Saime Tugrul – Ebedi Kutsal Ezeli Kurban

Bu çalışmanın başlangıcındaki sorular, tamamen güncelliğin, modernliğin ortasında, yaşamımızı etkileyen kavramlardan çıktı. Hepimizin dilinde, medyanın sürekli farklı biçimlerde, reality show’larda ya da haberler adı altında bize sunduğu “kurbanlar” silsilesi, neden bu kadar el eriminde, hayatlarımızın içindedirler? Televizyonlarda gördüğümüz, dünyanın öteki ucundaki Tsunami, deprem felaketzedeleri, doğal afet, savaş kurbanlarıyla özdeşleşerek, ölümün şiddetine maruz kalmış bu insanlar için neden bu denli kolaylıkla hep birlikte ağlanır, hatta toplumsal dayanışmaya dönüşerek, yardımlar toplanır? Bu sadece doğal afetlere ilişkin değildir; yeri geldiğinde, savaş kurbanları için de meydanlarda toplanıp dayanışma örneklerini sergilendiğini görmek mümkündür. Öte yandan, aynı insanlar, vatanın bütünlüğünü korumak, iç ve dış düşmaların -olası- saldırılarına karşı savaşmaya, “hayatlarını vermeye” hazırdırlar. Babalar ve hatta anneler, Türkiye’de olduğu gibi, “kutsal vatan görevi” için, devletin yasalarının üstünlüğüne inanarak, erkek çocukları11 nı askerliğe davul-zurna ve bayraklar eşliğinde gönderirlerken, aynı ebeveynler, devlet yasalarını hiçe sayarak, kız çocuklarını, töreler adına nasıl kurban edebilirler? Kutsallığın işlevselliğinin yok olduğu modern toplumlarda, nasıl olur da “Kurban” yeni bir sosyal kategori gibi ortaya çıkabilir? Dinselliğin kaybolduğu, sekülerleşmiş Batı toplumunda “Kurban” kavramı, neden halen kutsallıkla bir ilişkisi varmışcasına etkinliğini sürdürebilir? “Hedonist, egoist ve uçucu” olarak tanımlanan modern toplum bireyi, dünyanın öteki ucundaki bir felaket kurbanının hikayesi ve imgesiyle nasıl duygulanabilir? Yaşam projesini başarmak, sürekli hareketlilik ve artıklarını anında dışlamak üzere kurmuş modern birey, bir yandan da her kişiyi potansiyel bir kurban olarak nasıl görebilir? Geleneksel ve modernite eşiğindeki toplumların kolektif belleklerini besleyen ve kimlikleri için gerekli şehit ve kahramanları bir kenara atabilmiş modernite, her sosyal olgunun arkasından çıkarttığı yeni tür kurbanlarla, nasıl yeni hikayeler anlatır? Antik hatta arkaik kültürün parçası olan, ancak modernitenin başını ezip gömdüğü “vendetta” talepleri hangi mekanizmalarla geri dönebilir? Ya da Maya ve Azteklerde tanrılara sunulan kurbanlarla bugün televizyonun bize ilettiği, doğal felaket, açlık, savaş kurbanları arasındaki bağlantı nedir? Bir yanda “yaşamak” her insanın doğal hakkı, “ölmek” ise korkunç iken, şiddete açık her birey neden birer potansiyel kurban olarak görülür? Kurban en geniş anlamıyla feda edilen demek olduğuna göre, neyin ve kimin adına kurbanlar verilmeye devam edilir? İnsan hayatının kutsal, dolayısıyla dokunulmaz olduğu modern dünya içinde bu dokunulmazlık, kutsallık gücünü nereden alır? Bu sorgulamaların tümünü kapsayan problematik, Batı Avrupa kültürünün sekülerleştiği, bireyselleştiği, sosyal iliş12 kilerin gevşediği bir aşamada, “kurban” kavramının ontolojik kutsallığından koparak “moral” bir kavram olarak karşımıza çıkmasından mı, yoksa buradaki “etik öncelik” “hayatın kutsallığı” dogmasının sunduğu, her insanda benzerini görmekten öte, Levinas’ın defalarca altını çizdiği “ötekinin benden önceliği”nden mi kaynaklanır? Çalışmamızın ilk aşaması olan bu ilk kitapta, günümüzde moral bir sorgulamaya dönüşen kurbanlık sisteminin ve kutsallığın, arkaik ya da kozmik sistemlerden bu yana gelişimi, hangi alanları kapsadığı, kutsal ve kurbanlık sistemlerinin nasıl birlikte varoldukları, arkaik dinlerden tek tanrılı dinlere dek geçirdiği anlam farklılıkları ve örgütlenme biçimleri ele alınacaktır. Bu kitabın odağında ise dünyaya geldiği andan itibaren ayrışma-yeniden birleşme koşullarını sürekli üreten insanın, aynı çerçevede kutsallıkla kurduğu özel bağın nitelikleri, hayat-ölüm ilişkisinin kurbanlar aracılığı ile kutsallığın alanında ortaya çıkan işlevselliği vardır. lkinci kitapta, modernite içinde yeni “özne” olarak varoluş parametreleri ve mekanizmaları incelenerek, yukarıdaki temel sorulara cevaplar aranacak, daha doğru bir deyimle, bu soruların hangi başka soruları açtığı araştırılacaktır. Kaş, Eylül 2008 13 GiRiŞ “Cevap, sorunun talihsizliğidir.” MAURICE BLANCHOT, L’entretien infini Batı dillerinde kutsalın karşılığı, Latince’de sacer’den gelir; tanrıların dünyasına ait, dokunulmaz anlamına gelen bu kelime aynı zamanda, aziz ve murdar gibi ikili bir anlamı da içerir. Sacer kelimesinin bir türevi olan sacri-fice yani bir sacre facere, kutsallaştırma eylemi, uygulaması demektir. Bu bağlamda, bugün kullanıldığı şekliyle sacrifice -feda edilen-, etimolojik anlamı içinde, kutsal bir eylemdir.1 Öldürme eylemi, tanrılar için ve kutsallık adına gerçekleştirilebilecek bir uygulamadır. Özünde sacrifice, ilahi dünyaya adanmış bir yaptırımı içerdiğinden, dinselliğin ve tanrıların alanındadır ve işlevselliğini bu teolojik yapısı içinde gösterir. Türkçe’de hem sacrifice, hem de victimus’tan gelen victime karşılığı olarak, tek bir kelime, “kurban” kullanılıyor. Arapça’da yakınlaşmak, Tann’ya yakın olma anlamını taşıyan bu kelime, öldürme eylemini içeren sacrifice’in sacrt”ye olan doğrudan bağlantısını tam açıklamıyor. Oysa, sacre-sacrifıce sözcüklerinin etimolojik bağlılıkları hep göz önünde tutulması gereken bir olgu ve kutsalın doğrudan türevinin bir öldürme olayı olduğunu unutturmayan bir kavram birliğidir.


Ne yazık ki, biz Türkçe’de bu anlam birliğini veremediğimizden, sacrifice karşılığı olarak kurban edimi, kurban verme tanımlarını, victime karşılığı olarak da kurban sözcüğünü kullanacağız. lkinci kitapta, kurban kelimesi yerine göre, mağdurlar ya da mazlumlar olarak da kullanılacaktır. 15 Carl Schmitt, modern devlet doktrinine ilişkin tüm kavramların, sekülerleşmiş teolojik kavramlar olduğunu iddia eder.2 Sekülerleşmeyi dünyanın büyüsünün bozulmasının bir yönü olarak ele alan ve modernliğin teolojiden koptuğu tezini savunan Max Weber’in tersine Schmitt, teolojinin modern dünyada da varlığını ve işlevselliğini sürdürdüğünü vurgularsa da, bunun modernlik ve teoloji arasında tözel bir ilişki ya da teolojik ve siyasi kavramlar arasında mükemmel bir anlam birliği olduğu anlamına gelmediğini de belirtir. Agamben ise, bu anlamda sekülerleşmenin kavramdan çok bir imza olduğunun altını çizerek, Schmitt’in analizini daha öteye götürür: lmza, bir imge veya kavramın belirleyicisidir ve eski semiyotik boyutundan çıkmadan, yeni bir kavram oluşturabilir. İmzalar, imge ve kavramları semantik yapılarını bozmaksızın yerlerinden oynatırlar, bir alandan ötekine geçişlerini sağlarlar.3 Modernite içinde sekülerleşme kavramı da bu anlamda, doğrudan teolojiye gönderme yapar. Sekülerleşen (yani kiliseden kopan) rahibin bağlı olduğu mezhebin işaretini üstünde ömür boyu taşıması gibi, sekülerleşmiş kavram da teolojik geçmişini, bir imza olarak üzerinde taşımak durumundadır.4 Agamben’nin belirttiği gibi, teolojinin içinden çıkmış kavramlar, profan dünya içinde yer aldıklarında da teolojik imzalarından kurtulmadıkları gibi, yeni anlamlarını da bu imzanın belirleyiciliği ve tanımlayıcılığında oluştururlar. Yücelik, ilahi güç, yani doğrudan tanrıların ya da Tanrı’nın dünyasıyla bağlantılı “kutsal ve kurban” kavramları da, modernite içinde anlamlarını bu bağlamda korurlar. Kutsal ve kurban sözcüklerinin imgelemde ilk gönderme yaptığı alan, 2 Cari Schmitt. Political Theology, s. 46 (Siyasi llahiyaUEgemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, çev. Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi Yayınlan, 2002). 3 Giorgio Agamben, Le regne et la gloire, s.

17, Seuil, 2008, s. 17. 4 G. Agamben, a.g.e., s. 19. 16 dinsel alandır. Kutsallık ve kurbanlık sistemi modern dünyada yer değiştirmeye ve sekülerleşmeye devam etse de, teolojik-dinsel imzasını kaybetmez. Modernite sürecinde de kutsallık atfettiğimiz her alan, dinsel bir model gibi işlevselliğini sürdürür; şiddeti ve feda etmeyi içeren kurbanlık mekanizmalarını harekete geçirir, arkaik ya da geleneksel toplumlardaki gibi, kutsal-kurban ilişkisini kendi tertibatları (dispositive) içinde yeniden üretir. Her şeyin dinsel alan içinde olduğu arkaik veya geleneksel toplumda kutsallık din etrafında örgütlenirken, modernleşme sürecinde kutsallık da dinden kopar ve ulus-devlet çerçevesinde vatan, bayrak, vatan toprağı etrafında, modernite içerisinde de insan hayatı, bedeni, canlı olarak insan varlığı etrafındaki tertibatların temelini oluşturur. Bir anlamda, dini-siyasetten bio-siyasete geçilirken kutsallık yok olmaz, ancak dönüşüme uğrar, paradigmaları değişir, yeni biçimlerde ortaya çıkar. Bu dönüşüm sürecinde, kutsala ulaşmanın temel yolu olan kurbanlık mekanizmaları da değişime uğrar. Değişim sürecinde, doğrudan şiddet içeren bir eylem olan kurban edimi (sacrifice) mazlumlar ve mağdurlar olarak, şiddet imzasını kaybetmeden yeni formlara bürünür.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir