Selim Savaş Karakaş – Deprem – Kiyametten Sonra

Ankara, daha önceden böyle bir telefon trafiğini hiç yaşamamıştı. Gecenin bir yarısı çalan telefonlar susmak bilmiyor, açılana kadar çalmaya devam ediyordu. Bütün bakanların, milletvekillerinin, müsteşarların, yüksek rütbeli subayların, siyasi parti yönetim kadrosundaki kişilerin ev ışıkları eş zamanlı olarak birer ikişer yanmaya başladı. Gecenin yorgun kanatlarının altına giren koca şehir, üç beş dakika içinde sihirli bir el değmişçesine canlanmış, homurdanmıştı bile. Her ağızdan hemen hemen aynı manalara gelen cümleler çıkıyordu. Sanki popüler bir şarkının en önemli nakaratıydı bu cümleler ve insanlar hep bir ağızdan söylemek zorundaydı bu nakaratı… -Uluşehir’de deprem olmuş! -Aman Allah’ım! -Gerçekten mi? -Cehenneme dönmüş her yer. -Uluşehir, depreme teslim olmuş! -21. yüzyılın en büyük felaketi. -Karaçekmece, Bahçelikoyu, Mesken, tsunami dalgalarının altında kalmış. -Kıyamet… -… Sağır sultan bile duymuştu depremi. “Kötü haber tez yayılır.” Atasözü geçerliliğini kanıtlar nitelikteydi. Aynı kötü haber daha önceki tarihlerde de yıldırım gibi yayılmıştı: Mesela 1509’da yaşanan Uluşehir depremi, tarihi kaynaklarda “Küçük Kıyamet” olarak adlandırılmıştı. En son 1766 yılında şehri cehenneme çeviren Karbeyaz Denizinin derinliğindeki canavar fay hattı, tam 251 yıl sonra, bunca yılın hıncıyla, ölüme susadığı için uyanmış ve yine yüz binlerce can almıştı… Deprem uzmanlarına göre bu tür fay hatları yaklaşık olarak 250 yılda bir kendisini göstermekteydi. 21 Ağustos 2027 tarihindeki ABD, Oregon ve Kuzey Carolina’da tam olarak izlenen Güneş tutulmasından altı gün sonra 27 Ağustos 2027 tarihinde sabaha karşı saat 03.


02’de koptu kıyamet. 17 Ağustos Gölcük Depremi de 11 Ağustos 1999’daki güneş tutulmasından altı gün sonra oluşmuştu. 8.1 şiddetindeki deprem Uluşehir’in altını üstüne çevirdi. 14 milyon 500 bin civarında nüfusa sahip olan mega kent Uluşehir’in, aksiyon filmlerindeki uzaylıların yerle bir ettikleri şehirlerden hiçbir farkı yoktu. Kumdan kaleler gibi yıkılan binlerce ev, iş yeri; ters yatmış, yanmaya başlamış araçlar; doğalgaz borularındaki patlamaların oluşturduğu yangınlar, paramparça olan yollar ve sokaklara dökülen, yaşayabilmek için çırpınan, bağrışan, çağrışan, inleyen, ağlayan, yalvaran insanlar… Karbeyaz Denizinde oluşan beş metreden büyük tsunami dalgaları, kıyıdan en az bir kilometre içeri doğru etkisini göstermiş, hayatı felç etmişti. Bu korkunç depremden kurtulanlar, ne yazık ki tsunami dalgalarından kurtulamamışlardı. Tsunami, ölüme aç olan koca gövdeli, dev mideli, ölüme doymak bilmeyen canavarlar gibi tüm canlıları yok ediyordu. Karaçekmece, Bahçelikoyu, Fetih, Avcılar, Altınköy, Kolcular, Kaptanpaşa, Kuşburnu, Belediyelik, Çınarlı, Maviköy, Superisi, Çatalcı ilçelerinde kırk beş saniyelik deprem resmen ölüm kusmuştu… Tam bir kıyamet provası… Söylentiye göre ölü sayısı beş yüz binin üzerindeydi, milyonlarca yaralı vardı. Uluşehir Boğazı her iki taraftan da en az bir kilometre su altında kalmış, Fetih Köprüsü yıkılmış, üzerindeki yüzlerce araç boğazın serin sularına gömülmüştü… Karbeyaz Denizi’nde, binlerce cesedin oluşturduğu yüzen adalar da meydana gelmişti, cansız bedenlerin oluşturduğu adalar… Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Tarık Hasan Aydoğdu da hiç durmadan çalan telefonun sesiyle yatağından fırladı. Deprem, Ankara’da da etkisini göstermişti ama cumhurbaşkanımızın önemli ziyaretçileri vardı ve gecenin on ikisine kadar onlarla ilgilenmek zorunda kalmıştı. Amerika Birleşik Devletleri başkanı, İngiltere Başbakanı, Fransa ve İtalya Başbakanları “İran’a savaş” konusunda Türkiye’yi ikna etme çabası içindeydiler. Elbette Türkiye olmadan İran’la savaşa girmek, bir bakıma intihar olurdu. Bütün büyük devletler biliyordu ki Ortadoğu’da tarihe yön veren tek ülke Türkiye idi. Türkiye olmadan savaşa girmeyi göze alamıyorlardı.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, komşu ve dost ülke olan İran’a savaşı kabul etmiyordu. Komşu ülkelerimizin hiç birinde her hangi bir savaş Türkiye’nin mantığında yoktu. Cumhurbaşkanımız da kesin bir dille, İran’a savaşı onaylamadığımızı ifade etti. Amerika Birleşik Devleti başkanı savaşın kaçınılmaz olduğu konusunda teorilerini açıkladı. Hiç şüphesiz bunlar hiçten sebeplerdi. Uzun ve yorucu geçti toplantılar, tartışmalar uzadıkça uzadı… O nedenle yorgun yatmıştı yatağına cumhurbaşkanı. Hissedememişti sarsıntıyı… “Hayırdır İnşallah.” Diyerek açtı telefonu: Arayan başbakandı: -Sayın cumhurbaşkanım, felaket, felaket. Başbakanın heyecanı, telefonun diğer ucundan cumhurbaşkanının kalbine kadar geldi. -Başbakanım, sakin ol da anlat, ne oldu? -Uluşehir’de deprem olmuş, Uluşehir’de kıyamet kopmuş, Richter ölçeğine göre 8.1 şiddetinde bir kıyamet. -Aman Allah’ım. 8.1 şiddetinde? -Evet, resmen kıyamet kopmuş. Cumhurbaşkanının kanı durdu.

Beyni, ağır bir darbe almış gibi bilincini kaybetti sanki, depremin şiddeti inanılacak gibi değildi. -Ölü, yaralı sayısı hakkında bilgin var mı? Başbakan üzgündü. Bir suç işlemiş gibi başını eğdi, ağlamamak için güç tutuyordu kendisini. Oturup çocuklar gibi hüngür hüngür ağlaması an meselesiydi. -Oldukça fazla ölü olması bekleniyor. -Mesela ne kadar, sayısal ifadesi nedir? Başbakan konuşamadı, boğazında düğümlendi kelimler, kocaman yumak oldu takıldı kaldı orada, nefes almakta bile zorlandı. Sonra derin bir nefes alabilmek için bedenini ikna etmeye çalıştı, konuşmaya başladı, inanılmaz üzgündü: -Beş yüz bin civarında ölü, milyonlarca yaralı olduğu söyleniyor. Cumhurbaşkanı sendeledi yerinde, ayakta durmakta güçlük çekti, sanki kalp krizi geçirmişti. Ayakta daha fazla duramadı, yatağının bir köşesine ilişti. Derin derin nefes aldı. “Aman Allah’ım! Koca Uluşehir mahvolmuş.” Sonra güçlükle konuştu: -Eyvah, eyvah, eyvah, eyvah ki ne eyvah… Peki tsunami? Tsunami beklentisi var mı? -Dört, beş metre büyüklüğünde tsunami dalgaları olduğu söyleniyor… Tüm şehri yutmuş, asıl ölümler bu dev dalgadan sonra meydana gelmiş. -Eyvah, eyvah… En sevdiği varlığını kaybeden, hüznün ab-ı hayatını içmiş insanların ağıt yakarak ağlaması ve dizlerini dövmesi gibi cumhurbaşkanı da dövdü dizlerini. Sonra, ölü bir ses tonuyla sordu: -Peki, kriz masası kuruldu mu? -Kurulması için talimat verdim. -Bir an önce hazırlıklara başlayın.

-Peki. – Uluşehir’e gidecek misiniz? -Şu an uçakların inebileceği hava alanı olmadığı söyleniyor. Bütün hava alanlarını, uçakları, dev tsunami dalgaları harabeye çevirmiş, hiç biri de kullanılacak durumda değilmiş… -Genelkurmayla konuş, hemen helikopter ayarlasın. Askeri destek sağlansın. -Peki. -Ben de hemen çıkıyorum başbakanım. Aslında cumhurbaşkanı, parmağını dahi oynatacak durumda değildi, halsizdi, bitkindi, inanılmaz bir göğüs ağrısı içindeydi ama yine de gitmeliydi, gitmek zorunda olduğunu düşünüyordu… Başbakanlıkta bu felaket bomba etkisi yarattı, bir anda bütün bakanlar akın etti başbakanlığa. Gözler fal taşı gibi açılmıştı, iri iri… Sadece Türkiye tarihinin değil sanki tüm Dünya tarihinin en büyük felaketiydi Uluşehir Depremi, ilk izlenimler onu gösteriyordu. Acil yardım gerekliydi. Yüz binlerce insan evsiz kalacak, yüz binlerce insan yaralı olacaktı, enkaz altında kurtarılmayı bekleyen binlerce depremzede… Bu kadar büyük bir felaket için yeteri kadar yardım götürülmesi oldukça zordur. Her şeyden önce insan gücüne ihtiyaç vardı. Başta Kızılay olmak üzere tüm yardım kuruluşları, dernekler hatta uluslararası yardım kuruluşları dahi acilen deprem bölgesine ulaşmalıydı. Deprem Kriz masasındaki yetkili kişiler ilk önce yardım konusunda hem fikir oldular. Vakit kaybedilmemeliydi. Telefonlar, belgegeçerler, e-postalar, bir fabrikanın üretim makineleri gibi aralıksız çalışmaya başladı.

Uluşehir’den gelen haberler maalesef korkunçtu: Ölümler, yangınlar, su baskınları, göçükler, dev dalgalar, milyonlarca yaralı, yıkılan milyonlarca ev… Cumhurbaşkanımız da şoförünü arayıp hazır olmasını söyledi. Şoför beş dakika içinde kapıya gelip beklemeye başladı. Cumhurbaşkanı, bir an önce üzerini değişip başbakanlığa bile uğramadan Uluşehir’e gitmek istiyordu. Gömleğini giyerken yorgun kalbi gücünden düşmeye başladı, kalbin atışları yavaşladı… Göğsünü parçalarcasına elleriyle tuttu, bir müddet sonra da atışlarını kesti kalp. Olduğu yere yığıla kaldı cumhurbaşkanı, göğsünü parmaklarıyla tutuyor, gömleği avuçlarında kırışıyordu. Cumhurbaşkanı’nın son nefesinde dudakları arasından bir kaç kelime çıktı: “Uluşehir, ah Uluşehir…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir