Rollo May – Aşk ve İrade

Bazı okurlar bu kitabın başlığında, aşk ve iradenin birlikte anılmasına şaşıracaklar. Oysa ben, uzun zamandan beri, aşk ve iradenin birbirine bağımlı olduğuna ve bir arada düşünülmeleri gerektiğine inanıyorum. Her ikisi de var olmanın birleştirici süreçleridir; başkalarını etkileme, ötekinin bilincini biçimlendirme, yoğurma, yaratma çabasıdır. Fakat bu sadece, kişi kendi iç dünyasını, aynı anda ötekinin etkisine açarsa olasıdır. Aşksız irade kullanmaya dönüşür, ki Birinci Dünya savaşı öncesi dönem bunun örnekleriyle doludur. Günümüzdeyse iradesiz aşk duygusallaşır ve deneyselleşir. Bu kitaptaki düşünceler için hem bir yazarın olağan gururunu duyuyor hem de bir yazar sorumluluğu taşıyorum. Ancak bu kitabın sekiz yıllık yazım sürecinde pek çok arkadaşım bazı bölümlerini okudu ve benimle tartıştı. Onlara teşekkür etmek istiyorum: Jerome Bruner, Doris Cole, Robert Lifton, Gardner M urphy, Elinor Roberts, Ernest Schachtel ve rahmetli Paul Tillich. Jessica Ryan, yararlı önerilerinin yanında, bir yazarın minnetinden çok daha fazlasını hak etmesi gereken sezgisel bir anlayış da sundu bana. Bu kitabın yazıldığı New Ham pshire’da geçirdiğim uzun yazlar süresince, sabahları erkenden kalkıp, kuzey ve doğudaki sıradağlara uzanan ve şafak öncesi buğusuyla griye boyanan vadiyi izlediğim verandama çıkardım. Kuşlar cıvıl cıvıl sesleriyle sessizliği bozar, yeni günü selamlardı. Serçe kendini elma ağacının tepesinden neredeyse jifkve tnuîf düşürecek bir coşkuyla öterdi; saka da sesiyle serçeye eşlik ederdi. Ardıç kuşu ise şarkılarıyla dolup taşar, kendine hakim olamazdı. Ağaçkakan gagasını delik deşik olmuş kayın ağacına vurur dururdu.


Gölün üzerindeki gerdanlı dalgıçlar, her şeyin aşın tatlılaşmasını önlemek için, yakınan ve acı çeken şeytanlarıyla püskürürdü. Sonra da güneş sıradağlar üzerine doğar, yemyeşil New Ham pshire’ın upuzun vadiden taşan sonsuz bereketini ortaya çıkarırdı. Ağaçlar bir gecede beş on santimetre kadar uzamış görünürken, çayırlar milyonlarca çiçekle kaynıyor olurdu. Bitmek bilmeyen gidiş gelişleri, ebedi dönüşleri, büyümeyi, çiftleşmeyi, ölümü ve yeniden büyümeyi tekrar hissediyorum. Biliyorum ki, insanlar bu sonsuz gidiş ve dönüşün olduğu kadar, bu döngünün şarkısıyla, hüznünün de parçasıdır. Fakat sürekli arayan insan, bilinci tarafından ebedi geri dönüşü aşmaya çağrılır. Benim hiç kimseden farkım yok; sadece arayış için seçtiğim alanlar farklı olabilir. Geleceğin değerlerinin yalnızca tarihimizin değerleri tarafından ekildiğinde meyve verebileceğine inandığımdan, benim arayişım sürekli içimizdeki gerçeğe doğru olmuştur. İçsel değerlerimizin iflasının tüm sonuçlarını gördüğümüz bir geçiş dönemi olan yirminci yüzyılda, aşk ve iradenin kaynaklarını aramamızın özellikle önemli olduğuna inanıyorum. Rollo May Holdemess, New Hampshire, 1969 Hallu Afov 1 GİRİŞ: ŞİZOİD DÜNYAMIZ Cassandra: Apollon bana bu işi veren kahindi… Koro: Tanrının hünerleriyle kendinden mi geçmiştin? Cassandra: Evet; ama o anda bile kentimin yazgısını okudum. – Aiskhylos, Agamemnon’dan. G ünüm üzde aşk ve iradeye dair en çarpıcı nokta, geçm işte yaşam ın çıkm azlarına bir çözüm olarak görülm elerine karşın, bu kavram ların şim di bizzat sorun haline gelmiş olmalarıdır. Aşk ve irade geçiş dönem lerinde hep zorlaşacaktır; çağım ız da kökten değişim lerin olduğu bir çağdır. Geçm işte kendim izi yönlendirdiğim iz eski m itler ve sim geler yok artık; kaygı kol gezm ekte ve biz, birbirimize sıkıca sarılıp, hissettiklerim izin aşk olduğuna kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz.^radem izi kullanmıyoruz çünkü bir şeyi veya kişiyi seçersek diğerini kaybedeceğim izden korkuyoruz ve kendimizi şansımızı deneyemeyecek kadar güvensiz hissediyoruz.

En önde gelen örnekleri aşk ve İraA f* ı«r tnufr de olan bağlayıcı duygular ve süreçlerin altındaki zemin kayıp gidiyor. Birey içe dönmeye zorlanmaktadır; kimlik sorununun yeni bir biçimine saplanıp kalmıştır: Kim-olduğumu-bilsem-bile-bir-önemim-yok. Diğerlerini etkileme yetisinden yoksunum. Bundan sonraki adım kayıtsızlıktır. Bir sonrakiyse şiddet. Çünkü hiçbir insan, kendi güçsüzlüğü gibi gitgide duyarsızlaştırıcı bir deneyime dayanamaz. Yaşamın kötü gidişine çözüm olarak aşka yapılan vurgu o kadar büyüktü ki, insanların kendilerine verdiği değer, aşkı elde edip etmemelerine göre yükseldi veya düştü. Aşkı bulduklarına inananlar; Kalvincilerin, zenginliği seçilmiş kul olmanın elle tutulur kanıtı olarak görmeleri gibi, bunu kurtuluşun gözle görünür delili sayarak, kendilerini üstün görme eğilimine girdiler. Aşkı bulamamış olanlar kendilerini sadece yoksun hissetmekle kalmadılar, daha derin ve daha yıpratıcı olan içsel boyutta, kendilerine verdikleri değer de düştü. Kendilerini toplum dışına itilmiş yeni bir yaratık türü gibi damgalanmış hissedip, psikoterapide, sabahın erken saatlerinde uyanınca hissettiklerinin mutsuzluktan ve yalnızlıktan çok, içlerini kemiren, yaşamın büyük gizini kaçırmış olma kanısı olduğunu itiraf ediyorlardı. Bunlara rağmen, boşanma oranlarının artmasıyla, edebiyat ve sanatta aşkın gittikçe sıradanlaştırılmasıyla, pek çok kişi için elde etmesi kolaylaştığından cinselliğin giderek anlamsızlaşmasıyla, “aşk” tamamen hayal ürünü değilse bile bulunması oldukça zor göründü. Yeni siyasal solun bazı üyeleri aşkın burjuva toplumu tarafından yok edildiği sonucuna vardılar ve önerdikleri reformlarla aşkı yaşamanın daha çok mümkün olacağı bir dünya yaratmak amacı güttüler.1 Böyle çelişkili bir durumda, kurtuluş merdivenindeki 10 Rollo itaa en düşük ortak payda olan aşkın cinsel hali, anlaşılır bir biçimde zihin uğraşımız haline gelmiştir; çünkü seks, kökleri insanın kaçınılmaz biyolojisinden geldiği için, aşkın en azından bir kopyasını sunacağı konusunda daima güvenilir görünmektedir. Fakat seks de, Batılı insan için kurtuluştan çok, bir deneme ve yük olmuştur. Aşk ve seks teknikleri konusunda, basını meşgul eden kitapların, haftalarca en çok satılanlar listesinde bulunmalarına rağmen, içleri boştur: Çünkü pek çok kişi, kurtuluşa ulaşmak için kullandığımız tekniklerin çileden çıkmışlığıyla, aradığımız kurtuluşun izini kaybetme derecesinin birbiriyle doğru orantılı olduğunun farkındadır.

Yolumuzu kaybettiğimizde daha hızlı koşmak, insanların eski ve ironik bir alışkanlığıdır; aşkın anlamını ve değerlerini unuttuğumuzda da, cinsellik konusundaki araştırma, istatistik ve teknik yardımlara hücum ederiz. Kinsey Raporları ve M asters-Johnson araştırmaları, erdemleri ve kusurlarıyla, aşkın kişisel anlamının giderek kaybolduğu bir kültürün göstergeleridir. Aşk, önceleri harekete geçiren bir güç, bizi yaşamda daima ileriye götüreceğine güvendiğimiz bir kuvvet olarak algılanmıştı. Fakat günümüzdeki büyük değişiklikler, harekete geçirici gücün kendisini sorgulamamız gerektiğini göstermektedir. Aşk artık kendine sorun olmuştur. Gerçekten de, aşk kendiyle o denli çelişir olmuştur ki, aile yaşamını inceleyenlerin bazıları, “sevgi”nın kabaca ailenin daha güçlü üyelerinin diğer üyeleri kontrol etme yönteminin adı olduğu sonucuna varmışlardır*. Ronald Laing aşkın, şiddete bir kılıf olduğunu iddia etmektedir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir