Sadik Hidayet – Hayyam’in Teraneleri

Belki de dünyada Hayyam’ın terâneler mecmuası gibi pek az kitap reddedilmiş, nefretle karşılanmış, tahrif edilmiş, iftiraya uğramış, mahkûm edilmiş, hallaç pamuğu gibi atılmış, dünyaca meşhur olmuş ve sonunda tanınmadan kalmıştır. Hayyam ve rubaileri hakkında yazılan kitapların tümü bir araya getirilecek olsa, büyük bir kütüphane oluştururdu. Hayyam’a isnad edilip elden ele dolaşan rubailer kitabı genellikle seksen ilâ bin iki yüz rubaiyi içermektedir. Ancak bunların tümü muhtelif düşüncelerle karışmış bir cönk oluşturur. Eğlence olsun diye bu rubai nüshalarından birinin sayfalarını çevirip okuyacak olursak, bunda zıt düşüncelere, çeşitli mazmunlara, eski ve yeni konulara rastlarız. Gerçekten de bir insan yüz yıl yaşasa ve günde iki defa dinini, inancını, meşrebini değiştirmeye kalksa, böylesi düşünceleri dile getirmeye gücü yetmez. Bu rubailerin mazmunları ilahî, tabiî (natüralist), dehrî (materyalist), sufî, iyimserlik, kötümserlik, tenasuhçuluk, esrarkeşlik, şehvet düşkünlüğü, dervişlik, dinsizlik, rintlik gibi çeşitli akide ve felsefe zeminleri üstüne kurulmuştur. Bir insanın bunca aşamaları ve halleri geride bırakması, üstüne üstlük hem filozof, hem matematikçi, hem astronom olması mümkün müdür? Peki, bu kargaşa karşısında bizim yapmamız gereken şey nedir? Hayyam’ın eski kitaplarda yazılı yaşam öyküsüne başvuracak olursak, aynı görüş farklılıklarına rastlarız. Daima büyük düşünceler etrafında dolaşan bir ihtilaftır bu. Fakat asıl hata, Hayyam’ın gerektiği gibi tanınmamasından, onun hakkında uydurulan masalların rubailerin seçiminde birtakım güçlükler doğurmasından kaynaklanmaktadır. Burada Hayyam’ın yaşam öyküsünü anlatmak ya da başkalarının ona ilişkin tahmin ve sözlerini tekrarlamak istemiyoruz. Çünkü bu kitabın sayfaları çok sınırlıdır. Kitabımızın temelini, Hayyam’ın adına, bu büyük astronomun adına veya yanlışlıkla ona nisbet edilen bir avuç felsefî rubai oluşturmaktadır. Ancak, inkâr edilemeyecek bir şey varsa, o da bu felsefî rubailerin hicrî 5. ve 6.


/ miladî 11. ve 12. yüzyıllarda Farsça söylenmiş olmasıdır. Şimdiye kadar Hayyam’a nisbet edilen rubai mecmualarının en eskisi hicrî 865/miladî 1461 yılında Şiraz’da yazılan Oxford Bodleian nüshasıdır. Yani Hayyam’dan üç asır sonrasına aittir ve 158 rubaiyi içerir. Fakat yukarıdaki eleştiri hemen hemen bu nüsha için de geçerlidir. Çünkü bu mecmuada da yabancı rubailer görülmektedir. Sadece Hayyam’ın rubailerinin çevirmeni olmakla kalmayan, aynı zamanda büyük filozofun ruhundan ilham da alan Fitzgerald, kendi mecmuasında Hayyam’a aidiyetleri uygun olmayan bazı rubailere yer vermiştir. Fitzgerald’ın verdiği hükümler, eski kitaplarda görülen Hayyam’a ilişkin biyografilerin çoğundan daha önemlidir. Çünkü kendi zevk ve sezgileriyle Hayyam’a ait olması gereken rubaileri daha iyi teşhis etmiştir. Hayyam’ın rubailerini Fransızcaya çeviren Nicolas, onu bir sufî şair olarak görmüş, şarap ve sâkî kisvesi altında aşk ve ulûhiyeti gösterdiğine inanmıştır. Rubailerin karışık olduğu bu çeviriden zevk sahibi olan başka biri yani Renan gerçek Hayyam’ı tanımıştır. Hayyam’ın adından bahseden ve yazarının Hayyam’la çağdaş olduğu, kendisini onun öğrencisi ve yakın dostlarından biri olarak tanıttığı, büyük saygı duyduğu, en eski kitap Nizâmî-yi Arûzî’nin telif ettiği Çehâr Makâle’dir. Ancak o, Hayyam’ı müneccimler grubunda zikrederek rubailerine temas etmez. Bir başka kitap da hemen hemen hicrî 562/miladî 1167 yılında telif edilen, Ebu’l-Hasen-i Beyhakî’ye ait Târîh-i Beyhakî ve Tetimme-i Sıvânu’l-hikme’dir.

Müellif çocukken (hicrî 507/miladî 1113) Hayyam’ın derslerine katıldığını iddia etmektedir. O da Hayyam hakkında önemli bir bilgi vermez. Sadece unvanının “Destûr, feylesûf ve Huccetu’l-Hak” olduğunu, bütün ceddinin Nişaburlu olduğunu, bilim ve felsefede İbni Sina’yı izlediğini, karakuru, huysuz ve sabırsız bir adam olduğunu söyler. Birkaç kitabından bahseder. Buradan Hayyam’ın riyaziyat ve astronominin yanı sıra tıp, lugat, fıkıh ve tarihte de söz sahibi ve tanınmış biri olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu kitapta da Hayyam’ın şiirlerinden söz edilmez. Muhtemelen Hayyam’ın terâneleri daha şair hayattayken halkın taassubu yüzünden gizli tutulmuş, bir araya getirilmiş, sadece kimi kafadengi ve samimi dostları arasında ün salmış ya da cönklerde ve zevk sahibi kişilerin kitaplarının haşiyelerinde birkaç rubaisi not alınmak suretiyle kaydedilmiştir. Şairin ölümünden sonra yaygınlaşan rubailerine dinsizlik ve gümrahlık damgası vurulmuş, daha sonra bu rubailer Hayyam taklitçileri ve düşmanları tarafından derlenmiştir. Onun rubailerinin yankılarını Mirsâdu’l-ibâd adlı kitapta göreceğiz. Hayyam’dan şair olarak bahseden ilk yapıt, hicrî 572/miladî 1176 yılında, yani Hayyam’ın ölümünden yaklaşık 50 yıl sonra İmâduddîn Kâtib-i Isfahânî tarafından Arapça telif edilen Harîdetu’l-kasr’dır. Müellif bu yapıtında Hayyam’ı Horasan şairleri arasında göstermiş ve biyografisini vermiştir. Şair Hayyam’a yer veren bir başka kitap da hicrî 620-621/miladî 1223-1224 yılında Necmeddin-i Râzî tarafından yazılan Mirsâdu’l-ibâd’dır. Bu kitap önemli bir belgedir. Çünkü yazarı mutaassıp bir sufî olduğu için Hayyam’ın düşüncelerini saçma bularak onu felsefî, dehrî (materyalist) ve tabiîlik (natüralistlik)le suçlamış ve şöyle demiştir: (s.18) “.

ki iman nazarının ve irfan kademinin meyvesidir. Felsefî, dehrî ve tabâyi’î olanlar bu iki makamdan mahrumdurlar; avare olup yollarını kaybetmişlerdir. Körler tarafından fazilet, hikmet ve uyanıklığı ile tanınan âlimlerden biri de Ömer Hayyam’dır. Şaşkınlık ve hayretinden şu rubaileri söylemiştir: Der dâyireî k’âmeden u reften-i mâst Anrâ ne bidâyet, ne nihâyet peydâst. Kes mînezened demî derin âlem râst Kin âmeden ez kocâ vu reften be kocâst? Gelip gittiğimiz şu dairenin Ne başı belli, ne de sonu. Kimse doğru söylemiyor şu âlemde Nereden geliyor, nereye gidiyoruz? Dârende ço terkîb-i tebâyi’ ârâst Bâz ez çi sebeb fikendeş ender kem u kâst? Ger zişt âmed in suver, eyb kirâst? Ver nîk âmed, herâbî ez behr-i çi hâst? Her şeyin sahibi Tanrı madem ki yarattı doğayı Ne sebeple verdi ona eksiği, kusuru? Çirkin olduysa bu mahluk, kimin kusuru? İyi oldu madem; neydi yıkmaktaki zoru?” Bu şahsın Hayyam’ın düşüncesini ve felsefesini tanıtmakta özel bir rolü vardır. Sufî meşrepli müellif Hayyam’a dil uzatıp küfretmekten geri durmamıştır. Yaşadığı dönemin yakınlığı dolayısıyla kuşkusuz adı geçen müellif Hayyam’ın hayatı, düşünceleri ve eserleri hakkında daha çok bilgi sahibiydi. Bu yüzden Hayyam’a ilişkin düşüncelerini dile getiriyor. Peki, bu husus bile, Hayyam’ın sadece dindar bir sufî olmadığı gibi, aynı zamanda bu fırkanın korkunç düşmanlarından biri sayılması için de yeterli kanıt değil midir? Nuzhetu’l-ervâh, Târîhu’l-hukemâ, Âsâru’l-bilâd, Firdovsu’t-târîh gibi kimi eski kitaplarda Hayyam hakkında çoğu hatalı ve uydurma belgeler vardır. Bu belgeler taassup ya da uydurma masallara dayanır ve gerçek Hayyam’la çok çok uzaktan ilgilidir. Burada söz konusu belgeleri irdeleyecek imkânımız yoktur. Hayyam’a ait rubaileri içeren tek önemli belge, hicrî 741/miladî 1340 yılında telif edilen Mûnisu’l-ahrâr adlı kitaptaki on üç rubaidir. Bu rubailer, Rosen’in rubailer kitabının sonunda istinsah edilmek suretiyle Berlin’de basılmıştır (şu numaralara bakınız: 8, 10, 27, 29, 41, 45, 59, 62, 64, 67, 93, 115, 127). Söz konusu rubailer tarihî eskiliğinin yanı sıra Hayyam’ın ruhuyla, felsefesiyle ve üslubuyla da örtüşmektedir.

Mirsâdu’l-ibâd müellifinin eleştirileri bunlar için de geçerlidir. Demek ki bu on üç rubai ile, biri her iki kitapta da geçen (numara 10) Mirsâdu’l-ibâd’daki iki rubainin Hayyam’a aidiyetinde kuşku yoktur. Bu arada, her iki kitabın yazarının müstakil bir felsefeye, belirli bir düşünce tarzı ve üsluba sahip oldukları ve adeta “biz maddeci ve natüralist bir filozofla uğraşıyoruz” demek istedikleri anlaşılmaktadır. Buradan yola çıkarak ve hiç kuşkuya yer kalmadan bu on dört rubainin şaire ait olduğunu kabul edebilir, bunları Hayyam’ın diğer rubailerini teşhis etmekte anahtar ve ölçü olarak kullanabiliriz. Buna göre söz konusu on dört rubai bu kitabın esas belgesini oluşturacaktır. Demek ki, bir rubaide şüpheli veya sufîmeşrep bir kelime ya da kinaye varsa, bunun Hayyam’a aidiyeti doğru değildir. Ancak çözülmesi gereken bir sorun daha vardır. Denildiğine göre Hayyam farklı zamanlarda birkaç kez düşüncelerini ve akidelerini değiştirmiş. Önceleri kayıtsız, şarapçı, kâfir ve dinden çıkan biriymiş. Ömrünün sonlarında hidayete ermiş ve Tanrı’ya yönelmiş. Mehtaplı bir gecede demlenirken ansızın sert bir rüzgâr çıkarak şarap testisini devirmiş ve kırmış. Bunun üzerine Hayyam öfkelenerek Tanrı’ya seslenmiş: İbrîk-i mey-i merâ şikestî Rabbî; Ber men der-i iyş râ bebestî Rabbî, Men mey horem o to mîkonî bedmestî. Hâkem bedehen; meger to mestî Rabbî? Şarap testimi kırdın be Tanrım! İşret kapısını kapadın yüzüme be Tanrım! Ben şarap içiyorum, sen dağıtıyorsun. Tövbe tövbe; sarhoş musun nesin be Tanrım! Tanrı da gazaba gelip derhal Hayyam’ın suratını karartmış. Bunun üzerine Hayyam: Nâkerde gonâh der cihân kîst? Begû.

Ankes ki goneh nekerde, çon zîst? Begû. Men bed konem o to bed mokâfât dehî! Pes fark miyân-i men o to çîst? Begû. Var mı dünyada günaha girmeyen? Söyle. Günah işlemeyen nasıl yaşar? Söyle. Ben kötü ediyorum, sen kötü cevap veriyorsun. Nedir öyleyse aramızdaki fark? Söyle. demiş ve Tanrı da onu bağışlamış; yüzü ağarmaya, kalbi aydınlanmaya başlamış. Daha sonra Hayyam “Tanrım; al beni yanına” demiş ve ruhunun kuşu bedeninden uçup gitmiş. Bu mucizevî ve gülünç hikâye Necmeddin-i Râzî’nin Hayyam ’a ettiği küfürden de beter. Acemice uydurulmuş, çocukça bir masaldır. Bin türlü dil yarası ve alaylı iğnelemeleriyle dünya ve içindekilerle dalga geçilen bu on dört sağlam ve felsefî içerikli rubaiyi söyleyen birinin, ömrünün sonlarında gözlerinden yaşlar dökerek, önceden mahkûm etmiş olduğu Tanrı’dan molla ağzıyla yardım dilediğini söyleyebilir miyiz acaba? Belki de şairin dostlarından veya hayranlarından biri bu değerli hazineyi korumak için, biri Hayyam’ın sert rubaileriyle karşılaşınca, hoşgörüyle bakar da şair için Tanrı’dan af diler düşüncesiyle bu hikâyeyi uydurmuştur. Meşhur olan bir rivayet daha vardır. Hayyam öldükten sonra annesi hep onun için Tanrı’dan af diler, yakarışta bulunurmuş. Bir gün Hayyam’ın ruhu rüyasına girerek ona şu rubaiyi söyler: Ey sûhte-i sûhte-i sûhtenî; Ey âteş-i dûzeh ez to efrûhtenî; Tâ key gûî ki ber Omer rahmet kon? Hak râ to kocâ be rahmet âmûhtenî? Ey yanmışa yanmış, daha da yanası! Cehennem ateşi seninle tutuşası! Niceye dek diyeceksin “Rahmet et Ömer’e”? Sana mı düştü Tanrı’ya rahmet öğretmek tasası?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir