Samih Nafis Tansu – Ittihad ve Terakki

“Đttihâd ve Terakki içinde Dönenler” hatırasının sahibi Galip Vardar, hayatını Rumeli’de eşkiya takibinde geçirmiş bir süvari yüzbaşısı olan Sabri Beyin oğludur. Sabri Bey tanıştığı Ohrili Eyüp Sabri, Đttihâdçıların meşhur Maarif Nâzırı Şükrü, Yakup Cemil ve Sapancalı Hakkı beylerin en eski ve en iyi arkadaşıdır. Galip Vardar, Serez’lidir. Çocukluğu Rumeli’de geçmiş, genç yaşında babasının yanında vazifeler almış, Balıkesir idadisini bitirdiği zaman umûmî harbe gönüllü bir delikanlı olarak gitmiş, Miralay RABE’nin ordugâhında talim görerek Çanakkale savaşına iştirak etmiş büyük Atatürk’ün 19 ncu fırkasında Conk bayırı, Sed-dilbahir savaşlarına girmiş, yaralanmış, geriye alınmış, sonra da Galiçya’ya sevkedilmiş, fakat kısmî paralize giden durumu onu geriye çevirtmiştir. Mütâreke senelerinde gizli teşkilâtın başı olan Albay Hüsamettin Ertürk’ün emrinde ve yanında onun sağ kolu olarak hizmet etmiş, babasının bu en iyi arkadaşı ona çok nâzik ve mühim vazifeler vermiştir. Hepsinden üstün muvaffâkiyetlerle çıkan Galip Vardar, meslek yolunda mütarekenin en zalim subayı Đngiliz yüzbaşısı BENET’in vurulmasında, Rum’ların kahramanı Hırisantos’un tutulmasında ve Yugoslav casusu Nikola Pasiç’in sokakta gebertilmesinde en büyük rolü oynamıştır. Đstiklâl Savaşına gönüllü olarak karışmış, Sakarya Harbine iştirak ederek ağır surette yaralanmış ve kırmızı şeritli Đstiklâl Madalyası almaya muvaffak olmuştur. Zaferden ve henüz Đstanbul’un Kuvayi Milliye tarafından işgalinden evvel, Ali Kemal’in yakalanmasında hizmeti görülen ve gizlice Đstanbul’a gelen Galip Vardar’ı daha bir çok vatanî hizmetler ifâ ettikten sonra Đstanbul Darülfünununun tarih fakültesine devam ederek bu şubeyi muvaffâkiyetle bitirmiş ve mütâreke yıllarında çalıştığı Emniyet Umûm Müdürlüğünden ayrılarak, Maarif Vekâletinin tensibi ile Kabataş Lisesine muallim muavini olmuş, daha sonra da muallim olarak uzun yıllar hararetli ve heyecanlı tarih dersleri ile gençliği kendisine hayran bırakmış görüyoruz. Hâtıralarını, vakalarını anlatırken, sanki o devri yaşıyormuş gibi heyecana düşen Galip Vardar, kırk seneye yaklaşan öğretmenlik hayatının sonlarında vazifeli bulunduğu -Atatürk’ü Anma- gününde 10 Kasım Pazartesi günü, saat 10 u on geçe Atatürk’ün Çanakkale 10 harblerini anlatırken heyecana kapılarak kalp kifayetsizliğinden talebesinin ve arkadaşlarının gözü önünde yere düşerek ölmüştür. Galip Vardar, bir sene geceli gündüzlü kendi notlarından ve canlı hâtıralarından anlattığı bu tefrikayı, eserin muharririne nakletmiş ve bu yazı serisi bu suretle meydana gelmiştir. Ne yazık ki, Galip Vardar, hâtıralarına verilecek değeri görmeden, bu vakaların heyecanını tekrar yaşamadan gözlerini dünyamıza kapatmıştır. Samih Nafiz TANSU n Önsöz “Đttihâd ve Terakki Đçinde Dönenler” kitabı, ilhamını daha evvel Cumhuriyet gazetesinde tefrika ettiğimiz (Đki Devrin Perde Arkası) adlı eserden aldı. Zira sayın Albay Hüsameddin Ertürk hatıralarında Mütâreke yıllarında Đstanbul gizli teşkilâtında çalışmış ve çok başarılı işler yapmış olan ajanlardan biri merhum Galip Vardar’ı çok methediyordu. Gazeteci olarak o zamanlar yaşamakta bulunan bu mühim şahsı da konuşturmak hevesinden kendimizi alamadık. Đmparatorluğun son yılları, karışık birtakım esrar bulutlarıyla kapanmış bulunuyordu.


Herkes bunun bir tarafını aydınlatabilse muhakkak ki, muhtaç bulunduğumuz Son Devrin siyâsî tarihî kendisini açıklamış olacaktı. 13 Yeni Sabah’ta dört ay devam eden bu röportaj serisi, okuyucularının ısrarlı arzusu üzerine kitap haline getirildi. Bilmiyorum hareketimizle memleket tarihine bir hizmette bulunabildik mi? Esere karşı gösterilecek alâka yakın bir zamanda bu sorunun cevabını hiç şüphesiz vermiş olacaktır. Bizim dilediğimiz, okuyucularımızın takdirine mazhar olmaktır. Eserin yazarı: Samih Nafiz TANSU 14 Makedonya’da Bir Kış Gecesi Otina deresinin ortadan böldüğü Đştib, Makedonya’da karlı dağların eteğinde, kiraz, vişne bahçelerine gömülmüş şirin bir Balkan kasabasıdır. Bilhassa kış, Makedonya’da umumiyetle şiddetli geçer, kar tipilerinden göz gözü görmez olur, geçiş yerleri tıkanır, insanın dize bazen de bele kadar gömüldüğü kar tabakası ve onun altında yatan toprak, uzun bir uykudan uyanınca, karların erimesi dereleri taşırır, vadileri basar, köyler, kasabalar bu defa da selin tehdidi altında, korkulu günler geçirir. Baharın yarı kapalı yarı açık günleri, yerden su buharı kaldırıp, tabiatın her tarafını yeşil bir örtü ile süsleyince, kiraz, dut, vişne ağaçlarında çiçekler açar, meyvalar tomurcuklanır, sonra bol güneşli yaz günleri gelir çatar ekinler biçilir, harmanlar sürülür, iri ağaçla – 15 SAMĐH NAFĐZ TANSU rın gölgelendirdiği yerde, komitacıların sofra kurup kuzu çevirdiği, Makedonya bağlarının kokulu üzümünden nefis şaraplar içtiği görülür, sonra yağmurlar başlar, sisli günler birbirini kovalar, yine kış çatar, kasırgalar, fırtınalar birbirleriyle yarışır, rüzgârlar, kapı pencere kanatlarını koparır evlerin damlarından kiremitleri uçurur, o zaman herkes zemini toprak evlerin içine çekilir, soba bacalarından tüten dumanlar, köylerin, kasabaların meskûn olduğunu gösterir, soğuk kış gecelerinin bazan lapa lapa döktüğü karlar, geceleri aydınlanan mehtabın ışığında zayıflar, çoktandır görülmeyen gökyüzünü, bize göz kırpan yıldızlarını tanıtır, insanlara ümîd ve ferahlık aşılar, bazen de köy köpeklerinin havlamaları, kasabaya yaklaşan bir süvârî grubunu haber verir. Bu ya baskına gelen Makedonya çeteleri, Bulgar, Sırp veya Yunan komitacılarıdır, yahut da Đstanbul’dan emrini almış kasabaya gelen veya şehirden geçecek olan bir nizamiye süvârî bölüğü yahut alayıdır. Bunu anlayıncaya kadar Đnsan korkulu dakikalar geçirir. Komitacılar ise o zaman köpeklerin sesleri daha çok yükselir ve sokakların içinde devam eder. Đri çomarlar bile dost ile düşmanı farkedecek kadar zekidirler. Şayet öyle ise bu evlerin hepsi birer birer yoklanacak, köşede bucakta saklı ne varsa dökülüp saçılacak, yağ tenekeleri, pekmez destileri, balkan kaşarları, pastırma, sucuk bunların hepsi alınıp götürülecek, para, pul ne varsa toplanacak, şayet gözlerine güzel gözüken genç kızlar, yakışıklı delikanlılar da varsa, feryâd figan içinde bu vahşî, bu zalim adamların elinden kurtarılamayacaktır. Đkinci Meşrûtiyetten evvel 1907 de Makedonya’nın alın 16 ĐTTĐHÂD ve TERAKKĐ ĐÇĐNDE DÖNENLER yazısı bu idi. Yine böyle bir kış gecesi idi. Ben o zamanlar tahminen 12 yaşlarında bir çocuktum.

Köpek sesleri, beygir kişnemeleri üzerine yatağımdan fırlamıştım. Bahçe kapısına bitişik taş odada yatan emir erimiz Ömer de fırlamış, gocuğunu giymiş, başına yün takkesini geçirmiş, elindeki feneri sallıyordu. Atlılar kapımızın önünde durdu. Babam süvârî yüzbaşısı Sabri Bey atından inmiş ve dizginleri Ömer’e vermişti. Hayvanın üstünden, sağrısından bir duman havaya yükseliyordu. Belli ki, atlar çok terlemiş, uzak bir yoldan gelmişlerdi. Babam bize dönerek: – Haydi içeri girin, sabaha kadar biraz dinleneceğiz! dedi. Yanındaki iki mülâzım ile eve girmişlerdi. Zavallı annem, sık sık bu manzara ile karşılaşırdı. Saç soba lâhzede ateşi aldı, odayı ısıttı. Zabitlerin çizmelerindeki kar hemen erimişti. Mutfağın ocağından çatırdayan odunlar, hazır bulunan çorba tenceresini kaynatıyordu. Bu üç askerin bir sini başında, iştahlı ve neşeli bir halde çorbaya kaşık attıklarını seyrederken içimde onlar gibi olmanın hevesini duyuyor, henüz otuzbeşini geçen babama, mihnet ve meşakkatin, eşkiyâ takibinin yüzüne çizgiler bıraktığı bu adama, dikkatle bakıyor, yanındaki genç mülâzımları hayretle seyrediyordum. Bu gençlerden biri çok yakışıklı ve genç bir zabitti. Ödemiş’li idi ve yaşı henüz yirmisini geçmişti.

Bıyıkları bile adam akıllı terlemiş sayılmazdı. Uzun boylu, esmer tenli, siyah gözlü, siyah saçlı, geniş omuzlu, çok mütenâsĐb vücutlu, güzel bir mülâzımdı. Parlak gözlerinde heyecan, ihtiras ve istikbâle aid ümidler uçuşuyordu. Babam, tecrübeli bir asker olduğu için gençlerin merak ve heyecanla an17 SAMĐH NAFĐZ TANSU lattıklarına gülüyor, zaman zaman onların suallerini cevaplandırıyordu. Ödemiş’li mülâzım Nâzım Bey: – Sabri Bey diyordu, şu Bulgar eşkiyâsı bize kök söktürüyor. Başları olan Sandanski’yi elimize geçirirsek, hepsini çil yavrusu gibi dağıtmış oluruz. Babam gülerek: – Đyi ama, onu ele geçirmek pek sandığın gibi kolay olmasa gerek, o Balkan dağlarının şimdi kimbilir hangi geçidinde, hangi köyünde karargâh kurmuştur. Komitacılıkta istihbarat en mühim iştir. Bilmeliyiz ki, onlar bu gece nerededirler, nereden geçecek, nereye konacaklardır. O zaman bastırır, sansarın tavukları kümeste yakaladığı gibi hepsini birer birer boğazlarız. Zabitler gülüşüyor, bu eşkiyâlarla savaşın pek de kolay olmayacağını anlamaya başlıyorlardı. Ben mutfakla oda arasında ekmek, yiyecek taşıyor, zaman zaman da mülâzımların iltifatına nail oluyordum. Hepsi de babam dahil, aç kurt gibi yiyeceklere saldırıyorlar, makarna tenceresinin dibine darı ekiyor, yoğurt çanaklarını ekmekle sıyırıyor, üstüne de içlerini kızıştırsın diye yazdan hazırlanmış pekmezi, maşraba ile içiyorlardı. Đkinci mülâzım Edirne’li idi. Ona Rumeli daha ma’lumdu.

Nihat Bey adını taşıyan onunla babam, daha iyi konuşuyor, anlaşıyordu. Fakat henüz mektepten çıkmış ve aslen bir jandarma zabiti olan Nâzım Bey, büyük hayaller peşinde koşuyor. Balkanların meşhur eşkiyâlarını sayıyor, bir ara Abdülhamid’e, sarayın etrafındaki paşalara atıp tutuyor ve ikide bir de: 18 ĐTTĐHÂD ve TERAKKĐ ĐÇĐNDE DÖNENLER – Ah elime bir kuvvet geçse, diyordu. Selânik’de gizli bir cemiyete girmişti. Gözlerini bağlamışlar, onu karanlık yerlerden geçirmişler, tabanca üzerine yemin ettirmişlerdi. Babama dönüp: – Ben halis muhlis, kanına su katılmamış ittihâdçı-yım ağabey! diyordu. Selânik’de Eyüp Sabri Beyle, Atif Beyle tanıştığını hikâye ediyor, partinin vereceği her vazifeyi yapmaya azmetmiş olduğunu ilave ediyordu-Babam yüzbaşı Sabri ise: – Hele biz bu komitacıları temizleyelim, ondan sonra senin dediğin işlere sıra gelmiş olacak Nâzım, di-* ye mukabele ediyordu. Yemek faslı bittikten sonra bir de ocaktaki çaydanlıktan onlara birer çay getirmiş ve ısındıklarını görünce de sevinmiştim. Fakat gökyüzü aydınlanıyor, gece yağan lapa lapa karın örttüğü damlar, ağaçlar farkedilir bir hâle gelmiş bulunuyordu. Emir Erimiz Ömer, hayvanları koyun ağılımızda dinlendirmiş, terlerini kurutmuş, beygirlerin suyunu içir-miş, yemini yedirmiş, onları da harekete hazır bir hale sokmuştu. Iştib, komitacıların faaliyette bulunduğu ikinci mıntıka idi. Menlik ve Ptrlepe de birinci ve üçüncü bölge olarak o zamanlar bir taksime uğratılmıştı. Bu üç yerde Bulgar komitacıları çok kuvvetli bulunuyor, bunların başında da Sandanski’den bahsediliyordu. Onu ne babam, ne de yanındaki mülâzımlar görmüştü. Fakat ismi bir parola gibi dağdan dağa, geçitten geçide, dolaşıyor, her yerde onu söylüyorlardı.

Ben de küçüklük rüyalarımda, ona benzer kimseleri görüyor, korku ile 19 SAMIH NAFĐZ TANSU uyanıyordum. Eşkiyâ takibinde bir zabitin oğlu olmak, bir gün mukadderse bizim de başımıza felâket getirebilirdi. Fakat kasabanın içinde çok kesif asker birlikleri bulunuyor, süvari alayları, piyade taburları dağları tepeleri tutmuş bir hâlde bize emniyet veriyordu. Şafak sökerken bu üç süvari zabitini bize veda ettikten sonra tekrar atlarının üstünde görmüş, ağaç parmaklıklı bahçe kapımızın Önünden yola çıkmak için yerinde duramayan beygirlerin kişnemelerine ve yine etraftan koşuşan iri çoban köpeklerinin havlamalarına şahit olmuştuk. Bunlar nereye gidiyorlardı? Bunu ne biz sorabilirdik, ne de onlar söyleyebilirlerdi? Bildiğimiz, Bulgar komitacıların peşine gittikleri idi. Gece Baskını Kış gecelerinin korkulu rüyaları, bazan silâh sesleriyle hakikat olur, herkesi yatağından fırlatır, kapılara pencerelere koştururdu. Sonra saatlerce komitacılarla jandarma taburları, süvari alayları arasında müsademe başlar ve sabaha kadar devam ederdi. O tarihte Makedonya’da bulunan Bulgar eşkĐyası iki kısma ayrılmıştı. Birinci grup, her ne pahasına olursa olsun Makedonya’yı Bulgaristan’a katmak ve ana vatan saydıkları Bulgaristan’ı büyütmek arzusunda idi. Bunlara o zaman Virhovist’ler adı veriliyor ve bunların başında gayet tehlikeli bir komitacı olan Sarafof ve onun kadar korkunç muavini Garvanof bulunuyordu. Bunların Bulgar hükümetinden para, malzeme ve her türlü yardım gördükleri muhakkak idi. Onların çete efradı daha güzel 20 ĐTTĐHÂD ve TERAKKĐ ĐÇĐNDE DÖNENLER giyiniyor, çok mükemmel techîz ediliyor, manliher adı verilen silâhlara, otomatik ve nagand tabancalara mâlik bulunuyordu. Đkinci grup, Makedonya’nın Đstiklâli için mücadeleye girmiş idiler. Bunlar şüphe yok ki, daha idealist idiler. Kendilerine Santralistler adı veriliyor ve başlarında çok kurnaz ve pek olgun bir komitacı olan meşhur Sandanski görülüyordu.

Daha müşkül şartlar içinde çırpınan ve mahallî yardımlarla kuvvetlenen santralistler, diğerlerinin gayesini daha o zamandan etrafa ilân etmiş bulunuyorlardı. Bu tarihlerde 40 yaşlarında, uzun boylu, göbeğine kadar sakalıyla dikkati çeken reisleri Sandanski etrafındakilere: – Göreceksiniz, bu aşağılık kimseler, Makedonya’yı Bulgaristan’a katacaklar amma, Bulgaristan’ı da Almanya’ya peşkeş çekecekler diye anlatıyor ve Menlikde kaymakam bulunan büyük asker ve millî mücâhid olan Köprülü Kâzım bey de, Selanik’e gelip geçerken Đstib’e uğrayıp babamla konuşurken bütün bunları anlatıyordu. En sonunda Sandanski’yi silahıyla şehre indiren ve meşrûtiyetin ilânından sonra onu kuzu gibi uysal bir hale sokan yine Kâzım bey olmuştu.* Bu Rumeli eşkiyâlarının bin bir hikâyesi içinde bizimkilerin Đştib’e yaptıkları bir gece baskını hatırımdan hiç çıkmaz. Soğuk bir sonbahar akşamı idi. Kasabamız hava kararırken tavuklarla beraber sükûna gömülmeyi. Meclis Reisi Kazım Paşa Hazretleri. 21 SAMĐH NAFĐZ TANSU yatmayı itiyâd edinmişti. Otina deresi ağır ağır her zamanki gibi akıyor. Fakat sularının kabaracağı da bekleniyordu. Komitacılar, çok defa köylerde yatar, gizlenir, samanlıkları kendilerine mükemmel sığınak addederdi. Arazîyi, civar köyleri, geçit yerlerini çok iyi bilirlerdi. Jandarmaları, subayları hepsini pek iyi tanırlar, bunlar hakkında malûmat alırlardı. Gayet de hunhar idiler. Kendilerinin gizlendikleri yerleri söyleyenleri, izlerinden malûmat verenleri ele geçirince işkence ile idam ederlerdi.

Bulgar köylerinde Kocabaş adı verilen muhtarlar veya papazlar hükmederler, çoban veya bekçilerin çoğu Türkçe bildiği halde Türklere ağızlarından bir kelime kaçırmazlar ve her ne zaman onlara: – Đznayişi Türki, yani Türkçe bilir misin? diye sorulunca, muttasıl: – Neznam, yani bilmem, diye cevap verirlerdi. Bu Neznam Bulgarların âdeta bir parolası idi. Türk takip müfrezeleri kaç defa şüpheli Bulgarları ele geçirmiş bazen tehdid ederek dipçikle dövmüş yine cevap olarak: – Neznam’ı almıştı. Bazen de yedirmiş, içirmiş, onları sarhoş etmişler, fakat bu defa da cevapları yine: – Neznam olmuştu. Bu köyler, kasabalar öylesine bir sırra bürünmüştü ki, burada çocuklar, hatta köpekler bile ses çıkarmazlardı. Bu yalçın kayalar, bu kesif ormanlar, bu coşkun dereler, hep sanki bir esrar perdesine bürünmüş, ses soluk vermez bir hâle ve ıssızlığa gömülmüştü. Komitaların en fa’âl zamanı kıştı. ĐTTĐHÂD ve TERAKKÎ ĐÇĐNDE DÖNENLER Osmanlı Đmparatorluğu, Meşrûtiyete takaddüm eden bu yıllarda, bu Rumeli’ye mümtaz subaylarını, kahraman erlerini, yaman gediklilerini döküyor ve hepsini burada maalesef harcıyordu. Gelen erlerin çoğu, Đzmir, Gördes, Kula, Tire ve Ödemişten idi. Bunlar Anadolunun yüksek dağlarının kucakladığı ovaların, yaylaların çocukları idi. Efe yavruları Đdi. Orada sırmalı cepkenleri, alacalı şalvarları, yün çorapları, ucu püsküllü pabuçları ve kırmızı kuşaklarıyla zeybek oyunu oynarlar, dağınık kâhkülleri ile köy kızlarının dikkatini çekerlerdi. Anaların okşamaya kıyamadığı, babaların kucaklamaya doyamadığı, yavukluların hasretine dayanamadığı bu delikanlılar, bilmedikleri, soğuğuna alışamadıkları bu Rumeli balkanlarının geçitlerinde can verirlerdi. Bulgar eşkıyaları ise domuz eti yer, maşraba maşraba pekmez içer, içini kızıştırır, sonra manliherlerini veya nagandlarını alarak pusuya yatar, Türk çocuklarını birer birer yere sererdi. Yahut da, o devrin eşkiyâsına çok câzip gelen şey, Avrupa trenlerinin geçtiği köprüleri uçurmak, demiryollarını dinamitlemekti.

Çok defa ağaçlarda yüzleri soluk, dilleri yana kaymış bedbahtların maslub cesetleri ve göğüslerinde, yaftalar görülürdü. Bu yaftalarda şu sözler ne kadar korkunçtu. – (Makedonya Bulgar ihtilâl komitesine ihanet etmiştir. Đdam edilmiştir.) Đmza yerinde okunan korkunç bir isim, o devirde hepimizin ödünü patlatırdı. Bu isim EFREMÇUŞKA idi (Yakan Efrem’ manasına gelirdi.) Bu, küçük yapılı, kırmızı yüzlü, matruş bıyıklı, çok hareketli bir Bulgar komitacısının ismi idi. Bunun muavini PETREASA, iri ya23 SAMIH NAFĐZ TANSU rı, uzun sakallı, şefine bağlı Sandenski’nin maiyetinde ve onun sağ kolu sayılan bir adamdı. Bu gaddar komitacılar, Đştib havalisine musallat olmuşlardı. Bu haydutlar Bulgar halkından zorla vergi almış, zavallı Mehmetçikleri bastırıp vurmuş, köyleri, kasabaları tirtir titretmişti. Đşte bu gece de bunların Đştib’de bulunduğu haber alınmış, bizim süvari alayları ve jandarma taburları tarafından kasaba kuşatılarak, bunların dirisi veya ölüsü ele geçirilmek istenmişti. Đştib, iki kısımdan mürekkepti. Otina deresinin bir tarafında müslüman mahalleleri, diğer kısmında Bulgarların ikâmet ettiği sokaklar uzanıp gidiyordu. O gece, hiç unutmam üstelik Đsa’nın doğum gecesi idi- Bulgarların mahallelerinde büyük bir şenlik göze çarpıyordu. Efrem Çuşka’nın kati olarak orada bulunduğu bilinmemekle beraber, onun muavinlerinden sayılan Balvan’lı Yuvan, çetesi efrâdiyla askeriye terzisi Petrovski’nin evinde ziyafette idi.

Bu Petrovski, subayların ölçüsünü alır, elbiselerini prova eder, diktiklerini de teslim eylerdi. Fakat boşboğaz subayları, pek güzel konuşturur, takıp müfrezelerinin harekât istikametlerini, bütün tasavvurlarını gizlice Bulgar çetelerine haber verirdi. Hele çok genç ve güzel kızı Nadya da zabıtanın hizmetine koştuğu için, bizim subayların ölçü vermek üzere sık sık Petrovski’nin evine uğramaları tabiî görülüyordu. O gece kadınlara, kızlara bir gösteriş yapmak arzusuyla meydana çıkan Balvan’lı Yuvan:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir