Sencer Divitçioğlu – Oğuz’dan Selçuklu’ya Boy, Konat ve Devlet

Çin kaynakları Tokuz Oğuz’dan ilk kez onların Çinlilerle birlik olup Hie-Li (İliğ) Kağanın sonunu hazırladıkları 630 olayları vesilesiyle bahseder (Pulleyblank 1956). Bu dokuz boy şunlardır: Uygur, Buku, Kun, Bayırku, Tongra, Sse-ki, Sıkar, Kipi ve Ediz (Hamilton 1962). Onların eski T’ieh-le (Teğrek>Kanglı) konfederasyonunun bir üyesi oldukları biliniyor (Liu mau-tsai 1958, p. 127). Mamafih, VIII. yüzyıla girerken Uygurlar onlardan ayrılacak ve kendi başlarına dokuz boylu yeni bir federasyon kuracaklardır.1 Oğuz sözcüğü Kök Türk yazıtlarında hep “bodun” yani “boy”un çoğul şekli olarak geçer (tokuz oğuz bodun kentü bodunum erti: “Dokuz Oğuz boyları kendi boylarımdı”, gibi). (Ergin OY: KT-G). Dokuz boy da Türk kökenliydi. Nitekim, Çin kaynakları onlardan haber verirken daima “Türklerin dokuz boyu” ya da “Dokuz boyun Türkleri” deyimlerini kullanırdı (Liu mau-tsai ibid). Oğuz etimolojisi hakkında pek çok varsayım ileri sürülmüştür. Pelliot (1930), sözcüğü, ağuz~Oğuz’dan hareket ederek “ilk süt”e; Sinor (1950), Oğuz’dan öküz (~buka)’e; Hamilton’ı izleyen Golden (1972), akrabalığı imleyen oğ-köküne kapılarak oğuş, oğlan, oğul gibi sözcüklere; ve en sonunda Baskakov (1988:1982) ö- “düşünmek” kökünden gelen “akıllı, hikmetli” deyimlerine bağlar. Kanımca bunların arasında en doğrusu Golden’ın telkin ettiği anlamdır. 1 4 O ğuz’dan Selçuklu’ya Tokuz Oğuz boyları, Altı Sir, İki Ediz, Bir Kerekülüg (belki de Kıpçak) boylarıyla On İki Türük (Türk) boyunun kurduğu bir federasyonun üyesiydiler (Divitçioğlu 1987,1992:1990). Tonyukuk ve Kül ilgin yazıtlarından anlaşıldığı kadarıyla onları Türük konfederasyonuna dahil etmek hiç de kolay olmamıştır.


Galiba, Kapağan Kağan zamanında Tonyukuk’la yapılan zorlu savaşlar sonucunda Oğuzlar pes etmişler, fakat Bilge Kağan döneminde defalarca başkaldırarak Kağana ve kardeşi Kül Tigin’e çetin günler yaşatmışlardır. VIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Doğu Türk (Kök Türk) Kağanlığının baz2, yani tabii üyesi olan Tokuz Oğuzlar arasından Uygurlar (Şine-usu yazıtındaki On Uygurlar) kutsal Ötüken tahtına oturduktan sonra (744), geriye kalan Sekiz Oğuzların 3 Selenge ve Tula (Toğla) ırmakları dolayındaki illerini yavaş yavaş terk etmeye başladıklarını biliyoruz. Önce, Sıkar (-Sığır) boyunun başkanı Abuz (A-pu ssu) Yabgunun buyruğu altında toplanan boylar, bu arada Buku ve Tongra boyları Çin’e doğru yollandılar. Çin yıllıkları yabgunun Kuzey Çin’de cereyan eden En Lu-shan isyanlarına karıştığını söyler. Ne var ki, 752 yılına kadar süren bu serüven iki önder arasında çıkan anlaşmazlık sonucu bozulmuş, Abuz Yabgu da boylarının bir kısmını toplayarak Ötüken’e geri dönmüştür (Czegledy 1973). Fakat, 760’larda Uygur Kağanı Moyun Ço^la bir türlü uzlaşmayan Oğuzlar, bu sefer batıya doğru göçe koyulmuşlardır. VIII. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen savaşların, bozgunların ve göçlerin Oğuzlar7a yeni bir federasyon kurma zemini hazırlayacağı belliydi (Golden 1972). Abuz Yabguyla doğuya giden Buku ve Tongra boyları Ordos bölgesinde kalıp, federasyondan çoktan ayrılmışlardı (Liu mau-tsai op. cit, 1-277). Buna karşılık, bu tarihten tam üç yüzyıl sonra Kaşgarî’nin sözünü edeceği (DLT) yirmi iki boylu Oğuza katılacak yeni boylar, o sıralarda, ortaya çıkmaya başlamışlardı. Bunların ikisinden (üçünden ?) aşağı yukarı 750’lerde Tibetçe yazılmış bir Uygur belgesi bahsediyor (Ligeti 1971; Clauson 1975; Tezcan 1975; Divitçioğlu 1987,1990). “(II. Doğu Türk Kağanlığı’nın) hemen kuzeyinde Ba-ça-neg boyu vardır.

Beş bin askeri olup, H orlarla (Uygurlar) savaş halindedir. Onların batısında Ha-la-yun-log Türk boyu vardır. Bu boy kalabalık ve zengindir. En iyi Türk atları onlardan çıkar” (Bacot 1957). İkisinin de gelecekteki Peçenek ve Ula Yondlug (Alayuntlu) adlı Oğuz boyları oldukları kesindir. Aynı bölgede, on iki Türk boyu içinde zikredilen Çar-du-li boyu ise herhalde *Çarukluğ boyu olmalıdır (Divitçioğlu 1992; 1990). Bu üç boya ayrıca eski Uygur birliğinden olan Aymur>Eymür (Chavannes op. cit. p. 94) boyuyla Gardızî’nin Kimek federasyonunun bir üyesi olarak saydığı Bayundur-Bayandur boyunu da katmak gerekir. “(Kimek boylarından) ilki İmi, İkincisi İmek, üçüncüsü Tatar, dördüncüsü Bayandur, beşincisi Kıpçak, altıncısı Lanikaz, yedincisi Ajlad’dır” (Martinez: Gardızî 1982). X. yüzyılın başında Peçenekler’in batı sınırı Yayık Irmağıdır. Onlar, hiç olmazsa götürü olarak VIII. yüzyılın yarısında, II.

Türk Kağanlığı’nın yakınlarında bir yerde il tutmuş olabilirler mi? Kesinlikle “hayır” Çünkü, Constantine Prophyrogenitus, Administrando Imperio’da PeçeneklePden bahsederken onların X. yüzyılda Hazar-Oğuz ittifakı sonucunda anayurtları olan Yayık Irmağı’nı terk ederek batıya göç ettiklerini yazar ve ekler: “Peçenekler yurtlarından sürüldüğü vakit onlardan bazıları Oğuzlarla birleştiler. O günden beri birlikte yaşarlar. Hâlâ kökenlerine ihanet ettiklerini gösteren, onları (Oğuzlardan) ayıran öyle imler -d iz kapaklarına kadar inen tunik ve kolsuz cepken- taşırlar ki, başka bir halk ve ırktan oldukları belli olur” (CP: Aİ p. 169). Öyleyse, Oğuz Peçenekleri’nin Oğuz iline herhangi bir yerden göç ederek gelmiş oldukları ileri sürülemez. Onlar yabancı (Türk değil) ve yerlidir. Oysa, Ula Yondlug,4 Çarukluğ, Eymür Oğuzlar 15 ve Bayundur boylarının kökenlerinin II. Doğu Türk Kağanlığı çevresinde olduğu bellidir. Bunlar (ve de başkaları) büyük bir olasılıkla, VIII. yüzyılın ikinci yarısında Karluk göçüyle hemen hemen aynı dönemde (fakat ayrı yollardan) İrtiş Irmağı’m aştıktan sonra Balkaş Gölü’nün kuzeyini izleyerek batıya varmışlar, Sir-Derya’nın (Seyhun) doğusuyla Aral Gölü’nü çepeçevre saran (Minorsky: Hudud, p. 53) bölgeye yerleşmişlerdir. Bu görüş hem Bosvvorth’un (1973 p. 210-212), Oğuzların Güney Sibirya yoluyla batıya göçtükleri, hem de Sümeğin (1980: 1965), Oğuz göçü stokunun On Ok’tan sağlandığı savlarıyla uzlaşır. Bana kalırsa, VIII.

-IX. yüzyıllar arasında Sir-Derya Oğuz federasyonunu kuran boyların bazıları Güney Sibirya yoluyla göçen, bazıları da (To-lu ve Nu-shih-pi)5 Sarısu üzerinden, On Ok’tan geriye kalanları toplayarak gelenlerdir. Boz (uk) Ok gibi. Reşideddin’in Töger ile Türgiş (<Dürgeş) arasında kurduğu ilişki bu bağlamda anlamlıdır. XII. yüzyıl Arap tarihçilerinden İbn at-Athir Oğuzların batıda ilk kez görünüşlerini şöyle anlatıyor: “Bazı Horasan tarih yazarları onlar (Oğuzlar) hakkında daha belirgin bilgiler veriyor. Oğuzlar7ın, Halife Mehdî (775- 785) zamanında, uzaklardaki Türk Sind bölgesinden Maveraünnehı’e geldiklerini söylüyorlar. (Dediklerine göre) İslâmî kabul etmişler ve gözboyayıcılık yapan ve mucizeler gösteren al-Mukanna’ya yardım etmişlerdir” (Minorsky: Hudud, p. 311).^ Bu tarihte Oğuzların İslamiyet’i kabul etmiş olmaları bir hayli abartmalı gözükse bile, 775’ten beri onların Sir-Derya’nın her iki yakasına sızmış oldukları İslam yazarlarınca doğrulanmıştır. Bu haberlerden ilki Tabarî’den (IX. yüzyıl): “820-825 yılları arasında, Dokuz Oğuzlar Uşrana bölgesine ılgarlar düzenlemişlerdi” diyor.7 1 6 O ğuz’dan Selçuklu’ya B. Yirmi Dört Boylu Oğuz Bütün X.-XII.

yüzyıl yazarları (İbn Fazlan, Hudud al-Alam, Istahrî, Kaşgarî, Idrisî vs.) Oğuz ilini şöyle belirler: Doğuda, Aral Gölü’nden Sütkent’e dek inen Sir-Derya kıyılarıyla Karaçuk Dağları arasında kalan bölge (Türkmen ve KarlukTa sınırdaş); güneyde, Sütkent’ten başlayarak Amu Derya’yı Curcan’m oldukça üstünde kesen, Maveraünnehr’den Mangışlak’a kadar uzanan hattın kuzey bölgesi (Harzem’le sınırdaş). Batıda Hazar Denizi, kuzeybatıda Çim Irmağı (Hazar ve Peçenek’le sınırdaş) ve kuzeyde Karakum’un üstü (Kimek’le sınırdaş). Ebulgazi’nin tanımladığı Oğuz ili sınırları daha kısıtlıdır (EG: ŞT): “Oğuz ilinin… gündoğusu Issıg Göl ve Almalık. Kıblesi, Sayran ile Kazgurt Dağı ve Karaçuk Dağı. (Onun) ‘Demirkazığı’ Uluğ Tağ ve Kiçik Tağ ki bakır membaıdır. Günbatısı, Sir Suyu’nun ayağı Yangıkent ve Karakum’dur.” Görüldüğü gibi tanım da Mangışlak’ı içine almaz. Doğrudur, çünkü buraları anca cırca 970’lere doğru Oğuzlarca ele geçirilmiştir; Istahrî’nin ölümünden (957) ve Hudud al-Alam’dan (982) önce (Barthold: “Mangışlak” İA: Hudud, p. 60). Peki nasıl oluyor da Ebulgazi Mangışlak’a yerleşen Oğuz boylarının adını biliyordu? Bunlar Uç Ok’tan Eymür, Igdır, Çavuldur ve Salgur, Boz Ok’tan Töger ve Karkın boylarıdır. Sanırım bu boyların yerleşmeleri daha geç yüzyıllarda (XII. yüzyıldan sonra) gerçekleşmiş olmalıdır. Oğuzlar hakkında en geniş etnografik bilgiyi 921 yılında İdil Bulgarları’nın ülkesine giderken Oğuzlar arasında bir süre kalan İbn Fazlan vermiştir (İF, Can; Şeş.).

Hemen söyleyeyim ki o, Oğuz’la Türk’ü kesinlikle bir tutar: “Oğuz diye bilinen Türk boyu”, “Oğuz Türkleri”, der. Hudud al-Alam OğuzlaPın kasabaları olmadığını söyler. Bu yargı Amu Derya bölgesi için doğru olabilir (Baratekin hariç). Nitekim, İbn Fazlan Curcan’m hemen kuzeyinde bulunan Türk Oğuzlar 1 7 1 8 O ğuz’dan Selçuklu’ya Kapısı’ndan sonra hiçbir Oğuz kentine rastlanmamıştır. Ürgenç ve Curcan gibi kentler Harzem’e bağlı sınır ticaret merkezleri olmalıdır. Bu merkezlerde, bir yandan, göçebelerle yerleşikler arasında işbölümünün zorunlu kıldığı alışveriş yapılırken, öte yandan, Horasan ticari olarak Hazar ve Rus ülkelerine bağlanmış oluyordu (Edrisî 1975, p.185, 338). Oğuzların bu kentlerde yılkı, davar, silah ve kürk sattıkları biliniyor. (Barthold 1962). Hudud al-Alam onların arasında tacirin bol olduğunu söyler. Sir-Derya boyunda ise durum farklıdır. Aral Gölü’nden başlayarak güneye doğru inerken karşılaşılan Yangıkent, Savran, Sıgnak ve Sütkent gibi kentler Oğuz kentleridir. Hattâ, Kaşgarî (DLT: Ata: Dan) bunlara Karaçuk ve Karnak kentlerini ekliyor (buralarda herhalde yerli halkla karışık olarak yaşıyorlardı). Yangıkent, Oğuz Yabgusunun kışlağı ve orda kentidir. Oğuzlar, gene de aslen hayvancı-göçebedir.

Keçe çadırlarda yaşarlar ve yaz kış otlak ve suvat peşinde dolaşırlar. Varlıkları at, inek, koyun ve av hayvanıdır. İbn Fazlan, zenginlerinin on bin atı ve yüz bin koyunu olduğunu yazar. Oğuzlar bir Tengri’ye taparlar. Ölüm-ötesi hayata inanırlar ve bundan dolayı da ölüyü giysileri, silahları, atı, yiyeceği ve içeceğiyle birlikte mezara koyarlar. Ölünün ardından at kurban edilir. Su ıduktur, belki de tabudur (tekinsiz). Onu kirletmemek için ne yıkanırlar, ne de giysilerini yıkarlar. Hayvan öldürürken kanını akıtmamaya ve kemiklerini kırmamaya özen gösterirler. Aralarında armağan ıdışmak (verip-almak) yüceltilir. Her armağanın eşdeğer karşılığı ille de geri verilmelidir. İbn Fazlan, Genç Yınal’a (bir unvan: ilerde) galeta ve kumaş armağan ettiğinde Oğuz yerlere kapanmıştı. Onlarda ıdışma gibi “armağanlar aracılığıyla armağanlar tüketmek” sürecinin özgül bir şekli olan “yağm a” (potlatch) geleneği de yaygındır. Boy ve oğuş beyleri üretilen ve ulca olarak alman malı davetlilere bazen üleştirerek, bazen bunların yakılıp yıkılmasına göz yumarak yağmalatırlar. Amaç, bir yandan, biriktirilmiş malı üleştirerek tüketimi yakınlara kadar yaymak, öte yandan, Bey’in toplumdaki itibarını pekiştirmektir.

Oğuzlar’da “yağm a” konusunu işleyen tek metin Dedem Korkut M asalları’nda (DK: Gök, Er) bulunur. Oradan alıyorum: “Kazan üç yılda bir İç Oğuz, Taş Oğuz beylerini cemeder idi. Uç Ok, Boz Ok yığınak olsa Kazan evini yağmaladurıdı. Kazan Begün âdeti bu idi ki kaçan evin yağmalatsa helalünün eline alur, evinden taşra çıkandı. Andan evinde olan esbabını ve malını yağma ederler idi” {ibid, s. 144). Konuyu başka bir yerde (Divitçioğlu 1987) incelediğim için üzerinde daha fazla durmayacağım. Ancak, vargıları bakımından önemli olan şu hususu vurgulamalıyım: Gerek armağan ıdışması, gerek yağma, gerekse hangi türden olursa olsun üleştirme, biriktirilen malın yeniden-bölüştürülmesi demektir. Bu ise, toplumda ödünleme/karşı-ödünleme mekanizmasının işletilmesine yol açar. Oğuz toplumunda kamların önemli rol oynadığı anlaşılıyor. Hudud al-Alam’dan aktaralım: “Oğuzlar tabiplere (kamlara) pek saygı gösterirler. Onları görünce önlerinde eğilirler. Tabipler (kamlar) onların hayatları ve mülkleri üzerinde söz hakkına sahiptir” (op. cit., p.

1003 Ayraç-içi benim). X. yüzyılda aralarında İslamiyet’in yayılmaya başladığı sanılıyor. İbn Fazlan’ın yolda tanıdığı Genç Yınal bile önce Müslüman olmuş, fakat boydaşları itiraz edip, “Eğer İslamiyet’i kabul edersen bizim başkanımız olamazsın” deyince yeni dininden caymıştır. Zaten, İbn Fazlan’ın kanısına göre Allah’a inandıkları için değil, sırf ülkelerinden geçen Müslümanlara yaranmak için lâ ilahe ili-Allah derler (op. cit., s. 19, 22, 24). Oğuz toplumunda kaçgöç yoktur. Cinsi ilişkilerde hoşgörülüdürler (Edrisî, op. cit., p. 343). Buna karşılık, zina ölümle cezalandırılır. Suçlunun iki bacağı birbirine doğru eğilmiş iki ağaca bağlandıktan sonra ağaçları salıverirler; suçlunun bacakları kasıktan birbirinden ayrılır (hâlâ kullandığımız “senin iki bacağını ayırırım” tehdidi!).

Onların arasında eşcinsellik büyük suçtur. Bir Müslüman tacirle sakalı bitmemiş oğlunu cinsi ilişki halinde yakalayan baba, kuz irkin’e (Yabgunun ve beylerin yardımcısı) başvurmuş, o Oğuzlar 1 9 20 O ğuz’dan Selçuklu’ya da bütün Türkleri toplayarak verilen cezanın “tacirle beraber oğlanın öldürülmesi” olduğunu bildirmiştir. Ne var ki, baba bu cezaya razı olmayınca, kuz irkin suçun koyun tazminatıyla ödünlenmesine karar vermiştir (İF). Evlilik, dışevlilik üzerine kurulmuş olup, gelin kalınla ödenir. Oğuz toplumu atauruk olup, leviratus uygular. Örneğin, İbn Fazlan’m tanıdığı subaşı Katağan oğlu Etrak, ölen babasının karısıyla evliydi. Son olarak: Oğuzlar’ın silahları mükemmeldir. Savaşta cesurdurlar. Komşuları Hazar, Peçenek ve Kimekler’le sürgit çarpışırlar. İslam ülkelerine ılgarlar düzenlerler. Karluklaı’la da pek sevişmezler. Hoş, kendi federasyonuna bağlı boylarla da çatışıp dururlar. Yolları üzerinde bulunan her yere saldırır, vurup çapul edip, mümkün olduğu kadar çabuk geri çekilirler (Hudud, p. 100-110). Oğuzlar siyasal olarak boylar federasyonu halinde örgütlenmişlerdir.

Kaşgarî’nin belirttiğine göre (DLT): “Oğuz, Türklerin bir boyudur, Türkmendirler. Yirmi iki boydan oluşur. Başlan Kınık’tır; Selçuklu sultanları ondan iner. Sonra sırasıyla: Kayığ, Bayundur, Yıva, Salgur, Avşar, Bektili, Büğdüz, Bayat, Yazgır, Eymür, Kara Bölük, Alka Bölük, Igdır, Üregir, Tuturga, Ula Yondlug, Töger, Becenek, Çavuldur, Çepni, Çarukluğ gelir”.® Kaşgarî, bu konuda ayrıca, Oğuzun aslen yirmi dört boylu olduğunu, ancak iki Kalaç boyunun federasyondan ayrılmasıyla geriye yirmi iki boyun kaldığını ve üstelik bunlar arasından Çarukluğ boyunun az nüfuslu olması sebebiyle önemsiz olduğunu söyler. Her boy tirelere9 ve uruklara ayrılmıştır. Kaşgarî, bu tirelerin ne olduklarını söylememekle beraber, her birinin adını, kurucu atasından aldığını not eder. İbn Fazlan, Oğuzlar’ın boy büyüklerine “tenriken” diye hitap ettiklerini söyler. Boy beyleri olmalıdırlar. Halk her fırsatta onlara danışır, nelerin yapılıp yapılmayacağını sorarmış. Boylar arasındaki kararlar beylerin “karşılıklı danışmaları” sonucunda alınırmış. Toplantı ya kengeş ya da toy şeklinde olmalıdır. Oğuzname (OK) ve Dedem Korkut Masalları (DK) her iki şeklin de kullanılmış olduğunu telkin eder. Oğuz Türkleri’nin hükümdarına yabgu derler. Yardımcısının adı kuz irkin’dir (Nushih-pi’ler içindeki Türgişler ile Karluklaı’da kullanılan irkin unvanı karşılığı: kuz irkin ~ kuzey irkini, anlamına).

Öyle anlaşılıyor ki, toplumda subaşılık unvanı fevkalade önemlidir. Nitekim, halifenin elçisi olan İbn Fazlan Oğuz yabgusuyla görüşememiş, onun yerine halifelik mektubu ile armağanlarını subaşı Katağan oğlu Etrak’a sunmuştur. Ayrıca ekleyeyim, Oğuzlar’da tarkan, yınal ve ilguz (*il Oğuz) gibi unvanlar da vardır. Oğuz boy federasyonunda siyasal örgütün başında olan yabgunun nasıl seçildiğine değin haberler ancak XII. yüzyıldandır. Onlar da pek saydam değildir. İlki, o yüzyılın başlarında yaşamış olan Süryanî Mikail’den. Bu dönem, İran üzerinden göçe koyulan Oğuz boylarının parçalanmaya başladığı, onların bölünüp, kona t, tire ve aymaklara ayrıldığı durnuksuz (istikrarsız) bir dönemdir. Süryanî Mikail diyor ki:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir