Rick Riordan – Percy Jackson ve Olimposlular 4.5 – Melez Dosyaları

D ıĢarıdan gelen sesleri duyduğumda o günkü beĢinci saatimize girmiĢ, fen dersi iĢliyorduk. GICIRTI AY! AHHHHH! “HEYTl” Sanki birisi içine iblis girmiĢ tavukların saldırısına uğramıĢtı. inanın bana, böyle bir olaya da Ģahit oldum. Ancak sınıfta kimse olan bitenin farkında değildi. Laboratuardaydık ve herkes konuĢuyordu. Elimdeki deney ĢiĢesini yıkı-yormuĢ gibi yaparak usulca pencereye yaklaĢtım ve dıĢarı bir göz attım. Ara sokakta kılıcını çekmiĢ bir kız duruyordu. Kız tıpkı bir basketbol oyuncusu gibi uzun boylu ve kaslıydı. Cılız kahverengi saçlı kızın üstünde bir kot pantolon, savaĢ botları ve kot ceket vardı. Her biri kuzgun büyüklüğünde kapkara kuĢlardan oluĢan bir sürüyle savaĢıyordu. Ustü baĢı kuĢ tüyleriyle kaplanmıĢtı. Sol gözünün üstü kanıyordu. Olanları izlerken kuĢlardan teki kızın ceketinin üstüne oka benzer bir tüy fırlattı. Ok kızın omzuna saplandı. Kız bi küfür savurup kılıcını kuĢa salladı ama kuĢ uçuverdi.


Ne yazık ki bu kızı tanıyordum. Adı Clarisse’ydi v Melez Kampı’ndaki eski düĢmanımdı. Clarisse genellikl tüm seneyi Melez Kampı’nda geçirir; dolayısıyla okullarıı açık olduğu bir saatte, Manhattan’ın bu yakasında ne iĢi ol duğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Ancak baĢının dert te olduğu belliydi. KuĢlara karĢı tek baĢına daha fazla da yanabilecekmiĢ gibi görünmüyordu. Yapabileceğim tek Ģeyi yaptım. “Bayan White,” dedim, “tuvalete gidebilir miyim? Ku sacağım galiba.” Hani öğretmenlerin en sevdiği sözcüğün lütfen olduğum söylerler ya? Yalan. Büyülü sözcük kusmak. Bunu söylediği niz anda sınıftan çıkmanıza izin verirler. “Tamam, git!” dedi Bayan White. Laboratuardan dıĢarı fırladım ve koruyucu gözlükleri mi, eldivenlerimi ve önlüğümü çıkardım. Dalgakıran adl kalemim, yani en sevdiğim silahım da yanımdaydı. Koridorda karĢıma kimse çıkmadı. Spor salonundan dı Ģarı çıktım.

Ara sokağa vardığımda Clarisse kılıcının dü kısmını sanki bir beysbol oyununda sayı turu yapacakmı gibi iblis kuĢun kafasına indirmek üzereydi. KuĢ cıyaklayı döne döne havaya yükseldi ama sonra duvara çarpıp bi çöp tenekesinin içine düĢtü. Clarisse’nin etrafında hala bi düzine kadar kuĢ uçuĢuyordu. “Clarisse!” diye bağırdım. ġaĢkınlıkla öfkeli bakıĢlarını bana çevirdi. “Percy? Burada ne iĢin—” Tam o anda baĢının üstünden bir sürü tüy ok geçti ve arkasındaki duvara saplandı. “Burası benim okulum,” dedim. Clarisse “Hay aksi,” diye homurdandı ama kuĢlar daha fazla bir Ģey söylemesine engel oldular. Hemen kalemimin kapağını açtım. Kalem bir anda bir metrelik bronz bir kılıca dönüĢtü. Clarisse’ye yardıma koĢup kılıcımı kuĢlara savurmaya ve üstüne yapıĢan kuĢ tüylerini etrafa saçmaya baĢladım. Birlikte, tüm kuĢlar yerde bir tüy öbeği oluĢturana kadar savaĢmaya devam ettik. ikimiz de nefes nefese kalmıĢtık. Oramda buramda birkaç sıyrık oluĢmuĢtu ama kayda değer bir yara almamıĢtım Koluma saplanan tüy oku çekip çıkardım. Neyse ki ok fazla derine saplanmamıĢtı.

Ucunda zehir olmadığı sürece bana bir Ģey olmazdı. Ceketimin cebinde acil durumlar için sakladığım ambrosiadan bir parça çıkarıp ikiye böldüm ve bir parçasını Clarisse’ye uzattım. Clarisse “Yardımına ihtiyacım yok,” dese de ambrosiayı aldı. Birkaç lokma yedik. AĢırıya kaçmamaya özen gösterdik çünkü tanrıların yiyeceği sizi küle çevirebilir. Sanırım bu yüzden tanrıların çoğu gayet formda. Her neyse, birkaç saniye sonra sıyrıklarımız ve çürüklerimiz tamamıyla kayboldu. Clarisse kılıcını kınına sokup ceketini silkeledi. “Eh… Sonra görüĢürüz,” dedi. “Bir dakika!” dedim. “Böyle çekip gidemezsin.” “Giderim tabii.” “Neler oluyor? Kamptan bu kadar uzakta ne iĢin var? Neden o kuĢlar peĢine düĢtüler?” Clarisse beni itti. Daha doğrusu itmeye çalıĢtı. Onun bu kaba saba hareketlerine alıĢmıĢtım.

Ben hemen yana kayınca öne doğru tökezledi. “KonuĢsana,” dedim. “Neredeyse okulumun önünde ölecektin. Neler olup bittiğini bilmeye hakkım var.” “Sen öyle san!” “Bırak da sana yardım edeyim.” Bezgin bir edayla içini çekti. Suratıma okkalı bir yumruk patlatmayı istediğini biliyordum ama gözlerinde sanki baĢı fena halde dertteymiĢ gibi çaresiz bir ifade vardı. “Sorun erkek kardeĢlerim,” dedi. “Bir eĢek Ģakası.” “Hadi ya?” dedim ama bunu duyduğuma hiç ĢaĢırmadım. Clarisse’nin Melez Kampı’nda bir sürü kardeĢi var. KardeĢlerin hepsi de birbirine sataĢır. Sanırım hepsi savaĢ tanrısı Ares’in çocukları olduğundan bu normal bir Ģey. “Hangi erkek kardeĢlerin?” diye sordum. “Sherman mı? Mark mı?” Clarisse korkuyla “Hayır,” dedi.

Onu daha önce hiç bu kadar korkmuĢ görmemiĢtim. “Ölümsüz olan kardeĢlerim,” dedi. “Phobos ve Deimos.” Yakınlardaki bir parka gidip bir bankın üstüne oturduk ve bana olanları anlattı. Okula geri dönmek için acele etmiyordum. Bayan White hemĢirenin beni eve yolladığını düĢünmüĢ olmalıydı. Zaten altıncı ders iĢ eğitimi dersiydi. Bay Bell bu derste asla yoklama almazdı. “ġu meseleyi bir açıklığa kavuĢturalım,” dedim. “Biraz gezmek için babanın arabasını gizlice aldın, sonra da araba ortadan kayboldu, öyle mi?” Clarisse “O sıradan bir araba değil,” diye homurdandı. “O bir savaĢ arabası! Ayrıca babam dıĢarı çıkarmamı kendisi söyledi. Sanırım… Bu bir sınav gibi bir Ģeydi. Günbatımında arabayı geri götürmem gerekiyordu ama —” “KardeĢlerin arabayı çaldılar.” “SavaĢ arabasını çaldılar,” dedi Clarisse. “Onlar savaĢ arabasını sık sık sürerler ama baĢkalarının sürmesinden hiç hoĢlanmazlar.

Bu yüzden de savaĢ arabasını benden çalıp peĢime o salak ok fırlatan kuĢları taktılar.” “KuĢlar babana mı ait?” Clarisse kasvetli bir tavırla baĢını salladı. “KuĢlar babamın tapmağını korurlar. Her neyse, savaĢ arabasını bula-mazsam…” Clarisse dokunsanız ağlayacak haldeydi. Ona hak vermiyor değildim hani. Babası Ares’in öfkesine daha önce de Ģahit olmuĢtum da bunun pek iç açıcı bir manzara olduğunu söyleyemem. Clarisse onu hayal kırıklığına uğratacak olursa babası onu fena yapardı. Cidden fena yapardı. “Sana yardım edebilirim,” dedim. “Neden yardım edesin kı?” diye bağırdı Clarisse. “ArkadaĢın falan değilim!” Haklıydı. Clarisse bugüne dek bana milyonlarca kez kötü davranmıĢtı ama yine de ne onun ne de baĢka birisinin Ares tarafından pataklanması hoĢuma gitmezdi. Tam bunu ona nasıl anlatacağımı düĢünürken bir erkek sesi duydum: “Ay, Ģuna bak. AğlamıĢ galiba!” Bir genç, telefon direğine yaslanmıĢ bize bakıyordu. Üstünde yırtık pırtık bir kot pantolon, siyah bir tiĢört ve deri bir ceket vardı, baĢına da bir bandana takmıĢtı.

Gözleri alev rengindeydi. “Phobos.” Clarisse yumruklarını sıktı. “Seni sersem, savaĢ arabası nerede?” “Arabayı kaybettin ya?” dedi Phobos alaycı bir ses tonuyla. “Neden bana soruyorsun?” beni— Clarisse kılıcını çekip saldırıya geçti ama kılıcı savurur savurmaz Phobos gözden kayboldu ve kılıç telefon direğine saplandı. Phobos aniden yanımdaki bankın üstünde belirdi. Gülüyordu ama Dalgakıran’ın sivri ucunu boğazına yöneltince gülmeyi kesti. “SavaĢ arabasını tepemi attırmadan geri versen iyi olacak,” dedim. Phobos pis pis sırıtıp istifini bozmamaya gayret etti. Daha doğrusu boğazına doğrulttuğum kılıca rağmen renk vermemeye çalıĢıyordu. “Küçük erkek arkadaĢın kim, Cla-risse? Artık savaĢırken sana destek mi gerekiyor?” “O benim erkek arkadaĢım falan değil!” Clarisse kılıcına yapıĢıp telefon direğinden çıkarmaya çalıĢtı. “O arkadaĢım bile değil. O Percy Jackson.” Phobos’un ifadesi bir anda değiĢiverdi. ġaĢırmıĢ, hatta endiĢelenmiĢ gibi bir hali vardı.

“Poseidon’un oğlu mu yani?” dedi. “Hani Ģu babamı öfkelendiren çocuk? ġu iĢe bak Clarisse. Can düĢmanımızla mı takılıyorsun artık?” “Onunla takıldığım falan yok!” Phobos’un gözleri kıpkırmızı parladı. Clarisse çığlık attı. Sanki görünmez bir böcek ordusu tarafından saldırıya uğramıĢ gibi kılıcı havaya savurmaya baĢladı. “Lütfen, yapma!” “Ona ne yapıyorsun?” diye bağırdım. Clarisse kılıcını çılgınlar gibi oraya buraya savurarak sokağın derinliklerine doğru geriledi. Phobos’a “Kes Ģunu!” diye bağırdım. Kılıcımı boğazına biraz daha yaklaĢtırdım ama bir anda gözden kaybolup yine telefon direğinin önünde belirdi. “Heyecanlanma Jackson!” dedi. “Ona korktuğu Ģeyi gösteriyorum, o kadar.” Sonra gözleri normale döndü. Clarisse nefes nefese yere yığıldı. “Seni pislik,” dedi. “Seni… Seni bir elime geçirirsem… ” Phobos bana döndü.

“Ya sen, Percy Jackson?” dedi. “Sen neden korkarsın? Emin ol ki öğreneceğim. Her zaman bir yolunu bulurum.” “SavaĢ arabasını geri ver,” dedim sakin olmaya çalıĢarak. “Babanla daha önce kapıĢmıĢtım. Senden korkmuyorum.” Phobos güldü. “Korkunun kendisinden baĢka korkacak bir Ģey yok. Öyle derler, değil mi? Eh, dur sana bir sır vereyim melez. Korku benim. SavaĢ arabasını bulmak istiyorsan, gel de al. Araba suyun karĢı tarafında. Hani Ģu minik yabani hayvanların yaĢadığı yerde. Senin ait olduğun yer de orası değil mi zaten?” Phobos parmaklarım Ģaklattı ve ardında sarı renkli bir buhar bırakarak kayboldu. ġimdi size Ģunu söyleyeyim: Bugüne dek çok tatsız bir sürü ufak tanrıyla ve canavarla karĢılaĢtım ama Phobos bunların en beteriydi.

Kabadayıları sevmem. Okulda asla ‘popüler’ olmadım, o yüzden de hayatımın büyük bir kısmını beni ve arkadaĢlarımı korkutmaya çalıĢan serserilere karĢı koyarak geçirdim. Phobos’un bana bakarak pis pis gülmesi ve bir bakıĢıyla Clarisse’nin yere yığılıĢı… Yok, bu serseriye gününü gösterecektim. Clarisse’nin ayağa kalkmasına yardım ettim. Suratı hala boncuk boncuk terle kaplıydı. “Artık yardım etmemi istiyor musun?” diye sordum. Her an saldırıya hazır bir biçimde metroya bindik ama karĢımıza kimse çıkmadı. Clarisse yolda bana Phobos’la De-imos’tan bahsetti. “Ufak tanrılar,” dedi. “Phobos korku, Deimos da dehĢettir.” “Aralarındaki fark ne?” diye sordum. Clarisse yüzünü ekĢitti. “Deimos daha büyük ve daha çirkin sanırım,” dedi. “Kitleleri korkutmakta üstüne yoktur. Phobos tek tek insanları korkutur.

Zihnine girebilir.” “Fobi sözcüğü buradan mı geliyor?” diye sordum. “Evet,” diye homurdandı Clarisse. “Phobos bununla gurur duyar. Tüm fobiler onun isminden türemiĢ. Hıyar!” “Peki savaĢ arabasını kullanmanı neden istemiyorlar?” “Arabayı genellikle Ares’in on beĢ yaĢma basan oğulları kullanır. Bu bir gelenek haline gelmiĢ. Uzun zamandan sonra arabayı kullanan ilk kız ben oldum.” “Ne güzel.” “Bunu git de Phobos’la Deimos’a söyle. Benden nefret ediyorlar. SavaĢ arabasını mutlaka tapmağa geri götürmem gerek.” “Tapmak nerede?” “86 numaralı rıhtımda. Gö%üpek adlı gemi.” “Ha, anladım.

” DüĢündükçe her Ģey daha mantıklı gelmeye baĢlamıĢtı. O eski uçak gemisine hiç binmemiĢtim ama gemiyi askeri bir müze olarak kullandıklarını biliyordum. Büyük bir ihtimalle gemide yığınla silah, bomba ve baĢka tehlikeli Ģey vardı. Anlayacağınız, tam bir savaĢ tanrısının takılmak isteyeceği yerdi. “Günbatımına daha dört saat var,” dedim. “SavaĢ arabasını bulabiliriz.” “Phobos ‘suyun öteki tarafında’ derken, neyi kast etti sence? Zeus aĢkına, Ģu anda bir adadayız, Manhattan bir ada. SavaĢ arabası herhangi bir yönde olabilir!” “VahĢi hayvanlardan falan söz etti,” dedim. “Minik vahĢi hayvanlar demiĢti.” “Hayvanat bahçesi olabilir mi?” BaĢımla onayladım. Suyun üstündeki bir hayvanat bahçesi Brooklyn’deki olabilirdi ya da… içinde minik vahĢi hayvanların olduğu, ulaĢılması daha güç bir yer. Hani Ģöyle kimsenin bir savaĢ arabasının bulunabileceğini akıl etmeyeceği bir yer? “Staten Adası,” dedim. “Orada küçük bir hayvanat bahçesi var.” [14] “Olabilir,” dedi Clarisse. “Orası tam da Phobos’la De-imos’un bir Ģey saklamayı tercih edebileceği, gözlerden uzak bir yere benziyor.

Ama yanılıyorsak—” “Yanılacak vaktimiz yok.” Hemen Times Meydanı’nda metrodan indik ve iskeleye giden I numaralı trene atladık. Saat tam üç buçukta Staten Adası vapurundaydık. Bizimle birlikte vapura binen bir sürü turist de vardı, insanlar vapurun üst güvertesine doluĢmuĢlar, yanından geçmekte olduğumuz Özgürlük Heykelı’nin fotoğraflarını çekmeye koyulmuĢlardı. Heykele bakıp “Bunu annesine bakarak yapmıĢ,” dedim. Clarisse suratını ekĢitip “Kim?” diye sordu. “Bartholdi,” dedim. “Özgürlük Heykeli’ni yapan adam. Athena’nın oğullarından biriymiĢ. Heykeli annesine benzeyecek biçimde tasarlamıĢ. Yani, Annabeth bana böyle söylemiĢti.” Clarisse gözlerini devirdi. Annabeth en iyi arkadaĢımdı ve bir mimari delisiydi. Sanırım arada sırada bana anlattığı Ģeyler hafızama kazınmıĢtı. “BeĢ para etmez,” dedi Clarisse.

“SavaĢta sana faydası dokunmayacak her türlü bilgi gereksizdir.” Tam ona itiraz edecekken vapur bir kayaya çarpmıĢ gibi öne doğru sarsıldı. Turistler dengelerini kaybedip birbirlerinin üstüne devrildiler. Clarisse’yle birlikte hemen geminin pruva kısmına koĢtuk. Su fokurdamaya baĢlamıĢtı. Derken körfezde bir deniz ejderhasının kafası beliriverdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Melez günlükleri ve magnus chesa kitabını ekleyebilir misiniz