankılanıyordu. “Sadece yürüyorum,” diye geveledim. “Güzel,” dedi arayı kapatırken. “Hem yürüyelim, hem konuşalım,” dedi. “Yürüyelim, konuşalım.” Yanıma gelmişti, yine o kadar yakındı ki her adımında omzuma sürtünüyordu. Biraz önceki şeklimi aldım, kafa aşağı, kapüşon yukarı, belli belirsiz çakıllar ve çer çöp, ayağımın altından hızla ters yöne hareket ediyorlardı. Uzun adımlarla bana eşlik ediyordu. Uzaktan komik gözüküyor olmalıydık, ben on beş yaşındaki biri için ufak tefektim, o ise hızla ilerleyen siyah bir zürafa gibiydi. Biraz konuşmaya çalıştı ama ben vazgeçip uzaklaşmasını umarak duymazlıktan geldim. Nerde, ondan kurtulabilmek için yapabileceğiniz tek şey ondan kurtulmak istediğinizi söylemekti, o zaman bile sizi rahat bırakacağından pek emin değilim. ‘Yani buralarda yenisin sen?” Başımla onayladım. “Ne oldu, önceki okulundan kovuldun mu? Biraz yaramazlık yaptın ha?” Yalnız okuldan mı, son “ev”imden, ondan öncekinden ve hatta ondan da öncekinden kovuldum, insanlar beni anlamamakta diretiyor gibi.

Kendime ait bir alana ihtiyacım olduğunu kavrayamıyorlar. Bana hep ne yapmam gerektiğini söylüyorlar. Rutinlerin, zorunlulukların, el yıkayıp ödev yapmanın her şeyi mucizevî bir şekilde yoluna koyacağını sanıyorlar. Dünyadan haberleri yok. Cebine uzandı. “Sigara ister misin? Bende biraz var, bak.” Durdum, cebinden çıkarttığı buruşmuş pakete baktım. “Al, hadi.” Bana bir sigara verdi ve çakmağını yaktı. Çakmağa uzandım ve sigaram yanana kadar içime çektim, tabii bu arada onun rezalet kokusunu da. Tekrar uzaklaştım, çabucak ve derin bir nefes daha aldım. “Sağ ol,” diye mırıldandım. 9 tarama:ginny düzenleme:sereniti Kendi sigarasından bir nefes aldı, dünyadaki en önemli işi yapıyormuş gibi dumanını üfledi ve gülümsedi. Ve o an aklıma geldi: Topu topu üç ay sonra bitecek. Bu sefil çocuğun ise tek yaptığı okulu kırıp nehir kenarında sigara içmek.

Hayat dediğin bıı olmasa gerek, değil mi? Eski demiryolu traverslerinden bir yığının üzerine oturdum. Nikotin beni sakinleştirmişti ama Örümcek’te pek bir değişiklik yoktu. Bir yukarıdaydı, bir aşağıda. Traverslerin üzerine tırmanıyor, onların en ucunda dengede durmaya çalışıyor, aşağı atlıyor ve yeniden tırmanıyordu. Kendi kendime düşündüm: Böyle ölecek geri zekâlı, bir şeyin üstünden atlarken düşüp boynunu kıracak. “Hiç durmaz mısın sen?” dedim. “Hayır, heykel değilim ya. Madame Tussaud’dakiler gibi balmumundan mı yapıldım sandın? Hâlâ az buçuk enerjim var.” Orada, çıkış rampasında dans etmeye başladı. İster istemez gülümsedim. Yıllardır ilk defa içimden gülmek gelmiş gibiydi. O da sırıttı. “Güzel bir gülümsemen var,” dedi. Bardağı taşıran son damlaydı, kişisel yorumlardan pek hoşlanmam. “Siktir git, Örümcek,” dedim, “sadece siktir git.

” “Sakin ol arkadaş. Kötü bir şey söylemek istemedim.” “Eh, kusura bakma. Hoşuma gitmedi.” “insanlara bakmaktan da hoşlanmıyorsun değil mi?” Başımla onayladım. “İnsanlar onların gözlerine bakmak yerine yere baktığın için senin şımarık ve kendini beğenmiş olduğunu düşünüyorlar.” “Bu da kişisel oldu, kendi sebeplerim var.” Arkasını döndü, nehre bir taş attı. “Her neyse. Peki, sana bir daha güzel bir şey söylemeyeceğim, oldu mu?” “Tamam,” dedim. Kafamın içinde çılgınlar gibi öten alarm sesleri vardı. Bir yarım takılabileceğim biri olmasını, diğer insanlar gibi olmayı dünyadaki her şeyden çok istiyordu, diğer yarım ise daha fazla içine çekilmeden, hemen bu konuyu kapatıp oradan uzaklaşmam gerektiğini söylüyordu. Birine alışı10 tarama:ginny düzenleme:sereniti yorsun, ondan hoşlanmaya bile başlıyorsun ve o çekip gidiyor. Sonunda herkes gidiyor. Karşımda tepeden tırnağa kıpır kıpır dururken onu yavaşça süzdüm, şimdi de yerden taşlan alıp nehre atmakla meşguldü.

Yapma bunu Jem, diye düşündüm. Birkaç ay içinde gitmiş olacak. Arkası bana dönükken, yavaşça ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Ne bir açıklama, ne bir hoşçakal. Arkamdan bağırdığını duyuyordum, “Hey, nereye gidiyorsun?” Orada öylece durmasını istiyordum, peşimden gelmemesini. Arayı açtıkça, sesi de yavaş yavaş azalmaya başladı. “Peki, öyle olsun. Yarın görüşürüz arkadaş.” 11 tarama:ginny düzenleme:sereniti 2. Bölüm Nutter tam anlamıyla teyakkuzdaydı. Biri onu fena kıllandırmış olmalıydı, artık her ne olmuşsa, kimseye göz açtırmıyordu. Ses çıkarmak yok, etrafa bakmak yok, herkesin gözü kendi kâğıdında, ingilizce sınavı, yarım saat. Sorun şu ki, biri bana bir şeyi yapmamı söylediğinde bende değişik duygular uyanıyor. Bana emir verene defolup gitmesini söylemek istiyorum, hem de gerçekten yapmak istediğim bir şey olsa bile, ki bu sınav öyle değil. Yanlış anlamayın, okuyabiliyorum, yani öyle ya da böyle okuyorum bir şekilde.

Pek hızlı değilim. Beynimin kelimeleri anlayabilmek için biraz zamana ihtiyacı oluyor genelde. Eğer kendimi sıkar ve hızlı okursam, bir noktadan sonra kelimelerin hepsi birbirine giriyor ve ortada anlaşılacak bir şey kalmıyor. Her neyse, bu sefer elimden gelenin en iyisini yapıyordum. Gerçekten. Karen, koruyucu annem, okulu kırmakla ilgili uzun bir nutuk çekmişti. Bilirsiniz ya, “Artık bir baltaya sap olmanın zamanı geldi. Kendini geliştirmelisin. Hayat tatilden ibaret değil. ”Yine okuldakilerle ve benimle ilgilenen sosyal hizmet görevlisiyle, bütün olağan şüphelilerle konuşmuştu anlayacağınız, sonunda ben de daha fazla ayak dirememeye karar verdim. Bir süre başımı öne eğip uyum 12 tarama:ginny düzenleme:sereniti sağlamaya çalışmam beni rahat bırakmalarını sağlardı, en azından biraz nefes alabilirdim. Her zamankinden farklı olarak, bu sefer sınıfın tümüne sessizlik hâkimdi. Nutter’ın şeytani ruh halini fark etmiş olacaklar ki, kimse şansını zorlamıyordu. Ufak tefek mırıldanmalar ve iç geçirmeler vardı tabii ama genel olarak herkes sakince işine bakıyordu – ya da bakar gibi yapıyordu – ki bir anda bir şey sınıfa daldı. Kapı menteşelerinden kurtulacak gibi savruldu ve Örümcek sanki arkasından itmişler gibi sınıfa daldı.

Sessizlik bir anda dağıldı. Çocuklar tezahürat yapmaya, alkışlamaya ve kahkahalarla gülmeye başladılar. Bu Nutter’ın pek hoşuna gitmemişti tabii. “Bu şekilde sınıfa girmekle ne yaptığını zannediyorsun sen? Çık dışarı ve adam gibi gir içeri.” Örümcek öne doğru sekti ve gözlerini devirerek, “Hocam yapmayın, içerdeyim işte, değil mi?” McNulty, sanki her şeyi kesin bir sükunet içinde kontrolü altında tutmak istiyor gibi yavaş ama sert bir şekilde, “Ne diyorsam onu yap, sonra da geç yerine.” “Hocam bunu niye yapıyorsunuz ki? Burada olmak zorunda bile değilim ama buradayım işte. Öğrenmek istiyorum, hocam.” Hepimize alaycı gülüşlerle karşılanan, destek bekler bir bakış attıktan sonra, “Bana niye böyle eziyet ediyorsunuz ki?” Nutter derin bir nefes aldı, “Niye bugün bize katılmakta bu kadar isteklisin bilmiyorum ama belli ki bir şey seni buraya çekmiş. Şimdi, eğer gerçekten bu derse girmek istiyorsan, ki girmek istediğini ümit ediyorum, dışarı çıkacaksın ve sonra sana söylediğim gibi sessizce içeri gireceksin. Biz de dersimize kaldığımız yerden devam edeceğiz.” Onlar bakışırken, derin bir sessizlik kapladı sınıfı. Hepimiz susmuş, kimin geri adım atacağını bekliyorduk merakla. Örümcek, Nutter’a boş boş bakarak öylece duruyordu, bu sefer yalnızca tek bacağını sallayarak. Arkasını döndü ve dışarı çıktı, öylece. Sınıftaki tüm gözler onun ağır ağır sınıftan 13 tarama:ginny düzenleme:sereniti çıkışını izledi ve sınıftan çıkmasıyla boş kalan kapı ağzına bakakaldı.

Temelli mi gitmişti? Olabildiğince ağırbaşlı bir şekilde kapıda yeniden belirdiğinde, sınıftan belli belirsiz bir uğultu yükseldi. Kapıda bir süre durdu. “Günaydın hocam,” dedi ve Nutter’ı başıyla selamladı. “Günaydın, Dawson.” McNulty’nin gözlerinde temkinli bir bakış vardı. Örümcek’in hamlesini nasıl karşılaması gerektiğini bilmiyor gibiydi. Zafere fazla kolay ulaşmış olmaktan korkuyordu muhtemelen. Örümcek’in sırasına bir kâğıt ve kalemle, okuma parçasını koydu. “Otur, elinden geleni yap hadi.” McNulty sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıp bizi izlemeye geri dönerken, Örümcek aylak aylak sırasına yürüdü. “Tamam, herkes işine baksın. Yirmi beş dakikanız var. Kâğıdınıza dönün.” Ancak Örümcek’in beklenmedik dönüşü sınıftaki havayı bozmuştu bir kere. Dağılmıştık, bir fısıltıdır gidiyordu.

Herkes kıpırdanıyordu; arka sıralarda muhabbet edenler, sandalyeleriyle ileri geri sallananlar. McNulty ise herkesi uyarmaya devam ediyordu, kontrolü tekrar ele almak istiyordu. “Herkes kendi kağıdıyla ilgilensin, lütfen. Ellerinizi kendinize saklayın.” Savaşı baştan kaybetmişti. Kendimden bahsetmem gerekirse, önümdeki kelimeler yüzüyor, dans ediyordu. Anlamsızlardı. Bir desenden farksızlardı o anda. Bana Çince ya da Arapça gibi geliyorlardı. Çünkü Örümcek’in dönmesinin nedeni ben miyim diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Nehrin oradayken aramızda bir bağ oluşmaya başladığını hissetmiştim ve bu beni hayli korkutuyordu. O zamandan beri ondan kaçıyordum, ama zaten Örümcek’in bana yaklaşmaya çalıştığını düşündürecek bir şey olmamıştı şu ana kadar. Ama biraz önce sırasına doğru giderken bana göz kırpmış olduğuna yemin edebilirdim. Sinir şey. Ne zannediyor bu kendini? Öğle yemeğinden sonraki derste, Nutter’ın sabrı taşmıştı.

Arka plandaki aralıksız gürültü, gülüşmeler ve hiç kesilmeyen sohbetler arasında bir anda durdu. 14 tarama:ginny düzenleme:sereniti “Peki bakalım. Kitapları kaldırın, kalemleri, defterleri kaldırın. Hepiniz. Hadi!” Şimdi aklından ne geçiyordu acaba? “Hadi, çabuk olun. Bütün eşyalarınızı kaldırın. Konuşmamız lazım.” Gözlerini devirenler, esneyenler – evet anladık, yeni bir hayat dersi yolda. Eşyalarımızı çantamıza ya da ceplerimize doldurup, o klasik konuşmayı beklemeye başladık: Yaptıklarınız kabul edilemez. Potansiyelinizi kullanmıyorsunuz. Saygısızsınız. Ama o konuşma gelmedi. Onun yerine, sıraların arasında yukarı aşağı yürümeye koyuldu. Her birimizin yanında azıcık durarak bir şeyler söylüyordu. “İşsiz.

” “Kasiyer.” “Çöpçü.” Bana geldiğinde, durmadı bile. “Temizlikçi” dedi ve aynen devam etti. Sıranın sonuna kadar böyle devam etti ve yüzünü bize döndü. “Peki, bu kendinizi nasıl hissettirdi?” Masalarımıza ya da camdan dışarıya bakıyorduk boş boş. Kendimizi, aynı hissetmemizi istediği gibi hissetmiştik. Bok gibi. Hepimiz okul bittiği gün kendimizi bekleyen hayatın zaten farkındaydık, onun gibi kendini beğenmiş bir ahmaktan bunları duymasak da olurdu. Bir anda Örümcek lafa girdi, “Ben gayet iyi hissediyorum hocam. Sonuçta bu yalnızca sizin fikriniz, değil mi? Hiç bir anlamı yok aslında. Ne istersem o olabilir, ne istersem onu yapabilirim. Yapamaz mıyım?” “Hayır, Dawson. Zaten bütün olay da bu ve bunu hepinizin dikkatle dinlemesini istiyorum. Şu anda sahip olduğunuz bu tavırla gitmekte olduğunuz yolun sonunu duydunuz biraz önce.

Ancak, eğer biraz gayret edip dikkatinizi toplarsanız, şu son yılınızda biraz daha kendinizi verirseniz, her şey çok daha farklı olabilir. Yeterlilik sertifikalarınızı alırsanız, iyi bir ortalamayla mezun olursanız, geleceğinizi değiştirebilirsiniz.” “Benim annem de kasiyer.” Bu Charmaine’di, iki sıra önümde oturuyordu. “Evet, bunda utanılacak hiç bir şey yok ama sen, Charmaine, eğer istersen o mağazanın müdürü olabilirsin. Biraz 15 tarama:ginny düzenleme:sereniti ileriyi görmeye çalışmalısınız, neleri başarabileceğinizi düşünün. Kendinizi nerede görüyorsunuz? Hadi söyleyin, bundan bir yıl sonra, iki yıl, beş yıl sonra ne yapıyor olacaksınız? Laura, sen başla.” Bütün sınıfa soruyordu, tek tek. Çoğunun hiçbir fikri yoktu. Bazıları da biraz önce Nutter’ın söylediğinin isabetli bir tahmin olduğuna inanıyordu. Örümcek’e geldiğinde, nefesimi tuttum. Geleceği olmayan çocuk, ne söyleyecekti acaba? Tabii ki, bahsi gördü ve artırdı. Sırtını sandalyesine yasladı ve sanki büyük bir kalabalığa seslenir gibi anlatmaya başladı. “Beş yıl içinde, muhtemelen cebimde tonla para, altımda pahalı ses sistemi olan siyah bir BMW ile sokaklarda takılıyor olurum.” Diğer oğlanlar dalgalarını geçtiler.

McNulty onu bakışlarıyla eziyordu. “Peki Dawson, Bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir