Sadun Aren – Para Ve Para Politikasi

Paranın tanımı nedir? Đnsanlar sözcüklerle ve kavramlarla düşünür ve bu düşüncelerini sözcükler ve kavramlarla ifade ederler. Bu nedenle, doğru düşünebilmemizin temel koşulu, kullandığımız sözcüklerle kavramların doğru ve olabildiğince kesin bir biçimde tanımlanmış olmasıdır. Günlük yaşamımızda olduğu kadar bilim alanında da rastlanan anlaşmazlıkları yakından incelediğimiz zaman bunların önemli bir bölümünün kullanılan kavramların farklı tanımlanma-larından kaynaklandığını görürüz. Böyle olunca, parayı ve para .ile doğrudan ilgili çeşitli konuları incelemeye çalışacağımız bu kitaba, paranın tanımı ile başlamak yalnız yararlı değil, fakat zorunludur da. Para, en temel öğelerine indirgenmiş haliyle, bir toplumun, değer ölçüsü ve ödeme aracı olarak kullanmayı kabul ettiği araç olarak tanımlanabilir. Bu tanımlamada birbirinden bağımsız iki öğe vardır. Birinci öğede paranın işlevleri (fonksiyonları) gösterilmiştir. Bunlar, değer ölçüsü ve ödeme aracı olma işlevleridir, ikinci öğede, bu işlevleri yerine getirecek olan nesnenin (yani paranın) toplum tarafından kabul edilmiş olması gereği ifade edilmiştir. Demek oluyor ki, bir nesnenin para olabilmesi için değer ölçüsü ve ödeme aracı olma işlevlerini yapabilecek nitelikte olması, hatta yapması yetmez, aynı zamanda toplumun ona bu işlevi yapma görevini vermesi, yani onu para olarak kabul etmesi de gerekir. Gerçekten, bir toplumda paranın işlevlerini görebilecek birden fazla nesne bulunabilir. Örneğin, ülkemizde altın ve gümüş, banknotun işlevlerini görebilir. Nitekim eskiden fiilen görmüşler, para olarak kullanılmışlardır. Ya da örneğin bir yabancı para, diyelim mark ya da frank, paranın işlevlerini -kendi ülkelerinde görebildiklerine göre- bizim ülkemizde de görebilirler. Ama ne altın, ne gümüş, ne de yabancı herhangi bir para, bizim ülkemizde para sayılamaz.


Çünkü toplumumuz bunları para olarak kabul etmemiştir. Paranın toplum tarafından kabul edilmesi öğesinin önemini vurgulamak için, «Para, herkes (toplum) onu para olarak kabul ettiği için paradır.» ya da «Parayı para yapan şey, herkesin onu para zannetmesidir» gibi tekerlemeler türünden tanımlamalar yapabiliriz. Soru 2 : Paranın fonksiyonları (işlevleri) nelerdir? Paranın başlıca üç fonksiyonu vardır. Bunlar, 1. Değer ölçüsü olmak, 2. Mübadele (ve ödeme) aracı olmak, 3. Değer biriktirme aracı olmak tır. Đlk iki işlevi, parayı tanımlarken de görmüştük. Tanı mında da yer almasından anlaşılacağı üzere bunlar paranın asli fonksiyonlarıdır. Bu ikisi arasında da bir derecelendirme yapmak istersek, birinci sırayı, değer ölçüsü olma işlevi alır. Çünkü bir mübadelenin gerçekleştirilebilmesi için, her şeyden önce, karşılıklı değiştirilecek mal ya da hizmetlerin değişim oranlarının, yani birisi karşılığında ötekinden ne kadar verileceğinin bilinmesi (saptanması) gereklidir. Bu da ancak değiştirilecek bu her iki değerin aynı ölçü ile ölçülmesi sonucu bulunabilir. Malların değişim oranları (para sayesinde) tespit edildikten sonra, mübadelenin gerçekleşmesi îçin, artık paranın aracılığına mutlaka gereksinme yoktur. Mallar pekala doğrudan doğruya (trampa yöntemiyle) da mü-badele edilebilirler.

Demek oluyor ki, para, değer ölçüsü olma işlevi yanıyla, en ilkel biçiminde (trampa) bile olsa, mübadele için zorunlu, vazge-çilmez bir öğe olduğu halde, mübadele aracı olmak yanıyla, sadece trampanın güçlüklerini ortadan kaldıran yararlı (zorunlu değil) bir öğedir. Ancak ne var ki, işbölümünün ve dolayısıyla mübadelenin. gelişmesine koşut olarak paranın mübadelelere aracılık yapma işlevi giderek önemini sürekli artırmış ve çağımız toplumlarında artık para bu yönüyle de sadece mübadeleleri kolaylaştıran yarayışlı bir araç olmaktan çıkmış, onsuz mübadelelerin yapılamayacağı zorunlu bir araç halini almıştır. Bunlara karşılık, paranın üçüncü yani değer biriktirme aracı olma işlevi, mübadele konusu ile ilgili değildir. Bu işlev, paranın ilk iki işlevinin zorunlu bir sonucu, bu işlevlerin bir yan ürünüdür. Gerçekten, değer ölçüsü ve mübadele aracı olduğu için, para bir değer de taşır; bu nedenle para biriktirmek değer biriktirmek demek olmakta, insanlara bu olanağı sağlayan bir araç işlevi de görmektedir. Soru 3 : Paraya niçin gereksinme duyulmuştur? Bilindiği gibi, bir toplumda gereksinme duyulan malların tümünü herkesin ayrı ayrı üretmesindense, aralarında işbölümüne giderek herkesin belli bir alanda uzmanlaşıp bunları üretmeleri çok daha doğrudur. Çünkü bu yolla hem daha fazla, hem de daha kaliteli üretim yapılabilir. Bundan ötürü, işbölümü ve uzmanlaşma, toplumsal gelişmenin temel bir öğesidir. Başka bir deyişle, toplumların ekonomik gelişmeleri, işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmesiyle bir arada yürümüştür. Ancak açıktır ki işbölümü mal mübadelesini zorunlu kılar. Üretilen mal ve hizmetler kolayca birbirleriyle değiştirilebilmelidir ki o işbölümü devam etsin ve gelişebilsin. Böyle olmazsa, o işbölümü toplum için yararlı değil zararlı olur ve dolayısıyla yürümez, çöker. Mübadelenin temel koşulu, mübadele edilecek değerlerin (mal ve hizmetlerin) değişim oranlarının belirlenebilmesidir. Yani örneğin 1 kilo ekmek ne kadar tuz, şeker, kumaş ve ila ile eşdeğerdir, değiştirilebilir.

Önce bu husus bilinmedikçe malların mübadelesi olanaksızdır. Anlaşılacağı üzere bu sorun, ancak, bütün malların değerleri aynı bir ölçü ile ölçülebildiği takdirde çözülebilir. Đşte bu ortak değer ölçüsüne biz para diyoruz. Bütün malların değerleri para cinsinden ifade edilince -ki biz buna malın fiyatı diyoruz- artık bunların hangi oranlarda birbirleriyle değiştirilebileceği ortaya çıkmış olur. Örneğin eğer 1 kilo ekmek 40 lira, 1 kilo tuz da 20 lira ise, 1 kilo ekmek 2 kilo tuzla değiştiri-lebilir demektir. Paranın böyle ortak değer ölçüsü olabilmesi, açıktır ki, farklı nitelikteki malların ortak bir nicelik (ölçülebilir öğe) taşımakta (içermekte) olmalarından ötürüdür. Çünkü çeşitli mal ve hizmet-lerde böyle bir ortak yan (öz) olmasaydı, bunların aynı bir ölçü ile ölçülmeleri de olanaksız olurdu. Oysa, kullanım değerleri olarak mallar niteliksel farklılıklar gösterirler: Ekmek başka bir şeydir, tuz başka bir şey. Bunları aynı bir ölçü ile ölçüp aralarındaki değer farkını bulmak, bilindiği gibi, olanaksızdır. Bu nedenle çeşitli malları aynı ölçü ile ölçüp karşılaştırabilmemiz için, hepsinde var olan ortak bir öğe bulmamız gereklidir. ‘Bunu bulduğumuz zaman, farklı malları farklı nitelikler (kullanım değerleri) olmaktan soyup (çıkarıp) farklı niceliklere (mübadele değerlerine) dönüştürmüş oluruz. Đşte bütün mallarda var olan bu ortak öğe, hepsinin insan emeğinin ürünleri olmaları, hepsinin belli miktarlarda insan emeği içermeleridir. Bilindiği gibi, malların madde özü (doğaya ait olan kısmı) hiçbir değer taşımaz. Maddeye değer veren öğe, onu insanlara yarayışlı hale getirmek için harcanan emektir. Bu nedenle çeşitli malları, onların üretilmeleri için harcanmış olan çeşitli emek miktarlarının maddeleşmiş biçimleri olarak düşünebiliriz.

Böylece mallar farklı niteliklerinden soyutlanıp sadece farklı nicelikler (farklı emek miktarları) olarak karşınıza çıkmış olurlar. Bu açıklamayı yapmaktan maksadımız, para ile ölçülen şeyin insan emeği olduğunu ve dolayısıyla paranın aslında belli bir emek miktarını temsil ettiğini vurgulamaktır. Paranın değer ölçüsü olma işlevi, sadece mübadele yapılmasına olanak sağlar; yoksa mübadelelerin kolaylaştırılması bakımından bir rol oynamaz. Mallar pazarda trampa yöntemiyle, yani malın doğrudan doğruya malla değiştirilmesi yöntemiyle de mübadele edilebilirler. Bu yöntemde, keçisini ekmekle değiştirmek isteyen bir adamın, yalnız ekmeğini değiştirmek isteyen bir adam bulması yetmez, ekmeğini keçi ile değiştirmek isteyen bir adam bulması da gereklidir. Bu, mübadelelerin gelişmesini önleyici önemli bir güçlüktür. Kaldı ki, trampada değiştirilecek malların miktar olarak da denk düşmeleri gereklidir. Ben eğer keçimin karşılığında sadece ekmek değil fakat kumaş ve ayakkabı da almak istiyorsam, trampa yöntemi benim bu sorunuma bir çözüm getiremez. Nihayet, trampa, her malın öbür bütün mallarla olan değişim oranlarını ayrı ayrı bilmeyi gerektirir. Bu da mübadelenin gelişmesini sınırlayan başlıbaşına önemli bir güçlüktür. Trampanın bu güçlüklerini aşmak ve mübadeleleri kolaylaştırmak için, paranın mübadele aracı olma işlevine gereksinme vardır. Đşin içine para girince, artık herkes malını önce para ile değiştirir, sonra da bu para ile istediği malları satın alır. Bu durumda, ayrıca, her malın öteki bütün mallarla değişim oranlarını değil, fakat sadece para ile değişim oranlarını (fiyatları) bilmek de yeterli olur. Soru 4 : Đşbölümü ve mübadelenin ve dolayısıyla paranın ö-nemi nereden gelir? Đnsanlar ve bunların oluşturduğu toplumlar, maddi ve kültürel varlıklarını sürdürmek ve geliştirebilmek için, sürekli olarak üretim yapmak ve üretimlerini artırmak zorundadırlar. Yani toplumların uygarlık yolunda ilerlemelerinin temel koşulu, üretimin sürekli olarak artırılmasıdır.

Demek oluyor ki, üretimin sürekli artırılması, ya da aynı şey demek olan ekonomik kalkınma, toplumların en başta gelen, en önemli amaçlarıdır. Öbür yandan biliyoruz ki, üretim toplumsal bir eylemdir, in-sanlar, gereksinme duydukları mal ve hizmetleri birbirleriyle yardımlaşarak, bir işbölümü çerçevesi içinde üretirler. Gerçekten, ne eskiden ne de hele şimdi, bireylerin, aile ya da köylerin ve hatta ulusların bütün gereksinimlerini bizzat kendilerinin üretmeleri, yani kendi kendilerine yeterli olmaları olanaksızdır, böyle bir şey söz konusu bile edilemez. Đnsanlar, tüm malları değil, fakat bir işbölümü çerçevesi içinde, bazı mallan üretirler ve sonra bunları birbirleriyle mübadele ederek tüm gereksinimlerini karşılarlar. Böylece insanlar, aralarındaki işbölümü nedeniyle birbirlerine bağlanmış, “karşılıklı olarak bağımlı duruma gelmiş olurlar. Đnsanlar arasındaki bu bağımlılık hem üretim hem de tüketim bakımından söz konusudur. Önce üretim konusunu ele alalım: Bir ayakkabı üreticisi düşünelim. Bu ayakkabıcının, belli sayıda ayakkabı üretebilmek için, belli miktarlarda çeşitli girdilere (deri, kösele, çivi, yapıştırıcı, iplik, enerji vb.) gereksinmesi vardır, bunları başkalarından satın almak zorundadır. Bu girdilerden herhangi birini yeterli miktarda sağlayamazsa ayakkabı üretimini azaltmak zorunda kalır. Aynı nedenle, ayakkabı üretimini artıra-bilmesi için, bu girdilerin üreticilerinin de belli oranlarda üretim-lerini artırmaları gerekir. Bu olmazsa ayakkabı üretimi de artırılamaz. Demek oluyor ki, bir toplumda bir malın üretiminin artması, ancak, girdi olarak kullandığı öteki bütün malların üre-timlerinin de artması ile bir arada yürür. Mallar arasında, üretimleri bakımından, teknik olarak zorunlu olan bu bağlantıdan bağımsız, ya da buna ek olarak, tüketim bakımından da bağlantı vardır. Ayakkabıcı örneğimizi sürdürelim.

Ayakkabıcının, üretimini sürdürebilmesi için, her şeyden önce yaşamını sürdürebilmesi gerekir. Bunun için de, sattığı ayakkabılar karşılığında, gerekli gir-dilerden başka yaşamı için gereksindiği ekmek, elbise, gazete gibi bazı tüketim malları da satın alır. Zaten ayakkabıcı, aslında sadece bu tüketim mallarını alabilmek için üretim yapar. Şimdi ayakkabıcının daha fazla tüketim malı almak istediğini ve bunun için de ayakkabı üretimini artırdığını düşünelim. Eğer aynı zamanda tüketim mallarının üretiminde de koşut bir artış olmamışsa, ayakkabıcının çabası boşa gidecek ve üretimini artırmaktan vazgeçecektir. Demek oluyor ki, bir toplumda bir malın üretiminin artması, ancak, girdi olarak kullanılan malların yanı sıra tüketim mallarının üretimlerinin de artması ile bir arada yürür. Bu söylediklerimizi özetleyecek olursak diyebiliriz ki, bir ülkenin ekonomik gelişmesi ve kalkınması, varolan işbölümü çer-çevesi içinde ve bu işbölümünün daha da inceltilip derinleştirilmesi yolu ile gerçekleşebilir. Buna göre, ekonomik gelişmeyi, işbölümünün gelişmesi olarak da tanımlayabiliriz. Đşbölümü, mübadeleyi zorunlu kılar. Mübadele olmazsa, elbette ki, işbölümü de olmaz. Đşbölümünün gelişmesi mübadelenin kolayca yapılabilmesine bağlıdır. Mübadeleyi olanaklı kılan ve kolaylaştıran temel öğe paradır. Para, önce, değer ölçüsü olma yanıyla, malların değişim oranlarının saptanmasına olanak verir. Sonra da, mübadelenin bir tarafım oluşturarak, yani mübadeleye aracılık ederek, trampanın güçlüklerini ortadan kaldırır. Demek oluyor ki para, mübadeleleri ve dolayısıyla işbölümünü ve ekonomik gelişmeyi sağlayan çok önemli bir araçtır.

Ancak işbölümü ile mübadele arasında birebir bir ilişki yoktur. Yani her işbölümü ve bunun gerektirdiği mal değişimi, paranın aracılık etmesini gerektiren bir mübadele oluşturmaz. Gerçek bir mübadeleden söz edebilmemiz için, tarafların birbirinden bağımsız, yani ürettikleri malların gerçek sahipleri olmaları gerekir. Örneğin, büyük bir köylü ailesi içinde, bireyler farklı mallar üretip sonra bunları birbirleriyle değiştirebilirler, ama bu değiş tokuş için paranın aracılığına gereksinim yoktur; çünkü ailenin bireyleri birbirlerinden bağımsız, yani ürettikleri malların gerçek sahipleri değildirler, gerçek sahip ailenin bütünüdür. Aynı nedenle, büyük bir sınai işletmenin çeşitli fabrikalarında üretilen malların birbirleriyle değiştirilmesi de paranın aracılığına gereksinme duyulmadan gerçekleştirilebilir. Çünkü işbölümü olduğu halde ortada bağımsız kişiler yoktur, bütün mallar tek bir kişiye, söz konusu işletmeye aittir. Bir ülkenin bireyleri arasında işibölümünden doğan yukarda sözünü ettiğimiz karşılıklı bağımlılık, uluslararası düzeyde, ülkeler arasında da aynen geçerlidir. Bu konuya ilerde değineceğiz. Soru 5 : Paranın insanlara sağladığı olanaklar nelerdir? Görmüş olduğumuz gibi, para, esas olarak, mübadeleye olanak vermek ve kolaylaştırmak üzere oluşmuş, ortaya çıkmıştır. Paradan beklenen temel işlev ve yarar budur ve bunda zaman içinde bir değişiklik olmamıştır. Buna karşılık, paranın bir değer taşıyıcısı (değer biriktirme aracı) olması, başlangıçta ondan beklenen bir işlev değildir. Pa-ranın bu işlevi, öteki iki asli işlevinin (değer ölçüsü ve mübadele aracı olma) zorunlu bir sonucu olmuştur. Başka bir deyişle, in-sanlar başlangıçta parayı bir servet biriktirme aracı görmemişler, paranın bu yönüne önem vermemişlerdir. Kaldı ki, bilindiği gibi, eskiden de şimdi de servet biriktirmenin tek yolu para biriktirmek de değildir. Ancak ne var ki, başlangıçta istenmemiş bile olsa, paranın değer taşıyıcısı olma niteliği zaman içinde gittikçe önem kazanmıştır.

Çünkü paranın bu yanı, insanlara eskiden sahip olmadıkları bazı olanaklar sağlamıştır. Bu olanakları, a. Gelirlerin harcanmasında zaman ve yer olarak özgürlük sağlaması, b. Genel (soyut) anlamda tasarruf yapma olanağı sağlaması ve, c. Kredi olanağı sağlaması olmak üzere üç başlık altında toplayabiliriz. Şimdi bunları kısaca görelim. a. Malın malla (M-M) değiştirildiği trampada, alım ve satım, zorunlu ve doğal olarak, aynı zamanda ve aynı yerde olur. Para araya girip M-M mübadelesini, mal-para ve sonra da para-mal olarak ikiye bölünce, bu doğal ilişki kopmuş olur. Artık bir kimse elindeki malı paraya çevirdiği zaman, elde ettiği parayı gene aynı anda ve aynı yerde mala çevirmek zorunda değildir. Bu işi istediği zamanda ve istediği başka bir yerde yapmak olanağına (özgürlüğüne) sahiptir. Demek oluyor ki, para, insanlara, gelirlerini harcarlarken, zaman ve yer sınırlamalarından kurtulma olanağı sağlamıştır. b. Eğer para olmasaydı, insanlar tasarruflarını mutlaka somut biçimlerde yapmak zorunda kalırlardı. Somut tasarruf da, ya tasarruf edilen malların stok edilmesi, ya da bunların olanak verdiği bir yatırım yapılması biçiminde olabilir.

Oysa stok taşımak masraflı ve güç bir iştir; yatırım yapmaya da eldeki tasarruf miktarı her zaman olanak vermeyebilir. Kaldı ki, belli bir yatırımı zorunlu olarak yapmak, özgürlüğü bağlayıcıdır da. Đşte para kullanımı insanları bu güçlüklerden kurtarır. Para ile istenilen herhangi bir mal satın alınabileceği için, para biriktirmek suretiyle insanlar soyut ya da genel anlamda tasarruf yapmış olurlar. c. Mal stokları biçiminde (somut olarak) yapılmış olan tasar-rufların gene ancak o tasarrufları yapan kimseler tarafından kullanılmaları gerekir. Çünkü bunların başkaları tarafından toplanarak daha büyük yatırımlarda kullanılmaları, olanaksız denecek kadar güçtür. Oysa tasarruflar para biçiminde yapıldığı zaman kredi (borç) alıp-verme yolu ile bunların başkaları tarafından kullanılmaları kolaylaşır. Paranın insanlara sağladığı bu sürekli ek olanaklar, hiç kuşku yoktur ki, bedelsiz olmamıştır. Gerçekten, bu olanaklar, kendileri ile birlikte bazı sorunlar da getirmişlerdir. Đzleyen soruda bunları göreceğiz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir